Zirveyi karıştıran bir sonuç daha, ilk beşin arasındaki puan baremi tekrar daraldı bu sonuçla. Eğer Galatasaray da kazanırsa 45 ile 40 arasında dizilecek takımlar. Sivasspor iyi oynadığı, iki kez öne geçtiği maçı skoru tutamadığı için verdi. Maç 2-2'yken oyunun psikolojisi okunabiliyordu. Sivasspor bir gol daha atsa bile Fenerbahçe mücadeleyi bırakmayacaktı artık ama Sivasspor golü yerse çıkaramayacaktı, öyle de oldu.
İlk yarıda özellikle Kamanan çok etkili oldu. Müthiş bir forvet bu Kamanan, top sürüyor, asist yapıyor, faul alıyor, her şeyi yapıyor kısaca. Harika bir yardımcı Mehmet Yıldız adına, onu da oldukça rahatlatıyor. Mehmet de defansla iyi boğuştuğu için ona alanlar açıyor. Sivasspor forvetlerinden bahsetmiştik zaten ayrıca, tekrar değinmeye gerek yok. Sivasspor'u bugün lider yapan da forvet hattıdır zaten. Orta sahasından herhangi bir katkı almıyorlar uzun süredir. Musa Aydın son iki sezonun en formsuz dönemini yaşıyor, bunu Eskişehirspor maçında da görmek mümkündü. Sezer Badur da yeterli ofansif katkıyı yapamıyor, kapasitesiyle alakalı biraz da. Takım iyiyse boş koşular yapıp gol bulabiliyor ama takımı öne taşıyan türde bir oyuncu değil. İkinci yarı bütün topları ezdi, Bülent Uygun da fazla dayanamadı ona.
İkinci yarı başındaki değişiklikler pek işe yaramadı çünkü Sivasspor'un oyun planı her daim öne geçmek üzerine kurulu. Geriye düştükleri maçlarda ekstra bir gol bulup dengeyi bulmazlarsa defoları ortaya çıkıyor. Galatasaray kupa maçında ortaya çıkacaktı aslında, Kamanan 30 metreden attığı harika golle ertelemişti bu senaryoyu, kral çıplak diyen Fenerbahçe oldu. Hoş, Fenerbahçe'nin de 4 gole rağmen ligin geri kalanı adına ümit verdiğini söyleyebilir miyiz, bence hayır. İyi bir kontra atak takımı Fenerbahçe. Öne geçtikleri zaman karşılarındaki rakibin hiçbir önemi yok, ne kadar kuvvetli olursa olsun pas kanallarını bulduklarında kendi oyunlarını oynayabiliyorlar ama bu rolle ligdeki her maçı kazanmanız, üstün oynamanız mümkün değil. Size karşı kapanan, seri çıkan her takıma puan kaybediyorsunuz bu şekilde. Galatasaray'la benzeşiyor bu yönüyle Fenerbahçe. Rakipleriyle içerde oynadıkları 4 maçtan 10 puan aldı Fenerbahçe, ucundan kıyısından zirveye tutunmuşlarsa bu puanların çok büyük payı var bu anlamda.
Gökhan Gönül harikaydı bugün, sağ kanadı çok iyi işletti. İlk iki golün asisti ondandı. Önünde Gökhan Emreciksin'le bir 90 dakikasını izlemek isterim Gönül'ün, bence daha verimli bir ikili olabilirler. Uğur Boral bir maçta iki gol attı, kıyamet alameti mi diyelim, ne diyelim. Alex, doğru zamanda defans oyuncusuyla belli bir mesafedeyken topla buluştuğu zaman dünya üzerindeki en tehlikeli forvetlerden biri, bu kesin. Boral'a attırdığı gol de akıl kokuyordu zaten. Lugano'nun pozisyon alma becerisi sıkça "bal" olarak adlandırılsa da o da övülmesi gereken bir durum. Alex-Gönül-Lugano üçlüsünün hakkını ödeyemez Fenerbahçe.
Trabzonspor ve Galatasaray düşme hattına yakın ekiplerle deplasmanda oynayacaklar. Yukarısı kadar aşağısı için de önemli bu maçlar, Denizlispor'un formu aşağı tarafı karıştırmaya devam ediyor, küme düşme barajı 35+ olacak gibi bu sezon.
Bir Transfer Senaryosu: Orhan Şam & Galatasaray
Galatasaray'daki sağ bek sorunu, hatta laneti malumunuz. 2000li yılların başından beri oraya kalıcı bir çözüm getirebilmiş değil Galatasaray. Taraftarı mutlu edecek türden bir performansı kısa dönemli de olsa gösteren Uğur Uçar ise 1 sene süren sakatlığının ardından antremanlara yeni başlayabildi.
Uğur'un yokluğunda o blgeye alternatif olarak transfer edilen Serkan Kurtuluş'un sezon boyunca Skibbe tarafından rotasyona alınmaması -ki o bölgede o kadar büyük zorluklar yaşandı ki normal şartlarda genç takımdan bile oyuncu çağrılması gerekirdi- bütün yükü Sabri Sarıoğlu'na bıraktı. Sabri'nin ruh haline göre değişkenlik gösteren performansı ve istikrarsızlığı direkt olarak Galatasaray'ın oyununu etkiliyor bu nedenle. Önünde oynayan oyuncuların da defansif olarak zayıf olması (Harry Kewell, Aydın Yılmaz, zaman zaman Arda Turan) rakip takımlar için bir madene çeviriyor sağ koridoru.
Hacettepe'nin durumunu ve Galatasaray'ın sezon başındaki Orhan ilgisini düşünürsek önümüzdeki sezon için Galatasaray cephesinin Orhan'la ilgili bir girişimde bulunması kuvvetle muhtemel. Böylece fizik olarak toparlanmış bir Uğur Uçar'la birlikte sağ bek rotasyonunu götürebilecek bir oyuncu kazanabilir Galatasaray. Sabri ise bence daha verimli olabileceği, en azından defansif olarak takımı zor durumda bırakmayacağı ön bölgeye tekrar geçmiş olur.
Bunun dışında Orhan Şam'ın stoper kökenli olduğunu da unutmamak gerekir, bu anlamda Bülent Korkmaz döneminde daha fazla forma şansı bulması beklenen Servet Çetin, Emre Güngör ve Emre Aşık'ın yedeklemesini de Semih Kaya'yla beraber üstlenebilir Orhan. Sol tarafta Hakan Balta'nın kotardığı işin bir benzerini çıkarabileceğini düşünüyorum Orhan'ın. Ayrıca sertliği ve hırsıyla kaptanın istediği ve beğendiği türden bir oyuncu olduğunu söyleyebiliriz.
Benimkisi sadece bir fikir ve tahmin elbette. Bu öngörünün doğru çıkıp çıkmayacağını önümüzdeki transfer döneminde göreceğiz...
Uğur'un yokluğunda o blgeye alternatif olarak transfer edilen Serkan Kurtuluş'un sezon boyunca Skibbe tarafından rotasyona alınmaması -ki o bölgede o kadar büyük zorluklar yaşandı ki normal şartlarda genç takımdan bile oyuncu çağrılması gerekirdi- bütün yükü Sabri Sarıoğlu'na bıraktı. Sabri'nin ruh haline göre değişkenlik gösteren performansı ve istikrarsızlığı direkt olarak Galatasaray'ın oyununu etkiliyor bu nedenle. Önünde oynayan oyuncuların da defansif olarak zayıf olması (Harry Kewell, Aydın Yılmaz, zaman zaman Arda Turan) rakip takımlar için bir madene çeviriyor sağ koridoru.
Hacettepe'nin durumunu ve Galatasaray'ın sezon başındaki Orhan ilgisini düşünürsek önümüzdeki sezon için Galatasaray cephesinin Orhan'la ilgili bir girişimde bulunması kuvvetle muhtemel. Böylece fizik olarak toparlanmış bir Uğur Uçar'la birlikte sağ bek rotasyonunu götürebilecek bir oyuncu kazanabilir Galatasaray. Sabri ise bence daha verimli olabileceği, en azından defansif olarak takımı zor durumda bırakmayacağı ön bölgeye tekrar geçmiş olur.
Bunun dışında Orhan Şam'ın stoper kökenli olduğunu da unutmamak gerekir, bu anlamda Bülent Korkmaz döneminde daha fazla forma şansı bulması beklenen Servet Çetin, Emre Güngör ve Emre Aşık'ın yedeklemesini de Semih Kaya'yla beraber üstlenebilir Orhan. Sol tarafta Hakan Balta'nın kotardığı işin bir benzerini çıkarabileceğini düşünüyorum Orhan'ın. Ayrıca sertliği ve hırsıyla kaptanın istediği ve beğendiği türden bir oyuncu olduğunu söyleyebiliriz.
Benimkisi sadece bir fikir ve tahmin elbette. Bu öngörünün doğru çıkıp çıkmayacağını önümüzdeki transfer döneminde göreceğiz...
Lig İkincimizin Şampiyonlar Ligi Yolu
Yeni sistem hakkında konuşup duruyoruz blogda ama teorik olarak anlaşılsa da hangi takımımızın nerde seribaşı olacağı hakkında kimsenin bir fikri yok. Bu sebeple lig ikincimizin Şampiyonlar Ligine nasıl katılabileceği, seribaşı olabilmesi için kaç puan toplaması gerektiği gibi ayrıntıları şu andaki lig sıralamalarına göre düzenlenmiş bu tablolar üzerinden yorumlayabiliriz.
Üstteki tablo ilk eleme turuna ait. Geçtiğimiz sezonki sıralamada 6.olan Rusya'nın üçüncüsü ile 7-15.lik arasında yer bulan ülkelerin ikincileri katılıyor bu eleme turuna. Bu turu geçen 5 takım ise ilk 5'te yer alan ülkelerin üçüncü ve dördüncüleriyle play-off oynayıp Şampiyonlar Ligine kalma mücadelesi veriyor. İsmi koyu harflerle ve açık mavi arkaplan rengiyle belirtilmiş takımlar (Burda sadece Dinamo Moskova var.) ise ligdeki yerlerini garantilemiş olanlar.
Statü böyle ama bizim ikincimiz için muhtemel senaryo nedir, bunun üstüne konuşmak gerek. Lig ikincimizin Şampiyonlar Ligi yolunu kolaylaştırabilmesi için seribaşı olabilmesi çok önemli zira rakipler birbirinden zorlu. Daha ilk turda şu anda ŞL çeyrek finaline yürüyen bir Pana'yla, geçen sene batırsalar da kalburüstü Avrupa takımları olan Celtic ve Benfica'yla eşleşebiliyorsunuz, eğer seribaşı değilseniz. İlk turda seribaşı olabilmek için gerekli puan o kadar da yüksek olmamasına rağmen Trabzonspor'un ve Sivasspor'un son 5 senede Avrupada yaptıklarının sıfıra yakın olması işleri biraz karıştırıyor. Trabzonspor'un takım puan 10.295, Sivasspor'un ise 6.295. Bu takım puanlarıyla seribaşı olma ihtimalleri yok bu sezon. Bu takımları destekleyen arkadaşlar kusura bakmasın ama bu takımlardan biri lig ikincisi olmazlarsa çok daha iyi olacak devamlılık adına.Eleme turunu geçtiğinizdeyse büyük lig takımlarıyla play-off mücadelesine giriyorsunuz. Orası çok daha zorlu, kimin ne olacağı belli değil. Hatta öyle ki yeni Şampiyonlar Ligi statüsünü göz önüne aldığımızda bu turda seri başı olmayan bir takımın rahatlıkla 3. torbada yer alması olası. Bu da en az Şampiyonlar Liginin kendisi kadar zorlu bir eleme olduğunu gösteriyor. Şu anki takım puanlarına baktığımızda bu turda seribaşı olabilecek tek takımın Fenerbahçe olduğunu görüyoruz. Galatasaray'ın hala devam eden bir şansı var bu sene için, kendini 40.5+ bir puana atabilmesi için çeyrek finalin üstüne çıkması gerekli. Beşiktaş ise ilk turda seribaşı olmasına rağmen play-offlarda dışarda kalıyor bu puanıyla.
Umarım bir nebze açıklayıcı olabilmişimdir bu konuda. Ligler ilerledikçe bu sıralamalarda olan değişiklikler hakkında yazmaya çalışacağım. Zaten daha somut verileri lig sonu yaklaştıkça almaya başlayacağız...
Üstteki tablo ilk eleme turuna ait. Geçtiğimiz sezonki sıralamada 6.olan Rusya'nın üçüncüsü ile 7-15.lik arasında yer bulan ülkelerin ikincileri katılıyor bu eleme turuna. Bu turu geçen 5 takım ise ilk 5'te yer alan ülkelerin üçüncü ve dördüncüleriyle play-off oynayıp Şampiyonlar Ligine kalma mücadelesi veriyor. İsmi koyu harflerle ve açık mavi arkaplan rengiyle belirtilmiş takımlar (Burda sadece Dinamo Moskova var.) ise ligdeki yerlerini garantilemiş olanlar.
Statü böyle ama bizim ikincimiz için muhtemel senaryo nedir, bunun üstüne konuşmak gerek. Lig ikincimizin Şampiyonlar Ligi yolunu kolaylaştırabilmesi için seribaşı olabilmesi çok önemli zira rakipler birbirinden zorlu. Daha ilk turda şu anda ŞL çeyrek finaline yürüyen bir Pana'yla, geçen sene batırsalar da kalburüstü Avrupa takımları olan Celtic ve Benfica'yla eşleşebiliyorsunuz, eğer seribaşı değilseniz. İlk turda seribaşı olabilmek için gerekli puan o kadar da yüksek olmamasına rağmen Trabzonspor'un ve Sivasspor'un son 5 senede Avrupada yaptıklarının sıfıra yakın olması işleri biraz karıştırıyor. Trabzonspor'un takım puan 10.295, Sivasspor'un ise 6.295. Bu takım puanlarıyla seribaşı olma ihtimalleri yok bu sezon. Bu takımları destekleyen arkadaşlar kusura bakmasın ama bu takımlardan biri lig ikincisi olmazlarsa çok daha iyi olacak devamlılık adına.Eleme turunu geçtiğinizdeyse büyük lig takımlarıyla play-off mücadelesine giriyorsunuz. Orası çok daha zorlu, kimin ne olacağı belli değil. Hatta öyle ki yeni Şampiyonlar Ligi statüsünü göz önüne aldığımızda bu turda seri başı olmayan bir takımın rahatlıkla 3. torbada yer alması olası. Bu da en az Şampiyonlar Liginin kendisi kadar zorlu bir eleme olduğunu gösteriyor. Şu anki takım puanlarına baktığımızda bu turda seribaşı olabilecek tek takımın Fenerbahçe olduğunu görüyoruz. Galatasaray'ın hala devam eden bir şansı var bu sene için, kendini 40.5+ bir puana atabilmesi için çeyrek finalin üstüne çıkması gerekli. Beşiktaş ise ilk turda seribaşı olmasına rağmen play-offlarda dışarda kalıyor bu puanıyla.
Umarım bir nebze açıklayıcı olabilmişimdir bu konuda. Ligler ilerledikçe bu sıralamalarda olan değişiklikler hakkında yazmaya çalışacağım. Zaten daha somut verileri lig sonu yaklaştıkça almaya başlayacağız...
UEFA Kupası Gecesi: 3.Turdan Kalanlar
Galatasaray'ın Bordeaux galibiyetinin sarhoşluğuyla önemli bir Avrupa gecesini atlamak doğru olmaz. Gecenin en büyük geri dönüşleri Galatasaray-Bordeaux macinda yaşanmış olsa da bizim maç kadar dikkat çekici bir çok maç vardı.
Bunların en başında turnuvanın en büyük favorisi olarak gösterilen AC Milan'in elenmesi geliyor elbette. Kuralar çekildiği zaman manşetleri süsleyen eşlesme Bremen-Milan olmuştu. Eşleşme sonrası Milan'ın sanıldığı kadar rahat kupaya yürüyemeyeceğini söylemiştik zira UEFA Kupasının dinamikleri Şampiyonlar Liginden çok farklı. Bunu geçen sene Bayern favoriyken de görmüştük, sahadaki oyun beklentilerden farklı olarak gelişebiliyor. Şampiyonlar Ligindeki takımları, oyuncuları ve yapabileceklerini az çok kestirme sansina sahipsiniz ancak UEFA Kupasında bu şansınız pek yok. Galatasaray, Fransa'nın kalburüstü takımlarından Bordeaux'yla oynarken bile sahadaki oyunu kestiremiyorsunuz, bu her eşlesme icin geçerli bu kupada. Aalborg'un Deportivo'ya iki maçta da 3'er gol atıp hezimete uğratması bu sürpriz faktörü nedeniyle biraz. Yine de Milan'in Almanya'da işini görecek bir skor olan 1-1'le ayrılmasından sonra 0-0 ceplerinde olmasina rağmen elenmeleri ilginç. Üstelik kendi evlerinde 2-0 öne de geçmişlerdi. Izlemeyi isterdim bu maçı.
Benzer bir senaryo Valencia için de geçerli. Ukrayna'dan 1-1'lik beraberlikle dönmelerine rağmen 2-2'yle elenmekten kurtulamadılar. Onlar da son dakikalara kadar 2-1 öndelerdi aslında ancak unutukları Dinamo Kiev'in bir Ukrayna takımı olduğuydu! Gerçekten inanılmazlar bu sene, sezonun açık ara en başarılı ülkesi diyebiliriz onlar için. 4.turda Dinamo Kiev-Metalist gibi bir eşleşme olduğunu da unutmamak lazım, bu da çeyrek finalde şimdiden bir takımla temsil edilecekleri anlamına geliyor.Kupada dolu dizgin giden Metalist icin bence kötü bir eşleşme oldu bu. Maç dinamikleri yerel bir derbi gibi işlerse bana göre avantajlı taraf Dinamo Kiev olur. Bunların dışında da ilginç eşleşmeler var, CSKA-Shaktar gibi. Eski dostların kapışmasına şahit olacağız burda, Zico ve Lucescu'nun karşılıklı hamlelerini izlemek keyifli olabilir. Hamburg maçıyla çakışmazsa izlemeyi düşündüğüm maçlardan birisi CSKA-Shaktar.
Fransız takımlarının maçları da önemli zira büyük liglerden en çok temsilciye sahip ülke Fransa. İtalya, İngiltere ve İspanya'dan sadece Manchester City ve Udinese'nin kaldığını düşünütsek tecrübesiyle öne çıkacak takımlar bana göre Fransız takımları. Eğer onlar da Lyon'u drvirme mücadelesine kapılıp UEFA Kupasına yeterince motive olamazlarsa kupanın beklenmedik bir ülkeye gitmesi sürpriz olmaz. Konuşmak için çok erken ama Galatasaray Bordeaux'yu eleyerek üst turlar için çok önemli bir adım attı. bana göre. 3.turdaki takım kalitesi 4.turdan ya da çeyrek finalden aşağı olmuyor senelerdir, özellike 2.ler ile Şampiyonlar Liginden gelenler arasındaki mücadele çok daha üst düzey oluyor. Bu turu geçen takımlar sonraki turları da geçebilir, en azından teoride. Bu noktadan sonra hangi takım öne çıkarsa sürpriz saymamak lazım. Geri kalan eşleşmelere aşağıdan göz atabilirsiniz.
Bunların en başında turnuvanın en büyük favorisi olarak gösterilen AC Milan'in elenmesi geliyor elbette. Kuralar çekildiği zaman manşetleri süsleyen eşlesme Bremen-Milan olmuştu. Eşleşme sonrası Milan'ın sanıldığı kadar rahat kupaya yürüyemeyeceğini söylemiştik zira UEFA Kupasının dinamikleri Şampiyonlar Liginden çok farklı. Bunu geçen sene Bayern favoriyken de görmüştük, sahadaki oyun beklentilerden farklı olarak gelişebiliyor. Şampiyonlar Ligindeki takımları, oyuncuları ve yapabileceklerini az çok kestirme sansina sahipsiniz ancak UEFA Kupasında bu şansınız pek yok. Galatasaray, Fransa'nın kalburüstü takımlarından Bordeaux'yla oynarken bile sahadaki oyunu kestiremiyorsunuz, bu her eşlesme icin geçerli bu kupada. Aalborg'un Deportivo'ya iki maçta da 3'er gol atıp hezimete uğratması bu sürpriz faktörü nedeniyle biraz. Yine de Milan'in Almanya'da işini görecek bir skor olan 1-1'le ayrılmasından sonra 0-0 ceplerinde olmasina rağmen elenmeleri ilginç. Üstelik kendi evlerinde 2-0 öne de geçmişlerdi. Izlemeyi isterdim bu maçı.
Benzer bir senaryo Valencia için de geçerli. Ukrayna'dan 1-1'lik beraberlikle dönmelerine rağmen 2-2'yle elenmekten kurtulamadılar. Onlar da son dakikalara kadar 2-1 öndelerdi aslında ancak unutukları Dinamo Kiev'in bir Ukrayna takımı olduğuydu! Gerçekten inanılmazlar bu sene, sezonun açık ara en başarılı ülkesi diyebiliriz onlar için. 4.turda Dinamo Kiev-Metalist gibi bir eşleşme olduğunu da unutmamak lazım, bu da çeyrek finalde şimdiden bir takımla temsil edilecekleri anlamına geliyor.Kupada dolu dizgin giden Metalist icin bence kötü bir eşleşme oldu bu. Maç dinamikleri yerel bir derbi gibi işlerse bana göre avantajlı taraf Dinamo Kiev olur. Bunların dışında da ilginç eşleşmeler var, CSKA-Shaktar gibi. Eski dostların kapışmasına şahit olacağız burda, Zico ve Lucescu'nun karşılıklı hamlelerini izlemek keyifli olabilir. Hamburg maçıyla çakışmazsa izlemeyi düşündüğüm maçlardan birisi CSKA-Shaktar.
Fransız takımlarının maçları da önemli zira büyük liglerden en çok temsilciye sahip ülke Fransa. İtalya, İngiltere ve İspanya'dan sadece Manchester City ve Udinese'nin kaldığını düşünütsek tecrübesiyle öne çıkacak takımlar bana göre Fransız takımları. Eğer onlar da Lyon'u drvirme mücadelesine kapılıp UEFA Kupasına yeterince motive olamazlarsa kupanın beklenmedik bir ülkeye gitmesi sürpriz olmaz. Konuşmak için çok erken ama Galatasaray Bordeaux'yu eleyerek üst turlar için çok önemli bir adım attı. bana göre. 3.turdaki takım kalitesi 4.turdan ya da çeyrek finalden aşağı olmuyor senelerdir, özellike 2.ler ile Şampiyonlar Liginden gelenler arasındaki mücadele çok daha üst düzey oluyor. Bu turu geçen takımlar sonraki turları da geçebilir, en azından teoride. Bu noktadan sonra hangi takım öne çıkarsa sürpriz saymamak lazım. Geri kalan eşleşmelere aşağıdan göz atabilirsiniz.
Werder Bremen (Almanya) - St Etienne (Fransa)
CSKA Moskova (Rusya) - Shakhtar Donetsk (Ukrayna)
Udinese (İtalya) - Zenit St Petersburg (Rusya)
PSG (Fransa) - Braga (Portekiz)
Dinamo Kiev (Ukrayna) - Metalist Kharkiv (Ukrayna)
Manchester City (İngiltere) - AaB Aalborg (Danimarka)
Marsilya (Fransa) - Ajax (Hollanda)
Hamburg SV (Almanya) - GALATASARAY (TÜRKİYE)
CSKA Moskova (Rusya) - Shakhtar Donetsk (Ukrayna)
Udinese (İtalya) - Zenit St Petersburg (Rusya)
PSG (Fransa) - Braga (Portekiz)
Dinamo Kiev (Ukrayna) - Metalist Kharkiv (Ukrayna)
Manchester City (İngiltere) - AaB Aalborg (Danimarka)
Marsilya (Fransa) - Ajax (Hollanda)
Hamburg SV (Almanya) - GALATASARAY (TÜRKİYE)
Ülke Puanımız #16: Galatasaray'a Rağmen Kötü Haberler
Galatasaray'ın Bordeaux galibiyetiyle bu sezonki puanımızı 6.750'ye çıkarıp son 5 sezonun en iyi ikinci performansına imza atmış durumdayız. Her zaman söylüyorum, Beşiktaş ve Fenerbahçe kendi 5 sezonluk performanslarından en kötüsünü çıkardığı bir senede 6.75'i öpüp başımıza koymamız gerek. En son böyle kazalar başımıza geldiğinde toplamda 4 puanla havlu atmıştık 2005/06'da, bu çok önemli bir kere. Türkiye olarak artık belli bir çizgiyi tutturmamız gerek, ön kötü senemiz böyle olmalı.
Rakipler açısından bakarsak cidden kabus gibi bir gece daha bizlerleydi. Ukrayna son 16'ya 3 takımını birden soktu, Kiev Valencia'yı, Shaktar Tottenham'ı eledi dün gece. Metalist Beşiktaş sonrası gol bile yemedi sanırsam, bu nasıl bir manyaklıktır? Bu konudaki tek doğru dürüst gelişme Olympiakos'un iki maçta da yenilerek elenmesi oldu St. Ettienne'e. Böylelikle Galatasaray'ın puanlarına karşı Pana'nın puanları gibi bir denge oluştu. Onların şansı büyük ihtimalle turu geçip çeyrek finale kalacak olmaları, bu da onlara bizden bir maç fazla oynama şansı demek.
Hollanda ekipleri, ilk maçlardaki başarılı performanslarına rağmen son 16'ya sadece Ajax'ı sokabildi. PSV'nin ikinci devreye kalamadığı bir sezonda UEFA Kupası onlar için önemliydi, bence bekledikleri başarıyı yakalayamadılar. Ajax'ın eline bakar durumdalar. Eğer Fiorentina biraz daha dayanabilme o maçın da uzatmaya gitme ihtimali vardı, muhtemelen Franchi izlemiştir maçı, merak edenler oraya bakabilir.
Rakip diyebileceğimiz takımlar dışında dikkat çekici performansların en başında kesinlikle Danimarka ve Aalborg geliyor. Deportivo'yu iki maçta da parçaladılar, 3'er golle iki galibiyet alıp son 16'ya kaldı kuzey ekibi. Avrupadaki başarılı grafiğine rağmen ligdeki kötü performansına ayrıca bir yazıyla değinmiştik zamanında, onlar bu durumu yepyeni bir seviyeye taşıdılar. Rakipleri diğer Danimarka takımı Kopenhag'ı eleyen Manchester City. Bu takımı da yenerlerse üzerlerine ciddi ciddi konuşmamız gereken takımlardan biri olur Aalborg.
Şimdiye kadar çizdiğimiz resim pek de kötü değildi aslında, peki başlıkta niye "Galatasaray'a rağmen kötü haber" yazıyor diyenleriniz olacaktır. Bu daha çok bizim sıralamadaki yerimizi değiştirecek bir kural değişikliğiyle ilgili. Gündemdeki değişikliğe göre ön elemelerde ülke puanlarına yapılan katkının kaldırılıp yerine Euro Lig ve Şampiyonlar Liginde tur başına bonus puanı sistemi getirilmesi gündemde. Teoride mantıklı ama pratikte bizim hiç işimize gelen bir sistem değil zira biz sürekli ön eleme oynayan ve nispeten başarılı bir ülke olduğumuzdan bu puanlar bizim işimize geliyordu. Alacağımız bonus puanlar da rakiplere göre çok çok az. Doğru düzgün bonus puan alabileceğimiz tek performans geçen sene Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi çeyrek finali, ondan önceki doğru dürüst başarımız Beşiktaş'ın UEFA Kupası çeyrek finaliydi, o da Lucescu zamanı. Kafa kafaya gittiğimiz ülkelerin birçoğu bu konuda bizden fersah fersah önde, her ne kadar biz kendimizi Avrupanın sayılı ülkelerinden biri sansak da. Özellikle Porto, Portekiz; PSV ise Hollanda özelinde büyük fark yaratacak çünkü bu takımlar sürekli Şampiyonlar Liginde mücadele edip üst turlara çıkmayı başaran ekipler. Yeni sisteme göre Şampiyonlar Liginin bonusları arttığından UEFA Kupası merkezli Romanya performansı gibi ani parlamaları daha seyrek göreceğiz bundan sonra. Hatta bu kuralın direkt olarak Romanya'yla alakalı olduğu konusunda ciddi şüphelerim var.
Peki yeni bir kural niye bizi etkiliyor diyenler olabilir, burdaki ayrıntı bunun geçmişe yönelik olarak uygulanacak olması. Hatırlarsanız bir süre önce ülke puanlarının takım puanlarına etkisi %33'ten %20'ye indirilmiş ve bu kural geçmişe yönelik olarak hemen uygulanmıştı. Bu da takımlarımızın işine gelmişti büyük bir çoğunlukla. Bu düzenlemenin kesinliği hakkında bir duyuru göremedim, bu şimdilik iyi haber.Galatasaray'ın takım puanına baktığımızda işlerin yolunda olduğunu görüyoruz. 14.350 puana ulaşmış durumdayız şimdiden, sene başında yaptığımız en iyimser tahmin bu seviyedeydi nerdeyse. Önümüzde iki maç ve belki de daha ötesi var. Bu turu geçmeyi başarırsak kazanacağımız puanların haricinde çeyrek final bonusunu da cebimize koyacağız, bu da bizi bir anda ilk 50'ye taşıyabilecek bir puan demek. Avrupa kupalarında devam eden en yakın takım 53. sıradaki Udinese ve aramızda hiçbir takım yok devam eden, bu da sıçrama yapmamızı fazlasıyla kolaylaştıracak.
Merak edenler bir ufak detayı daha farketmişlerdir, Galatasaray takım puanını mahveden o iki senelik periyodun ardından ilk defa üç büyüklerden birini geride bırakmayı başardı. Bunu da sadece üç senelik puanlarıyla yaptığını unutmamak gerek, önümüzdeki iki, hatta üç-dört sene derecelerini geliştirecektir Galatasaray...
Rakipler açısından bakarsak cidden kabus gibi bir gece daha bizlerleydi. Ukrayna son 16'ya 3 takımını birden soktu, Kiev Valencia'yı, Shaktar Tottenham'ı eledi dün gece. Metalist Beşiktaş sonrası gol bile yemedi sanırsam, bu nasıl bir manyaklıktır? Bu konudaki tek doğru dürüst gelişme Olympiakos'un iki maçta da yenilerek elenmesi oldu St. Ettienne'e. Böylelikle Galatasaray'ın puanlarına karşı Pana'nın puanları gibi bir denge oluştu. Onların şansı büyük ihtimalle turu geçip çeyrek finale kalacak olmaları, bu da onlara bizden bir maç fazla oynama şansı demek.
Hollanda ekipleri, ilk maçlardaki başarılı performanslarına rağmen son 16'ya sadece Ajax'ı sokabildi. PSV'nin ikinci devreye kalamadığı bir sezonda UEFA Kupası onlar için önemliydi, bence bekledikleri başarıyı yakalayamadılar. Ajax'ın eline bakar durumdalar. Eğer Fiorentina biraz daha dayanabilme o maçın da uzatmaya gitme ihtimali vardı, muhtemelen Franchi izlemiştir maçı, merak edenler oraya bakabilir.
Rakip diyebileceğimiz takımlar dışında dikkat çekici performansların en başında kesinlikle Danimarka ve Aalborg geliyor. Deportivo'yu iki maçta da parçaladılar, 3'er golle iki galibiyet alıp son 16'ya kaldı kuzey ekibi. Avrupadaki başarılı grafiğine rağmen ligdeki kötü performansına ayrıca bir yazıyla değinmiştik zamanında, onlar bu durumu yepyeni bir seviyeye taşıdılar. Rakipleri diğer Danimarka takımı Kopenhag'ı eleyen Manchester City. Bu takımı da yenerlerse üzerlerine ciddi ciddi konuşmamız gereken takımlardan biri olur Aalborg.
Şimdiye kadar çizdiğimiz resim pek de kötü değildi aslında, peki başlıkta niye "Galatasaray'a rağmen kötü haber" yazıyor diyenleriniz olacaktır. Bu daha çok bizim sıralamadaki yerimizi değiştirecek bir kural değişikliğiyle ilgili. Gündemdeki değişikliğe göre ön elemelerde ülke puanlarına yapılan katkının kaldırılıp yerine Euro Lig ve Şampiyonlar Liginde tur başına bonus puanı sistemi getirilmesi gündemde. Teoride mantıklı ama pratikte bizim hiç işimize gelen bir sistem değil zira biz sürekli ön eleme oynayan ve nispeten başarılı bir ülke olduğumuzdan bu puanlar bizim işimize geliyordu. Alacağımız bonus puanlar da rakiplere göre çok çok az. Doğru düzgün bonus puan alabileceğimiz tek performans geçen sene Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi çeyrek finali, ondan önceki doğru dürüst başarımız Beşiktaş'ın UEFA Kupası çeyrek finaliydi, o da Lucescu zamanı. Kafa kafaya gittiğimiz ülkelerin birçoğu bu konuda bizden fersah fersah önde, her ne kadar biz kendimizi Avrupanın sayılı ülkelerinden biri sansak da. Özellikle Porto, Portekiz; PSV ise Hollanda özelinde büyük fark yaratacak çünkü bu takımlar sürekli Şampiyonlar Liginde mücadele edip üst turlara çıkmayı başaran ekipler. Yeni sisteme göre Şampiyonlar Liginin bonusları arttığından UEFA Kupası merkezli Romanya performansı gibi ani parlamaları daha seyrek göreceğiz bundan sonra. Hatta bu kuralın direkt olarak Romanya'yla alakalı olduğu konusunda ciddi şüphelerim var.
Peki yeni bir kural niye bizi etkiliyor diyenler olabilir, burdaki ayrıntı bunun geçmişe yönelik olarak uygulanacak olması. Hatırlarsanız bir süre önce ülke puanlarının takım puanlarına etkisi %33'ten %20'ye indirilmiş ve bu kural geçmişe yönelik olarak hemen uygulanmıştı. Bu da takımlarımızın işine gelmişti büyük bir çoğunlukla. Bu düzenlemenin kesinliği hakkında bir duyuru göremedim, bu şimdilik iyi haber.Galatasaray'ın takım puanına baktığımızda işlerin yolunda olduğunu görüyoruz. 14.350 puana ulaşmış durumdayız şimdiden, sene başında yaptığımız en iyimser tahmin bu seviyedeydi nerdeyse. Önümüzde iki maç ve belki de daha ötesi var. Bu turu geçmeyi başarırsak kazanacağımız puanların haricinde çeyrek final bonusunu da cebimize koyacağız, bu da bizi bir anda ilk 50'ye taşıyabilecek bir puan demek. Avrupa kupalarında devam eden en yakın takım 53. sıradaki Udinese ve aramızda hiçbir takım yok devam eden, bu da sıçrama yapmamızı fazlasıyla kolaylaştıracak.
Merak edenler bir ufak detayı daha farketmişlerdir, Galatasaray takım puanını mahveden o iki senelik periyodun ardından ilk defa üç büyüklerden birini geride bırakmayı başardı. Bunu da sadece üç senelik puanlarıyla yaptığını unutmamak gerek, önümüzdeki iki, hatta üç-dört sene derecelerini geliştirecektir Galatasaray...
Galatasaray 4-3 Bordeaux || Bordeaux Destanı!
Daha ilk saniyelerinde efsane olmaya göz kırpmıştı bu maç aslında, sadece biz farkında değildik o an için. Ne olduğunu anlayamadan sol bek Placente'nin defansın arkasında attığı o sert ve ani top, Meira'nın da zamanlama hatasıyla henüz 11.saniyede tabelayı 0-1'e çevirmişti bile. Akıllara İsviçre-Türkiye maçı geliyor ilk an, kazanmak zorunda olduğumuz ancak ilk dakikalarda golü yediğimiz maç olarak. Bir yandan sonu benzemez inşallah diye dua ediyorum tabii.
Başta Arda olmak üzere sol taraftan ters ayakla kesilen ortalarla tehlikeli olmaya çalıştık gol sonrası, bir tanesi az kalsın gol oluyordu ancak orda da önce direk, sonra kısmet engelledi golümüzü. Direkten dönen top ordaki iki Galatasaraylıdan birinin önüne düşse daha şoku atlatamadan skoru dengeye getirebilirdik. Bu ataklara hayıflanırken bir de Mehmet Topal'ı kaybedince insanın ister istemez morali bozuluyor zira Servet ve Emre Güngör'ün sakatlıkları sonrası bir de Topal'ı uzun süreli kaybetmek ihtiyacımız olan son şeydi, her şey ters gidiyordu bizim adımıza. Derken oyuna girenin Harry Kewell olduğunu gördük. Bu hamleyle akınları sol tarafa yatık olarak Arda üzerinden gerçekleştiren Galatasaray sağ tarafı da hücuma kazandırırken Sabri-Kewell gibi savunması yetersiz bir hat oluşturmuş olduk orda. Gerekli bir riskti, bunun gerekliliği ilerki dakikalarda görülecekti zaten.
İlk yarı ilerledikçe Galatasaray'ın baskısı arttı ancak gol pozisyon bakımından zengin olduğunu söylemek zordu, Kewell'ın sağ taraftan kaleye paralel giden sert şutunu kenara koyarsak. Ancak sağ taraftan gelişen bir diğer akında Barış'ın yay civarına çevirdiği top, Meira'nın topu belki doğru belki yanlış bir tercihle durdurması, geriden gelen Arda'nın sol köşeye topu sert ve kavisli şekilde göndermesi beraberliği getiriyordu Galatasaray'a. Bu golde Diawara'nın payını da atlamamak lazım, ayağını o kadar yanlış bir zamanda salladı ki ancak o şekilde gol olurdu diyebileceğimiz bir pozisyon izletti bizlere.
İlk yarı böyle bitecek diye düşünüyordu herkes, ben ise keşke önde girsek derdindeydim. "O sırada uzay-zaman bükülmesi dediğimiz olay gerçekleşti, Hagi çıktı, topu 90'a astı." demeyeceğim elbette ama desem de yalan sayılmazdı pek. Commandante'ye saygısızlık olarak adledilmesin ama Hagi'nin Monaco'ya attığı golle kıyaslanacak türden bir goldü bu. Bütün efsane goller de Fransız takımlarına oluyor nedense; Prekazi, Hagi, şimdi de Kewell. Bu düzeydeki yeni nesil oyuncunun Harry Kewell olduğunu söyleyebiliriz sanıyorum.
İlk yarıya 2-1 önde girmenin, 3 dakikada ses tellerimizi feda etmenin verdiği rahatlıkla girdik devre arasına. Bu ara Kewell'ın gollerinin her tekrarında çıkan orgazmik seslerle ve avuçlarımızı patlatmaya çalışırcasına birbirine çarpan ellerimizin sızlamasıyla geçti, gitti. D-Smart'ın aklınca istatistik verdiği 0.2 saniyelik sürede ekrana gelen koşu mesafelerine baktığımızda Milan Baros'un açık ara sahanın en çok koşan oyuncusu olduğunu görüyorduk, daha doğrusu üç kişi de aynı halüsinasyonu göremeyeceğimize kanaat getirip fikir birliği sağlıyoruz arkadaşlarla. Arada sürekli dönen OK reklamı da cabası.İkinci yarıya iyi başlayacağımızı az çok tahmin etmiştik zira Galatasaray'ın bu sezonki Avrupa maçlarını incelediğimizde skor avantajını eline geçirdiğinde gerçekleştirdiği pas trafiğini dünyada uygulayabilecek takım sayısının bir elin parmaklarını geçmeyecek türden olduğunu görüyorduk. Öyle de oldu, özellikle 3. golden sonra. Lincoln'ün klası işte burda yatıyor, birebir kaldı mı karşısındaki defans oyuncusuna düğüm atabilecek türden çalımları var ve bunu çok sakin ve doğru biçimde yapıyor. Topu çekişi, Arda'ya net gollük pası verişi yine olağanüstüydü. Baros'la beraber takımın en çok koşanı olduğunu da ayrıca vurgulamamız gerekir. Arda Turan'ın golü koklamasındaki gelişim de gözden kaçmamalı, geçtiğimiz sene bu kadar içeri giren, gol atan bir oyuncu değildi Arda. Şampiyonluğun geldiği ikinci yarıdan itibaren kendini zorluyor bu konuda, iyi de yapıyor. Bu anlamda Euro 2008'in Arda'ya önemli katkısı oldu. Maç öncesi yazısında bu maç için yıldız adayım olduğunu söylemiştim zaten, haksız çıkarmadığı için ona ayrıca teşekkür etmem lazım.
Maçı bu noktada bitirdiğimizi düşünürken en az Galatasaray'ın dönüşü kadar zor bir işi başaracağını bilmiyorduk tabii Bordeaux'nun. Arkadaşıma 3-1'in çok iyi olduğunu, şok bir gol yesek bile turu zora sokmayacağımızı ballandıra ballandıra anlatırken Cavenaghi imzalı iki golü ağlarımızda görmemiz çok uzun sürmedi. İşin ironik tarafı Galatasaray'ın en rahat oyununu 3-1 ile 3-3 arasında oynamış olmasıydı. Cavenaghi'ye olan hayranlığımı sıkça dile getiriyorum blogda, bu sefer sinirlerimizi bozmuş olsa da ne kadar klas bir golcü olduğunu bizlere tekrar gösterdi. Umarım onu bir gün Galatasaray'da görmek nasip olur bizlere.
Kabus dakikaları o zaman başladı işte. Takımın moralinin dibe vurması, Gouffran'ın oyuna girip defansın arkasına yaptığı etkili koşular iyice sinirlerimizi zıplatmıştı. Takımın toparlanması 85. dakikayı buldu. Bu dakikadan sonra seri korner atışları kazanmaya başladık. Lincoln ve Arda'yla etkisiz atılan kornerlerden yakınıyorduk ki 13. ve bana göre yine etkisiz bir korner atışı sonrası Bordeaux'lu oyuncunun Sabri'ye çıkardığı nefis top, onun net vuruşu ve bir diğer Bordeaux'luya çarpıp ağlara giden gol. Maç içinde Sabri'nin adını bağırmayacağımı deklare etmiştim ama böyle bir golü Sabri bile atsa yere, göğe haykırmam gerekiyordu adına, o kadar efsanevi ve önemli bir goldü çünkü. Bir oyuncuya çarpmasının bir önemi yoktu, o golü Galatasaray çoktan haketmişti zaten. Gol sonrası 3 dakikalık bekleyiş ve ardından gelen inanılmaz bir sevinç. Bu duyguyu tatmayalı yıllar olmuştu, emeği geçen herkese teşekkürlerimi bir borç biliyorum.Son 16'ya kaldık, rakip Hamburg. Milan, Fiorentina, Aston Villa, Tottenham, Deportivo gibi takımların elendiği, son 16'ya kalamadığı kupada Galatasaray son 16'da. Bana göre turnuvanın en güçlü ekiplerinden biriyle eşleştik ama en az onlar kadar güçlü ve kapasiteli bir takım olduğumuzu bugün net bir şekilde gösterdik sanıyorum. Geçtiğimiz sene Leverkusen'i geçip Hamburg'la eşleşme şansını kullanamamıştık, kısmet bu seneyeymiş. Bu sefer de Hamburg'u, eleyecek Galatasaray, İN-ŞAL-LAH!
Başta Arda olmak üzere sol taraftan ters ayakla kesilen ortalarla tehlikeli olmaya çalıştık gol sonrası, bir tanesi az kalsın gol oluyordu ancak orda da önce direk, sonra kısmet engelledi golümüzü. Direkten dönen top ordaki iki Galatasaraylıdan birinin önüne düşse daha şoku atlatamadan skoru dengeye getirebilirdik. Bu ataklara hayıflanırken bir de Mehmet Topal'ı kaybedince insanın ister istemez morali bozuluyor zira Servet ve Emre Güngör'ün sakatlıkları sonrası bir de Topal'ı uzun süreli kaybetmek ihtiyacımız olan son şeydi, her şey ters gidiyordu bizim adımıza. Derken oyuna girenin Harry Kewell olduğunu gördük. Bu hamleyle akınları sol tarafa yatık olarak Arda üzerinden gerçekleştiren Galatasaray sağ tarafı da hücuma kazandırırken Sabri-Kewell gibi savunması yetersiz bir hat oluşturmuş olduk orda. Gerekli bir riskti, bunun gerekliliği ilerki dakikalarda görülecekti zaten.
İlk yarı ilerledikçe Galatasaray'ın baskısı arttı ancak gol pozisyon bakımından zengin olduğunu söylemek zordu, Kewell'ın sağ taraftan kaleye paralel giden sert şutunu kenara koyarsak. Ancak sağ taraftan gelişen bir diğer akında Barış'ın yay civarına çevirdiği top, Meira'nın topu belki doğru belki yanlış bir tercihle durdurması, geriden gelen Arda'nın sol köşeye topu sert ve kavisli şekilde göndermesi beraberliği getiriyordu Galatasaray'a. Bu golde Diawara'nın payını da atlamamak lazım, ayağını o kadar yanlış bir zamanda salladı ki ancak o şekilde gol olurdu diyebileceğimiz bir pozisyon izletti bizlere.
İlk yarı böyle bitecek diye düşünüyordu herkes, ben ise keşke önde girsek derdindeydim. "O sırada uzay-zaman bükülmesi dediğimiz olay gerçekleşti, Hagi çıktı, topu 90'a astı." demeyeceğim elbette ama desem de yalan sayılmazdı pek. Commandante'ye saygısızlık olarak adledilmesin ama Hagi'nin Monaco'ya attığı golle kıyaslanacak türden bir goldü bu. Bütün efsane goller de Fransız takımlarına oluyor nedense; Prekazi, Hagi, şimdi de Kewell. Bu düzeydeki yeni nesil oyuncunun Harry Kewell olduğunu söyleyebiliriz sanıyorum.
İlk yarıya 2-1 önde girmenin, 3 dakikada ses tellerimizi feda etmenin verdiği rahatlıkla girdik devre arasına. Bu ara Kewell'ın gollerinin her tekrarında çıkan orgazmik seslerle ve avuçlarımızı patlatmaya çalışırcasına birbirine çarpan ellerimizin sızlamasıyla geçti, gitti. D-Smart'ın aklınca istatistik verdiği 0.2 saniyelik sürede ekrana gelen koşu mesafelerine baktığımızda Milan Baros'un açık ara sahanın en çok koşan oyuncusu olduğunu görüyorduk, daha doğrusu üç kişi de aynı halüsinasyonu göremeyeceğimize kanaat getirip fikir birliği sağlıyoruz arkadaşlarla. Arada sürekli dönen OK reklamı da cabası.İkinci yarıya iyi başlayacağımızı az çok tahmin etmiştik zira Galatasaray'ın bu sezonki Avrupa maçlarını incelediğimizde skor avantajını eline geçirdiğinde gerçekleştirdiği pas trafiğini dünyada uygulayabilecek takım sayısının bir elin parmaklarını geçmeyecek türden olduğunu görüyorduk. Öyle de oldu, özellikle 3. golden sonra. Lincoln'ün klası işte burda yatıyor, birebir kaldı mı karşısındaki defans oyuncusuna düğüm atabilecek türden çalımları var ve bunu çok sakin ve doğru biçimde yapıyor. Topu çekişi, Arda'ya net gollük pası verişi yine olağanüstüydü. Baros'la beraber takımın en çok koşanı olduğunu da ayrıca vurgulamamız gerekir. Arda Turan'ın golü koklamasındaki gelişim de gözden kaçmamalı, geçtiğimiz sene bu kadar içeri giren, gol atan bir oyuncu değildi Arda. Şampiyonluğun geldiği ikinci yarıdan itibaren kendini zorluyor bu konuda, iyi de yapıyor. Bu anlamda Euro 2008'in Arda'ya önemli katkısı oldu. Maç öncesi yazısında bu maç için yıldız adayım olduğunu söylemiştim zaten, haksız çıkarmadığı için ona ayrıca teşekkür etmem lazım.
Maçı bu noktada bitirdiğimizi düşünürken en az Galatasaray'ın dönüşü kadar zor bir işi başaracağını bilmiyorduk tabii Bordeaux'nun. Arkadaşıma 3-1'in çok iyi olduğunu, şok bir gol yesek bile turu zora sokmayacağımızı ballandıra ballandıra anlatırken Cavenaghi imzalı iki golü ağlarımızda görmemiz çok uzun sürmedi. İşin ironik tarafı Galatasaray'ın en rahat oyununu 3-1 ile 3-3 arasında oynamış olmasıydı. Cavenaghi'ye olan hayranlığımı sıkça dile getiriyorum blogda, bu sefer sinirlerimizi bozmuş olsa da ne kadar klas bir golcü olduğunu bizlere tekrar gösterdi. Umarım onu bir gün Galatasaray'da görmek nasip olur bizlere.
Kabus dakikaları o zaman başladı işte. Takımın moralinin dibe vurması, Gouffran'ın oyuna girip defansın arkasına yaptığı etkili koşular iyice sinirlerimizi zıplatmıştı. Takımın toparlanması 85. dakikayı buldu. Bu dakikadan sonra seri korner atışları kazanmaya başladık. Lincoln ve Arda'yla etkisiz atılan kornerlerden yakınıyorduk ki 13. ve bana göre yine etkisiz bir korner atışı sonrası Bordeaux'lu oyuncunun Sabri'ye çıkardığı nefis top, onun net vuruşu ve bir diğer Bordeaux'luya çarpıp ağlara giden gol. Maç içinde Sabri'nin adını bağırmayacağımı deklare etmiştim ama böyle bir golü Sabri bile atsa yere, göğe haykırmam gerekiyordu adına, o kadar efsanevi ve önemli bir goldü çünkü. Bir oyuncuya çarpmasının bir önemi yoktu, o golü Galatasaray çoktan haketmişti zaten. Gol sonrası 3 dakikalık bekleyiş ve ardından gelen inanılmaz bir sevinç. Bu duyguyu tatmayalı yıllar olmuştu, emeği geçen herkese teşekkürlerimi bir borç biliyorum.Son 16'ya kaldık, rakip Hamburg. Milan, Fiorentina, Aston Villa, Tottenham, Deportivo gibi takımların elendiği, son 16'ya kalamadığı kupada Galatasaray son 16'da. Bana göre turnuvanın en güçlü ekiplerinden biriyle eşleştik ama en az onlar kadar güçlü ve kapasiteli bir takım olduğumuzu bugün net bir şekilde gösterdik sanıyorum. Geçtiğimiz sene Leverkusen'i geçip Hamburg'la eşleşme şansını kullanamamıştık, kısmet bu seneyeymiş. Bu sefer de Hamburg'u, eleyecek Galatasaray, İN-ŞAL-LAH!
Galatasaray - Bordeaux || Maç Öncesi
Gerçek anlamda bir maç öncesi yazısı yazabilmek için elimizde yeterli veri yok Galatasaray adına ama yine de Bülent Korkmaz'ın açıklamaları üzerinden birkaç tahmin yürütebiliriz.
Elimizdeki en net veri, Bülent Korkmaz'ın basın toplantısında belirttiği 4lü defans. Ancak bu 4lü nasıl oluşur, onu tahmin etmek güç. Servet ve Emre Güngör sakat ki bu ikili muhtemelen kaptanın kafasındaki 11'de banko yer alan oyuncular. Bu açıdan büyük bir talihsizlik oldu Kocaelispor maçındaki sakatlıklar. Lig TV'ye verdiği röportajda "Servet+Emreler" demişti, son dönemde ayakta kalabilen ender defans oyuncularından biri olduğunu düşünürsek Emre Aşık'ın ilk 11'de yerinin garanti olduğunu söyleyebiliriz. Partneri ise Meira olur zira Semih Kaya Bülent Korkmaz Semih'i takip ediyor olsa bile böylesine kritik bir maçta direkt olarak ilk 11'e koyacağını sanmıyorum, en azından bu maçta değil. Sol taraf için Hakan Balta birinci öncelik elbette, onun yetişip yetişmemesi çok önemli. Galatasaray defansı zaten sağ tarafı riske etmiş durumdayken bir de Volkan Yaman felaket olabilir. Sağ tarafta ise muhtemelen Sabri başlayacak.
Hücum anlamında merak ettiğim nokta, Kaptanın Lincoln ve Baros ikilisini bozmaya kalkıp kalkmayacağı zira bu bize takımın geleceği hakkında da az çok fikir verecektir. Yerli oyuncuların Lincoln ve diğer yabancıların saha içindeki rolleriyle ilgili problemleri olduğunu söylemiştik. Eğer Bülent Korkmaz, bu konuda yerlilerden yana tavır alırsa sonuçlarda düzelme olsa bile uzun vadede büyük zarar görecektir Galatasaray. Bu açıdan Kaptan'ın takınacağı tavır en az bu maçın sonucu kadar önemli bizler için.
Benim fikrimi soracak olursanız ben Kaptanın 4-2-3-1 üzerinde pek oynama yapmayacağını düşünüyorum. Sonuçta sezonun en kritik maçlarından birine çıkıyorsunuz ve takımı sadece 3 gün önce teslim almışsınız. Bu kadar kısa sürede takımın sırıtmadan uygulayabileceği bir taktik düzen yerleştirmenin imkansız olduğunu söylemek zor değil, Kaptanın ilk denemelerini Konyaspor maçında göreceğiz bu anlamda.
Bordeaıx, takımın oyun kurucusu Yoan Gourcuff'u İstanbul'a getirmedi. Bu da klasik düzenlerinden verilmiş büyük bir taviz demek. Büyük ihtimalle Blanc'ın kafasında deplasmandan iyi bir skorla çıkabilecek defansif bir düzen yatıyor, bu anlamda forvette Chamakh ya da Cavenhaghi'den fedakarlık edip daha hızlı ve yıpratıcı bir forvet tercihi görebiliriz. Gouffran bu konuda ilk tercih olacaktır. Bunun tam tersi olarak Chamakh ve Cavenhaghi'yle defansı yıpratıp oyunun son bölümlerinde hızlı oyuncularından faydalanabilir.
Sağ tarafta Jurietti cezalı, bu da Arda Turan'ın işini kolaylaştıran bir unsur. Bülent Korkmaz'ın gelişinin olumlu yönde etkileyeceği isimlerden biri olacak Arda Turan, muhtemelen de kaptanlığa getirilecek kendisi. Skibbe'yi göndertme sürecinde aktif rol alan oyunculardan biriydi Arda, bu sebeple taraftarın gözünde sınırsız olan kredisini bir nebze kaybetti. Bu sebeple bu akşam iyi motive olup kendini gösterecektir.
Son bir not, bugün İstanbul inanılmaz rüzgarlı, sağanak yağış da var üstüne üstlük. Maçın gidişatını etkileyecektir şüphesiz...
Elimizdeki en net veri, Bülent Korkmaz'ın basın toplantısında belirttiği 4lü defans. Ancak bu 4lü nasıl oluşur, onu tahmin etmek güç. Servet ve Emre Güngör sakat ki bu ikili muhtemelen kaptanın kafasındaki 11'de banko yer alan oyuncular. Bu açıdan büyük bir talihsizlik oldu Kocaelispor maçındaki sakatlıklar. Lig TV'ye verdiği röportajda "Servet+Emreler" demişti, son dönemde ayakta kalabilen ender defans oyuncularından biri olduğunu düşünürsek Emre Aşık'ın ilk 11'de yerinin garanti olduğunu söyleyebiliriz. Partneri ise Meira olur zira Semih Kaya Bülent Korkmaz Semih'i takip ediyor olsa bile böylesine kritik bir maçta direkt olarak ilk 11'e koyacağını sanmıyorum, en azından bu maçta değil. Sol taraf için Hakan Balta birinci öncelik elbette, onun yetişip yetişmemesi çok önemli. Galatasaray defansı zaten sağ tarafı riske etmiş durumdayken bir de Volkan Yaman felaket olabilir. Sağ tarafta ise muhtemelen Sabri başlayacak.
Hücum anlamında merak ettiğim nokta, Kaptanın Lincoln ve Baros ikilisini bozmaya kalkıp kalkmayacağı zira bu bize takımın geleceği hakkında da az çok fikir verecektir. Yerli oyuncuların Lincoln ve diğer yabancıların saha içindeki rolleriyle ilgili problemleri olduğunu söylemiştik. Eğer Bülent Korkmaz, bu konuda yerlilerden yana tavır alırsa sonuçlarda düzelme olsa bile uzun vadede büyük zarar görecektir Galatasaray. Bu açıdan Kaptan'ın takınacağı tavır en az bu maçın sonucu kadar önemli bizler için.
Benim fikrimi soracak olursanız ben Kaptanın 4-2-3-1 üzerinde pek oynama yapmayacağını düşünüyorum. Sonuçta sezonun en kritik maçlarından birine çıkıyorsunuz ve takımı sadece 3 gün önce teslim almışsınız. Bu kadar kısa sürede takımın sırıtmadan uygulayabileceği bir taktik düzen yerleştirmenin imkansız olduğunu söylemek zor değil, Kaptanın ilk denemelerini Konyaspor maçında göreceğiz bu anlamda.
Bordeaıx, takımın oyun kurucusu Yoan Gourcuff'u İstanbul'a getirmedi. Bu da klasik düzenlerinden verilmiş büyük bir taviz demek. Büyük ihtimalle Blanc'ın kafasında deplasmandan iyi bir skorla çıkabilecek defansif bir düzen yatıyor, bu anlamda forvette Chamakh ya da Cavenhaghi'den fedakarlık edip daha hızlı ve yıpratıcı bir forvet tercihi görebiliriz. Gouffran bu konuda ilk tercih olacaktır. Bunun tam tersi olarak Chamakh ve Cavenhaghi'yle defansı yıpratıp oyunun son bölümlerinde hızlı oyuncularından faydalanabilir.
Sağ tarafta Jurietti cezalı, bu da Arda Turan'ın işini kolaylaştıran bir unsur. Bülent Korkmaz'ın gelişinin olumlu yönde etkileyeceği isimlerden biri olacak Arda Turan, muhtemelen de kaptanlığa getirilecek kendisi. Skibbe'yi göndertme sürecinde aktif rol alan oyunculardan biriydi Arda, bu sebeple taraftarın gözünde sınırsız olan kredisini bir nebze kaybetti. Bu sebeple bu akşam iyi motive olup kendini gösterecektir.
Son bir not, bugün İstanbul inanılmaz rüzgarlı, sağanak yağış da var üstüne üstlük. Maçın gidişatını etkileyecektir şüphesiz...
Quinton Hosley & Anthony Tolliver Galatasaray CC'da!
Salsa Basket geçmiş haberi, sonunda sevinecek bir gelişme oldu basketbol şubesinde. Çoğunuzun bildiği gibi geçen sene KSK ile anlaşma noktasına gelmişti Galatasaray ancak Murat Özyer'den veto yemişti bu transfer, kontenjanı daha sonraya saklamak istediğini söylemişti. Belki de o gün Galatasaray'ın az da olsa olan şampiyonluk hayallerinin bittiği gündü. Daha sonra Galatasaray'ın almadığı Hosley Real Madrid'e gitti. Bugün ise Madrid aktarmalı da olsa Galatasaraylı oluyor, geç oldu ama oldu.Harika bir transfer.
Tolliver hakkında bir bilgim yok doğal olarak, onu da izleyerek öğreneceğiz artık ancak NBA çıkışlı olması şu anki uzun rotasyonu düşünüldüğünde önemli bir referans. Arkadaşın NBA.com profiline şurdan ulaşabilirsiniz.
Tolliver hakkında bir bilgim yok doğal olarak, onu da izleyerek öğreneceğiz artık ancak NBA çıkışlı olması şu anki uzun rotasyonu düşünüldüğünde önemli bir referans. Arkadaşın NBA.com profiline şurdan ulaşabilirsiniz.
Şampiyonlar Ligi Gecesi #8
Çarşamba gecesi de Salı'dan farksız, ilk maçı deplasmanda oynayanlar büyük ölçüde başarılı olanlar oldu yine. En dikkat çekici maç şüphesiz Real Madrid-Liverpool arasındaydı. Yine oyunu tutmaya çalışan, kontrollü takımlar vardı sahada. Maç 0-0'a bağlandı mı derken 82. dakikada Liverpool'un golü geldi. Liverpool için olabilecek en iyi senaryolardan biriydi bu, maçın sonlarına doğru gol atıp maçı bağlamak. 1-0 sonrası Real Madrid'e pozisyon şansı tanımadılar bile. Son dakikalarda uzun bir aradan sonra Gerrard'ı gördük sahada ama topla pek muhattap olamadı. Sakatlığın etkisi görülüyor gibiydi, form tutması biraz zaman alacak gibi.
Avrupa kupası mantığını en iyi özümsemiş ekip Liverpool dersek yanlış olmaz sanırım, rakip kim olursa olsun ellerinden gelen en iyi işi çıkarıyorlar. 2005'teki efsane şampiyonlukları sonrası tarih sayfalarında kalmış bu özelliklerini tekrar kazandılar ve o günden bu yana ligdeki form durumları ne olursa olsun Avrupada farklı bir motivasyonla oynamasını biliyorlar. Real Madrid gibi bir devi saf dışı bırakacaklar muhtemelen. Real Madrid ise ligdeki müthiş formuna rağmen iç sahada kaybetmiş olmanın dezavantajıyla çıkacak Anfield'a, işleri zor. Eğer Barcelona ligde tekrar toparlanırsa son dönemde yeşeren umutları yerini tekrar ümitsizliğe bırakabilir.Turu net olarak garantileyen bir takım vardı bu akşam, o da Bayern elbette. Sporting'e 5 attılar Lizbon'da. Portekizliler için çok ağır bir yenilgi olsa gerek. Bayern ligde sallantılı günler geçiriyor şu sıralar, Hoffenheim'la uğraşırken aradan Hertha, Hamburg gibi takımlar da gelmeye başladı. Şampiyonluk için baya sıkı bir rekabete girecekler bu ekiplerle. İkinci maçı çerezine oynayacak olmaları önemli bir avantaj. Genç yetenekleri deneyebilir bu maçta Klinsmann, Mehmet Ekici'yi de oynatırsa sırf onun için izleyebilirim maçı.
Chelsea kendi sahasında kazanan tek ekip, Juventus'u 1-0'la geçmişler. Maçın özetini henüz izleme fırsatı bulamadım, o sebeple üstüne fazla detaylı bir değerlendirme yapmam zor ama şüphesiz Chelsea'nin bir avantajı olacak deplasmandaki maçta. Eğer Juventus'tan önce bir gol atabilirlerse Juventus'un tur ümitlerini tamamen bitirme şansına sahip olacaklar. Golü Drogba atmış, bu yılı formsuz geçiren Fildişili golcünün stresini azaltacaktır muhtemelen.
Bir de Villareal-Pana maçı vardı, o ise gecenin berabere biten tek karşılaşması. Pana grup maçlarına rezil bir başlangıç yaptıktan sonra son 4 haftadaki atağıyla liderliği almayı başarmıştı Inter'den, -bunda Inter'in gevşekliğinin payı da büyük tabii- seriye kaldıkları yerden devam ediyorlar anlaşılan. Rossi'nin penaltı golü olmasa Villareal'i Yunanistan'da daha zorlu bir maç bekliyor olabilirdi, şimdi az da olsa bir şansları var. Yine de avantaj Yunan ekibinde tabii. Şampiyonlar ligi sonuçlarını şöyle bir toparlayacak olursak;
Avrupa kupası mantığını en iyi özümsemiş ekip Liverpool dersek yanlış olmaz sanırım, rakip kim olursa olsun ellerinden gelen en iyi işi çıkarıyorlar. 2005'teki efsane şampiyonlukları sonrası tarih sayfalarında kalmış bu özelliklerini tekrar kazandılar ve o günden bu yana ligdeki form durumları ne olursa olsun Avrupada farklı bir motivasyonla oynamasını biliyorlar. Real Madrid gibi bir devi saf dışı bırakacaklar muhtemelen. Real Madrid ise ligdeki müthiş formuna rağmen iç sahada kaybetmiş olmanın dezavantajıyla çıkacak Anfield'a, işleri zor. Eğer Barcelona ligde tekrar toparlanırsa son dönemde yeşeren umutları yerini tekrar ümitsizliğe bırakabilir.Turu net olarak garantileyen bir takım vardı bu akşam, o da Bayern elbette. Sporting'e 5 attılar Lizbon'da. Portekizliler için çok ağır bir yenilgi olsa gerek. Bayern ligde sallantılı günler geçiriyor şu sıralar, Hoffenheim'la uğraşırken aradan Hertha, Hamburg gibi takımlar da gelmeye başladı. Şampiyonluk için baya sıkı bir rekabete girecekler bu ekiplerle. İkinci maçı çerezine oynayacak olmaları önemli bir avantaj. Genç yetenekleri deneyebilir bu maçta Klinsmann, Mehmet Ekici'yi de oynatırsa sırf onun için izleyebilirim maçı.
Chelsea kendi sahasında kazanan tek ekip, Juventus'u 1-0'la geçmişler. Maçın özetini henüz izleme fırsatı bulamadım, o sebeple üstüne fazla detaylı bir değerlendirme yapmam zor ama şüphesiz Chelsea'nin bir avantajı olacak deplasmandaki maçta. Eğer Juventus'tan önce bir gol atabilirlerse Juventus'un tur ümitlerini tamamen bitirme şansına sahip olacaklar. Golü Drogba atmış, bu yılı formsuz geçiren Fildişili golcünün stresini azaltacaktır muhtemelen.
Bir de Villareal-Pana maçı vardı, o ise gecenin berabere biten tek karşılaşması. Pana grup maçlarına rezil bir başlangıç yaptıktan sonra son 4 haftadaki atağıyla liderliği almayı başarmıştı Inter'den, -bunda Inter'in gevşekliğinin payı da büyük tabii- seriye kaldıkları yerden devam ediyorlar anlaşılan. Rossi'nin penaltı golü olmasa Villareal'i Yunanistan'da daha zorlu bir maç bekliyor olabilirdi, şimdi az da olsa bir şansları var. Yine de avantaj Yunan ekibinde tabii. Şampiyonlar ligi sonuçlarını şöyle bir toparlayacak olursak;
Real Madrid 0-1 Liverpool
Sporting 0-5 Bayern Münih
Villarreal 1-1 Panathinaikos
Chelsea 1-0 Juventus
Arsenal 1-0 Roma
Atletico Madrid 2-2 Porto
Inter 0-0 Manchester Utd.
Lyon 1-1 Barcelona
Sporting 0-5 Bayern Münih
Villarreal 1-1 Panathinaikos
Chelsea 1-0 Juventus
Arsenal 1-0 Roma
Atletico Madrid 2-2 Porto
Inter 0-0 Manchester Utd.
Lyon 1-1 Barcelona
Avrupa Fair Play Ligi & Türkiye
Gönderen
pclion
25 Şubat 2009 Çarşamba
Etiketler:
Avrupa Futbolu,
Avrupa'nın Diğer Ligleri,
Türk Futbolu
0
yorum
Belki dikkatinizi çekmiştir, bazı ülkelere fair play kontenjanı veriliyor UEFA Kupası için. Manchester City geçen sene Premier Lig'de ilk 7'ye girememesine rağmen UEFA Kupasında mücadele edebilmesi İngiltere'nin fair play kontenjanı sayesinde oldu. Bunu belirleyebilmek için UEFA bir sistem geliştirdi ve bu 1999 yılından beri uygulanıyor.
Bu sisteme göre ülkeler, temsilci takımlarının o sezonki maçlarında belli kriterlerine göre puanlanıyorlar. Bu kriterler 6 başlık altında inceleniyor.
Zaten kurallara şöyle bir baktığımızda bizim bu sıralamadan neden haberimiz olmadığı açıkça görülüyor zira bizim bu tip bir sıralamada bırakın üst sıraları, orta sıraları bile zorlamamız mümkün değil. Tabloda da açıkça gözüküyor zaten. Takımları 25 ve üstü sayıda maç yapmış 46 ülke arasında 42.sıradayız. Fazla söylenecek bir şey yok. Ondan sonra vay hakem bize şöyle sarı verdi, böyle kart verdi diye atıp tutarız Avrupa maçlarndan sonra. Sen adama yardımcı oluyor musun ki o sana müsamaha göstersin? Avrupada üst düzeyde mücadele eden en fair play dışı ülkeyiz açık ara, bunun geri dönüşü elbette iyi olmayacak.
Türkiye Futbol Federasyonu, sponsorlarının reklam filmlerinde fair play kelimesi geçmesinin yeterli olduğunu düşünüyor sanırım ama görünen köy kılavuz istemiyor. Federasyonla alakasız ne kadar iş varsa içinde olacaklarına biraz da kendi işleriyle ilgilensinler artık. Bir federasyonun görevi, yayın ihale düzenleyip 5 sene yatışa geçmek değildir, ülke futbolunun eksiklerini giderecek önlemleri almaktır. Fazla mı iyimser oldu acaba yazdıklarım, kulüpler arasında dengeyi bulmaya çalışan siyasi bir parti görünümündeki federasyondan ülke futboluyla ilgili bir şeyler talep etmek. Romantizmin dibine vurmuşuz vesselam.
Neyse, konuyu böyle depresif bir şekilde bitirmeyelim. Üstteki tablo fair play kontenjanından Avrupa kupalarına katılan takımların listesi. Manchester City de şaka maka iyi ekmeğini yemiş bu sistemin, bu ikinci katılışları. Büyük bir sürpriz olmazsa kupada 4.tura kalacaklar. Maçlarını Selçuk Dereli yönetiyormuş gerçi, ev sahibe takıma gider yapmayı seven bir hakemdir kendisi. Manchester City akıllı olsun!
Bu sisteme göre ülkeler, temsilci takımlarının o sezonki maçlarında belli kriterlerine göre puanlanıyorlar. Bu kriterler 6 başlık altında inceleniyor.
- Sarı ve Kırmızı Kartlar: Eğer hiçbir kart gösterilmemişse puan 10 oluyor. Her sarı kart için 1, her kırmızı kart için 3 puan düşülüyor puanlamada. Eğer oyuncu çift sarı karttan atılmışsa sadece 3 puan göz önünde bulunduruluyor ama önceden sarısı varsa ve direkt olarak kırmızı kart görmüşse sarı kart da puanlamaya yansıyor.
- Pozitif Oyun: Takımlar oyunu bozma ya da oynama çabalarına göre 10la 1 arası bir puan alıyorlar.
- Rakibe Saygı: Burda sakatlık sonrası topu tekrar rakibe verme gibi futbolun yazılı olmayan kuralları göz önünde tutuluyor. Takımlar 5le 1 arası bir puan alıyorlar.
- Hakeme Saygı: Tanım açık zaten, burda da 5le 1 arası bir puan alıyor takımlar.
- Takım Yetkililerinin Davranışları: 5le 1 arası puanlama geçerli.
- Taraftarların Davranışları: 5le 1 arası puanlama geçerli.
Zaten kurallara şöyle bir baktığımızda bizim bu sıralamadan neden haberimiz olmadığı açıkça görülüyor zira bizim bu tip bir sıralamada bırakın üst sıraları, orta sıraları bile zorlamamız mümkün değil. Tabloda da açıkça gözüküyor zaten. Takımları 25 ve üstü sayıda maç yapmış 46 ülke arasında 42.sıradayız. Fazla söylenecek bir şey yok. Ondan sonra vay hakem bize şöyle sarı verdi, böyle kart verdi diye atıp tutarız Avrupa maçlarndan sonra. Sen adama yardımcı oluyor musun ki o sana müsamaha göstersin? Avrupada üst düzeyde mücadele eden en fair play dışı ülkeyiz açık ara, bunun geri dönüşü elbette iyi olmayacak.
Türkiye Futbol Federasyonu, sponsorlarının reklam filmlerinde fair play kelimesi geçmesinin yeterli olduğunu düşünüyor sanırım ama görünen köy kılavuz istemiyor. Federasyonla alakasız ne kadar iş varsa içinde olacaklarına biraz da kendi işleriyle ilgilensinler artık. Bir federasyonun görevi, yayın ihale düzenleyip 5 sene yatışa geçmek değildir, ülke futbolunun eksiklerini giderecek önlemleri almaktır. Fazla mı iyimser oldu acaba yazdıklarım, kulüpler arasında dengeyi bulmaya çalışan siyasi bir parti görünümündeki federasyondan ülke futboluyla ilgili bir şeyler talep etmek. Romantizmin dibine vurmuşuz vesselam.
Neyse, konuyu böyle depresif bir şekilde bitirmeyelim. Üstteki tablo fair play kontenjanından Avrupa kupalarına katılan takımların listesi. Manchester City de şaka maka iyi ekmeğini yemiş bu sistemin, bu ikinci katılışları. Büyük bir sürpriz olmazsa kupada 4.tura kalacaklar. Maçlarını Selçuk Dereli yönetiyormuş gerçi, ev sahibe takıma gider yapmayı seven bir hakemdir kendisi. Manchester City akıllı olsun!
Servet & Emre'nin Sakatlıkları
Bülent Korkmaz takımın başına geldiğinde ilk önce takım hakkındaki görüşlerine ulaşmaya çalıştık. Bunlardan en dikkat çekici olan Meira'nın gereksiz bir transfer olduğu, defans hattında Servet+Emre'lerin yeterli olduğu konusundaki net fikriydi. Tam da bu sırada Zenith'in Meira ilgisi de ayyuka çıkınca Meira'nın transfer olabileceği yolunda genel bir fikir oluşmuştu. Ancak Bülent Korkmaz'ın gelişini tetiklediği kadar bu transferin kaderini de etkileyen bir maç oldu Kocaelispor, Servet de Emre Güngör de uzun süreli sakatlıklar yaşadılar bu maçta.
Bülent hocanın görüşlerini düşününce Emre Aşık'ı rotasyona yazacağımız ilk isim ancak Meira hakkındaki görüşlerinde ısrarcı olup kenara mı çekecek, yoksa üst düzey iki stoperi sakatlandığı için Meira'yı sahada mı tutacak, yoksa satışına izin mi verecek? Kaptan'ın yeni takım düzeninde en merak ettiğim konu bu.
Meira dışında merak ettiğim ise Skibbe tarafından görmezden gelinen Alpaslan-Serkan-Semih üçlüsü. Özellikle Alpaslan ve Serkan'ı rotasyonda 4. alternatif olarak bile görmeyip 13.5 kişiyle takımı götürmeyi çalışması, takımın 4-2-3-1 birikimini çöpe atmayı göze alıp kanatları işlemeyen bir 3-5-2'ye geçmeyi tercih etmesi Skibbe'yi yakmıştı. Hakan Balta'nın, Servet ve Emre'nin sakat olduğu, Sabri'nin eli belinde gezdiği şu dönemde forma bulma şansları var, en azından olmalı. Önümüzdeki 2-3 hafta bu sorularımıza bir cevap getirecektir...
Bülent hocanın görüşlerini düşününce Emre Aşık'ı rotasyona yazacağımız ilk isim ancak Meira hakkındaki görüşlerinde ısrarcı olup kenara mı çekecek, yoksa üst düzey iki stoperi sakatlandığı için Meira'yı sahada mı tutacak, yoksa satışına izin mi verecek? Kaptan'ın yeni takım düzeninde en merak ettiğim konu bu.
Meira dışında merak ettiğim ise Skibbe tarafından görmezden gelinen Alpaslan-Serkan-Semih üçlüsü. Özellikle Alpaslan ve Serkan'ı rotasyonda 4. alternatif olarak bile görmeyip 13.5 kişiyle takımı götürmeyi çalışması, takımın 4-2-3-1 birikimini çöpe atmayı göze alıp kanatları işlemeyen bir 3-5-2'ye geçmeyi tercih etmesi Skibbe'yi yakmıştı. Hakan Balta'nın, Servet ve Emre'nin sakat olduğu, Sabri'nin eli belinde gezdiği şu dönemde forma bulma şansları var, en azından olmalı. Önümüzdeki 2-3 hafta bu sorularımıza bir cevap getirecektir...
Daum Rosenmantagszug'da!
Şampiyonlar Ligi Gecesi #7
Şampiyonlar Liginde 2. devre bugün itibariyle başladı, biz de Inter-Manu eşleşmesiyle siftahı yaptık. Maç beklendiğini gibi iki tarafın birbirini tartmasıyla, kontrolü elden bırakmamasıyla geçti. Maçın dengesini bozacak bir pozisyon ya da ihraç da gelmeyince evine beraberlikle dönmeye razı olan Manu'nun istediği şekilde bitti maç. Hoş, 0-0 her zaman arızalı bir skordur, aleyhinize dönme ihtimali de fazlasıyla mevcut.
İlk gün maçlarında genel olarak deplasman takımlarının istediği gibi gitti maçlar. 2si gollü olmak üzere 3 beraberlik çıktı. Porto, Madrid deplasmanında 2 gol atıp 1-1'de dahil olmak üzere beraberlik avantajıyla dönmeyi başardı evine. Barcelona ise Lyon deplasmanında Juninho'nun erken golüyle geriye düşse de kendini Nou Camp'ta avantajlı kılacak skoru Henry'nin golüyle almayı başardı. 0-0 ceplerinde oynayacaklar. Saha avantajını doğru dürüst kullanabilen tek takım Arsenal oldu bu akşam, 1-0'lık galibiyetle ayrıldılar Emirates'ten. O maçta da golün penaltıdan gelmesi manidar elbette, o da olmasa ev sahipleri sıfır çekecekti.
Yarınki maçlar da oldukça zorlu. Avrupa Ekranı postunda da görüleceği üzere daha fazla seçeneğimiz olacak yarın, zap yapabilme şansı bulabileceğiz. Bu akşamki sonuçlar ve yarınki program şöyle;
İlk gün maçlarında genel olarak deplasman takımlarının istediği gibi gitti maçlar. 2si gollü olmak üzere 3 beraberlik çıktı. Porto, Madrid deplasmanında 2 gol atıp 1-1'de dahil olmak üzere beraberlik avantajıyla dönmeyi başardı evine. Barcelona ise Lyon deplasmanında Juninho'nun erken golüyle geriye düşse de kendini Nou Camp'ta avantajlı kılacak skoru Henry'nin golüyle almayı başardı. 0-0 ceplerinde oynayacaklar. Saha avantajını doğru dürüst kullanabilen tek takım Arsenal oldu bu akşam, 1-0'lık galibiyetle ayrıldılar Emirates'ten. O maçta da golün penaltıdan gelmesi manidar elbette, o da olmasa ev sahipleri sıfır çekecekti.
Yarınki maçlar da oldukça zorlu. Avrupa Ekranı postunda da görüleceği üzere daha fazla seçeneğimiz olacak yarın, zap yapabilme şansı bulabileceğiz. Bu akşamki sonuçlar ve yarınki program şöyle;
24 ŞUBAT SALI
Arsenal 1-0 Roma
Atletico Madrid 2-2 Porto
Inter 0-0 Manchester Utd.
21:45 Lyon 1-1 Barcelona
25 ŞUBAT ÇARŞAMBA
21:45 Chelsea - Juventus
21:45 Real Madrid - Liverpool
21:45 Sporting Lisbon - Bayern Münih
21:45 Villarreal - Panathinaikos
21:45 Real Madrid - Liverpool
21:45 Sporting Lisbon - Bayern Münih
21:45 Villarreal - Panathinaikos
Olalekan İbrahim Babatunde
Son günlerde gündem fazla ciddi, biraz rahatlasak fena olmayacak. 2 yıl önceden bir transfer haberinden bahsedeceğim sizlere, Olalekan İbrahim Babatunde transferi. 2007 Temmuz'unda bir haber düşmüştü basına, Msida Saint Joseph adlı Malta takımının resmi sitesinde resmi bir transfer haberi vardı ve bu haber Babatunde isimli Nijeryalı bir oyuncunun Galatasaray'a transfer olduğunu açıklıyordu.
O sıralar bir forumda yönetici olarak görev yapıyorum, 10 dakikada forum karıştı, insanlar kim bu ya diye bağrınmaktalar. Ben de yönetici olduğumdan ortamı sakinleştirme derdindeyim, bir yandan kimin nesi, kimin fesi diye oyuncuya bakıyorum. En sonunda şöyle bir mesaj yazmıştım konuya, şimdilerde baktığımda çok komik geldi gözüme.
O sıralar bir forumda yönetici olarak görev yapıyorum, 10 dakikada forum karıştı, insanlar kim bu ya diye bağrınmaktalar. Ben de yönetici olduğumdan ortamı sakinleştirme derdindeyim, bir yandan kimin nesi, kimin fesi diye oyuncuya bakıyorum. En sonunda şöyle bir mesaj yazmıştım konuya, şimdilerde baktığımda çok komik geldi gözüme.
Gündeme bomba gibi düşecek diyorlardı, doğruymuş demekkiKendimi bile inandıramamıştım yani bunun akılla, mantıkla açıklanabilecek bir transfer olduğuna. Bir yandan da transferin gerçek olmadığına dair bir kanıt arıyorum tabii. Millet çıldırmış gibi mesaj atıyor, birisi dalga geçme derdinde, birisi benim gibi aklına mukayyet olmaya çalışıyor. İnanın o yoğunluk bir Babatunde transferi sırasında oldu, bir de Lincoln transferinde.Neyse, beklediğimiz müjdeli haber gece 12'ye doğru geldi, Adnan Sezgin "yok böyle bir şey, nerden çıkmış bu" mealinde bir açıklamada bulunmuş ajanslara. Herkes rahatladı tabii. İşin ilginç tarafı o haberi çıkaran sitenin kulübün gerçekten resmi sitesi olmasıydı. Kulüp Türkiye'deki popülaritesini mi arttırmaya çalışıyordu, pek anlayamamıştım ama Olalekan İbrahim Babatunde sayelerinde transfer efsanelerinden biri olarak Galatasaray'ın gayriresmî tarihinde yerini aldı.Babatunde'nin wiki sayfasına baktım yazıyı yazarken, İngilizce sayfasında hala Galatasaray'la ilgili transfer haberi yer alıyor, yukarda görüldüğü gibi. Malta tarihinin en iyi oyuncularından biri olduğu gibi bir detay var ama yan panele baktığımızda şu an hiçbir kulüple sözleşmesi olmadığını görüyoruz ne hikmetse. Çok yaşa sen, Olalekan İbrahim Babatunde!
Bu arada adam forvet değil kanatmış. İki kanatta da oynayabilen birisiymiş.
Neler diyorum ben ya
Avrupa Ekranı
25 Şubat Çarşamba
21.45 Real Madrid-Liverpool Rustavi 2
21.45 Sporting Lizbon-Bayern CNN Türk
26 Şubat Perşembe
19.15 Hamburg-Nijmegen ZDF
21.45 M.City-Kopenhag TRT 3
21.45 Standard Liege-Braga Direct 8
21.45 Real Madrid-Liverpool Rustavi 2
21.45 Sporting Lizbon-Bayern CNN Türk
26 Şubat Perşembe
19.15 Hamburg-Nijmegen ZDF
21.45 M.City-Kopenhag TRT 3
21.45 Standard Liege-Braga Direct 8
Malesef Galatasaray maçı açık kanalda gözükmüyor Hotbird'de, en azından şimdilik. M6'nın maçı vereceği yönünde söylentiler vardı ama programa dahil olmuş değil henüz M6 kanalı. Bir gelişme olursa maç öncesi yazısında belirtirim konuyu. Şu anki programımız bu şekilde...
Uğur Kaptan'ın Dönüşü
Her yerlere düşmüş müjdeli haber, eli kulağındaydı zaten. 1 senedir yolunu gözlediğimiz Uğur Uçar tekrar başlamış çalışmalara. Kendim olsa bu kadar sevinirdim ancak. O lanet Şubat gününden bu yana beklemedeydik, bir yandan da sağlık kuruluna selamlarımızı gönderiyorduk tabii. 10 ayda 3 ameliyatla iyileşmeyen adam Almanya'da tek ameliyat ve iki ay rehabilitasyonla takımla birlikte antremanlara çıkar oldu, gel de sus şimdi! Sözde geçtiğimiz sezonun 30. haftasına yetişiyordu Uğur, bu senenin 30. haftası oynayabilecek duruma gelecek mi bakalım.Bu arada Büyük Kaptan'ın numarasını almıştı Uğur sezon başında kaptandan izin alarak, giymek nasip olmadı henüz ona. Bülent Korkmaz başındayken giyecek olması da ayrı bir güzel olacak. Bir de resmi site haberi ayrıca geçse de bizim ulaşamadığımız Galatasaray taraftarları da duysa bu güzel haberi. Sanırım Mehmet Şenol abimizin kaybı sebebiyle resmi site güncellemelerinde bir aksama var. Tekrar başı sağolsun abimizin...
Yapılanma Yanlışları ve Yerliler Üzerine...
Bizi Kocaelispor maçına getiren süreci irdelediğimizde hem yönetim (idari ve teknik) hem de futbolcular özelinde zincirlenme yanlışlar, hatalar yapıldığını görmek zor değil. Ancak sinir bozucu olan nitelik ve derinlik olarak rakiplerine göre bir adım önde olan Galatasaray kadrosu, bütün bu problemlere rağmen bugün rahatlıkla zirve yarışının en büyük adayı olabilirdi. Olmadı. Maç yazısında da değindiğimiz üzere biz de bu olmayışın nedenlerine inmeye çalışacağız öncelikle.
Burda ilk olarak transfer sezonuna bir dönüş yapmak gerekiyor. Orda bir tespit yapmıştık, neydi? Şampiyonluk kazanmış, gelişmekte olan bir yapının devamı olmayacaktı bu seneki Galatasaray. Belki bireysel anlamda oyuncu kalitesi yukarı çıkmıştı ama kalecisinden, defansına, kanatlarına, forvetine kadar değişmiş bir takımdan söz ediyorduk artık, yani bir uyum süreci kaçınılmazdı. Bunun yanısıra geçen seneden kalan çekirdek kadronun Euro 2008 sebebiyle sezona dinlenmiş ve zinde bir şekilde başlayamayacağını, bunun da zaten uyum sürecine girmesi gereken takıma problem çıkaracağını Galatasaray'ı yakından takip eden herkes tahmin ediyordu zaten.
Alışma sürecinde şansı yaver gitmedi takımın. Şampiyonlar ligi elemesinde Aykut'un da katkısıyla sert ve rakibi bozmak konusunda uzman bir rakip olan Steaua Bükreş'e tosladı takım, aslında beklenen sonuçtu. -her ne kadar hislerimize hakim olamayıp zamanında atıp tutmuş olsak da- Ligde ise yerlilerin soluklandığı dönemde takımı sırtlayan yabancılar olmuştu. Lincoln-Kewell-Baros üçlüsü gol paslarını atan, pozisyonları bitiren oyuncular oluyordu genelde. İşte bu noktadan sonra geçen seneki şampiyonluğun öne çıkan kahramanlarında rahatsızlık baş göstermeye başladı. Bu üçlünün yaptıklarını rol çalmak olarak gördüler, oyuncuların medyadaki sözcüleri konumundaki Küçük Hakan da benzer minvalde şeyler söylüyordu zaten.
Takımda sol kanat krizi patlak verdi haftalar ilerledikçe. Harry Kewell sol kanada geçince Arda Turan pasif-agresif bir tavır aldı bu duruma karşı. Oynamadı demek belki haksızlık olur ama sağ tarafta kendini geliştirmemekte, kendini sol kanat olarak tanımlamakta ısrarcı oldu, bunu gurur meselesi yaptı. Halbuki Kewell ondan daha iyi olduğu için yapılmamıştı bu değişiklik, Arda'nın yetenekleri kanat değiştirmeye daha uygun olduğu için yapılmıştı. Bunu başarmak istese rahatlıkla yapabilirdi Arda, beklenen Avrupa kariyerine de katkı yapacaktı aslında sağ kanat değişikliği. Bu da olmadı.
Daha sonra kaptanlık mevzuunda dedikodu mahiyetinde olan bu konu Arda Turan gibi takımın en önde gelen yerli oyuncusu tarafından açıkça dillendirildi. Ben bu takımda 2. kaptan olmam diyordu Arda, meydan okurcasına. Yönetim bu çıkışı sırf Arda Turan yaptığı için ufak tefek uyarılarla geçiştirmeyi tercih etti, başka bir oyuncu bu tarz bir çıkış yapsa muhtemelen çok daha sert bir tepki görecekti yönetimden. Ancak bu uyarılar sorunu bitirmekten uzaktı. İkinci yarının başlamasıyla bu daha da su yüzüne çıktı. Sivasspor maçına sakat olduğu için gidemeyen Lincoln hakkında yerli oyuncuların söylediği bazı sözleri duyar olduk. Medyadaki söylemlerden pek de farklı değildi yerli oyuncular arasındaki inanış. İşte sınırı aştıkları nokta da buydu, kişisel hırslarını Galatasaray'ın önüne koyuyordu bu oyuncular. Zamanında Emre ve Okan liderliğinde Jardel'e yapılanlar bugün Lincoln'e, Baros'a, Kewell'a, Meira'ya yapılıyor. "Biz şampiyon yaptık, bunlar üstümüze oyuncu getiriyor" düşüncesindeler.
Geçen seneki istekleri, iştahlarıyla bugünkünü karşılaştırdığımızda çok net görebiliyoruz bunu. Başlarında Skibbe değil Kalli vardı, o da oyuncuları hırslandıran, motive eden bir hoca değildi hatta takımı baltaladığı konusunda görüş birliği vardı neredeyse herkeste. Geçen seneki Servet, Arda, Sabri vs. oyunculardan eser yok. Takım tamamen kamplaşmış durumda. Bu kamplaşmada başını çekenin en sevdiğim oyunculardan Arda'nın olması ise en içimi acıtan detaydır burda, sadece onu söyleyeyim fazla uzatmadan.
Bu noktaya gelinmesinde yönetimin de payı var elbette. Onların hatası büyümeyi planlayamamaktı, yapılanmayı bozmadan üstüne ek yapmayı beceremeyip tamamen farklı bir kadro oluşumuna gitmekti. Bunun geçtiğimiz seneki rollerini kaybedecek oyuncuları etkileyeceğini hesaplamadan, FM oynar gibi her ortalama mevkiiye yeni yabancı transferi yaparak hata yaptılar. Meira öncelikli bir ihtiyaç değildi takım için, her ne kadar kendisine hayran olsam da Harry Kewell için de geçerli bu. Bu transferleri iki sene içine yayabilseler bu krizin onda biri yaşanmayacaktı muhtemelen. Bu saatten sonra bu kadronun birlik olması zor, Bülent Korkmaz'ın getireceği hava da bir yere kadar. Sene sonunda özellikle yerli cephesinden ayrılıklar olabilir, başta Sabri ve Ümit Karan olmak üzere. Bunlara Avrupadan tatmin edici bir teklif gelirse Arda bile eklenebilir ancak onun bir sene daha kalacağını sanıyorum takımda. Gelişmeleri merakla bekliyorum.
Burda ilk olarak transfer sezonuna bir dönüş yapmak gerekiyor. Orda bir tespit yapmıştık, neydi? Şampiyonluk kazanmış, gelişmekte olan bir yapının devamı olmayacaktı bu seneki Galatasaray. Belki bireysel anlamda oyuncu kalitesi yukarı çıkmıştı ama kalecisinden, defansına, kanatlarına, forvetine kadar değişmiş bir takımdan söz ediyorduk artık, yani bir uyum süreci kaçınılmazdı. Bunun yanısıra geçen seneden kalan çekirdek kadronun Euro 2008 sebebiyle sezona dinlenmiş ve zinde bir şekilde başlayamayacağını, bunun da zaten uyum sürecine girmesi gereken takıma problem çıkaracağını Galatasaray'ı yakından takip eden herkes tahmin ediyordu zaten.
Alışma sürecinde şansı yaver gitmedi takımın. Şampiyonlar ligi elemesinde Aykut'un da katkısıyla sert ve rakibi bozmak konusunda uzman bir rakip olan Steaua Bükreş'e tosladı takım, aslında beklenen sonuçtu. -her ne kadar hislerimize hakim olamayıp zamanında atıp tutmuş olsak da- Ligde ise yerlilerin soluklandığı dönemde takımı sırtlayan yabancılar olmuştu. Lincoln-Kewell-Baros üçlüsü gol paslarını atan, pozisyonları bitiren oyuncular oluyordu genelde. İşte bu noktadan sonra geçen seneki şampiyonluğun öne çıkan kahramanlarında rahatsızlık baş göstermeye başladı. Bu üçlünün yaptıklarını rol çalmak olarak gördüler, oyuncuların medyadaki sözcüleri konumundaki Küçük Hakan da benzer minvalde şeyler söylüyordu zaten.
Takımda sol kanat krizi patlak verdi haftalar ilerledikçe. Harry Kewell sol kanada geçince Arda Turan pasif-agresif bir tavır aldı bu duruma karşı. Oynamadı demek belki haksızlık olur ama sağ tarafta kendini geliştirmemekte, kendini sol kanat olarak tanımlamakta ısrarcı oldu, bunu gurur meselesi yaptı. Halbuki Kewell ondan daha iyi olduğu için yapılmamıştı bu değişiklik, Arda'nın yetenekleri kanat değiştirmeye daha uygun olduğu için yapılmıştı. Bunu başarmak istese rahatlıkla yapabilirdi Arda, beklenen Avrupa kariyerine de katkı yapacaktı aslında sağ kanat değişikliği. Bu da olmadı.
Daha sonra kaptanlık mevzuunda dedikodu mahiyetinde olan bu konu Arda Turan gibi takımın en önde gelen yerli oyuncusu tarafından açıkça dillendirildi. Ben bu takımda 2. kaptan olmam diyordu Arda, meydan okurcasına. Yönetim bu çıkışı sırf Arda Turan yaptığı için ufak tefek uyarılarla geçiştirmeyi tercih etti, başka bir oyuncu bu tarz bir çıkış yapsa muhtemelen çok daha sert bir tepki görecekti yönetimden. Ancak bu uyarılar sorunu bitirmekten uzaktı. İkinci yarının başlamasıyla bu daha da su yüzüne çıktı. Sivasspor maçına sakat olduğu için gidemeyen Lincoln hakkında yerli oyuncuların söylediği bazı sözleri duyar olduk. Medyadaki söylemlerden pek de farklı değildi yerli oyuncular arasındaki inanış. İşte sınırı aştıkları nokta da buydu, kişisel hırslarını Galatasaray'ın önüne koyuyordu bu oyuncular. Zamanında Emre ve Okan liderliğinde Jardel'e yapılanlar bugün Lincoln'e, Baros'a, Kewell'a, Meira'ya yapılıyor. "Biz şampiyon yaptık, bunlar üstümüze oyuncu getiriyor" düşüncesindeler.
Geçen seneki istekleri, iştahlarıyla bugünkünü karşılaştırdığımızda çok net görebiliyoruz bunu. Başlarında Skibbe değil Kalli vardı, o da oyuncuları hırslandıran, motive eden bir hoca değildi hatta takımı baltaladığı konusunda görüş birliği vardı neredeyse herkeste. Geçen seneki Servet, Arda, Sabri vs. oyunculardan eser yok. Takım tamamen kamplaşmış durumda. Bu kamplaşmada başını çekenin en sevdiğim oyunculardan Arda'nın olması ise en içimi acıtan detaydır burda, sadece onu söyleyeyim fazla uzatmadan.
Bu noktaya gelinmesinde yönetimin de payı var elbette. Onların hatası büyümeyi planlayamamaktı, yapılanmayı bozmadan üstüne ek yapmayı beceremeyip tamamen farklı bir kadro oluşumuna gitmekti. Bunun geçtiğimiz seneki rollerini kaybedecek oyuncuları etkileyeceğini hesaplamadan, FM oynar gibi her ortalama mevkiiye yeni yabancı transferi yaparak hata yaptılar. Meira öncelikli bir ihtiyaç değildi takım için, her ne kadar kendisine hayran olsam da Harry Kewell için de geçerli bu. Bu transferleri iki sene içine yayabilseler bu krizin onda biri yaşanmayacaktı muhtemelen. Bu saatten sonra bu kadronun birlik olması zor, Bülent Korkmaz'ın getireceği hava da bir yere kadar. Sene sonunda özellikle yerli cephesinden ayrılıklar olabilir, başta Sabri ve Ümit Karan olmak üzere. Bunlara Avrupadan tatmin edici bir teklif gelirse Arda bile eklenebilir ancak onun bir sene daha kalacağını sanıyorum takımda. Gelişmeleri merakla bekliyorum.
Teknik Direktör Bülent Korkmaz
Dün akşamdan itibaren gündem Skibbe'nin yerine kim geleceğiydi. Hagi ve Bülent Korkmaz isimleri geçiyordu ama Bordeaux maçı öncesi mi sonrası mı, belli değildi. Bülent Korkmaz ismi açıklandı bugün, 1.5 yıllık sözleşme yapılmış kendisiyle. Hoca seçimi şu anki şartlarda bana göre doğru. Bir Galatasaray efsanesi olarak futbolcuları kısa dönemli motive etmekte sorun yaşamayacaktır. Birçoğuna kaptanlık yapmıştır kendisi zaten, o açıdan yerli iletişimi konusunda sıkıntısı olmaz. Yabancılarla da aynı şekilde, iyi bir iletişim kurabileceğini düşünüyorum.
Kaptan için soru işaretleri genelde hocalık kariyeri üstüne ancak ben çalıştırdığı Erciyesspor ve Bursaspor'da iyi işler çıkardığına inanıyorum kendisinin. Özellikle Erciyes gibi ligden düşmesi kesin gözüyle bakılan bir takımı yeniden yapılandırıp bir devrede 25e yakın puan toplamış, kupada da final oynatmıştı. Ayrıca iç piyasaya oldukça hakim bir hocadır, yerli transferinde etkisiz eleman olmayacaktır, uyum sıkıntısı çekmeyecektir.
Hagi'nin gelmemesine sevindim zira onu daha önce acil durumlar için kullanmıştık. Bir daha başımıza gelecekse -ki bunu çok isterim gerçekten- daha kredili bir biçimde gelmesi gerekir bana göre. Şimdilik kaptan daha doğru bir seçimdi. Top yeniden kaptanda, bakalım teknik direktör olarak tekrar Galatasaray'a döndükten sonra ilk hamlesi ne olacak?
Kaptan için soru işaretleri genelde hocalık kariyeri üstüne ancak ben çalıştırdığı Erciyesspor ve Bursaspor'da iyi işler çıkardığına inanıyorum kendisinin. Özellikle Erciyes gibi ligden düşmesi kesin gözüyle bakılan bir takımı yeniden yapılandırıp bir devrede 25e yakın puan toplamış, kupada da final oynatmıştı. Ayrıca iç piyasaya oldukça hakim bir hocadır, yerli transferinde etkisiz eleman olmayacaktır, uyum sıkıntısı çekmeyecektir.
Hagi'nin gelmemesine sevindim zira onu daha önce acil durumlar için kullanmıştık. Bir daha başımıza gelecekse -ki bunu çok isterim gerçekten- daha kredili bir biçimde gelmesi gerekir bana göre. Şimdilik kaptan daha doğru bir seçimdi. Top yeniden kaptanda, bakalım teknik direktör olarak tekrar Galatasaray'a döndükten sonra ilk hamlesi ne olacak?
Galatasaray 2-5 Kocaelispor
Galatasaray'ın sezonu hakkını vererek kapadığı maç oldu bu. Kocaelispor elinden gelenin en iyisini yaparken Galatasaraylı futbolcular tribündeki bizlerden farksızdı. Siz tribündeki biz derken bunu kastetmemişti halbuki taraftar.
Maça açıkça aktif dinlenme amacıyla çıkmıştı takım. Arda Turan ve Milan Baros dinlendiriliyordu, Lincoln'ün ayağına bakıyorduk. Futbolcualrar da baktı zaten, başka bir şey görmedik. Sabri'nin koridoru Bağdat caddesi gibiydi, drift yapıyordu Kocaelisporlu futbolcular. Sol taraf da farksız değil. Ortalama bir oyun çıkarabilen oyuncu bile yoktu sahada Mehmet Topal ve Emre Güngör'ü ayrı tutarsak.
Bundan da acısı Galatasaray'ın bu maçta 1-0 öne geçmiş olmasıydı. Mehmet Topal'ın Gerrard'ı andıran golü bu berbat günde ihtiyacımız olan şeydi maçı kazanmak için, futbolcuların tek yapması gereken skoru tutmak, fırsat gelince galibiyeti garanti altına almaktı. Ali Sami Yen'de küme düşmeyi büyük ölçüde garantilemiş Kocaelispor bu noktada ayağa kalktı ve Galatasaray'a tam 5 gol attı, 5 gol. Tarihte böylesi az görülmüştür herhalde, en azından benim futbol hafızamda böyle bir maç yok. Bir maçı iki defa kaybetmeyi başardık, bu açıdan da unutulmayacak bir akşamdı Sami Yen'deki. Defansından hücumuna kadar komple bir rezaletti sahadaki. Kollektif uyum dedikleri herhalde bu olsa gerek!
Kocaelispor'u tebrik etmek gerek. Maçta Ata da yanımdaydı, Kandıralı'nın bolca kulaklarını çınlattık, ona da selam yollayalım. Galatasaray için bugünü konuşmanın artık bir anlamı yok, bundan sonra yapılanmadaki yanlışları ve gelecek sezon için yapılması gerekenleri konuşabiliriz. Galatasaray adına yapılabilecek tek şey bana göre UEFA Kupası biletini alabilmek olur, bu sezondan başka bir beklentim yok. Diğer konuları etraflıca konuşuruz, konuşacağız da...
Maça açıkça aktif dinlenme amacıyla çıkmıştı takım. Arda Turan ve Milan Baros dinlendiriliyordu, Lincoln'ün ayağına bakıyorduk. Futbolcualrar da baktı zaten, başka bir şey görmedik. Sabri'nin koridoru Bağdat caddesi gibiydi, drift yapıyordu Kocaelisporlu futbolcular. Sol taraf da farksız değil. Ortalama bir oyun çıkarabilen oyuncu bile yoktu sahada Mehmet Topal ve Emre Güngör'ü ayrı tutarsak.
Bundan da acısı Galatasaray'ın bu maçta 1-0 öne geçmiş olmasıydı. Mehmet Topal'ın Gerrard'ı andıran golü bu berbat günde ihtiyacımız olan şeydi maçı kazanmak için, futbolcuların tek yapması gereken skoru tutmak, fırsat gelince galibiyeti garanti altına almaktı. Ali Sami Yen'de küme düşmeyi büyük ölçüde garantilemiş Kocaelispor bu noktada ayağa kalktı ve Galatasaray'a tam 5 gol attı, 5 gol. Tarihte böylesi az görülmüştür herhalde, en azından benim futbol hafızamda böyle bir maç yok. Bir maçı iki defa kaybetmeyi başardık, bu açıdan da unutulmayacak bir akşamdı Sami Yen'deki. Defansından hücumuna kadar komple bir rezaletti sahadaki. Kollektif uyum dedikleri herhalde bu olsa gerek!
Kocaelispor'u tebrik etmek gerek. Maçta Ata da yanımdaydı, Kandıralı'nın bolca kulaklarını çınlattık, ona da selam yollayalım. Galatasaray için bugünü konuşmanın artık bir anlamı yok, bundan sonra yapılanmadaki yanlışları ve gelecek sezon için yapılması gerekenleri konuşabiliriz. Galatasaray adına yapılabilecek tek şey bana göre UEFA Kupası biletini alabilmek olur, bu sezondan başka bir beklentim yok. Diğer konuları etraflıca konuşuruz, konuşacağız da...
Sivasspor 1-0 Eskişehirspor
Sivasspor doğru dürüst bir oyun ortaya koymadan maçı kazandı, son zamanlarda olduğu gibi. Takımın hücum yönünü götüren, yaratıcı oyuncu konumundaki Musa Aydın'da bariz bir form düşüklüğü var, bu da akıcı hücum yapmasını engelliyor Sivasspor'un. Bugünkü şansları golü erken bulup önde oynama fırsatı bulmalarıydı. İç sahada Sivasspor golü bulduktan sonra etkili oynamaya başlar genelde ama bu maçta buna benzer bir görüntü yoktu. Oyunu orta sahada kilitleme derdindeydi daha çok Sivas, Eskişehir topu olumlu kullanmaya çalışan taraftı. Zirve stresi yavaş yavaş etkili olmaya başlamış takım üzerinde, bunu görmek mümkün. Kocaelispor maçından beri aynı etki var Sivas'ın üstünde. Buna bir de dar rotasyon üzerinden dönen ilk 11'i katınca oyun anlamında düşüşler kaçınılmaz oluyor.
Gol sonrası Eskişehirspor maç zaman zaman kör dövüşüne dönüşse de oyunun kontrolüne alan taraftı. Özellikle Engin'le pozisyon yaratmaya çalıştılar. Onların en büyük handikapı topu ilerde tutabilecek, tehlike yaratabilecek Batuhan-Youla gibi bir ikiliden yoksun olmalarıydı. Özellikle Batuhan'ın yokluğu takımı etkilemişti. Buna rağmen verilmeyen net bir penaltıları, kaleciyle karşı karşıya kalacakken avantaj uygulanmayan bir pozisyonları var. Anadolu ihtilali rüzgarlarından fazlasıyla etkilenmiş gördüm Süleyman Abay'ı. Eğer bu hatalar İstanbul takımlarından birine yapılsa eminim ortalık karışırdı, karşılıklı manifestolar havada uçuşurdu. Sivasspor olunca daha mazur görülüyor nedense. Sivasspor şampiyon olacaksa bu havanın da payı olacak muhakkak.
Zirvenin karıştığı şu haftalarda alınan her 3 puanın büyük önemi var. Sivasspor rakiplerinin tökezlediği haftayı boş geçmeyerek şampiyonluğun en ciddi adaylarından olduğunu iyiden iyiye hissettiriyor artık...
Gol sonrası Eskişehirspor maç zaman zaman kör dövüşüne dönüşse de oyunun kontrolüne alan taraftı. Özellikle Engin'le pozisyon yaratmaya çalıştılar. Onların en büyük handikapı topu ilerde tutabilecek, tehlike yaratabilecek Batuhan-Youla gibi bir ikiliden yoksun olmalarıydı. Özellikle Batuhan'ın yokluğu takımı etkilemişti. Buna rağmen verilmeyen net bir penaltıları, kaleciyle karşı karşıya kalacakken avantaj uygulanmayan bir pozisyonları var. Anadolu ihtilali rüzgarlarından fazlasıyla etkilenmiş gördüm Süleyman Abay'ı. Eğer bu hatalar İstanbul takımlarından birine yapılsa eminim ortalık karışırdı, karşılıklı manifestolar havada uçuşurdu. Sivasspor olunca daha mazur görülüyor nedense. Sivasspor şampiyon olacaksa bu havanın da payı olacak muhakkak.
Zirvenin karıştığı şu haftalarda alınan her 3 puanın büyük önemi var. Sivasspor rakiplerinin tökezlediği haftayı boş geçmeyerek şampiyonluğun en ciddi adaylarından olduğunu iyiden iyiye hissettiriyor artık...
Gençlerbirliği 1-0 Fenerbahçe, Trabzon 0-2 Denizli: Küme Düşme Ateşi
Alt taraftakiler zirve altılısına ders verdiler bugün. Evdeki uydu belasından dolayı Trabzon-Denizli maçını kaçırdıysam da Fenerbahçe maçına yetiştirdik tadilatı.
Fenerbahçe için sene başından beri nerdeyse her maç aynı kritikleri, aynı eleştirileri biz yapmaktan bıktık, Fenerbahçe bir taşı bile yerinden oynatmama konusundaki ısrarından yılmadı. Guiza yerine Semih oynayınca sihirli değnek değdiğini sananlar bu gece uykudan uyanmış oldular. Bu takımın sorunu orta sahadadır. Ne defansif anlamda görevini yapabiliyor bu orta saha, ne skora katkı yapabiliyor. Semih'in ceza sahası bölgesinde topa dokunabilmesi için mucize gerekiyor nerdeyse, tek vuruş yapmada Avrupa çapında bir oyuncu da olsan hiçbir işlevin olmuyor bu şekilde.
Fenerbahçe'de ağır aksak işleyen tek yer Gökhan Gönül'ün kanattan yaptığı bindirmeler ve Deivid'le girdiği ikili oyunlar. Olumlu anlamda söylenebilecek tek şey bu belki de. Bu ikiliye Alex de katıldığı zaman cılız da olsa pozisyon üretme şansı oluyor Fenerbahçe'nin, yoksa üç gün üç gece maç olsa gol atamayacak gibi duruyor takım. Carlos, Uğur ikilisi kendi başlarına takılıyorlar. Emre ve Deniz'den hücum anlamında bir katkı beklemek akıllı işi değil. Daha da kötüsü bu gidişatı değiştirmebilmek için Fenerbahçe'nin kullanabileceği hiçbir enstrüman yok elinde. Belki bir Gökhan Emreciksin hamlesi yararlı olabilir ama iç kanama geçiren adama yara bandından öteye gidecek bir değişiklik değil bu.
Fenerbahçe'den çok yorumlanması gereken taraf Gençlerbirliği aslında. Bu takım nasıl küme düşme hattında, anlayabilmek zor. Defansından hücum hattına kadar oturaklı ve kapasitesi yüksek bir takımdı sahada gördüğüm. Türk futbolunun bana göre en büyük arızalarından olan panik atak bir oyun sergilemiyorlar kesinlikle, Jedinak ve Soner'e oynayıp top dağıtımını ortadan ayağa yapıyorlar. Bu da aslında İBB ve Antep maçları sonrası yinelediğim akıllı ve sakin paslarla çıkabilen takımların Fenerbahçe'nin başına bela olması teorimi destekler nitelikte. İşin hücum tarafını ise Mustafa'nın dar alandaki becerisiyle, Burhan'ın patlayıcı özelliğiyle, Djite'nin sakin son vuruşlarıyla kotarmaya çalışıyorlar. Bu oyuncuların dışında bugün oynamayan James Troisi de var ki en az bu oyuncular kadar değerli bir isim.
Oyun içinde ön plana çıkan oyuncularsa Soner ve Mustafa oldu, özellikle benim gibi genç oyuncu takibi yapan birisi için oldukça ilgi çekiciydi. Soner'in forma numarası 91'di, sanırım doğum tarihiyle ilgili. 17-18 yaşlarında Süper Ligde forma şansı bulmaya başlaması harika bir gelişme, daha yakından izleyeceğiz bundan sonra. Mustafa Pektemek ise bana göre A milli takım kalibresinde bir oyuncu olacak, gelişmeye çok müsait. Son vuruşlarını biraz toparlayabilirse komple bir hücum oyuncusu olabilir.
Bir de Melih Gümüşbıçak var tabii. Maçın zevkli geçmesini sağladı benim için. "Topu ortaya doğru harmanladı." gibi garip bir betimleme duydum, hala kulaklarıma inanamıyorum. Bir de oyuncuların konuşmalarına hayal gücünü de katıp yazdığı ikili diyaloglar vardı ki onlar bitirdi beni. Maçı izleyenler anlamıştır ne demek istediğimi.
Bunların dışında Ankaragücü ve Konya da kazandı, alt tarafta ateş harlanmaya başladı yavaştan. 16.lıktan kaçış çabası barajı bu sene daha yukarılara taşıyabilir zira onuncu İBB ile onaltıncı Denizlispor'un arasındaki puan farkı 5 sadece. Takımlardan biri serbest düşüşe geçmediği sürece son haftalara kadar sürecek o heyecan...
Fenerbahçe için sene başından beri nerdeyse her maç aynı kritikleri, aynı eleştirileri biz yapmaktan bıktık, Fenerbahçe bir taşı bile yerinden oynatmama konusundaki ısrarından yılmadı. Guiza yerine Semih oynayınca sihirli değnek değdiğini sananlar bu gece uykudan uyanmış oldular. Bu takımın sorunu orta sahadadır. Ne defansif anlamda görevini yapabiliyor bu orta saha, ne skora katkı yapabiliyor. Semih'in ceza sahası bölgesinde topa dokunabilmesi için mucize gerekiyor nerdeyse, tek vuruş yapmada Avrupa çapında bir oyuncu da olsan hiçbir işlevin olmuyor bu şekilde.
Fenerbahçe'de ağır aksak işleyen tek yer Gökhan Gönül'ün kanattan yaptığı bindirmeler ve Deivid'le girdiği ikili oyunlar. Olumlu anlamda söylenebilecek tek şey bu belki de. Bu ikiliye Alex de katıldığı zaman cılız da olsa pozisyon üretme şansı oluyor Fenerbahçe'nin, yoksa üç gün üç gece maç olsa gol atamayacak gibi duruyor takım. Carlos, Uğur ikilisi kendi başlarına takılıyorlar. Emre ve Deniz'den hücum anlamında bir katkı beklemek akıllı işi değil. Daha da kötüsü bu gidişatı değiştirmebilmek için Fenerbahçe'nin kullanabileceği hiçbir enstrüman yok elinde. Belki bir Gökhan Emreciksin hamlesi yararlı olabilir ama iç kanama geçiren adama yara bandından öteye gidecek bir değişiklik değil bu.
Fenerbahçe'den çok yorumlanması gereken taraf Gençlerbirliği aslında. Bu takım nasıl küme düşme hattında, anlayabilmek zor. Defansından hücum hattına kadar oturaklı ve kapasitesi yüksek bir takımdı sahada gördüğüm. Türk futbolunun bana göre en büyük arızalarından olan panik atak bir oyun sergilemiyorlar kesinlikle, Jedinak ve Soner'e oynayıp top dağıtımını ortadan ayağa yapıyorlar. Bu da aslında İBB ve Antep maçları sonrası yinelediğim akıllı ve sakin paslarla çıkabilen takımların Fenerbahçe'nin başına bela olması teorimi destekler nitelikte. İşin hücum tarafını ise Mustafa'nın dar alandaki becerisiyle, Burhan'ın patlayıcı özelliğiyle, Djite'nin sakin son vuruşlarıyla kotarmaya çalışıyorlar. Bu oyuncuların dışında bugün oynamayan James Troisi de var ki en az bu oyuncular kadar değerli bir isim.
Oyun içinde ön plana çıkan oyuncularsa Soner ve Mustafa oldu, özellikle benim gibi genç oyuncu takibi yapan birisi için oldukça ilgi çekiciydi. Soner'in forma numarası 91'di, sanırım doğum tarihiyle ilgili. 17-18 yaşlarında Süper Ligde forma şansı bulmaya başlaması harika bir gelişme, daha yakından izleyeceğiz bundan sonra. Mustafa Pektemek ise bana göre A milli takım kalibresinde bir oyuncu olacak, gelişmeye çok müsait. Son vuruşlarını biraz toparlayabilirse komple bir hücum oyuncusu olabilir.
Bir de Melih Gümüşbıçak var tabii. Maçın zevkli geçmesini sağladı benim için. "Topu ortaya doğru harmanladı." gibi garip bir betimleme duydum, hala kulaklarıma inanamıyorum. Bir de oyuncuların konuşmalarına hayal gücünü de katıp yazdığı ikili diyaloglar vardı ki onlar bitirdi beni. Maçı izleyenler anlamıştır ne demek istediğimi.
Bunların dışında Ankaragücü ve Konya da kazandı, alt tarafta ateş harlanmaya başladı yavaştan. 16.lıktan kaçış çabası barajı bu sene daha yukarılara taşıyabilir zira onuncu İBB ile onaltıncı Denizlispor'un arasındaki puan farkı 5 sadece. Takımlardan biri serbest düşüşe geçmediği sürece son haftalara kadar sürecek o heyecan...
Veletler
Ara ara bloglarda bu kimdir tarzı sorular oluyor, bilebileceğim ender resimlerden biri bu olurdu herhalde. Beckham'ın bakışları, gülüşü pek de değişmemiş, belli ediyormuş o günlerden. Tamam abartmayalım, İngiltere atkısı işi yaramadı değil hani.
Bu adam futbolcu doğmuş arkadaş, belli yani. Futbol topuyla bu kadar uyumlu bir pozu ancak futbolcu adam verebilir. Messi candır...
Bu poza bittim. Hakikaten sevimli bir veletmiş Henry, yanakları sıkılası cinsten. Burda 4 yaşından fazla yoktur muhtemelen. Afro saçlar da yakıyor, uzatsa böyle olacak demek ki.En komiği bu ama. Gamsız insan Anelka küçükken gülebiliyormuş, bunu da öğrenmiş olduk. Saçlara ayrıca bayıldım, sınıfın en çalışkan öğrencisi olma ihtimali yüksek ilkokulda falan.
Fotoğraf bulma konusunda pek becerikli olduğum söylenemez, bu fotoğraflar da alıntı elbette. The Best Eleven'da güzel bir derleme yapılmış, bu fotoğraflar dışında Ronaldinho, Pele, Maradona gibi oyuncuların arasında bulunduğu 10 tane daha fotoğraf var, isteyenler göz atabilir.
Bu adam futbolcu doğmuş arkadaş, belli yani. Futbol topuyla bu kadar uyumlu bir pozu ancak futbolcu adam verebilir. Messi candır...
Bu poza bittim. Hakikaten sevimli bir veletmiş Henry, yanakları sıkılası cinsten. Burda 4 yaşından fazla yoktur muhtemelen. Afro saçlar da yakıyor, uzatsa böyle olacak demek ki.En komiği bu ama. Gamsız insan Anelka küçükken gülebiliyormuş, bunu da öğrenmiş olduk. Saçlara ayrıca bayıldım, sınıfın en çalışkan öğrencisi olma ihtimali yüksek ilkokulda falan.
Fotoğraf bulma konusunda pek becerikli olduğum söylenemez, bu fotoğraflar da alıntı elbette. The Best Eleven'da güzel bir derleme yapılmış, bu fotoğraflar dışında Ronaldinho, Pele, Maradona gibi oyuncuların arasında bulunduğu 10 tane daha fotoğraf var, isteyenler göz atabilir.
Oscar Sonuçları?
Ekteki resmin Oscar sonuçları olduğu rivayet ediliyor. Ne kadar doğru, bilemiyorum. Burdaki listede Benjamin Button'ın sadece makyaj ve kostüm ödüllerini alabildiğini görüyoruz. Benjamin Button'ın garanti ödüllerinden biri olarak görülen en iyi yardımcı aktris'i bile kaptırmış gözüküyorlar. Ödüllere Slumdog Millionare damgasını vurmuş. En iyi yardımcı aktör, en iyi aktris, en iyi animasyon film gibi ödüller beklenildiği gibi. Bana kalsa en iyi film dahil hepsini Wall-E'ye veririm ya, neyse!
Oscar töreni bu gece, bakalım internete sızan bu liste gerçekten doğru mu, yoksa düzmece mi? Oscar'ı izlemek için bir neden daha.
Oscar töreni bu gece, bakalım internete sızan bu liste gerçekten doğru mu, yoksa düzmece mi? Oscar'ı izlemek için bir neden daha.
Türk Asıllılar
Son raporda Mesut Özil'den sonra Taner Yalçın'ı Almanya'ya kaptırdığımızı, Arsenal'in alt yaş takımlarında forma giyen Oğuzhan Özyakup'un da Mesut Özil'in Almanya tercihine Fatih Terim eleştirisi de katarak destek verdiğine değinmiştik. Bunların dışında kaybettiğimiz birçok oyuncu var Almanya milli takımlarına; Ömer Toprak, Deniz Naki gibi. Kaybettiğimiz diyorum zira bu oyuncular daha önce Türkiye'nin alt yaş kategorilerinde forma giyerken Almanya'ya geçiş yapmış oyuncular. Özellikle Ömer Toprak önemli bir isimdi çünkü o yaş kategorilerinde sıkıntı çektiğimiz bir mevkii defansın ortası. Galatasaray'ın 91 doğumlu stoperi Semih Kaya dışında milli takım potansiyeli gösterebilen bir stoper adayımız yok. Deniz Naki gibi ofansif kanat oyuncuları Türkiye içinde her zaman yetişir ancak A milli düzeyde forma bulabilecek fizik kaliteye sahip defans oyuncuları yetiştirme konusunda eksikliklerimiz var. Sırf fiziği uygun diye kulübünden aforoz edilme noktasına gelen Gökhan Zan'ı oynattık Euro 2008'de. Bu sebeple stoper havuzu bizim için çok çok önemli.
Bu noktada Oğuzhan'ın Fatih Terim eleştirisine geri dönelim. Oğuzhan'ın sitemindeki temel nokta alt yaş kategorilerinde kendine hiç değer verilmediği, önlerine bir yol haritası konmadığıydı. Doğdukları ülkelerin kendilerine daha fazla değer verdiğini, onlarla ilgilendiği gibi detaylardan da söz etti açıklamasında. Bir noktadan bakınca haklılar, bir yanda doğup büyüdükleri ülkenin yetkileri onlara bir perspektikf sunuyor, milli takım hocaları onlara hangi rolde olacaklarını anlatıyor. Bizde ise gelen gelir, kalan sağlar bizimdir mantığı hakim. Oyuncu ülkesini seçmek istese bile bu konuda her şeyi göze almak zorunda kalıyor, iki sene sonrasına ne olacağı konusunda hiçbir garantisi olmadan. Bunun haricinde bir de kulüp yönü var işin. Almanya'da oynayan bir oyuncunun Alman ümit milli formasını giymesinin ona getireceği avantajı da göz ardı etmemek lazım. Mili forma bunların hepisnden değerli diyebilirsiniz ama unutmayalım ki bu oyuncular için Almanya en az Türkiye kadar değerli. Bazılarının anne-babası dahi orda doğmuş. Oturduğumuz yerden atıp tutmak en kolayı ancak bu oyuncuların ne hissettiklerini, ne düşündüklerini de iyi anlamak gerekir. Onları milli duygularla baskı yapmaktan ziyade onlar için akılcı bir çözüm, bir ikna yöntemi belirlenmeli.Sonuçta bu konularda mutlak bir doğru ya da yanlış olmadığının bilincine varmamız gerekiyor. Herkesin kararına saygı göstermeliyiz. Mehmet Scholl'ler, Mesut Özil'ler olduğu kadar Hamit Altıntop'lar, Nuri Şahin'ler de olacaktır. Burda önemli olan isimlerden ziyade bizim milli takımımıza yararlı olacak isimleri takip etmeli, 21 yaşında kapılarını pat diye çalmak yerine küçük yaştan beri oyuncularla ilgilenmeliyiz. Bunun başka çözümü yok...
Bu noktada Oğuzhan'ın Fatih Terim eleştirisine geri dönelim. Oğuzhan'ın sitemindeki temel nokta alt yaş kategorilerinde kendine hiç değer verilmediği, önlerine bir yol haritası konmadığıydı. Doğdukları ülkelerin kendilerine daha fazla değer verdiğini, onlarla ilgilendiği gibi detaylardan da söz etti açıklamasında. Bir noktadan bakınca haklılar, bir yanda doğup büyüdükleri ülkenin yetkileri onlara bir perspektikf sunuyor, milli takım hocaları onlara hangi rolde olacaklarını anlatıyor. Bizde ise gelen gelir, kalan sağlar bizimdir mantığı hakim. Oyuncu ülkesini seçmek istese bile bu konuda her şeyi göze almak zorunda kalıyor, iki sene sonrasına ne olacağı konusunda hiçbir garantisi olmadan. Bunun haricinde bir de kulüp yönü var işin. Almanya'da oynayan bir oyuncunun Alman ümit milli formasını giymesinin ona getireceği avantajı da göz ardı etmemek lazım. Mili forma bunların hepisnden değerli diyebilirsiniz ama unutmayalım ki bu oyuncular için Almanya en az Türkiye kadar değerli. Bazılarının anne-babası dahi orda doğmuş. Oturduğumuz yerden atıp tutmak en kolayı ancak bu oyuncuların ne hissettiklerini, ne düşündüklerini de iyi anlamak gerekir. Onları milli duygularla baskı yapmaktan ziyade onlar için akılcı bir çözüm, bir ikna yöntemi belirlenmeli.Sonuçta bu konularda mutlak bir doğru ya da yanlış olmadığının bilincine varmamız gerekiyor. Herkesin kararına saygı göstermeliyiz. Mehmet Scholl'ler, Mesut Özil'ler olduğu kadar Hamit Altıntop'lar, Nuri Şahin'ler de olacaktır. Burda önemli olan isimlerden ziyade bizim milli takımımıza yararlı olacak isimleri takip etmeli, 21 yaşında kapılarını pat diye çalmak yerine küçük yaştan beri oyuncularla ilgilenmeliyiz. Bunun başka çözümü yok...
Ülke Puanı #15: Onbir
Ne gıcık bir ülkeymiş bu Ukrayna, hangi ihtimal üstüne konuşsak bertaraf ediyor adamlar. Shaktar, Tottenham'a elenebilir dedik, İngiliz takımı kolay yenilmez dedik ama yok. Ukrayna'yla yavaş yavaş vedalaşsak iyi olacak gibi. Bu haftadan 5 puan çıkardılar ve önümüzdeki tura iki takımla katılacakları şimdiden garanti gibi. Galatasaray, Fransa'da yenilmeyerek avantaj sağlamasına rağmen turu almış sayılmaz hani, orda da iyimser beklentiler üstüne kuruyoruz tahminleri.Beşiktaş'ın gruplara kalamadığı, Fenerbahçe'nin grup sonuncusu olarak elendiği bir senede bu puanları öpüp başımıza koymak gerekir aslında, İskoçya'nın durumunu düşünürsek hele. Yine de Ukrayna'nın olayı abarttığı bariz. Şu anda ülke puanı sıralamasında 4. sıradalar, sezon sonunda da ilk 6 dışına çıkmaları sürpriz olur. Şimdiden 10 puan barajını zorluyorlar. Bunun yanında bir kötü haber de Hollanda tarafından geldi. Ajax ve Twente 3.tur deplasmanlarda aldıkları 1-0'lık skorlarla üst turu neredeyse garantilediler. Portekiz'le beraber gelecek sezon rekabete gireceğimiz ülkelerden biri Hollanda. O yüzden onların alacağı her iyi sonuç bizi aşağı itmeleri demek.Gelecek sene üzerine kurulan hesaplardan söz ediyorum zira bu sene yapılabilecek fazla bir şey yok. Yukardaki tabloda da görüldüğü gibi 10. ve 12. ülkelerle aramız açılmış durumda, belki de en rahat ülkeyiz bu anlamda. Bu durumu değiştirebilme şansımız Galatasaray'ın 2000 benzeri bir performans göstermesiyle kısıtlı, öyle bir durum olursa sık sık değiniriz zaten. Takım puanlarına şimdilik girmiyorum çünkü takım puanları maç maç irdelenecek bir olgu değil, bundan 3 ay önce söylediklerimden farklı bir şey söylemem zor. Yazdıklarım "Bir 8-10 puan daha alsak mükemmel olur." demekten öteye gidemez şu anda. Yine de tur atladıkça değiniriz bu konulara. İçimizde merak edenler vardır diye tabloyu üste ekledim...
Alston Orlando'da, Hughes ve Wilcox Knicks'te!
Takas sezonunun bitmesine dakikalar kala Orlando Magic sakat oyun kurucusu Jameer Nelson'ın boşluğunu doldurma amaçlı hamlesini sonunda yaptı. Houston Rockets'tan Rafer Alston 3lü bir takas sonrası Orlando'ya geçti.
Yukarda da dediğimiz gibi Orlando acil ihtiyacını giderme amaçlı bir hamle yaptı, bence kabul edilebilir. Hem Orlando rotasyonunda verimli olmayan, hem de kontratı sene sonunda sona erecek olan Brian Cook'u da aradan çıkarmış oldular. 1.tur draft haklarından feragat ettiler ama zaten yüksek bir yerden seçmeleri olası değil bu saatten sonra. Yine de bu sezonun mu yoksa daha sonraki sezonlardan birinin 1. tur hakkı mı, onu öğrenmek lazım.
Houston'da problemleri vardı bildiğim kadarıyla Alston'ın, onun açısından da iyi bir değişiklik olacak. Eğer verimli olabilirse şampiyonluk hayalleri kuran bir takımın önemli bir parçası olabilir. Houston ise kontratı düşük ve piyasası olan bir oyun kurucuyu kadrosuna kattı Alston'un yerine, Kyle Lowry. Bunun yanında sene sonunda boşa çıkacak bir kontratı da almış oldular, böylece rotasyondan büyük bir fedakarlık yapmadan salary boşaltma yolunda bir adım atmış oldular.
Bu iki hamleyi de anlayabilirim ama Memphis'in bu takastan ne gibi bir çıkarı var, ben çözemedim. Kyle Lowry her zaman talibi olabilecek bir rol oyuncusudur. Orlando'nun 1. tur sonlarında yer alan draft hakkından daha fazlası ederdi rahatlıkla. Salary ayarlamalarıyla ilgili bir durum mu var acaba, bilen biri aydınlatsın beni.
Bir başka trade haberi de New York'tan. Kol gibi kontratıyla ün yapan Larry Hughes'un son durağı Knicks oldu. Knicks'in böyle bir kontratın altına elini koymasının sebebi ise açık, 2010 pazarına tertemiz bir salary cap ile girmek. Bunun yanında Chris Wilcox'u da kadrolarına kattılar.
İlk önce Hughes takasına bakalım. Knicks açısından bu takasın tek amacı Hughes'un 2010'da biten yüklüce kontratı. Böylece rahat rahat LeBron dahil her adama salça olabilme şansını elde edecekler. İkincisi giden oyunculardan verim olarak aşağı kalmayacaktır Hughes, kontratı da problem olmayacağına göre Knicks'te beklenmedik bir katkı da yapabilir. Bu takasın Chicago için avantajı ise Jerome Jones'un kontratının bu sezon sona eriyor olması. Bu da Larry Hughes'un kontratının 6 milyon dolar gibi bir bölümünden bu sene kurtuluyor olmaları. Tim Thomas da kontratı 2010'da bitenlerden, bu da Eray'ın bugün yolladığı yazıda bahsettiği Chicago'nun 2010 pazarı amaçlarına uygun bir hamle. Lakin işin performans ayağı var, o kısımda kaliteli bir oyuncuyu kaybetmiş gözüküyorlar.
Anlamlandıramadığım bir diğer takas ise Wilcox-Rose takası. İkisinin de kontratı sezon sonunda bitiyor, iki oyuncu da benzer kontratlara sahip (Rose'unki biraz daha yüksek) ama performans açısından bakarsak Wilcox daha piyasalı bir oyuncu. Oklahoma bu takası daha fazla cap açmak için mi yaptı, yoksa başka bir hinlik mi var işin ucunda, yardıma ihtiyacım olan bir nokta daha...
Orlando Magic: Rafer Alston
Houston Rockets: Kyle Lowry, Brian Cook
Memphis Grizzlies: Orlando 1.tur draft hakkı
Houston Rockets: Kyle Lowry, Brian Cook
Memphis Grizzlies: Orlando 1.tur draft hakkı
Yukarda da dediğimiz gibi Orlando acil ihtiyacını giderme amaçlı bir hamle yaptı, bence kabul edilebilir. Hem Orlando rotasyonunda verimli olmayan, hem de kontratı sene sonunda sona erecek olan Brian Cook'u da aradan çıkarmış oldular. 1.tur draft haklarından feragat ettiler ama zaten yüksek bir yerden seçmeleri olası değil bu saatten sonra. Yine de bu sezonun mu yoksa daha sonraki sezonlardan birinin 1. tur hakkı mı, onu öğrenmek lazım.
Houston'da problemleri vardı bildiğim kadarıyla Alston'ın, onun açısından da iyi bir değişiklik olacak. Eğer verimli olabilirse şampiyonluk hayalleri kuran bir takımın önemli bir parçası olabilir. Houston ise kontratı düşük ve piyasası olan bir oyun kurucuyu kadrosuna kattı Alston'un yerine, Kyle Lowry. Bunun yanında sene sonunda boşa çıkacak bir kontratı da almış oldular, böylece rotasyondan büyük bir fedakarlık yapmadan salary boşaltma yolunda bir adım atmış oldular.
Bu iki hamleyi de anlayabilirim ama Memphis'in bu takastan ne gibi bir çıkarı var, ben çözemedim. Kyle Lowry her zaman talibi olabilecek bir rol oyuncusudur. Orlando'nun 1. tur sonlarında yer alan draft hakkından daha fazlası ederdi rahatlıkla. Salary ayarlamalarıyla ilgili bir durum mu var acaba, bilen biri aydınlatsın beni.
Bir başka trade haberi de New York'tan. Kol gibi kontratıyla ün yapan Larry Hughes'un son durağı Knicks oldu. Knicks'in böyle bir kontratın altına elini koymasının sebebi ise açık, 2010 pazarına tertemiz bir salary cap ile girmek. Bunun yanında Chris Wilcox'u da kadrolarına kattılar.
New York Knicks: Larry Hughes
Chicago Bulls: Anthony Roberson, Tim Thomas, Jerome Jones
***
New York Knicks: Chris Wilcox
Oklahoma Thunder: Malik Rose
Chicago Bulls: Anthony Roberson, Tim Thomas, Jerome Jones
***
New York Knicks: Chris Wilcox
Oklahoma Thunder: Malik Rose
İlk önce Hughes takasına bakalım. Knicks açısından bu takasın tek amacı Hughes'un 2010'da biten yüklüce kontratı. Böylece rahat rahat LeBron dahil her adama salça olabilme şansını elde edecekler. İkincisi giden oyunculardan verim olarak aşağı kalmayacaktır Hughes, kontratı da problem olmayacağına göre Knicks'te beklenmedik bir katkı da yapabilir. Bu takasın Chicago için avantajı ise Jerome Jones'un kontratının bu sezon sona eriyor olması. Bu da Larry Hughes'un kontratının 6 milyon dolar gibi bir bölümünden bu sene kurtuluyor olmaları. Tim Thomas da kontratı 2010'da bitenlerden, bu da Eray'ın bugün yolladığı yazıda bahsettiği Chicago'nun 2010 pazarı amaçlarına uygun bir hamle. Lakin işin performans ayağı var, o kısımda kaliteli bir oyuncuyu kaybetmiş gözüküyorlar.
Anlamlandıramadığım bir diğer takas ise Wilcox-Rose takası. İkisinin de kontratı sezon sonunda bitiyor, iki oyuncu da benzer kontratlara sahip (Rose'unki biraz daha yüksek) ama performans açısından bakarsak Wilcox daha piyasalı bir oyuncu. Oklahoma bu takası daha fazla cap açmak için mi yaptı, yoksa başka bir hinlik mi var işin ucunda, yardıma ihtiyacım olan bir nokta daha...
İtalya Süper Kupası
Guardian'ın iki gün önce geçtiği habere göre İtalya Süper Kupası gelecek sezon Çin'de oynanacakmış. Çin Futbol Federasyonu bu organizasyon için İtalya Futbol Federasyonuna 2.2 milyon euro nakit+masrafları ödemeyi taahhüd etmiş. Biz de Süper Kupa'yı Almanya'da oynatıyoruz ama en azından yurtdışındaki vatandaşlarımıza maç izletmek gibi bir amacımız var. İtalya'nın bu maçı Çin'e vermesinin amacı nedir, anlayabilmiş değilim. 2.2 milyon euro da öyle havalara uçulacak bir meblâ değil.Süper Kupa organizasyonları içinde önemli bir yeri vardır İtalya Süper Kupasının, hatta bana göre en prestijlisidir. Nedense daha ciddi bir havada oynandığı izlenimi veriyor muadillerine göre. İtalyan taraftarların kupanın Çin'de oynanacak olmasına nasıl tepki vereceğini merakla bekliyorum.