Eski Dostlar

Dün bir dostla futbol üstüne konuşurken konu unutulup giden futbolculara geldi. Faruk Atalay'dan girdik, Ender Alkan'dan çıktık ama konuşmadan çıkan ortak fikir arada bir 'eski dostlar'ı hatırlamak gerektiğiydi. Ben de arada bir hatırlatacağım birkaç eski dostu size. Şu an ne yaptıklarını, nerede olduklarını görüp 'vay be' diyebilelim diye...

Faruk Atalay. Galatasaray altyapısından ilk çıktığı maçta oldukça etkili bir performans sergilemişti. Figo Faruk deniyormuş o zaman -ben tam hatırlamıyorum- Daha sonra Avusturya'ya gittiğini biliyorduk, sonrası yoktu. Ufak bir araştırmayla yurda döndüğünü, şu anda Mersin İdman Yurdu'nda oynadığını öğrendim. Kariyer başlangıçları Aydın Yılmaz'la çok benzeşiyor, umarım o da Faruk'un yolundan ilerlemez.

Ender Alkan. Bursaspor'dan hatırlayacaksınız daha çok, uzun süre üç büyüklerle adı geçen ama bir türlü transferi gerçekleşmeyen oyunculardan biri. Taş yerinde ağırdır derler, Ender için doğru olduğu kesin. 2004'te Bursaspor'dan ayrıldıktan sonra dolaşmadığı kulüp kalmamış neredeyse. Ankaragücü, Denizlispor, Diyarbakırspor, Maltepespor, Kasımpaşa, Darıca Gençlerbirliği ve son olarak Zeytinburnuspor. Yolu İstanbul'dan geçti Ender'in ama aklındakinin bu olduğunu hiç sanmıyorum.

Resimdeki Robert Spehar Galatasaray'la sadece bir resmi maça çıktı. Galatasaray'ın UEFA Kupası sarhoşluğuyla yaptığı transferlerdeki büyük hataların simgesi olmuş isimlerden Spehar. Horvath, Spehar ve Mpenza. Niye alındığı, niye gönderildiği hiç anlaşılamamış oyuncular. Uzun süre tazminat anlamında Galatasaray'ın başına bela olduklarını Galatasaraylılar unutmamıştır eminim. Değişik bir biçimde de olsa Galatasaray tarihinde hatırlanacak isimlerden biri oldu bu oyuncular. En son Kıbrıs dolaylarında görülmüş Spehar, daha sonra da futbolu bırakmış.

Bu yazıda geçen oyuncular arasındaki en ilgi çekici olanı bu olacak sanırım. Souleyman Oulare, Fenerbahçe'nin 2000'lerin başındaki berbat transfer politikasının unutulmaz ürünlerinden. Aslında bakıldığında o kadar da kötü oyuncu değildi, 99'da Belçika'da yılın oyuncusu seçilmiş bir adam sonuçta, en kötü idare eder diye düşünür insan. Ancak Oulare'nin hikayesinde dikkat çekici olan nokta o değil. 2006 yılında Belçika'daki evinde bir kız ve bir kadın zehirlenmiş olarak bulunuyorlar. Daha sonra anlaşılıyor ki Oulare Belçika'daki evini 500'er euro'dan 10 aileye kiraya vermiş. Ne desek boş, sözün bittiği yer bu olsa gerek...

İyi bir örnekle bitirmek lazım yazıyı. 1994-95'te Beşiktaş forması giyen İzlandalı oyuncu Eyjolfur Sverrisson 95'te transfer olduğu Hertha Berlin'de 8 sezon oynayıp kariyerini orda tamamlıyor. 2005'ten bu yana da İzlanda milli takımının başında kendisi. Oğlu da futbolcuymuş bu arada, West Ham'la bu sene sözleşme imzalamış.

Bu yazıyla beraber birçok anınız canlanmıştır eminim. Var mıdır sizin de eski dostlardan aklınıza gelen?

Tribün


BKM Mutfak'ın tribün yorumu. Oldukça güzel ve eğlenceli olduğunu söyleyebilirim. Videonun ilk birkaç dakikası diğer skeçten, sadece tribün kısmını bir türlü bulamadım. Bulunca değiştiririm*

* Sadece skecin yer aldığı videoyla değiştirdim...

Cumhuriyet Bayramı

Kutlu olsun...

Avrupa'nın "Yeni Çocuk"ları #2 : İspanya

Yeni çocuklara göz atmaya devam ediyoruz, sırada İspanya var. İspanya'nın çaylakları Sporting Gijon, Valladolid ve Numancia. İngiltere ya da Almanya'dakine benzer bir tablo yok İspanya'da. Ligden yeni çıkan ekipler eskileri pek de zorlayamıyor göründüğü kadarıyla.

Bu takımlardan en dikkat çekici olanı daha önceki bir yazımda da değindiğim gibi Sporting Gijon. Lige adım attığı ilk günden beri "La Liga tarihinin en kötülerinden" yaftasını üzerinde taşımakta olan Sporting Gijon son üç haftadır şaha kalkmış durumda. 2 hafta 6 puan alınca yazmıştım ilk yazımı ama gördüğüm kadarıyla acele etmişim, bu hafta Deportivo'yu deplasmanda 3-0 mağlup ederek puanlarını 9'a çıkardılar.

Şüphesiz dünyada en fazla izlenen ekiplerin başında gelen Real Madrid ve Barcelona'ya peşpeşe feci skorlarla mağlup olmaları bu kötü imajda büyük pay sahibiydi ancak bu kadar yergiyi de hakettiklerini düşünmüyordum. Puansız kapattıkları ilk 5 haftadaki sıkıntıları gol yollarında değildi, ofansif olarak güçlü ekiplere karşı savunma yapmakta güçlük çekmeleriydi. Bunda lige daha ısınamamışken Sevilla, Real Madrid, Barcelona, Villareal gibi felaket bir fikstürle başlamalarının da payı var. La Liga'da kaç takım bu dörtlüyle oynayacağı maçlara 3 puan parolasıyla çıkabilir?

Gol atabilen takımlar eninde sonunda puan toplamaya başlarlar, Sporting Gijon da öyle yaptı. Villareal yenilgisinden sonra çıktıkları üç maçı da kazanmayı bildiler. Bunu yaparken de tam 7 gol bıraktılar rakip filelere. Son hafta oynadıkları Deportivo maçı onların özgüveninin tavan yaptığı maç oldu, 3-0 gibi net bir skorla kazandılar. Bunda Deportivo'nun ikinci yarıyı 10 kişi oynamasının şüphesiz payı vardı ama çaylak bir takım için Deportivo deplasmanında 3 gol bulmak kolay olmasa gerek.

Takımda en çok dikkat çeken oyuncular ise 25 yaşındaki İspanyol forvet Carmelo Gonzalo Jimenez ve 26 yaşındaki orta saha oyuncusu Diego Castro Gimenez. İsimlerindeki uyum sahaya da yansımış görünüyor. Forvet Jimenez son 3 haftayı boş geçmedi ve gol attığı her maçta galip geldi Sporting Gijon. Gimenez ise skora orta sahadan katkı yapan oyuncu olarak öne çıkıyor, La Liga'da şimdiden 2 gole imzasını attı. Sanıyorum ligin ikinci yarısına kadar Sporting Gijon'u izleyemeyeceğiz fikstürden ötürü ama ikinci yarıda Sevilla, Real Madrid, Barcelona ve Villareal'e o kadar kolay lokma olmayacakları kesin gibi.

Valladolid o kadar yabancı bir ekip değil futbolseverlere. Zaman zaman La Liga'da boy gösteren, genellikle İspanya 2. liginin gedikli takımlarından biridir Valladolid. Sporting Gijon'un aksine onlar lige iyi başlayan taraftı. Evinde oynadıkları ilk iki maçı kazanarak 4 haftada 6 puanı ceplerine koymuşlardı. Üstelik bunu yaparken kazandıkları iki maçı da 10 kişi tamamladıklarını belirtmek lazım. Atletico Madrid'e karşı daha 22. dakikada 10 kişi kalıp skoru lehte tutmak o kadar kolay bir sonuç olmasa gerek. NTV Spor'un yayınladığı tek maçlarının içerde kaybettikleri Valencia maçına denk gelmesi ise bu imajlarına biraz ters düşüyor yalnız...

İçerde ne kadar başarılıysa deplasmanda o kadar zayıf bir ekip görüntüsünde Valladolid. Dışardaki bütün maçlarını istisnasız kaybettiler ve sadece bir gol bulabildiler. Ligde kalmak istiyorlarsa bundan daha fazlasını yapmaları gerekecek yalnız.

Valladolid'in istatistiklerine bir göz attığımda ilk dikkatimi çeken sabit bir golcülerinin olmaması oldu. Takımda henüz iki gol kaydedebilmiş oyuncu yok. Ayrıca bu kadar çok skor bulan oyuncuları olmasına rağmen bunların hiçbirinin forvet oyuncusu olmaması düşündürücü. Burdan merkez bir forvet yerine hücuma dönük orta sahalarla oynadıkları çıkarımını yapabilir miyiz, bilmiyorum. Bir de kalecileri Sergio Asenjo dikkat çekici, henüz 19 yaşında ve takımın birinci kalecisi. AcetoBlog'a da misafir olmuş oyunculardan Asenjo, onun için pek hoş bir an olmasa da...

Bu takımlar içinde izleyemediğim ekip ise Numancia'ydı. Onlar hakkında da kısa bir bilgilendirme geçmek lazım. Valladolid'le aynı puana sahipler ve düşme hattının hemen üstünde bulunuyor iki takım. Son haftayı galibiyetle kapayanlardan Numancia, geçen senenin flaş ekibi Santander'i sahasında 2-1'le geçmişler. Bundan önceki galibiyetlerini ise ilk hafta Barcelona'ya karşı almaları ilginç. Bu maçı seyredenler olmuştur mutlaka, belki buraya bir şeyler karalayıp bizi de aydınlatırlar. Deplasmanda başarısızlık konusunda Valladolid'e rahmet okutuyorlar, 4 maçta tam 11 gol yiyip puan çıkaramamışlar. Ligde kalmak için puan almaları şart.

Bundan sonra Serie A ve Bundesliga'ya bir göz atmak lazım, finali de Türkiye'yle yapar, yazı dizisini bitiririz...

Çarşamba Maçları ve Kupa Statüsü

Günün programına bir göz atınca ilk dikkatinizi çeken şeylerden biri oluyor bu Çarşamba maçları. Premier Lig'de 9, Serie A'da 10, Bundesliga'da 5 lig maçı oynanıyor bu akşam. Fransa ve Hollanda da Çarşamba lig maçı oynatanlardan.

Bizim ülkedeki duruma bakınca diğerleriyle hiçbir benzerlik olmadığı aşikar. Bütün esprisi ikili eşleşmeler olan kupanın statüsü UEFA'nın bile tiksinip değiştirdiği, üç-dört senelik facia bir deneyim olan 5'li gruplar şeklinde oynanıyor. Bunun mantığı nedir, hangi akla hizmet böyle bir statüye geçildi bilmiyorum ama acil olarak değişmesi gereken işlerin başında geliyor.

Bir de 'Kupanın düşen prestijini bla bla' diye başlayan yönetici geyikleri var. 'Yayıncı kuruluş istiyor, bizim de işimize geliyor' un bir başka şekli olduğunu biliyoruz bunun ancak madem böyle bir statü arzulanıyor, bari doğru düzgün bir takvimde, amacı olan bir düzen olsun. Son 16'da veya Şampiyonlar Ligi'nin ilk halinde olduğu gibi son 8'de dörtlü gruplar düzenlenebilir, madem amaç güçlü takımlara mümkün olduğunca maç yaptırmak. 5 maç haftasını böyle gereksiz bir tur için ziyan etmenin anlamı nedir? Bırakın alt liglerdeki takımları, Süper Lig'dekilerin bile şansının olmadığı, futbolun ruhuyla bağdaşmayan bu statüyle nereye kadar gidilecek?

Benim önerim tek maçlı eleminasyon sistemiyle, güçsüz ekibin sahasında oynanmak kaydıyla son 8'e kadar gidilmesi. Kulüplere ve yayıncı kuruluşa hoş gelen grup statüsünün ise son 8'de uygulanması ve ilk iki sırayı alanların çapraz eşleşmeyle yarı finali oynamaları. Böylece hem alt liglerdeki takımlara daha üst turlara yaklaşmaları için şans tanınacak (+maç hasılatları), hem de kupa daha çekişmeli ve günümüz futboluna uygun bir grup statüsüne sahip olacak. Avrupa'da mücadele eden takımlarımız için de iyi bir prova olabilir daha zorlu bir grup aşaması.

Sizin görüşlerinizi merak ediyorum bu konuda, var mıdır Çarşamba daha sık lig maçı oynansın, kupa statüsü değişsin diyen?

Devrim Arabaları

Uzun zamandır komedi dalı dışında bu kadar memnun, tatmin olmuş bir şekilde ayrılmamıştım sinema salonundan. 'Devrim Arabaları' gerçekten gidilesi görülesi bir film. Yakın dönem Türkiye'sine bir bakış atabilme, mühendislik terimleriyle, hiyerarşisiyle haşır neşir olabilme şansına erişiyorsunuz. Benim gibi okulla arası fazla iyi olmayan bir makina mühendisi adayı için biçilmiş kaftandı bu film.

Devrim'in hikayesini az çok biliyorsunuzdur. Bir grup Türk mühendis 'yapılamaz' denileni yapmak için, bir Türk yapımı arabayı yaratmak için bir araya geliyor. 130 gün gibi kısa bir sürede teknolojik imkanların yeterli olmadığı bir ortamda sıfırdan bir araba oluşturmak. Filmin sloganı da bunla paralel zaten, "Ya Yaparsak?"

Filmin kadrosu gerçekten göz kamaştırıyor, Selçuk Yöntem, Uğur Polat, Taner Birsel, Onur Ünsal, Vahide Gördüm, Altan Gördüm, Ali Düşenkalkar ve diğerleri. Uzun süredir bu kadar zengin bir kadronun kendilerinden çok filmi ön plana çıkardığı bir yapım izlememiştim.

Garb kafasıyla yapılan, şark kafasıyla benzin koyulmayan arabanın hikayesi. Sinemaya gitmeye, izlenmeye değer bir film...

Avrupa'nın "Yeni Çocuk"ları #1 : İngiltere

Çocukken izlediğim çizgi dizilerden biri olan Recess'de geçerdi bu "yeni çocuk" kavramı. En son gelene daha farklı bir gözle bakılır her zaman, bunu çok iyi işlemiş ki aklımda kalmış. TJ'e de selam edelim bu kadar konuşmuşken. Hatta çizgi dizinin adını bilmez, TJ derdik o zamanlar, hey gidi hey! Madem bu kadar atıp tuttuk, 'The New Kid' bölümünü izlemek isteyenleri buraya alalım, eminim birçoğunuza tanıdık gelecektir.

"Avrupa'nın yeni çocukları"na birkaç yazı eşliğinde göz atalım istedim. Hoffenheim ve Hull City gibi blogda sıkça değindiğim takımları az çok biliyoruz, bir de diğerleri var tabi. Dört büyük lige özel olarak değineceğim, ilki de İngiltere olacak.

İngiltere'de bu sene en çok dikkat çeken çaylak şüphesiz Hull City oldu, az önce söylediğim gibi. Lise döneminde sosyal hayatımın büyük bölümünü kapsayan CM 01/02 fenomeninde Galatasaray dışında yönettiğim ender takımlardan biridir Hull City, bu sebeple hafiften gönül bağım da yok değil. Underdog'lara zaafı olan gariban dostu kimliğim de işin içine girince takip etmek kaçınılmaz oluyor haliyle. İngiltere gibi sürprizlerin sık yaşanmadığı, futbol ekonomisinin kalbinin attığı bir ligde bunu gerçekleştirmek futbol kamuoyunun ilgisini de yoğunlaştırdı takıma.

9 haftada tam 20 puan topladılar, tam 6 galibiyetleri var. Bunların içinde Arsenal deplasmanında 1-0 geriden gelip aldıkları 2-1'lik galibiyeti bir kenara koymak lazım. Hull City'nin büyüsünü en parlak şekilde kitlelere duyuran maç olmuştu bu. Ancak onlar durmadılar, o günden bu yana bütün maçlardan galibiyetle ayrıldılar. İnanılmaz bir seri. Phil Brown son basın toplantısında "Önümüzdeki 10 maçta aynı performansı sergilersek o zaman mutlu olabilirim" diyerek esas amaçlarının ligde kalmak olduğunu bir kez daha vurgulamış, oldukça mütevazi bir söylem. Açıkçası mucizevi bir başlangıç yapmış bir takımın hocasından beklenilen açıklama olmadığı kesin, takıma olan güvenine daha çok vurgu yapmalıydı sanki diyerek hoca eleştirmede Türkiye'yle sınırlı olmadığımızı göstermiş olalım!

Bir de ufak bir not, fotoğraftaki Daniel Cousin'ın Galatasaray'dan transfer teklifi aldığına dair bir habere rastlamıştım. Kendisi 77 doğumlu Fransız bir forvet. Gelse ne olurdu bilinmez ama bu kareyi yakalayamayacağımız kesindi.

Stoke City'de dikkat çeken ilk oyuncu tabii ki Thomas Sorensen. Uzun süre Galatasaray'ın transfer listesinde yer almıştı. Isaaksson olmayınca geleceğini düşünmüştüm ama Galatasaray yönetimi De Sanctis'te karar kıldı. Stoke City iyi bir kaleciyi kelepir bulmuşken kaçırmadı doğal olarak ancak koskoca EPL'yi bir kaleci transferiyle de götüremiyorsunuz. Ligin dibi için en büyük aday görüntüsündeler.

West Bromwich Albion ligin asansör ekiplerinden, Sakaryaspor'dan hallice bir görüntüdeler. Aslında lige fena bir başlangıç yapmamışlardı. Takımın Çek forveti Roman Bednar'ın da golleriyle katkıda bulunmasıyla 7 haftada 10 puan gibi orta karar bir performans tutturmuşlardı. Ancak forvet hattı durunca yenilgiler de peşi sıra geldi, son üç maçtan puansız ayrıldılar. Manchester'dan 4, Hull City'den 3 gol yiyip gol bile atamadılar. Bu akşam da zor günler geçiren Newcastle'a 2-1'le boyun eğdiler. Düşme hattı onların da çok uzağında değil.

İki takım da tahminlerin doğruluğunu gösterdiler ilk 9 hafta itibarıyla. Stoke City 7 puanla 19. WBA ise 10 puanla 13. sırada. İki takım ligin en kötü averaja sahip takımı ünvanını paylaşıyor -8 ile. Son sıradaki takımın Tottenham olduğunu, Fulham ve Bolton'ın ligde kalma konusunda hem şanslı hem de tecrübeli olduğunu düşünürsek işlerinin kolay olmadığını söyleyebiliriz. Hull City'ye imrenerek baktıklarına eminim...

Mardan Stadyumu

4000*2000 çözünürlükte görüntülemek için üzerine tıklayın.

Özgürcan Özcan'ın İkinci Şansı

13 yaşında Galatasaray'a geldiğinde ondan çok şey bekleniyordu, uzun süre 'Yeni Hakan Şükür' listesinde ilk sıralarda yer buldu kendine. Bütün alt yaş kategorilerinde dikkat çekiyordu, hatta Nike Premier Cup'taki oyunundan sonra Juventus'un kendisini istediği konuşulmuştu. Ancak alt yaş kategorilerini fiziğiyle domine eden Özgürcan üst düzeyde kendisinden beklenen patlamayı bir türlü yapamadı. Galatasaray'ın A takım hocalarından bir türlü o beklediği formayı alamadı. Kayserispor, Gaziantepspor derken bu sezon Bank Asya'da mücadele eden Sakaryaspor'a kiralık verildi.

İlk haftalarda burda da bir türlü formayı alamadı Özgürcan Özcan, ancak beklediği fırsat yaklaşık 3 hafta önce geldi. Takımı 1-0 yenikken oyuna girip 35 dakikada 3 gol atıp maçı koparan oyuncu oldu. O haftadan bu yana boş geçmiyor Özgürcan, 3 haftada 5. golünü attı. Sakaryaspor'un beklentilerin altında kalmasına rağmen o form grafiğini tırmandırmaya devam ediyor.

Hala dikkate değer bir oyuncu olduğunu gösterdiğini düşünüyorum. Galatasaray'a dönerse başarılı olur gibi bir iddiam yok, zaten uzun süredir kendisini izleyebilmiş değilim ama dediğim gibi, kendisine üst düzey futbolda tutunmak adına ikinci bir şans yaratabileceğini gösterdi. Takipteyim...

Geri Döndük.....

Eşeğini önce kaybettirip sonra bulmak gibi oldu bu. Kapatılmasının akıllardan geçmesi bile akıllara ziyan bir yaklaşım ama biz bunu son bir-iki senedir tecrübe etmeye alıştık. Yine de bloglarımıza kavuşmak sevindirici. Umarım blog tutan arkadaşlar kısa sürede eski güncelleme hızlarına kavuşuralar, biz de keyifle okumaya devam ederiz.

Wordpress'teki blogu kapatmayacağım yine de, burası Türkiye. İsteyen ordan da erişebilir yazılarıma...

Süper Lig'den Kısa Kısa...

Blogger'dı, Wordpress'ti, Digitürk'tü derken son birkaç gündür hiçbir maç yazısı yazamadım yayınlanan bütün maçları seyretmeme rağmen. Üstünden zaman da geçince doğru dürüst bir yazı çıkarmak daha zor doğal olarak, ben de genel bir değerlendirme yapayım dedim fırsat bu fırsat.

Haftanın en karlı takımı olan Fenerbahçe'yle başlayalım. Rakiplerinin hepsi puan kaybı yaşarken Fenerbahçe, Bursaspor gibi ligin kalburüstü takımlarından birine 5 atarak 3 puan aldı. Özellikle 2-0'dan sonra maçın kontrolü tamamen Fenerbahçe'nin eline geçti, Bursaspor orta sahada oyun disiplininden koptu. Böyle olunca maç da farka gidiyor tabi.

Fenerbahçe'de dikkat çeken en önemli konu Semih ve Güiza'nın ön bölgede beraber oynamaya başlamasıyla oyunun merkezinin rakip sahaya kayması. 10 gün önceki Fenerbahçe'den farkı sadece bu aslında. Kadro derinliği konusundaki zaafiyeti düşünürsek eldeki kadrodan çıkabilecek en iyi ürün bu. Bu taktik düzen ve oyuncu kalitesiyle de Avrupada büyük bir geri dönüş yapmak zor ancak ligden henüz kopmadığını gösterdi Fenerbahçe. Rakiplerinin yardımlarını da es geçmemek gerek tabii ki. Bir de Güiza'nın son vuruşlarında bir düşüş gözlemledim Semih'in dönüşüyle beraber. Tesadüf müdür, bilemiyorum. Birkaç maç daha izlemek lazım.

Evinde Sivasspor'u ağırlayan Beşiktaş İnönü'den yine galibiyet çıkaramadı. Beşiktaş yöneticileri sezon başlarında puan kaybı hanesine ilk önce İnönü'deki Sivasspor maçını yazıyordur büyük ihtimalle. Bu sene iyi de oynadı aslında Beşiktaş, oyunun tartışmasız hakimi onlardı ama olmayınca olmuyor. Özellikle ikinci yarının sonlarına doğru Delgado'nun ceza sahasında bomboş durumda olmasına rağmen gelişine vurmaya çalışıp kaçırdığı pozisyon maçın kaderini belirledi gibi. Sivasspor'u ise bu kadar silik görmemiştim pek, belki geçen sene 4 yedikleri Fenerbahçe maçı vardır daha kötüsü. Doğru dürüst tek atakları 90+da Faruk Bayar'ın yakaladığı pozisyondu. Onu atsalar galip geliyorlardı gerçi, futbol böyle bir oyun işte.

Beşiktaş'ta en dikkat çeken oyuncu İbrahim Üzülmez'di bence, hem defansif hem ofansif anlamda yararlı oldu. Bu performansı gösteren başka bir oyuncu olsa muhtemelen değinmezdim bile ama İbrahim Üzülmez gibi çoktan beklentilerimi sıfırladığım bir adam olunca değinmek gerek. Nobre yine bildiğimiz verimli oyununu oynuyor, Bobo ise bir o kadar silikti. Bobo konusuna bir çözüm bulmalı Beşiktaş. Kenarda oturan bir Holosko oldukça Bobo'nun sergilediği her vasat performans batacaktır Beşiktaş taraftarına...

Trabzonspor maçı ise en sıkıcı maçtı, ara ara izlemeyi bırakıp Inter-Genoa maçına döndüğüm de oldu. Zlatan İbrahimoviç ve Diego Milito'nun kapışması görülmeye değerdi. Neyse Trabzon diyorduk. Fikirlerim pek değişmedi bu maçta Trabzonspor'la ilgili, ilk 5 haftadaki çıkışının iyi bir motivasyonla beraber geldiği açıktı. Kadrosu geçen senelere göre gözle görülür şekilde düzeldi ama hala üç büyüklerin seviyesinde değiller, bunu göz ardı etmemek lazım. En az iki tam sezona ihtiyacı var bu takımın, ayrıca ofansif anlamda oyunu sırtlayacak istikrarlı bir oyuncuya da ihtiyaçları var. Gördüğüm kadarıyla Yattara o görüntüden çok uzak ve istikrar konusundaki problemlerini az çok biliyoruz. Katar'a transferinin gerçekleşmemesi en çok Trabzonspor'a zarar verdi, görünen o...

Vee gelelim Galatasaray'a. Ne desem, nerden başlasam bilmiyorum ama dün o sinirle yazıyı yazmadığım iyi olmuş, muhtemelen pek hoş şeyler yazmayacaktım. Kötü oyunu ,yorgunluğu vs. anlayabilirim ama asla ve asla ciddiyetsizliği, ukalalığı kabullenemem. Galatasaray takımı dün rakibine saygı duymayan, sahadaki oyun umrunda olmayan, önde olduğu bölümlerde bile kopuk kopuk oynayan bir görüntüdeydi. Aslında hakkını vermek lazım, yenilmek için oldukça büyük mücadele verdi takım. İlk goldeki komediyi geçelim, ikinci golü yemek için gösterilen olağanüstü çabayı, gol pozisyonu yaratabilecek imkanı varken Ayhan Akman'ın yaptığı saçma sapan hareketler serisi sonucu yenilen üçüncü gol, taç kullanmayı bile beceremeyip dördüncüyü yiyen bir takım vardı sahada.

Arda Turan dün hakemle girdiği tartışma sebebiyle imajını oldukça zedeledi benim gözümde. Galatasaray'ın bir an önce oyuna başlaması lazımken boş yere zaman çalması akıl alır gibi değil. İlkokul bahçesinde kutu kolayla top oynamıyorsun Arda, biraz ciddiyet! Ayrıca dört kişinin aynı anda sarı kart görmesi de takımdaki laubaliliğin ne boyutlarda olduğunu gösteriyordu. Ben futbol tarihinde bu kadar uzun itiraz görmedim, büyük ihtimalle de görmem. Takımın 10 kişi kalmaması mucizeydi, takımda sarı kart görmeyen sadece iki-üç oyuncu kaldı sanıyorum.

Servet Çetin, sana ne desem hiç bilmiyorum. Yenilen gollerde Galatasaray yarı sahasında olduğundan bile emin değilim, şaka gibi gerçekten. Kendisini bırakın orta sahayı santrafor falan olarak görüyor büyük ihtimalle, takıma verdiği herhangi bir ofansif katkı da yok. Servet'i teknik heyetten kimse uyarmıyor mu acaba?

Eskişehirspor'u ise genel kanının aksine çok beğenmedim, ilk 15 dakikadaki etkili oyunu dışında. Ekstra bir iş yaptıklarını söylemek güç, yine de rakibin bireysel hatalarından faydalanmak da bir beceridir. Oyunu Galatasaray'dan daha fazla hakettiklerini söyleyebilirim. Özellikle Youla çok iyi bir maç çıkardı.

Fırat Aydınus'a da değinmek lazım. 'Skora etki, etmedi, ofsayttı, değildi'sinde değilim işin. Bu kadar çok kart çıkarıp oyunu bu kadar çok elinden kaçıran, otoritesini kaybeden bir hakem uzun süredir görmemiştim. Felaket bir yönetim sergilemesinin en temel nedeni budur. Oyunun bu kadar gerilmesinde de başroldeydi. Yanlış hatırlamıyorsam son Dünya Kupasında bir Rus hakem vardı, en son onu görmüştüm bu kadar kart çıkarıp oyunun kontrolünü kaybeden.

Diğer maçlarda dikkatimi ilk çeken oyuncu İbrahim Akın'dı. İki haftadır 90. dakikada takımının galibiyet golünü atıyor. Basketbolda bu tarz oyunculara 'clutch' deniyor, futbolda da kullanılsa muhtemelen İbrahim için kullanılırdı herhalde. İBB kötü bir başlangıcın ardından rahatlamışa benziyor bu galibiyetlerle, Abdullah Avcı da rahat bir nefes almıştır.

Fenerbahçe ve Galatasaray'ın takım puanları hakkında yazı yazacağım demiştim ama bir dahaki Avrupa haftasına bırakmaya karar verdim iki yazıyı da, her şey zamanında güzel. Akşama Avrupa'yla ilgili bir şeyler karalamayı düşünüyorum yalnız...

PCLioN FC Wordpress'te...

WordPress‘e geçmem için bu işlerle haşır neşir olmuş iki arkadaşımdan baskı görmüştüm yaklaşık bir ay önce. Ben de blogger database’imi bırakamayacağımı, hem wordpress’in daha önce uzun bir süre kapalı kaldığını söylemiştim. Şom ağızlı mı dersiniz bilemem ama yapacak bir şey yok. Saçma sakil bir uygulama yüzünden yazmaktan vazgeçecek değilim.

Database taşıma işinin sandığımdan çok daha kolay olduğunu gördüm, AcetoBlog sağolsun. PCLioN FC bundan sonra wordpress çatısı altında da faaliyet gösterecek, hayırlı olsun…

pclion.wordpress.com

*Birkaç kişi database'in nasıl taşınacağını sordu, genel bir cevap vereyim. Wordpress'ten blogu aldıktan sonra admin panelinden yönet/içe aktar'a tıklayıp blogger accountunuza giriş yaparak blogunuzu hiçbir kayıp olmadan (yazı, resim, yorum vs.) wordpress'e taşıyabiliyorsunuz.

Yazılarımı iki blogta da yayınlayacağım, bu açıdan bir problem olacağını düşünmediğimden belirtmemişim. Bunu da merak edenler olabilir diye eklemek istedim...

Ülke Puanımız #9

Elimde olmayan nedenlerle (!) biraz gecikmeli yolluyorum yazıyı. Biraz yavaşlamış olsak da yazmaya devam.

Galatasaray'ın galibiyetiyle beraber Ukrayna'yla aradaki farkı tekrar 0.375'e indirdik. Metalist Kharkiv'in haftayı boş geçirmesinin payını da yadsımamak lazım. İskoçya'nın sadece Celtic'in eline baktığını düşünürsek bizim de arasında bulunduğumuz 10-12 arasına yerleşecek üç ülkenin sıralaması aşağı yukarı belli. Ukrayna-Türkiye-İskoçya. Metalist Kharkiv-Beşiktaş eşleşmesi bu senenin kaderini belirleyecekti, Beşiktaş kaybedince Türkiye de kaybetmiş sayıldı anlayacağınız...

Bundan sonra gelecek seneki sıralamada rakibimiz olacak ülkelere daha bir alıcı gözle bakma zamanı. Bu ülkelerin başını çekenler ise Portekiz ve Hollanda, sınıf atlıyoruz yani. Diğer rakipleriz olan İskoçya, İsviçre ve Ukrayna'dan ise 2şer puan öndeyiz. Son 3.5 seneye göre konuşuyorum yalnız, 1.5 senede köprünün altından çok sular akacaktır.

Portekiz takımları bu sene iyi işler çıkarıyorlar ama takım sayısının fazlalığı Portekiz'in en büyük dezavantajı. Sporting Lizbon gruplardan çıkacak gibi gözüküyor, Porto'nun da Fenerbahçe'ye ikili averajda şimdilik üstünlüğü olduğunu varsayarsak Şampiyonlar Ligi'nden takım kaybetmeleri zor gibi. Tek ümit Arsenal ve Kiev'den puan alamamaları ve Saraçoğlu'nda Fenerbahçe'yle üçüncülük maçına çıkmaları. Oynadıkları futbola bakılırsa çok uzak bir ihtimal değil ama Fenerbahçe'nin de ekstra işler yapması şart bunun gerçekleşmesi için.

UEFA Kupasında ise Benfica ve Braga devam ediyor. Benfica Galatasaray'ın grubunda olduğu için yakından takip etme şansımız olacak. Hertha deplasmanında 1 puan aldılar. Gruptan çıkmaları hemen hemen kesin gibi onların da. Braga Portsmouth'u 3-0 yenerek dikkat çekti bu hafta, büyük sükse yaptılar. Sivasspor oldukça eleştirilmişti Braga'ya elendiği için, demekki o adı sanı duyulmamış (!) diye atıp tutmak pek doğru değil. Hoş, bizim medyamızın takım dağarcığı çift haneli rakamlara ulaşıyor mu, ondan bile şüpheliyim ya, neyse.

Hollanda bu sene çıkış yapan ülkelerin en başında geliyor. Avrupa vizesi alan bütün Hollanda ekipleri devam ediyor yoluna. Bu sene formsuz giden tek ekip olan PSV de bu hafta Marsilya karşısında ilk galibiyetini aldı. UEFA Kupasında ise Twente galibiyet getiren ekip oldu. NEC Nijmegen Zagreb deplasmanında son 10 dakikaya girerken 2-1 öndeydi ancak 3-2 mağlup olmaktan kurtulamadılar, iyi de oldu bizim açımızdan. Heereenven de Milan mağduruydu bu hafta, doğal sonuçtu mağlubiyet.

Yarın Fenerbahçe ve Galatasaray'ın takım puanlarının bugünkü durumunu ve gelecekteki muhtemel değişimleriyle ilgili iki yazım olacak bir aksilik çıkmazsa...

Sansür

Size inat yazmaya, düşünmeye, sorgulamaya devam...

Ülke Puanı Anketi

Sonuçlar bu şekilde... Her beş kişiden ikisi kayıtsız, şartsız rakibinin yenilmesini istediğini söylemiş. Aslında bu sürpriz bir sonuç sayılmaz, sonuçta diğer şıklar aşağı yukarı birbirine yakın görüşler, farklı olan buydu. Kazanırsa tebessümle karşılaşyıp herhangi bir hezimette dalga geçme hakkını saklı tutanlar da hatrı sayılır bir oy almış. Birçoğunuz benim birinci şıkka oy verdiğimi düşünmüştür sanıyorum ama ilk şıkla ikilemde kalmama rağmen benim tercihim de üçüncü şık oldu. İki lafın belini de kırmayacak mıyız yahu, 'Edu neydi ya öyle ahaha' demezsek ne zevki kalıyor futbolun?

Bugün ülke puanını enine boyuna inceleyeceğiz. Ayrıca Fenerbahçe ve Galatasaray'ın takım puanlarına da ayrı ayrı değinmeyi planlıyorum. Umarım faydalı bir kaynak olur bu konuyu merak edenler için...

Galatasaray 1-0 Olympiakos || Galatasaray'ın Dönüşü

Galatasaray'ın Avrupa sahnesine dönüşü oldu bu maç. 2003'teki Juventus maçından beri sessizliğe gömülmüş olan Galatasaray sonunda keyif dolu, üst seviyede bir maç izlettirmeyi başardı taraftarlarına. Kendi adıma teşekkürü bir borç biliyorum takıma.

Takım gerçekten müthişti, 1. dakikadan 94. dakikaya kadar sahanın mutlak hakimi olmayı başardılar. Arda Turan, Lincoln, Milan Baros, Ayhan Akman, Harry Kewell, Hakan Balta, Sabri Sarıoğlu. İlk 11'i saymam gerekecek iyi oynayanlara değinebilmek için. Kanat akınlarından tutun da ortadan Lincoln ve Ayhan'ın sürüklediği ataklara kadar hepsi muazzamdı. Olympiakos oyuncuları teknik ama kırılgan takım rolüne bürünen oldu bu sefer. Galletti bir şeyler yapmaya çalıştı ama hepsi o kadar. Maç içinde yakaladıkları bir net pozisyon bile yok. 84. dakikada duran top hariç etkili olduklarını da söylemek güç.

Arda Turan ve Lincoln bugün hücumu sürükleyen oyuncular oldular. Defansif olarak da çok iyiydiler, arkalarındaki Ayhan Akman ve Fernando Meira'yı asla yalnız bırakmadılar. Arda Turan için her zaman söylüyorum, ofansif gücünün ve zayıf görünen fiziğinin ardında müthiş bir defansif zeka yatıyor. Bu kadar net ve akılcı hamleler yapıp top kapan başka Türk oyuncu yok. Özellikle doğru zamanda kaymasını, topu sökmesini çok iyi beceriyor.

Ayhan Akman maçın başında yaptığı gereksiz 2-3 faulü bir kenara koyarsak rakip nasıl bozulur, bir defansif orta saha hücumu nasıl başlatır dersini verdi. Gattuso gibiydi bugün, kendisini normalde pek beğenmeyen birisi olarak söylüyorum bunları. Bu şekilde oynadığı sürece ilk 11'deki yeri hazır olur her zaman.

Sabri Sarıoğlu. Hız, şut ve doğru pas. Güçlü yönlerini ön plana çıkarmayı başarabildiği zaman oyuna en az Arda Turan kadar etki edebilecek bir adam ama oyun zekasında ciddi zayıflıkları var. Doğru tercihler yaptığında ne kadar faydalı olduğunu bugün bir kez daha gösterdi. 20. dakikada sağ çaprazdan çıkardığı şut muhteşemdi. Bunun dışında da gereksiz top kaybı yapmadan, haddini bilerek, gerektiğinde oyunu zorlamadan pasını vererek oynamasını bildi. Bir alkışı da o hakediyor.

Hakan Balta da özel olarak değinilmesi gereken bir adam. Defansif olarak mükemmel bir oyun bilgisine sahip, fiziği çok üstün. Tam bir İtalyan sol bek havası veriyor bizlere. Bu adamı transferin son gününde bulup getireni alnından öpmek lazım, cidden müthiş bir kazanım hem Galatasaray hem milli takım adına. Orta sahaya geçtikten sonra da etkili oyununu sürdürmesini bildi.

Galatasaray bugün fiziğiyle, agresifliğiyle, top kazanma bilgisiyle sahadan sildi Olympiakos'u. Fernando Belluschi, Galletti, oyuna girdikten sonra Leto eridi gitti savunma arasında. Galatasaray Steaua'nın kendisine yaptığının aynısını Olympiakos'a uyguladı. Bunda Olympiakos'un yumuşaklığı da büyük etken tabi. Anorthosis gibi fizik gücü üstün, defansif olarak sağlam bir ekibin onları elemesine şaşmamak lazım, normal sonuçmuş.

D-Smart'a değinmeden de olmaz. Daha bir reklamı vermeyi bile beceremiyorsunuz, görüntüyü bozmadan. Bu kadar iğrenç, bu kadar düzeysiz bir yayıncılık anlayışını da ancak Doğan Medya becerebilirdi zaten. Lig ihalesinden de uzak olsunlar mümkünse, Lig TV'yi bile mumla aratacakları bariz. Üstüne para verseler evime sokmam.

Velhasıl kelam, Galatasaray'ın Avrupada uzun yıllardır ilk kez 'futbol' oynadığı maç oldu bu, özlemişiz. Benfica deplasmanından alınacak bir beraberlikle grup liderliğine yürümesi işten bile değil Galatasaray'ın, bu futbolu oynadığı sürece favori her nerede olursa olsun Galatasaray olur. Geri döndüler!..

Galatasaray - Olympiakos || Maça Doğru

Resim Galatasaray resmi sitesinden. 2003 yılında Galatasaray'ın Olympiakos'u Cihan Haspolatlı'nın golüyle 1-0 yendiği maça ait. Mondragon, Bülent, De Boer, Arif, Batista, Hakan Şükür, Ayhan, Cihan, Cesar Prates, Sabri, Ergün. Şu ilk 11'e bakıyorum da bu kadro nasıl oldu da Şampiyonlar Ligi gruplarından çıkmanın eşiğine geldi, aklım almıyor. Bülent, De Boer gibi birbirinden ağır iki oyuncu, Önlerinde Cihan-Batista gibi evlere şenlik bir orta saha. Futbola 6 ay ara vermek zorunda kalmış, daha sonra Blackburn'e gidip burda çok da fazla süre almadan takıma dönmüş bir Hakan Şükür.

Beklentiler o kadar yüksekmiş ki şu kadroyla yakalanan üçüncülüğün bile bir başarı olduğunu görememişiz o dönem. Bir de Mondragon'un Djordjeviç'e kafa atıp daha sonra kendini yere atarak rakibi 10 kişi bırakması var tabi, o zaten efsane. Normalde çok kızarım ben böyle olaylara ama o gün bugündür hala pis bir sırıtma yerleşir suratıma o an aklıma geldikçe. Ne adamdın be Mondi...

Neyse, bu kadar nostalji yeterli. O günün üstünden 5 seneye yakın bir zaman geçti. O kadrodan sadece Sabri Sarıoğlu kaldı takımda. Olympiakos'un da epeyce değiştiğini söylemek mümkün. Arjantinliler takım liderliğini ele almış Yunan ekibinde, Galletti ve Belluschi. Galletti'yi Türk futbolseverler Fenerbahçe'nin Daum'la Zaragoza'ya elendiği dönemden hatırlayabilirler. Maçlara damga vurmuştu adeta. O takımdan aklımda kalan yegane oyuncudur. Fernando Belluschi ise Arjantin futbol piyasasıyla az çok ilgilenen herkesin bildiği bir isimdir diye tahmin ediyorum. Adam eksilten, orta yapan, asist yapan bir kanat oyuncusu. Bir kanat oyuncusundan daha fazla ne bekleyebilirsiniz ki zaten?

Aslında Olympiakos'ta Dudu, Diogo gibi üstünde durabileceğimiz birçok önemli oyuncu da var ama onlar bugünkü maçta oynayamacak*. İkisine toplam 15 milyon euro gibi uçuk bir bonservis bedeli ödemişlerdi, bu maçta oynayamayacak olmasını tercih edeceklerini pek sanmıyorum. Diogo'yu Alper Öcal'ın blogunda tanımıştım ilk defa, Dudu'yu ise CSKA'nın Şampiyonlar Ligi maçlarından tanıyorduk zaten.

Gördüğüm kadarıyla Olympiakos oldukça çekiniyor Galatasaray'dan. Maçın İstanbul'da olması da onları etkilemiş gibi, beraberlik diyorlar, başka bir şey demiyorlar. Bu Galatasaray için büyük bir avantaj. Üstüne etkili pas yaparak gelen her takıma pozisyon verebilecek kadar yumuşak bir defansif kurguya sahip olduğumuzu artık söylemeye gerek yok. Mehmet Topal-Tobias Linderoth-Barış Özbek üçlüsünden biri dönmediği sürece de bu böyle sürecek. Bu bölgede son maçta olduğu gibi Ayhan-Meira ikilisi oynayacak sanıyorum, hiç yoktan iyidir. En azından orta sahaya benzer bir bloğumuz olacak.

Galatasaray'ın başarması gereken yegane şey oyunun Olympiakos yarı sahasında oynanmasını sağlamak olmalı. Olympiakos da çekingen bir oyunla bu duruma eşlik ederse Galatasaray 3'ten aşağı gol atmaz. Ancak Steaua maçındaki gibi kaleye gelen ilk top gol olursa maç hiç de beklenmedik bir yönde gelişebilir, futbol bu. Ben Galatasaray'ın galibiyete yakın olduğunu ancak beraberliğin de pek sürpriz olmadığını düşünüyorum. Olympiakos Galatasaray'ın kadro yapısına benzer bir yapılanma içinde. Yıldız oyuncuları var ama takım kurgusunu oturtmakta zorlanıyorlar, özellikle deplasmanlarda. Anorthosis'in 3-0'lık galibiyeti herkesin aklındadır sanıyorum.

Takıma can-ı gönülden başarılar diliyorum. Bu maçta tribünlerde olamayacağım maalesef, D-Smart'a mahkum kaldık yine...

*Diogo takımla beraber gelmiş, medyaya bu kadar basit konularda bile güvenmemek lazım demekki...

Ülke Puanımız #8

Şampiyonlar Liginin 3. haftası geride kaldı. Beşiktaş'ın Metalist'e elenmesiyle beraber Ukrayna karşısında geriye düştüğümüz 10.luk yarışında gerilememiz sürüyor. Dinamo Kiev'in Porto'dan deplasmanda 2 puan çıkarması iyi olmadı. Fenerbahçe'den Saraçoğlu'nda da puan çıkardıklarını hesaba katarsak Şubat sonrasına kalmayı garantilediklerini şimdiden söylemek mümkün. Çok büyük sürprizler yaşanmadı aslında, sürpriz olarak nitelendirebilecek iki sonuç da Portekiz-Ukrayna ekiplerinin maçlarından çıktı. Orda da bir denge var diyebiliriz.

Ukrayna ekipleri Dinamo Kiev ve Shaktar Donetsk toplamda iki puanla kapadılar haftayı. 0,5 puan daha arttırdılar farkı. Yalnız bu noktada iyi olan gelişme Shaktar Donetsk'in gruptan çıkma şansını evinde kaybetmesiyle zora sokması. Lizbon'a deplasmanda da kaybederlerse işleri çok zor olacak. Kiev ise Fenerbahçe'nin de bulunduğu grupta ikincilik için en avantajlı takım konumuna geldi 5 puanla. En büyük rakipleri Porto ve Fenerbahçe'den deplasmanlarda oynadıkları maçlarda tam 4 puan çıkardılar. İçerde oynayacakları maçlarda alacakları 2 puan onları bir üst tura götürmek için yeterli olacak.

Portekizlilerde de durum aynı aslında. Porto'nun içerde yenilmesiyle kaybettikleri puanları Lizbon'un Shaktar'ı deplasmanda mağlup etmesiyle telafi ettiler. Porto 3 puanı olmasına rağmen büyük bir avantaj yitirmiş durumda. Bundan sonra oynayacakları maçlar oldukça zorlu, içerde Arsenal'de, deplasmanda Kiev ve Fenerbahçe'yle oynayacaklar. Eğer Dinamo Kiev'e dışarda da yenilirlerse UEFA Kupası barajını 4 puana çekmiş olacaklar. Bu da Fenerbahçe'nin işine gelir muhtemelen. Lizbon ise henüz beraberlik çıkmayan grupta deplasmanda Shaktar'ı yenerek ikinciliği büyük ölçüde garantilemiş oldu. İçerde Shaktar'a yenilemeleri hem aradaki 3 puanlık farkla son iki maça girecekler, hem de ikili averajın kendilerinde kalmasını sağlayacaklar. Çok zor olmasa gerek...

Hollanda'nın ülke puanında lokomotifliğini yapan ancak bu seneye felaket bir başlangıç yapan PSV Marsilya karşısında aldığı 2 puanla siftahı yapmış oldu. Atletico ve Liverpool'un berabere kalmasıyla gruptan çıkma şansı yok denecek kadar az artık PSV'nin ama Marsilya deplasmanına 3.lük için avantajlı gitmeleri onların uzun yıllardır Şampiyonlar Ligi gruplarıdan boş dönmeme geleneğini devam ettirmeleri açısından önemli.

Şampiyonlar Liginin underdogları Cluj ve Anorthosis bu hafta oldukça zor maçlara çıktılar. Anorthosis Inter'e, Cluj ise Bordeaux'ya 1-0'la mağlup oldular. Yine de çok üzücü bir sonuç değil onlar için. İlk yarısı sona eren Şampiyonlar Ligi'nde bir üst tura çıkma mücadelesine devam etmelerinin bile bu kulüplerin tarihinde önemli bir yer tutacağı şimdiden kesin.

Her zaman söylediğim gibi, bu ülke puanının esas döndüğü yer UEFA Kupasıdır, özellikle büyük beşlinin ardından gelen ülkeler için. O yüzden bundan sonra ülke puanının devamlılığını sağlayabilecek kulübün Galatasaray olması gerekli. Her maçtan alabildiği kadar puan almalı Galatasaray, özellikle içerdeki maçlarda galibiyet çıkarması çok önemli. Olympiakos maçı düşüşe geçtiğimiz ülke puanı için de önemli. Yarınki maçlardan sonra tabloya bir daha göz atarız...

Şampiyonlar Ligi Gecesi #4

Dün gece gerçekten Şampiyonlar Ligi'nde kolay kolay rastlayamayacağınız bir geceydi. Neredeyse her maç bol gollü geçti, golsüz biten maç ise yoktu. Bu durumu olumsuz karşılayanlar da var ama ben bu görüşte değilim. Eğer suç Şampiyonlar Ligi'ne katılan takımların düşen kalitesinde ise 5-3'lük Lyon-Steua maçını, 3-0'lık Bayern-Fiorentina maçını nasıl açıklayacağız? Madem bol golün nedeni düşen kaliteydi, neden dün akşamın en az gollü geçen ikinci maçının Zenit-BATE Borisov maçı olması bu tezi çürütmüyor mu?

Aalborg'un 6 gol yemesi sanıyorum insanları etkiledi ancak bu maçın skorunun 66. dakika 2-2 olduğunu da atlamamak lazım, Aalborg 6 gol yemesine rağmen attığı golleri maç bittikten sonra değil iddialı iken atmıştı. Bence Şampiyonlar Ligi böyle çok daha güzel. Bir maçın kalitesi bol gol olunca düşmez, heleki sahada çekişme varsa. Ayrıntılarda boğulursak büyük resmi kaçırırız.

Bugünün maçları da eğlenceli geçmeye aday, üstelik menü daha geniş. Chelsea-Roma maçını verecek olan kanalların şifresi var ama kırılabilir gibi duruyor, internette ufak bir araştırmayla keyleri bulunabilir kanallar. Rustavi 2 zaten açık, ben de büyük ihtimalle Atletico-Liverpool maçını izleyeceğim ordan. CNN Türk açık gözüküyor internette ama maç saati Doğan Medya şifrelerse şaşırmam. Hepinize iyi seyirler...

Gecenin programı

21:45 Atletico Madrid - Liverpool (Rustavi 2)
21:45 Basel - Barcelona (CNN Türk)
21:45 Bordeaux - CFR Cluj
21:45 Chelsea - Roma (Arryadia 2, RAI Uno)
21:45 Inter - Anorthosis
21:45 Panathinaikos - Werder Bremen
21:45 PSV Eindhoven - Marsilya
21:45 Shakhtar Donetsk - Sporting Lisbon

Fenerbahçe 2-5 Arsenal || Wenger ve Aragones

Türk futbolu İngiltere çıkışlı hezimetlere alışkındır aslında ama bu kadar geliyorum diyenini görmemiştik uzun süredir. Maç öncesinde Arsenal istediği skoru aldığını düşünüp uyursa Fenerbahçe'nin şansı olur demiştim, bu uyuşukluğu yakalamış olmasına rağmen geriden gelecek, pozisyon bulacak, cezalandıracak gücü yoktu Fenerbahçe'nin.

Fabregas'ın ara paslarıyla skor 11. dakikada 2-0 olmuştu bile, kimse ne olduğunu tam anlamamıştır sanıyorum. Bu kadar hızlı atak geliştirip, sonlandıran takım sayısı azdır dünyada. Wengerball gibi bir kavram ortaya çıkardı zaten bu takım, normaldir. Esas komik olan Kocaelispor'dan yenilen ilk golden farksız bir şekilde defans göbeğinde cirit atan rakip forvet oyuncularıydı. 13. dakikada 3-0 bile olabilirdi Nasri etkili bir vuruş yapabilseydi.

Maçın değerlendirilebilecek bir yönü yok çünkü bu bir tarafın çok ağır bastığı bir karşılaşma. Rıdvan'ın neden çift forvet, neden tek orta saha vs. şeklindeki isyanına katılmıyorum çünkü Fenerbahçe'nin Arsenal gibi aşmış bir orta saha karşısında durma şansı zaten yoktu. Josico'yu da koyabilirdi en fazla, bence sonuç değişmeyecekti.

Fenerbahçe'nin kadro derin(siz)liği artık feci boyutlara ulaşmış durumda. Yedeklerde bırakın ilk 11'i zorlayacak rotasyona girebilecek adam yok. Josico, Yasin Çakmak, Burak Yılmaz, İlhan Parlak. Bir takımın yedek kulübesi buysa Şampiyonlar Ligi gibi bir arenada tutunamaz, Türkiye Liginde bile hatta. Fenerbahçe'nin Trabzonspor gibi bir operasyona ihtiyacı var artık, ufak müdahelelerle bu kadronun adam olmasını olası görmüyorum. Aragones'e de söylebilecek bir şey yok gibi, adamın elindeki kadro bu. Orta sahasında bir Tuncay Şanlı, bir Aurelio, bir Appiah yok. Orta sahan yoksa futbolda söz sahibi olamazsın. Bunu sıkça tekrarlıyorum ama gerçek bu, görünen bu...

Arsenal yine bildik bol paslı, üçgen hücumlu düzenini sahaya yansıttı. Onlar için tek eleştirim savunmanın göbeğinin arkaya atılan uzun toplarda büyük zaaf yaşaması olabilir. Guiza bugün biraz şanslı gününde olsa Arsenal ne olduğunu anlamadan beraberlikle de ayrılabilirdi stadtan. Futbol böyle bir oyun, acıması yok. Deplasmanda neler olur, onu düşünmek bile istemiyordur Fenerbahçeliler muhtemelen.

Uzun lafın kısası Fenerbahçe için kısa vadede bulunabilecek bir çözüm yok gibi. Devre arasında da beyaz bayrağı çoktan çekmiş olacaklar muhtemelen. Yerli oyuncu piyasasının önümüzdeki transfer dönemlerinde hareketli geçeceğini şimdiden söyleyebiliriz...

Şampiyonlar Ligi Gecesi #3

Bir Şampiyonlar Ligi gecesi daha bizleri bekliyor. Bizi bekleyen en önemli maçsa şüphesiz ki Fenerbahçe-Arsenal maçı. Şampiyonlar Ligi'ne kötü bir başlangıç yapan Fenerbahçe için her şeyin sonu demek olabilir bu maç, bu kaostan bir nebze olsun kurtulmanın yolu da. Arsenal Everton'a karşı geriden gelerek aldığı galibiyetle moralli geliyor İstanbul'a, Fenerbahçe ise Kocaelispor galibiyetiyle nefes almış görünüyor.

Arsenal'i daha şanslı görmekle beraber bu maç için en yüksek ihtimalin beraberlik olduğunu düşünüyorum. Fenerbahçe üstüne kararlı bir şekilde saldırmayan, kontrollü oynamaya çalışan her takıma karşı galibiyet çıkarabilir Kadıköy'de, özellikle Avrupa maçlarında. Maçın gidişatını biraz da Arsenal'in ve Arsene Wenger'in sahaya yansıtmak istediği oyuna bağlı.

Diğer maçların programı ise aşağıda. Türkiye'den şifresiz izlenebilecek maçları işaretledim göz atmak isteyenler için, her ne kadar bugünkü seçenekler kısıtlı olsa da...

21 EKİM SALI
19:30 Zenit St.Petersburg - BATE Borisov
21:45 Bayern Münih - Fiorentina
21:45 Fenerbahçe - Arsenal (ANS TV)
21:45 Juventus - Real Madrid (Rustavi 2)
21:45 Manchester United - Celtic
21:45 Porto - Dinamo Kiev
21:45 Steaua Bükreş - Lyon
21:45 Villarreal - AaB

Beşiktaş'ın Takım Puanı 08/09

Ülke puanlarına oldukça sık değiniyoruz, yavaş yavaş takım puanlarına da el atma zamanı geldi. Oyalanmam biraz da bilerekti aslında, ön elemelerin takım puanına etkisi oldukça sınırlı olduğundan biraz daha geç değişmeye başlıyor dengeler. Yavaş yavaş el atma zamanı gelmişti takım puanlarına ama Beşiktaş için bu kadar erken bir final yazısı beklemiyordum açıkçası.Beşiktaş son yıllarda aşırı yüksek puanlar toplamasa da dikkat çekmeden belli bir ortalamayı tutturmayı başarabilen Türk takımlarından biriydi. Fenerbahçe'nin puanı daha yüksek olmasına rağmen onun bile grafiği değişkenlik gösterebiliyordu. Bana sene başında hangi takım kaç puan alır deseler hiç düşünmeden 7-10 arası diyebileceğim güveni veriyordu Beşiktaş bana. Ama bu sene büyük bir hayal kırıklığı oldu, papaz bu sefer pilav yemedi.

Halbuki ön elemelerde aldığı 2 galibiyetle yine fena bir başlangıç yapmamışlardı. Çekebilecekleri takımlar içinde en dişe dokunuru Metalist Kharkiv olmasına rağmen yine de eleyeceğini düşünüyordum Beşiktaş'ı. İlk maçı içerde gol yemeden kazandılar, bu bence büyük bir avantajdı. Ancak üstünde baskı kurulduğunda buna çözüm üretebilecek bir teknik heyete ve oyuncu kadrosuna sahip olmadığını Türk halkının gözüne sokarcasına gösterdi Beşiktaş. Beşiktaşlı futbolseverler bir Liverpool, bir Leeds maçından farklı hissetmemiştir sanıyorum.

'Ah vah' kısmını bitirip işin teknik kısmına el atalım. Beşiktaş an itibarıyla 35,726 puana sahip. Bu da şu an kullandığımız sistemde ucu ucuna da olsa Şampiyonlar Ligi 3. ön elemesinde seribaşılık ve UEFA Kupası gruplarında 3. torba demek. Ancak bu seneden itibaren eleme sistemleri değişeceği için Şampiyonlar Ligi elemeleri ligi ikinci bitirecek takım için eskisi kadar kolay olmayacak. İngiltere, İtalya ve İspanya'dan gelecekler korkulu bir rüya yaşatabilir lig ikincimize.

Beşiktaş'ın Şampiyonlar Ligine direk katılması (şampiyonluk) halinde 4. torbada yer alacağı da kesin olduğundan UEFA Kupası üstünden devam etmekte yarar var. Yeni sistemde UEFA Kupası grupları Şampiyonlar Ligi statüsünde işleyeceği için torba sayısı dörde düşüyor. Çok büyük bir aksilik olmazsa 35.7 puana sahip olan Beşiktaş UEFA Kupası gruplarına kalması halinde seneye büyük ihtimalle kuraya 2. torbayla 3. torba arasında gidip gelecek gibi. Yeni sistem sebebiyle Şampiyonlar Ligi'ne girmek lig şampiyonları dışındakilere oldukça zorlaştığı için UEFA Kupası çok daha zorlu geçecektir, bu da yüksek puanlı takımların torbaları karıştıracağı anlamına gelebilir. Beşiktaş için %60 2.torbaya, %40 3. torbaya girer diyebiliriz en fazla, o da çok farazi kalıyor şimdilik. Şampiyonlar Ligi ön elemeleri Beşiktaş'ın bu konudaki kaderini çizecek gibi.

Şu anda 60. sırada Beşiktaş. Arkasında Beşiktaş'ı geçebilecek durumda olan 6-7 takım sayabiliriz. Bunlardan en az 6'sı geçer diye düşünüyorum Beşiktaş'ı, alt tarafdan da sürpriz bir çıkış gelirse 65-68 arası bir noktada bitirecektir bu sezonu. Beşiktaş'ın puanı hakkında diğer güncellemem sezon sonunu bulur herhalde, bundan sonra Beşiktaş'ın puanını değiştirecek tek faktör ülke puanının takım puanına yansıması olacaktır çünkü. Umarım Beşiktaşlıları biraz olsun aydınlatabilmişimdir.

Galatasaray ve Fenerbahçe'nin puanlarını bu haftaki maçlardan sonra değerlendirmeyi düşünüyorum, ayrıca Avrupa arenasına çıkmış diğer ekipler için de toplu bir yazı yazabilirim. Bekle-gör politikası izliyorum şimdilik...

Sporting Gijon: Fakir Ama Gururlu Genç!

Fakir ama gururlu genç! Klasik ama mükemmel bir tanımlama Sporting Gijon için. La Liga'ya yükselmeleri bile büyük bir sürpriz olarak görülüyordu sezon başında. El Molinon stadyumunda oynuyorlar maçlarını. Bu stadın İspanya'nın en eski stadı olduğunu ve 1908'de açıldığını söylersek takımın durumu hakkında az çok fikir verecektir diye tahmin ediyorum. Oldukça düşük bütçeli bir takım olan Sporting Gijon kadrosunu La Liga'ya hazırlamak için sadece 100 bin euro harcayabildi. Aldıkları diğer oyuncular ya boşta kalmışlardı ya da altyapıdan A takıma geçmişlerdi.

Beklenildiği gibi lige kötü bir başlangıç yaptılar aslında. Kendi sahalarında Getafe'ye 2-1'le teslim oldular. Ancak dünya futbolunun gündemine gelmelerinin sebebi bu maç değildi. Önce Barcelona'dan 6, bir hafta sonra da Real Madrid'ten tam 7 gol yediler. 2 hafta 13 gol, Şahan Gökbakar'ın skecine konu olan Güvenspor'dan hallice bir istatistik! La Liga tarihinin en kötü takımı olup olmadıkları tartışması ayyuka çıktı bu maçlardan sonra, doğal olarak...

Ancak futbolu diğer oyunlardan farklı kılan da tam bu işte! O alay edilen, "çift haneli puanları görebilir mi?" tartışmaları yapılan takım son iki haftadan tam 6 puan çıkardı. Aslında 6 puan ne kadar beklenmedik de olsa mucize gözüyle de bakmamak gerekli, diğer maç sonuçalrına bakınca Sporting Gijon'un probleminin büyük bölümünün iyi bir savunma kurgusuna sahip olmamasıyla alakalı olduğunu görüyoruz. Hemen hemen her maç gol atabilen bir ekip Sporting Gijon, 7 haftada oynadıkları maçlarda sadece Villareal'e karşı gol atamadılar. Sevilla'ya deplasmanda attıkları 3 golü de göz ardı etmemek gerekli. Sonunda o psikolojik eşiği geçmeyi başarmış gözüküyorlar, gol attıktan sonra yememeyi de öğrendiler.

Fakir ama gururlu genç, kahraman bakkal süpermarkete karşı vs vs. Ne şekilde tanımlarsanız tanımlayın, bu tarz hikayelerin her zaman büyük bir çekiciliği vardır. Kadroları bu hikayenin gerisini getirmek için yeterli olur mu, bilemiyorum. Sonuçta La Liga uzmanı değilim, hatta Sporting Gijon'un durumuna bakarsak daha çok İspanya İkinci Ligi uzmanı olmak da gerekli biraz. Bir İspanyol'un Hacettepe'nin ligde kalıp kalamayacağıyla ilgili yorum yapmasından hallice olur söyleyeceklerim, sonuçta maçlarını sürekli takip etme şansımız yok. Ama söyleyebileceğim bir tek şey var, o da bu hikayenin devamını oldukça merak ettiğim...

Galatasaray 3-0 Trabzonspor || İlk Devrenin Büyüsü

İlk devre goller gelince maç çabuk çözüldü. Arda Turan'ın kazara da olsa attığı nefis gol tribünde bizleri mest etti. Hele Lincoln'ün attığı son gol var ki bence bu sezon atılmış en organize pozisyondu açık ara. Gerçekten müthişti. Bu tempoyu anlık parlamalar olarak değil de oyunun belli bölümlerine yayabilirse Galatasaray çok daha kolay sonuca gidebilir, hem maç hem de sezon sonu hedefleri anlamında.

Maçın dakika dakika analizini bu seferlik atlamak istiyorum, sadece aklıma takılan birkaç noktaya temas edeyim. İlki Arda Turan-Harry Kewell ikilemi. Bu iki oyuncu da sağda verimsiz oynuyor, bunu görmek için müneccim olmaya gerek yok. Arda Turan bu soruna çözüm bulabilecek oyuncuydu ama o da sol taraftaki oturmuş düzenini bırakıp yeniden bir şeyler öğrenmek ve tecrübe kazanmak zorunda olduğu sağ kanada gitmek istemedi. Pasif agresif de olsa bir tepki koydu. Halbuki meziyetleri bunu kaldırabilecek kapasiteydi. Galatasaray'a geldiği ilk sene oynadığı bir Gaziantepspor maçı hatırlıyorum, aynı anda iki kanadı birden inanılmaz verimli kullanışını. Arda bu işi kotarabilirdi ama kendini o bölgede rahatsız hissediyorsa yapacak bir şey yok.

Geçelim Harry Kewell tarafına. Kewell'ın sağ tarafta oynayamayacağı çok net bir biçimde gözüktü bu maçta. Sağ ayağını kullanması gereken birçok pozisyonda sol ayağını kullanmaya çaba gösterdiği için normalde yapmayacağı pas hataları, tercih yanlışlıkları yaptı. Oldukça sırıtıyor o bölgede. Hele Lincoln'ün ilk yarıda ona çıkardığı bir top vardı ki akıllara zarar. Normalde gelişine vurup ağları sarsabilecek bir şut çıkarabilecekken topu çekip sol ayağıyla net vuruş yapmaya kalkması oldukça acemice gözüktü gözüme. Onun yeri net bir şekilde sol kanat, en olmadı forvet arkası ya da ikinci forvet ama asla sağ kanat değil.

Casio Lincoln maçın ilk 5-10 dakikasına ısınamadıysa da son bir aydır yakaladığı yüksek form grafiğini sahaya yansıtmasını bildi. Kırmızı kart görmesini bir kenara koyarsak muhteşemdi diyebilirim. Top kaptı, mücadele etti, asist yaptı, top dağıttı, yapmadığı şey yok gibiydi. Bu güzel oyununu maçın en güzel pozisyonunu bitirerek taçlandırması da güzeldi. Ben pozisyonun analizini arkadaşlarıma yapmaya çalışırken atıldığı pozisyonu kaçırdım ama TV'den gördüğüm kadarıyla ikinci sarı kartı doğru. Yalnız ilk sarı kart çok ucuzdu bence. Bünyamin Gezer bugün tribünlerin antipatisini topladı birçok kararda, hele en son Sabri'nin kaleci tarafından yaka paça indirilişine alakası olmadığı halde aut kararı vermesi komikti.

Milan Baros mücadelesine, top taşımasına, pas trafiğinin devamlılığını sağlamasına rağmen iki tane net ötesi pozisyonu bitirememesi beni çıldırtmadı desem yalan olur. Hele ilk yarıdaki kafa vuruşuna ne desem bilmiyorum, zoru başardı hakikaten. İkinci pozisyonda doğru tercihleri yapmasına rağmen topu ağlara göndermeyi beceremedi. Forvetlerin kaderidir bu, golü atarsan ilahsındır, kaçırırsan hayal kırıklığı. Umuyorum ki bugün kaçırdıklarını Olympiyakos maçında atar, orda daha fazla ihtiyacımız olacak çünkü.

Servet Çetin'in ofansif orta saha sendromu devam ediyor, bugün yine ekstra işler yapayım derken defansif olarak takımı zor durumda bıraktı. Golünü attı diyordum ama gördüğüm kadarıyla eline çarpmış. Bilerek yapmadığını, kesinlikle çarpma olduğunu söylemiş röportajında. Özeti de tam göremediğim için net bir görüşüm yok bu konuda, sadece pozisyon tam önümüzde olmasına rağmen hiçbir şey farketmediğimi söyleyebilirim. Zaten Arda'nın vuruşu o kadar beklenmedikti ki reaksiyon verip bilerek topa elini uzatacak durumda olduğunu sanmıyorum Servet'in.

Trabzonspor beklediğim gibiydi aslında. Yattara'nın ayrılışıyla oyun liderlerini kaybetmişlerdi. Puanları toplamaya devam ettilerse de oyun anlamında bir düşüş vardı görüldüğü kadarıyla. Galatasaray gibi bir rakibin karşısında kolay dağıldılar. İyi bir kadro altyapısı hazırladılar ama onlar için henüz çok erken. Bu sene onlar için UEFA Kupası vizesi yeterlidir, önemli olan kadronun oturması ve gelecek sene aynı doğrultuda takviyeler yapılması. Trabzonsporlu arkadaşlara tavsiyem bu sonuca fazla önem vermeden takımlarına destek çıkmaya devam etmeleri olur, üzülecek bir durum yok.

Üst taraftakiler kaybetti, Bursaspor, Gaziantepspor, Kayserispor ve son olarak Trabzonspor. Üç büyüklerin karlı çıktığı bir hafta oldu. Trabzonspor-Gaziantepspor ve Beşiktaş-Sivasspor maçları Galatasaray'ın zirveye biraz daha yaklaşması için bir fırsat olabilir ama Lincoln'süz bir Eskişehir deplasmanına kafadan üç puan yazmanın sağlıklı olacağını söylemek de akıl karı değil. Ama bu hesaplardan önce düşünülmesi gereken Avrupada oynanacak maçlar var. İki takımımıza da şimdiden başarılar diliyorum...

Veli Kavlak - Jem Paul Karacan - Aykut Demir

Avrupada oynayan genç Türk oyuncularla ilgili yazmaya devam edeceğimi söylemiştim ama bu sefer bir değişiklik olsun istedim. Almanya dışındaki yeteneklerden olacak tanıtacaklarım.

Veli Kavlak. Avusturya U21 takımının vazgeçilmezlerinden. Football Manager oyunua ucundan kıyısından bulaşmış her Türk genci az çok biliyordur onu. Rapid Wien'de oynuyor. 3 Kasım 1988 doğumlu olmasına rağmen hatrı sayılır bir maç tecrübesine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Avusturya'da en genç forma giyen oyuncu ünvanına sahip Veli, 16 yıl 201 gün ile.

Veli müthiş bir sol ayağa sahip. Ofansif olarak orta sahanın ortasında oynuyor. Şu ana kadar T-Mobile Bundesliga'da 80 kez forma giymiş, 7 gol bırakmış ağlara. Bu sene oynadığını 12 maçta ise şimdiden 2 golü var. Bir sene önce Hertha Berlin ciddi bir şekilde ilgileniyordu Veli'yle, resmi teklif bile yapmışlardı. Ancak 1.5 milyon euro Rapid Wien'i kesmedi ve anlaşma olmadı. Bu sene başında Beşiktaş'la da ismi geçti ama bu transferden de ses seda çıkmadı daha sonra. Ofansif orta saha bölgesinde sıkıntı çeken takımlarımız için her zaman göz önünde bulundurulması gereken bir alternatif. Özellikle Alex sonrası Fenerbahçe'nin radarında olabilir.

Jem Paul Karacan'ı ümit milli takımdan tanıyoruz. Reading forması giyiyor İngiltere'de. Aslında bir süreliğine de olsa yolu Türkiye'den geçmiş bir oyuncu Jem Paul. 14 yaşında Galatasaray altyapısından teklif alınca Galatasaray fanatiği babası tarafından teklifi kabul etmesi yönünde oldukça baskı görüyor. 2 hafta İstanbul'da Galatasaray'la antremanlara çıkıyor ama Türkçe bilmediğinden oldukça zorlanıyor 14 yaşında bir çocuk olarak. Ailesini özlüyor ve İngiltere'ye geri dönmeye karar veriyor ve Reading'le anlaşıyor. TFF resmi dergisi Tam Saha'ya böyle anlatmış hikayesini.

Şubat 1989 doğumlu Jem Paul Karacan, gelişimine devam etmemesi için hiçbir sebep yok. Ümit milli takımda izlediğim kadarıyla derli, toplu bir oyuna sahip. İngiliz altyapısından yetiştiği belli. Oyunun her iki yönünde de başarılı. Tabi geliştirmesi gereken yönleri de var. İdolünün Tugay Kerimoğlu olduğunu söylemiş, doğru seçim. Galatasaray taraftarı olduğunu da saklayan birisi değil zaten, Galatasaray'ın ona ikinci bir teklif yapması çok uzak bir ihtimal da değil. UEFA Kupası finalini Parken'de izlemiş bir babaya sahipken zaten ne gibi bir şansınız olabilir ki?

10 numara, orta saha derken biraz daha geriye doğru gelelim, bir defans oyuncusu var sırada. Aykut Demir. Hollanda'da dikkat çeken Türk oyuncuların başında geliyordu hep. Onu ilk farkettiğimde Ersun Yanal onu Manisaspor'a getirmek için çırpınıyordu, olmadı. NAC Breda ondan iyi bir bonservis kazanmaya kararlıydı. Ancak Aykut o dönem stoper oynarken 1.80'lik boyu sebebiyle sağ beke kaydırılmış gözüküyor. Bu da onun meziyetlerini tam anlamıyla sahaya koyamaması demek. Orhan Şam ve Uğur Uçar'a benzer bir kariyeri var bu anlamda. 24 kez Eredivise'da forma giyen Aykut şu sıralarda Hollanda 2.ligi takımlarından Excelsior'da kiralık olarak forma giyiyor.

3 gün sonra 20 yaşını dolduracak Aykut için ufak bir tüyo, benim edindiğim bilgilere göre sözleşmesi Haziran 2009'da sona eriyor. Bu da ümit milli takım seviyesinde, defansif özellikleri çok kuvettli bir oyuncuyu çok uygun bir bedelle takıma katma fırsatı demek. Galatasaray'ın bu yönde bir ihtiyacı olduğu pek söylenemez ama Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin rotasyonları için faydalı bir oyuncu olacağı kesin Aykut'un. Ancak ben onun oynayacağı bir takıma gitmesini isterim, yeni bir İlhan Parlak vakasına ihtiyaç yok. Böyle transferleri her zaman kovalayan bir Gençlerbirliği'nin ve ekonomik olarak gayet iyi durumda olan Kayserispor'un bu transferde bir şansı olabilir...

Kocaelispor 2-3 Fenerbahce , Bursaspor 1-2 Eskişehirspor

Sahadaki oyun Fenerbahçe'lileri tatmin etmiş midir bilemiyorum ama takım için oldukça önemli bir galibiyet olduğu kesin. 96. dakikada gelen gol Fenerbahçe'yi ipten aldı diyebiliriz. Hem Kocaelispor hem de Fenerbahçe için galibiyeti kaçırdı diyebileceğim bir maç olacaktı berabere bitseydi, şimdi üzülmesi gerekenler sadece Kocaelispor taraftarları olacak gibi.

Fenerbahçe Semih Şentürk'ün dönmesiyle Aragones'in uzun süredir yapmayı planladığı taktik değişikliği yapmış oldu. Gerets'in ilk geldiği dönem oynattığı 4-4-2 baklavaya benziyordu diziliş, Önde Guiza-Semih, arkalarında Alex, kanatlarda Uğur ve Kazım. Ancak bu taktik diziliş de beklenen boğucu baskıyı getirmedi, aksine hücum aksiyonları düzelmediği gibi defansif açıdan da büyük bir zaafiyet oluştu. Kocaelispor oyunu domine eden taraf görüntüsündeydi. Nitekim golü de ayağa paslarla Fenerbahçe defansını ortadan yararak Taner Gülleri'yle buldular. Burda pas trafiğini sağlayan oyuncular kadar Taner'in usta işi son vuruşunu da takdir etmek gerekli.

Bu dakikadan sonra oyunun kontrolü tamamen Kocaelispor'a geçti. Morallenen ev sahibi topa hükmeden, pas trafiğini yöneten ekip oldular. Bu etkinlikle beraber buldukları iki net gol pozisyonu var. Serhan Akın'ın ilk yarıda sağ tarafta bomboş pozisyonda olan Musa Büyük yerine kahraman olmak, eski takımına nazire yapmak adına zor durumda kaleye vurmaya çalışması maçın en önemli anlarından biriydi. Yılmaz Vural da çıldırmış olacak ki devre arasında çıkardı Serhat'ı.

İkinci yarı maç dengedeydi. Skor üstünlüğünün büyüsüne yavaş yavaş kapılmaya başlayan Kocaelispor başarılı sürdürdüğü oyununu devam ettirmeye çalışmak yerine paslarını gittikçe daha geriye yönlendirmeye başladılar. Fran Sergio'nun da oyuna girdikten 10 dakika sonra sakatlanması, ardından Yılmaz Vural'ın oyuna kimi alacağına bir türlü karar verememesi Fenerbahçe'nin baskısının ve gelecek gollerin habercisiydi. Hoş, ilk gol baskıdan değil, kontra ataktan gelmesi işin ironik yönü. Jestroviç'in kaptırdığı topta Semih Şentürk'ün mükemmel ara pasıyla topla buluşan Daniel Guiza topun dibine girerek skora dengeyi getirdi. Bülent Bölükbaşı'nın çok hızlı olmayan topa bir an önce müdahele etmek uğruna erken kayması da olası bir çizgiden çıkarma vakasını önledi.

1-1'den sonra Fenerbahçe sezon başından beri en etkili oyununu izlettirdi bizlere. Güven kazanan oyuncular daha net paslarla, daha organize bir şekilde hücuma kalktılar. İlk golden üç dakika sonra da ikinci gol geldi zaten. Sağdan ortaya çevrilen pozisyonda topu ilk anda kontrol etmekte güçlük çeken Uğur Boral kendisini oldukça şık bir vuruşla affetirdi sanıyorum taraftarlarına. Futbol doğrularına uygun bir gol olmayabilir ama görüntü çok güzeldi hakikaten.

İlk fırtına çabuk dindiyse de oyunun kontrolü hala Fenerbahçe'deydi. Kocaelispor ileri oynamaya çalışsa da başarılı olamıyordu. Ancak bu noktada devreye yine Fenerbahçe savunması girdi. Orta sahada yapılan faul sonrası yerleşik bir düzende 9 kişi topu beklemelerine rağmen orta sahadan oyunu başlatan oyuncu dahil sadece 3 Kocaelispor oyuncusundan golü yemeyi başardılar. Keşke screenshot alabilseydim, o görüntü Fenerbahçe savunması hakkında çok şey anlatıyordu çünkü.

Jestroviç'in attığı golden sonra maçın berabere biteceği gözüküyordu. Fenerbahçe'nin atakları cılızdı, Semih ve Selçuk'un umutsuzca çektiği şutlardan ibaretti. Ancak futbol 90 dakikadan da uzundu, uzatma da dahil affı yoktu. 1 dakika önce oyuna giren Murat Hacıoğlu'nun laubali pas denemesi sonrası top sağ kanatta Daniel Guiza'ya geldi, o önündeki oyuncuyu çok şık bir şekilde ekarte edip Semih'in önüne topu yuvarladı ve maçın kahramanı oldu.

Maçın en iyi oyuncusu açık ara Daniel Guiza'ydı. Oyunun her anında bir şeyler yapmaya çalışıyor, daha doğrusu yapıyor. Aldığı topları en doğru şekilde kullanmaya çalışıyor. Fiziği de oldukça iyi durumda. Semih sakatlığının da etkisiyle fizik olarak oldukça düşüktü, maç boyunca ayakta durmakta zorlandı ama o da ne ara geliştirdiğini tam çözemediğim mükemmel top tekniğiyle işi kotarmasını bilenlerdendi. Orta sahaya gelip Alex yerine oyunu yönlendiren oyuncu oldu. İlk golde rakibi geçişi ve Guiza'nın önüne topu yuvarlayışı müthişti.

Alex ise gününde olmayanların en başında geliyordu. Kanat oyuncuları Uğur Boral ve Collin Kazım da oyun içinde pasif kalanlardan. Uğur attığı golle bir nebze affettirmiş olabilir kendisini ama ikisinin de Fenerbahçe'nin kanat oyuncuları olamayacağı konusundaki görüşlerim hala geçerli.

Bursaspor maçının kaderi ise oldukça erken belli oldu aslında. Doğru dürüst ilk atakta gol geldi, Bursaspor savunmasında görevli 5 oyuncunun 15-20 metrekarelik bir alanda sıkışması sol kanattan atağa katılan Bülent Kocabey'in oldukça rahat bir son vuruş çıkarmasını sağladı. Daha maçın başında skor üstünlüğünü kaybeden Bursaspor oyun planını sahaya yansıtmakta zorlanmaya başladı. İlk yarı işkence gibiydi aslında, sırf Sercan Yıldırım'ı merak ettiğim için izledim.

Sercan Yıldırım'a ayrı bir parantez açmak lazım. Bu çocuk muhteşem bir oyuncu ve şu anda bile büyük diye tabir edilen takımların forvetlerinden çok daha üst düzeyde oynuyor. Toplu ve topsuz oyunu bu kadar seri oynayan, hızlı bir Türk forvet ben uzun süredir görmemiştim. Top tekniği iyi değil diyenleri onu bir kez daha izlemeye davet ediyorum. Hele ikinci yarıda orta sahadan arkası dönükken aldığı topla dört kişiyi ekarte edip Yusuf Şimşek'e çıkardığı bir top var ki Yusuf son vuruşta beceriksiz olmasa haftanın en güzel oyunu olabilirdi o pozisyon. Yusuf'ta da feci bir bitirilik sorunu var, milli maçta saçımızı başımızı yoldurduğu pozisyonla neredeyse aynıydı.

İlk yarının sonunda Youla'nın topu taşıdığı Eskişehirspor kontra atağında bir de penaltı+kırmızı kart kararı çıkınca Bursaspor'un kazanamayacağı belli olmuş gibiydi. Youla oldukça iyi bir penaltı kullandı, son ana kadar sağ köşeyi gösterip topu sola bırakması oldukça şıktı.

Bu noktada kendisine Lig TV adını veren yayıncı kuruluşa değinmek istiyorum. Penaltı vuruşunu bile canlı izletemeyecekseniz bence siz bu işi bırakın, inşaat işine, ne bileyim dana kıyma işine falan girin çünkü bu işi beceremiyorsunuz. Ani gelişen bir atak falan değil bu, penaltı ya! Sapıtmamak içten değil, ben golü sizin abuk subuk sanal reklamlarınızdan mı öğrenmek zorundayım. Auta bile reklam almayı biliyorsunuz, bari golleri adam gibi gösterin.

İkinci yarıda ise 10 kişi olmasına rağmen tam bir Bursaspor üstünlüğü vardı. Eskişehirspor'un bırakın oyunda denge kurmayı, 10 kişilik rakibe karşı kontra atağa çıkacak bile çabası yoktu. Bu anti futbol, defansif futbol falan değil çünkü onun bile bir disiplini, bir düzeni olur. Ekran başında ben çıldırdım, Eskişehirsporlular ne düşünüyordur, bilemiyorum. Anderson diye bir forvet getirmişler, hayatımda gördüğüm en kötü forvet listesinde ilk beşe banko girer herhalde. Eskişehirsporda futbola benzer bir şeyler oynamaya çalışan tek adam olan Poljak'ın soldan iki kişiyi ekarte edip ayağına teslim attığı pası bile kaleye gönderemedi adam.

Bursaspor'un golü geldikten sonra topu ayağında tutması gerektiğine kanaat getiren Eskişehirspor 11 kişi olmanın avantajını sahaya yansıtıp son dakikaları geçirmesini bildi. Rıza Çalımbay Türkiye liglerinde nefret ettiğim ender hocalardan biri, bu kadar kötü bir oyun sistemine sahip ikinci bir hoca yok. 'Bizden kötü üç takım mutlaka çıkar' fikriyle sezona çıkmış gibi gözüküyor. Eskişehirspor taraftarlarına yazık gerçekten, her iki haftada bir bu takımı izlemek zorundalar. 3 puan aldıkları bir maçta bu kadar negatif konuşmam kötü gözüküyor olabilir ama söylediğim kadar var gerçekten.

Yarının programıyla bitirelim yazıyı...

14.00 Sivasspor-Ankaragücü (Sivas 4 Eylül)

14.00 Gaziantepspor-Konyaspor (Kamil Ocak)

14.00 Kayserispor-Ankaraspor (Atatürk)

16.00 Gençlerbirliği-Beşiktaş (Ankara 19 Mayıs)

19.00 Galatasaray-Trabzonspor (Ali Sami Yen)

Futbol Blog 1. Bölüm

Futbol Blog'un ilk bölümü az önce sona erdi, bir solukta izledik tabi. Programın ilk 10 dakikası daha çok blog kültürü hakkında genel bir bilgilendirmeyle geçti, daha sonra AcetoBlog'a da değinilip programın normal akışına geçildi.

Programda konuşulan konular arasında Zlatan-Cruyf-Mancini üçlüsünün topukla attıkları gollerin değerlendirmesi, River Plate-Boca Juniors derbisi için Arjantin'e canlı bağlantı, Lavezzi için yapılan pizza, Barcelona otobüsünde dinlenen Coldplay şarkıları ve Baba,Oğul ve Futbol arasındaki ilişki vardı.

Programın en çok merak edilen tarafı tabii ki ilk programda hangi blogların tanıtalacağıydı. Flying Dutchman'in ilk programda tanıtılacağından emindim ama ikinci blog benim için sürpriz oldu. Ben Noat Samisa, Tardini Büfe ya da Ariel Ortega'nın bloglarından birini bekliyordum daha çok. 'Hayatım Fenerbahçe' blog dünyasına yeni giriş yapmış olanların temsilcisi olarak yer aldı programda.

Benim için en güzel an ise bloglarda beğenilen beş yazı arasına benim önerilerimden üçünün girmesiydi. Terzi kendi söküğünü dikemezmiş derler, araya bir yere kendi yazılarımdan birini de sıkıştırsaymışım diye düşünmüyor değilim hani...

Kısacası keyifli bir program oldu ama çok kısa yahu, böyle çok konunun konuşulduğu bir program en az iki saat olmalı. İlk programın günahı olmaz deyip Galatasaray ve Juventus sakatlıkları konusuna değinemedikleri için Ali Okancı'yı affettiğimizi de köşeye bir not olarak iliştirelim, gece rahat uyuyabilir. :)

Programın tekrarı ise gece 1'de Habertürk'de olacak...

Çıkış Yapanlar || Trabzonspor- Bursaspor - Gaziantepspor

Ligin hayal kırıklıklarına değinmiştik Galatasaray ve Fenerbahçe başta olmak üzere, şimdi bardağın dolu tarafına bakma zamanı. Trabzon'un dönüşünü, Bursaspor'un çıkışını, Gaziantepspor'un doğru yabancı tercihlerine değinmek istedim bu sefer.

Trabzonspor'u yıllardır felaket başladığı sezonlardan hatırlar olmuştuk artık. Hafızamı zorladığımda iyi oynadıkları dönemleri hatırlamaya çalıştığımda 96'da Fenerbahçe'ye kaybettikleri şampiyonluğu ve Gökdeniz-Fatih Tekke ikilisinin en iyi çalıştığı sezon olan 2005'te Galatasaray'ın Gençlerbirliği, Fenerbahçe'nin Ankaragücü'ne yenildiği o meşhur 32. haftada aradan sıyrılıp 2.liği hatırlıyorum sadece. Trabzonspor'un şaşalı günlerini görebilmiş değilim.

Ancak görebilmemiz için artık bir umut var. Trabzonspor tekrar aktif futbol piyasasına döndü, bu işin rakiplerinin almak istemedikleri adamlarla değil, rakiplerinde oynayabilecek kalitede oyuncuları kadroya katmakla olacağını anlamışlar gözüküyor. Selçuk İnan bence bu yeni politikanın en somut örneği. Ceyhun Gülselam, Gökhan Ünal ve Giray Kaçar gibi milli takım havuzunda yer alan birçok yerli oyuncuyu da aldılar. Bu oyuncuların hepsi üç büyüklerde oynayabilecek, rotasyona girebilecek kapasitede adamlar. Yabancı transferinde de isabet sağladılar; Song, Cale, Colman ve Promise. Özellikle Song genç defans oyuncularını arkadan yönetmede, liderlik vasıflarını doğru kullanmada çok başarılı bir oyuncu. Hala üst düzey futbol oynayabilir en az iki sene.

Birkaç hamleyle düzelmeyecek tabi her şey, sonuçta üç büyüklerin yarışma kültürleriyle başa çıkabilmek için iyi bir transfer döneminden fazlasına ihtiyaç var. Ama günümüz futboluna en uygun hamlelerden birini Gökdeniz'i pazarlayıp bu parayla doğru bir ekip kurmakla yaptı Trabzonspor, bence taraftar da bu yürüyüşün arkasındaki itici güç olmalı. Trabzon bir gün gerçek anlamda geri dönecekse bu şekilde olacak ancak...

Bursaspor ligin en çok dikkat çeken ekibi oldu bana göre. Genç oyuncularıyla, kendine has taraftarlarıyla ligin kültürüne en fazla katkı yapan ekiplerden biriydi zaten Bursaspor. Şimdi bunların yanına başarılı bir lig başlangıcını da eklediler. Beni daha çok ilgilendiren genç oyuncuları tabii ki. Sercan Yıldırım'dan detaylı olarak bahsetmiştim, zaten ligin gol kralı adaylarından şu anda. 18 yaşında Türkiye gibi tutucu bir ülkede çıkış yapmak hiç kolay değil. Arkasını getirecektir diye umuyorum.

Bir de Yusuf Şimşek faktörü var. Takıma yeni katılmasına rağmen liderliğiyle, oyunu yönetmesiyle kendini kısa sürede kabul ettirmişe benziyor. Bu ligin gördüğü en iyi ofansif orta sahalardandı Yusuf Şimşek, böyle bir oyuncunun kendi meziyetlerinin farkına 30'undan sonra varması ne acı!

Bir de stad projesi var Bursa'nın yılan hikayesine dönen. Fenerbahçe modelini benimseyeceklerini açıklamış yöneticiler. Ancak finansmanı nasıl sağlayacaklar, orası meçhul. Bu takımın bir stada ihtiyacı olduğu açık ama ne zaman gerçekleşir, tam bir muamma.

Ligin 'geri dönen' ekiplerinden birisi de Gaziantepspor. Seneler önce UEFA Kupasında Roma'yla oynadıkları maçtan beri gittikçe sıradanlaşan bir görüntü içindeydi Antep, sonunda dibi bulmuş olacaklar ki bu sene iyi bir çıkış yakaladılar. Rodrigo Tabata. Yılın en iyi yabancı transferlerinden bana göre, ofansif yönü kuvvetli bir oyuncu. Bunun yanında Murat Ceylan ve Ahmet Arı gibi iki genç yeteneği piyasaya sürmeye hazırlanıyorlar. İbrahim Toraman'dan bu yana kaliteli bir yerli oyuncu çıkaramamıştı Gaziantepspor, Murat ve Ahmet bu konudaki kısırlığa bir son verebilir.

İki gün önce stad projesi açıklayan takımlardan biriydi Gaziantepspor. 30,000 kişilik bir stad planlıyorlar ve yapımına gelecek sene başlanacağını söylüyor Gaziantepspor yönetimi. Türkiye'de yaplancak olası organizasyonlardan Euro 2016'da Kayserispor'la beraber bir gruba ev sahipliği yapacak kent olabilir Gaziantep. Umarım iyi bir stad ortaya çıkarabilirler.