Dünkü Bursaspor-Manisaspor, Kayserispor-Galatasaray ve Beşiktaş-Sivasspor maçlarını izlerken fark ettim ki (Semih Kaya etkisi olsa gerek) aslında az gözükse de ligde kalifiye genç oyuncular şans buluyor, en azından birkaç sezon önceye kadar aşama kaydedildiği kesin. Bir yerli U-21 karması çıkıyor mu diye araştırma yaptım, gayet yedekli bir kulübe de oluşuyor. Savunma hattında, özellikle beklerde sıkıntı var fakat Orhan Gülle gibi bir adamı ilk 11'e yazamayacak kadar bol orta saha alternatifleri, forvet alternatifleri de var. Bir de kaleci Özkan Bulut'un alternatifi yok, biraz zorlarsak Kasım 89 doğumlu Ertuğrul Taşkıran'ı da fahri yedek kaleci olarak yazabiliriz.
Benim ilk 11 ve 18'im şöyle, sizin kadrolarınızı ve alternatiflerinizi de bekliyorum.
İlk 11: Özkan Karabulut (Gençlerbirliği), Mahmut Boz (Sivasspor), Semih Kaya (Galatasaray), Serdar Aziz (Bursaspor), Musa Nizam (Antalyaspor), Necip Uysal (Beşiktaş), Alper Potuk (Eskşiehirspor), Okay Yokuşlu (Kayserispor), Özgür Çek (Ankaragücü), Sercan Yıldırım (Galatasaray), Muhammet Demir (Gaziantepspor)
Yedek Kulübesi: Mahmut Tekdemir (İstanbul BB), Okan Alkan (Kayserispor), Orhan Gülle (Gaziantepspor), Gökay İravul (Fenerbahçe), Emrah Başsan (Antalyaspor), Sefa Yılmaz (Kayserispor), Cenk Tosun (Gaziantepspor).
Avrupa'nın En Etkili Golcüsü: Burak Yılmaz
Bu sezon Trabzonspor'un yıldızı Burak Yılmaz'ın içinden bir canavar çıktığına, durdurulamadığına Hayatım Futbol'da değinmiştik lakin bu derece insanlık sınırlarını zorladığını düşünmemiştik. IMScouting.com veritabanına göre hazırladığım listeye göre Burak, Avrupa'nın en iyi 10 liginde 500 dakika ve üzerinde süre alan oyuncular arasında dakika başına en fazla skora etki eden isim. Her 57,27 dakikada bir rakip ağları sarsan Burak'ın hemen arkasında 64,38 dakikalık ortalaması Barcelona'yı sırtlayıp götüren Lionel Messi var. Bu ikiliyi ise sırasıyla Manchester Cityli Sergio Agüero, Bayern Münihli Mario Gomez ve Twenteli Marc Janko takip ediyor.
Listedeki bir diğer tanıdık sima olaylı bir şekilde Karabük'ten Fenerbahçe aktarmalı olarak Spartak Moskova'ya giden Emenike. Nijeryalı golcü her 90,17 dakikada bir gol atarak listede 14.sıraya yerleşti. Trabzonspor'a iki gol atarak bordo-mavililere ilk Şampiyonlar Ligi yenilgisini tattıran ve ligde son dört maçta dokuz gol atarak Avrupa'nın en formda golcüsü unvanını alan (ki onun da insanüstü formundan bahsettik) Seydou Doumbia ise 1000 dakikayı aşmasına karşın listede yer alabilen tek oyuncu ve 98,05 dakikalık ortalamasıyla 17.sırada.
Listenin tamamı aşağıda...
Not: Liste hazırlanırken en iyi 10 lig olarak Süper Lig, Premier Lig, La Liga, Serie A, Bundesliga, Ligue 1, Rusya Ligi, Ukrayna Ligi, Portekiz Ligi ve Hollanda Ligi seçildi
Listedeki bir diğer tanıdık sima olaylı bir şekilde Karabük'ten Fenerbahçe aktarmalı olarak Spartak Moskova'ya giden Emenike. Nijeryalı golcü her 90,17 dakikada bir gol atarak listede 14.sıraya yerleşti. Trabzonspor'a iki gol atarak bordo-mavililere ilk Şampiyonlar Ligi yenilgisini tattıran ve ligde son dört maçta dokuz gol atarak Avrupa'nın en formda golcüsü unvanını alan (ki onun da insanüstü formundan bahsettik) Seydou Doumbia ise 1000 dakikayı aşmasına karşın listede yer alabilen tek oyuncu ve 98,05 dakikalık ortalamasıyla 17.sırada.
Listenin tamamı aşağıda...
Not: Liste hazırlanırken en iyi 10 lig olarak Süper Lig, Premier Lig, La Liga, Serie A, Bundesliga, Ligue 1, Rusya Ligi, Ukrayna Ligi, Portekiz Ligi ve Hollanda Ligi seçildi
Beşiktaş 3-1 Sivasspor || Yap, Boz
Bu sezon Süper Lig'de oynanan en enteresan karşılaşmalardan birini izledik. İlk 30 dakika tartışmasız bir Beşiktaş dominasyonu, iyi bir kontratak ve arka direk koşusuyla gelen gol derken çehresi değişen bir Sivasspor. Rıza Çalımbay kenarda delirmekte epey haklıymış zira 30'dan maçı çözen penaltı üstü kırmızıya kadar oynadıkları futbol mükemmeldi. Yaptıkları bu atılımı ise sadece ve sadece basit bir hamleye borçluydular.
İlk yarım saatte sol kenarda oynayan Kamil Grosicki, istediği topları alamadığı gibi aldıklarını da ziyan ediyordu. Rıza hoca zaten memnun olmadığı takımda Grosicki'yi sağ kanada çekti ve olaylar gelişti. Hilbert'in etkisi midir, değil midir bilinmez ama İsmail'in karşısına geçince hem orayı madene çevirdi, hem de kendini öne atan Sivas takımında hücum elemanları devreye girdi ve üstünlüğü ele aldılar. Sağ taraftan gelişen pozsiyonlarda Pedriel ve Mahmut Boz ile iki inanılmaz gol kaçırdılar.
İşin Beşiktaş cephesi ise ayrı karışık... Sivas'ın öne yerleştiği, top yaptığı dakikalarda hiçbir çözüm üretemediler. Simao-Quaresma gibi ayağına top isteyen kanat oyuncuları varken bir de hayalet gibi dolanan, top tutma yetisinden yoksun bir Almeida önde olunca iyiden iyiye teslim bayrağını çektiler. Tüm bunların üstüne sıkı bir savunma yaptıkları da söylenemez ki Carvalhal ilk değişikliğini 45'te Tanju'yu sol beke alarak orayı tıkamakla kullandı. Buna karşın golü duran topta sağdan kontra ile Grosicki'den yemelerinin altı çizilmeli.
Tüm bunlar bir yana, futbol maç içinde oynanan oyun kadar bireysel kaliteye de bakıyor. Quaresma'ya nasıl "bir atakta iş bitirebilir" gözüyle bakılıyorsa tecrübesiz, yetersiz savunmacı da insanı bir anda yakabiliyor. Eyvallah, bu tip duran toplarda bu mücadeleler çok olur ama sarı kartın da varken ligin kurt stoperi Egemen'in formasına asılırsan hem penaltı yaparsın, hem de atılırsın. Mahmut Boz için sağlam bir tecrübe olabilir kazığı yiyen onun kadar maçı gayet iyi götüren Sivasspor'a oldu. 10 kişi de iyi zorladılar aslında fakat Quaresma'nın klas ortasına bir başka arka direk koşusu yapan Holosko son dakika hediyesiyle fişi çekti.
Sivasspor, geçen hafta da Kayserispor karşısında uzun süre maçın içinde kalıp kaçırdığı net pozisyonlarla dikkat çekiyordu, bu haftayı da farklı geçmediler. İyi oynamaya eyvallah lakin bu kadar oyunu tutup da iki haftada 9 gol yemek de hayra alamet değil. Yine de Kamil Grosicki gibi özel bir oyuncuları var ve bu ligin bence X faktörlerinden olan sırtı dönük oynayabilen birden fazla forvetleri mevcut. Tipik bir 10-15 takımı olarak ligi bitirirler. Beşiktaş ise sağlam sıçradı bu sefer lakin başta Carvalhal hocanın olmak üzere takımın düşünecek çok şeyi var bu maç üzerine...
Maçın Dikkat Çekenleri
Kamil Grosicki (Sivasspor): Açık ara Sivasspor'un en iyi oyuncusu ve ligin en iyi kanat oyuncularından biri. Topla iyi olduğu gibi şutu da var, takım oyununa yatkın. Henüz 22 yaşında, Sivas'ta biraz daha demlenirse İstanbul'a geçiş yapmaması için hiçbir sebep yok.
Ricardo Quaresma (Beşiktaş): Kırmızı kart sonrası biraz silkelendiği aşikâr. Daha derli toplu oynuyor ve top ayağına geldiğinde faydalı olmaya çalışıyor. Birebirlerde bekleri epey zorladı, son dakika da olsa golünü attırdı. Yine de topu bekleyen stili takımın sıkıştığı anlarda pek de yardımcı olmuyor.
Milan Borjan (Sivasspor): Fiziği epey sağlam duruyor ama Kanadalı kaleci pek de güven veren bir görüntü çizmedi. Sektirdiği toplar sıkıntı yarattı. Henüz 24 yaşında, üzerine koyabilir fakat soruşturma sebebiyle formasını asan Korcan Çelikay'dan daha iyi demek şimdilik güç.
Roberto Hilbert (Beşiktaş): Sağ bekte İbrahim Toraman ve Ekrem Dağ rotasyonuyla oynayan takıma yeni bir soluk getirdi. Orijini sağ kanat olduğundan hücumda etkili arka direk koşuları yaptığı gibi savunmada da Almanlıktan aldığı fazla sırıtmıyor. Şu haliyle tahtaya çıkmayan kalemle yazılacak oyunculardan.
İlk yarım saatte sol kenarda oynayan Kamil Grosicki, istediği topları alamadığı gibi aldıklarını da ziyan ediyordu. Rıza hoca zaten memnun olmadığı takımda Grosicki'yi sağ kanada çekti ve olaylar gelişti. Hilbert'in etkisi midir, değil midir bilinmez ama İsmail'in karşısına geçince hem orayı madene çevirdi, hem de kendini öne atan Sivas takımında hücum elemanları devreye girdi ve üstünlüğü ele aldılar. Sağ taraftan gelişen pozsiyonlarda Pedriel ve Mahmut Boz ile iki inanılmaz gol kaçırdılar.
İlk golde Ernst'in Kadir'den kaptığı top atağı başlattı. |
Tüm bunlar bir yana, futbol maç içinde oynanan oyun kadar bireysel kaliteye de bakıyor. Quaresma'ya nasıl "bir atakta iş bitirebilir" gözüyle bakılıyorsa tecrübesiz, yetersiz savunmacı da insanı bir anda yakabiliyor. Eyvallah, bu tip duran toplarda bu mücadeleler çok olur ama sarı kartın da varken ligin kurt stoperi Egemen'in formasına asılırsan hem penaltı yaparsın, hem de atılırsın. Mahmut Boz için sağlam bir tecrübe olabilir kazığı yiyen onun kadar maçı gayet iyi götüren Sivasspor'a oldu. 10 kişi de iyi zorladılar aslında fakat Quaresma'nın klas ortasına bir başka arka direk koşusu yapan Holosko son dakika hediyesiyle fişi çekti.
Mahmut Boz'un hatası maçın kaderini belirledi. |
Maçın Dikkat Çekenleri
Kamil Grosicki (Sivasspor): Açık ara Sivasspor'un en iyi oyuncusu ve ligin en iyi kanat oyuncularından biri. Topla iyi olduğu gibi şutu da var, takım oyununa yatkın. Henüz 22 yaşında, Sivas'ta biraz daha demlenirse İstanbul'a geçiş yapmaması için hiçbir sebep yok.
Ricardo Quaresma, birebirlerde Sivas beklerini epey zorladı. |
Milan Borjan (Sivasspor): Fiziği epey sağlam duruyor ama Kanadalı kaleci pek de güven veren bir görüntü çizmedi. Sektirdiği toplar sıkıntı yarattı. Henüz 24 yaşında, üzerine koyabilir fakat soruşturma sebebiyle formasını asan Korcan Çelikay'dan daha iyi demek şimdilik güç.
Roberto Hilbert (Beşiktaş): Sağ bekte İbrahim Toraman ve Ekrem Dağ rotasyonuyla oynayan takıma yeni bir soluk getirdi. Orijini sağ kanat olduğundan hücumda etkili arka direk koşuları yaptığı gibi savunmada da Almanlıktan aldığı fazla sırıtmıyor. Şu haliyle tahtaya çıkmayan kalemle yazılacak oyunculardan.
Kayserispor 0-2 Galatasaray || Terim'in Takımı
Budur... Haftalardır takımın oynamak için çaba sarf ettiği oyunu oynayabilmek için ihtiyaç duyduğu sadece kulübedeki pasa daha yatkın birkaç oyuncuymuş. Özellikle göbekte Selçuk'un yükünü epey hafifleten Ayhan ile sağda daha dinamik ve pas trafiğine giren bir Yekta fark yarattı. Savunmada sakin, topa bomba muamelesi yapmayan Semih'in olması da geriden çıkarken epey iş gördü.
Bu ligde iyi hücum oyununa giden yol beklerden geçer. Eboue özellikle maç başında epey savruk olmasına rağmen Terim öncesi kendini bu işlerden emekli etmiş Hakan Balta ile beraber çok zorladı rakip kanatları. Onlar ileri çıkınca Ayhan ile Selçuk'un göbeğe yanaşması da kolaylaştı. Riera'nın soldan aktığı, Selçuk'un kötü bir şut çıkardığı pozisyon Galatasaray'ın oyun kimliğini tanımlayan andı. Fatih hoca da muhtemelen böyle oynayan bir takım istiyor.
Kayserispor'da ise iki senedir süregelen arızalar bugün fazlasıyla baş ağrıttı. Senelerce ligin en iyi savunma takımı unvanıyla iş yapan Kayseri, yumuşak bir göbeğe, güven duyamayacağınız stoperlere sahip. Hasan Ali ile Pekarik iş yapmaya çalışıyor ama onlar da alanını mükemmel kapatabilen adamlar değiller. Okay'ın topla becerisi çok yüksek, çok da iyi koşuyor lakin daha çok bir ofansif orta saha kıvamında. Selçuk İnan'ın yıllar içinde geçirdiği değişimi/gelişimi yaşaması için bir-iki yıl düzenli oynaması gerek. Santana ile Riveros'un sağlam durması gerek orada ama Melo gibi bir kulenin, Selçuk gibi bir top saklama üstadının yanında sönük kaldılar.
İkinci yarıda ise roller bir 20 dakikalığına değişti. Bunda Ayhan'la Selçuk'un psikolojik olarak Melo çizgisine kayması, Kayseri'nin de 1-0 sonrası ikinci devreye iştahlı girmesinden kaynaklandı. İlk yarı büyük katkı veren Yekta'nın yerine Aydın Yılmaz adlı kara deliğin girmesinin de payını yadsıyamayız tabii. Yekta'ya da büyük geçmiş olsun, ağır bir sakatlık değil dedik ama bağları koptu, 4-5 ay yok deniyor. İnsanın içini acıtıyor bu sakatlıklar. Belki de oyunuyla bir daha formayı kaptırmayacaktı. Çok yazık...
70 sonrası tekrar toparlanmada Fatih Terim'in 4-1-4-1 fırçası kadar bana göre günün kahramanlarından Riera'nın sakin ve akıllı oyunu ve Selçuk'un sorumluluk alması etkili oldu. Maç boyu sallanan Eren Güngör'ün ikramını ise ön alanda baskıya çıkan takımın şefi Selçuk güzel bir plaseyle bitirdi. O andan itibaren maçın Galatasaray'da kalacağı belliydi. Cem Sultan'ın girer girmez yaptığı nefis asisti yiyen Ömer de bunu tescilledi.
Johan Elmander (Galatasaray): Özverili, çalışkan, akıllı. Geldiği günden beri elinden gelen her şeyi yapıyor. Baros'la birlikte forveti rahat götüreceğine şüphem yoktu, forvet arayışlarının boşuna olduğunu gün geçtikçe ispatlıyor. Ateşle sahaya çıkmış. Büyük futbolcu...
Ayhan Akman (Galatasaray): BAM esprisindeki sesli harf eksikliğini doldurması için siber tanrılara kurban edildi ama 11 yıldır Galatasaray forması giyen bu adam iyi bir takımda neler yapabileceği tekrar gösterdi. Selçuk İnan'dan yük alabilecek bir alternatif olduğunu gösterdi. Saygılar...
Nordin Amrabat (Kayserispor): Çok yetenekli adam, topla ne kadar rahat olduğunu görmemek için kör olmak lazım fakat egosunun törpülenmesi şart. Mehmet Topuz da zamanında böyle oynuyordu, ne kadar ağırlığını koyarsa takımın yükselmesi o kadar zorlaşıyor. Biraz daha takım oyuncusu olmalı. Şota hoca bunu nasıl sağlayacak, o soru işareti.
Semih Kaya (Galatasaray): Üç yıl önce Bülent Korkmaz'dan alamadığı şansı bu kez Fatih Terim'den aldı ve hocasını mahçup etmedi. İkinci yarıdaki bir müdahelesi hariç hatasızdı. Ayağının düzgünlüğü fark yaratıyor. Normalde topla çıkmayı da sever ama bugün yerini sağlamlaştırma adına pek o toplara girmedi. Bu oyunuyla en azından güvenilir bir stoper yedeği olduğunu herkese gösterdi. Bravo çocuk...
Eren Güngör (Kayserispor): Yaşadığı ağır iki diz sakatlığının ondan çok şey götürdüğü açık. Fundemental olarak üzerine koyacağı seneleri boş geçirdi, atletik yetenekleri de aşağıya inince karar vermedeki sıkıntıları belirginleşti. Bugün yaptığı pas hatasından ziyade güvensiz oyunu çok daha büyük sorun. Gözden uzak olsa da ikinci bir Uğur Uçar vakası da o...
Bu ligde iyi hücum oyununa giden yol beklerden geçer. Eboue özellikle maç başında epey savruk olmasına rağmen Terim öncesi kendini bu işlerden emekli etmiş Hakan Balta ile beraber çok zorladı rakip kanatları. Onlar ileri çıkınca Ayhan ile Selçuk'un göbeğe yanaşması da kolaylaştı. Riera'nın soldan aktığı, Selçuk'un kötü bir şut çıkardığı pozisyon Galatasaray'ın oyun kimliğini tanımlayan andı. Fatih hoca da muhtemelen böyle oynayan bir takım istiyor.
Kayserispor'un ataklarını Amrabat sürükledi. |
İkinci yarıda ise roller bir 20 dakikalığına değişti. Bunda Ayhan'la Selçuk'un psikolojik olarak Melo çizgisine kayması, Kayseri'nin de 1-0 sonrası ikinci devreye iştahlı girmesinden kaynaklandı. İlk yarı büyük katkı veren Yekta'nın yerine Aydın Yılmaz adlı kara deliğin girmesinin de payını yadsıyamayız tabii. Yekta'ya da büyük geçmiş olsun, ağır bir sakatlık değil dedik ama bağları koptu, 4-5 ay yok deniyor. İnsanın içini acıtıyor bu sakatlıklar. Belki de oyunuyla bir daha formayı kaptırmayacaktı. Çok yazık...
70 sonrası tekrar toparlanmada Fatih Terim'in 4-1-4-1 fırçası kadar bana göre günün kahramanlarından Riera'nın sakin ve akıllı oyunu ve Selçuk'un sorumluluk alması etkili oldu. Maç boyu sallanan Eren Güngör'ün ikramını ise ön alanda baskıya çıkan takımın şefi Selçuk güzel bir plaseyle bitirdi. O andan itibaren maçın Galatasaray'da kalacağı belliydi. Cem Sultan'ın girer girmez yaptığı nefis asisti yiyen Ömer de bunu tescilledi.
Maçın Dikkat Çekenleri
İsveçli golcü 8.lig maçında 4 gole ulaştı. |
Ayhan Akman (Galatasaray): BAM esprisindeki sesli harf eksikliğini doldurması için siber tanrılara kurban edildi ama 11 yıldır Galatasaray forması giyen bu adam iyi bir takımda neler yapabileceği tekrar gösterdi. Selçuk İnan'dan yük alabilecek bir alternatif olduğunu gösterdi. Saygılar...
Nordin Amrabat (Kayserispor): Çok yetenekli adam, topla ne kadar rahat olduğunu görmemek için kör olmak lazım fakat egosunun törpülenmesi şart. Mehmet Topuz da zamanında böyle oynuyordu, ne kadar ağırlığını koyarsa takımın yükselmesi o kadar zorlaşıyor. Biraz daha takım oyuncusu olmalı. Şota hoca bunu nasıl sağlayacak, o soru işareti.
Semih Kaya, Galatasaray formasıyla 4.maçına çıktı. |
Eren Güngör (Kayserispor): Yaşadığı ağır iki diz sakatlığının ondan çok şey götürdüğü açık. Fundemental olarak üzerine koyacağı seneleri boş geçirdi, atletik yetenekleri de aşağıya inince karar vermedeki sıkıntıları belirginleşti. Bugün yaptığı pas hatasından ziyade güvensiz oyunu çok daha büyük sorun. Gözden uzak olsa da ikinci bir Uğur Uçar vakası da o...
"Spartacus: Vengeance" Yolda
Gaziantep 0-1 Trabzon || Süper Lig'e hoşgeldiniz!
Ligimizden zaman zaman çok şikayetçiyiz. Fiziğe çok dayalı, sert, tempo genelde düşük vs ama bir başka açıdan bakınca goller ve oyun daha değerli ve zor. Daha çok emek istiyor. La Liga'da atılan birçok gole bu topraklarda izin verilmez mesela ki oraların uzmanı Simao, "Burada düşünmek için bile az süre var ve alan bulmakta güçlük çekiyorum" demişti. Bugün Halil Altıntop'un ekmeğini taştan çıkardığı son dakika golü bir Süper Lig gerçeği ve Abdullah Ercan, lige uygun bir futbol oynatmasına karşın ilk mağlubiyetiyle bu son dakika tanışmış oldu.
Aslına bakılırsa pozisyonlarının niteliği bakımından üstün olan taraf ev sahibiydi ve derli toplu bir oyun oynamayı bildiler. Karakteristik olarak orta sahanın kalabalık tutan bir düzeni savunan, U-17 düzeyinde dahi her maç sonu vurgusu "mücadele" olan Ercan'ın takıma gelir gelmez yaptığı ilk iş dörtlü savunmanın önüne diktiği iki fizik gücü yüksek orta saha. Zaten yüzü dönük forvet arkası tipi oyuncusu bol olan bir ekip için oldukça mantıklı bir müdahele. Hoca, Orhan Gülle gibi ciğerli, yüksek ve tekniği yeterli bir oyuncuyu oraya monte etmeye çalışıyor. Keza Binya da fiziğiyle oynayan bir adam. İlk bölümde özellikle Olcan ve Popov'un da yardımıyla Trabzon orta sahasını düşüren bu yapı topa da sahip olmayı bildi. 25'te başarılı pas sayısı 112'ye 44 gibi açık bir farkla ev sahibi lehineydi. Bu top hakimiyetini sağlayan oyuncuların en başında Muhammet Demir geliyor. Fatih Tekke'nin kariyer zirvesindeki haline çok benziyor, tam bir merkez forvet. Stoperlerle birebir boğuşabildiği gibi derine gelip pas yaparak oyunu da yönlendirebiliyor ki 70'lere doğru oyundan düşene kadar Antep bunun çok ekmeğini yedi. İlk devrede enfes de bir şutu vardı, girmedi.
Trabzonspor ise sezonun en önemli maçını oynamadan önce yarı zorunlu, yarı gönüllü rotasyona gitti. Zokora'nın yerine göbekte oynayan Aykut çok iyi bir kesici. Hem çevik, hem iyi bir önsezisi var, hem de soğukkanlı. Ceyhun'un yarattığı rotayon boşluğunu rahatça dolduruyor fakat oyunu yönlendirecek sorumluluğu alması zor. Antep'in kalabalık orta sahasına karşı da belli bölümler hariç topu teslim ettiler fakat futbol ironik bir oyun. 80'den itibaren topa iyice hakim olup oyunu Trabzon yarı sahasında yıkan ev sahibinde oyundan düşen Bisca topu kaptırdı. Halil söktüğü topla driplingine başlayıp Brozek'in yapamadığını girer girmez yapan Henrique'yle verkaca girip golü attı. Belki de Trabzon'un kaydadeğer tek gol pozisyonu buydu. Golü artık son vuruşuna belki de haklı olarak şüpheyle bakılan Halil'in atması ise kendi güveni açısından mühim.
CSKA maçında Burak Yılmaz'dan da faydalanacak olan Şenol Güneş'in daha farklı bir 11 sahaya sürecektir. Öte yandan özellikle Şampiyonlar Ligi'nde yaratıcılığına büyük ihtiyaç duyulan Adrian'ın düşük temposu kafalarda soru işareti bırakmadı değil. Muhammet karşısında güçlük çeken Giray ile sezon başından beri vitesi ikiye atan Glowacki'nin Doumbia-Love ikilisine karşı ne yapacağı da meçhul. Alınan üç puan kadar bunları düşünmek gerek ama Şenol Güneş'in hayati eksiklerin olduğu böylesi bir maçtan üç puanla döndüğü için mutlu olduğuna şüphe yok.
Gaziantepspor: Karcemarskas, Emre Güngör, Ivan, Dany Nounkeu, Serdar Kurtuluş, Sosa, Muhammet (Dk. 88 Murat Ceylan), Gılles Binya, Olcan (Dk. 80 Cenk Tosun), Orhan Gülle (Dk. 53 El Yasa), Popov
Trabzonspor: Tolga, Celutska, Giray, Glowacki, Marek Cech, Aykut, Colman, Serkan Balcı, Halil Altıntop, Adrian (Dk. 78 Henrique), Brozek (Dk. 64 Alanzinho)
Durduramıyoruz: Seydou Doumbia
Trabzonspor'da Burak Yılmaz'ın estirdiği bir fırtınanın benzerini Rusya'da Fildişi Sahilli Seydou Doumbia estiriyor. Türk futbolu onla CSKA'nın Trabzonspor'u 3-0 mağlup ettiği maçta tanıştı fakat halihazırda epey tuzlu bir transfer olan 24 yaşındaki golcü, (iki yıl önce 15 milyon avro ödemişlerdi) Rus ekibiyle bu sezon bambaşka bir düzeye geçti.
Partneri Vagner Love ile önüne geleni dağıtan Doumbia, dünkü Spartak Nalchik maçında son 7 dakikaya üç gol sığdırarak hat-trick yaptı. Oynadığı son 4 maçtaki gol sayısı 9! Üstün bir gol vuruşu olduğu sayılarından da anlaşılıyor zaten lakin insanı bu gol makinesine hayran kılan esas özelliği belki de tam tersi, hazırlayıcı kimliği. Maç boyunca o kadar doğru koşular yapıyor ki rakip savunmanın dengesini alt üst ediyor. Her daim yanındaki oyunculara koşu koridorları açıyor, gerektiğinde duvar olup pozisyona sokuyor. Vagner Love'ın bu sezon attığı gollerin neredeyse hepsinde doğrudan ya da dolaylı olarak pay sahibi. Oynadıkları son maçın özeti de yukarıda. Aldığı penaltıdan yanındaki oyunculara hazırladığı pozisyonlara kadar övülecek o kadar çok detay var ki yaptığı hat-trick belki de en son anılacak şey.
Lider Zenit'in iki puan arkasında zirve takibini sürdüren CSKA'yla 27 lig maçına çıkan Doumbia 22 kez rakip fileleri sarstı. Devler Ligi'nde ise üç maçta 4 golü var. Fildişili forvet epey geniş olan Rusya'nın ülke sınırlarını zorlamaya başladı, en kısa zamanda klasman atlayacağı, belki de Premier Lig devlerinin ağına takılacağı kesin. Temennimiz ise Avni Aker'de bu akıl almaz serisine bi' Cafe Crown arası vermesi!
Lider Zenit'in iki puan arkasında zirve takibini sürdüren CSKA'yla 27 lig maçına çıkan Doumbia 22 kez rakip fileleri sarstı. Devler Ligi'nde ise üç maçta 4 golü var. Fildişili forvet epey geniş olan Rusya'nın ülke sınırlarını zorlamaya başladı, en kısa zamanda klasman atlayacağı, belki de Premier Lig devlerinin ağına takılacağı kesin. Temennimiz ise Avni Aker'de bu akıl almaz serisine bi' Cafe Crown arası vermesi!
Hayatım Futbol Blog
Yeni haftalık dergimiz malum, her Salı iPad ve internet versiyonu yayınlanıyor. Şimdi bu iki mecranın arşivi niteliğinde bir de blog sayfamız var. Bir önceki sayıdan itibaren yer alan her yazıyı bulabileceğiniz bu sayfa sizlere yazıları ararken kolaylık sağlayacak. Ben de hem bu kolaylığı sizlere hatırlatayım, hem de ilk üç sayıda kaleme aldığım yazıları paylaşayım istedim. Dergiye dair her konu hakkında görüş ve önerilerinizi bekliyorum her zamanki gibi...
Blog Ana Sayfa
Uğur Karakullukçu Arşivi
YAZILAR
Burak'la Güneş'e Doğru!
Elemelerin Ardından: Hiddink & Türkiye
Sıra dışı bir golcü: Necati Ateş
100'ler Kulübü
Susuz Yaz
Blog Ana Sayfa
Uğur Karakullukçu Arşivi
YAZILAR
Burak'la Güneş'e Doğru!
Elemelerin Ardından: Hiddink & Türkiye
Sıra dışı bir golcü: Necati Ateş
100'ler Kulübü
Susuz Yaz
Semih Kaya mı, Ceyhun Gülselam mı?
Gökhan Zan sakat, Servet Çetin cezalı, artık iyiden iyiye göbeğe yerleşen Tomas Ujfalusi'nin yanı boş... Zaten yetersiz bir göbek rotasyonuyla başlayan Galatasaray'da Fatih hoca ilk planda düşünmediği iki isimden birini tahtaya yazmak zorunda: Semih Kaya mı, Ceyhun Gülselam mı?
Bilen bilir, Semih çok sevdiğim bir oyuncu. Geliş hikayesiyle, yetenekleriyle farklı bir isimdir, henüz 20 yaşında olmasına karşın geçirdiği ağır ameliyat sayısı üç ve şu anda A takımda bulunuyor olması bile mucize. Bir kez beyin, bir kez çapraz bağ, bir kez de diz ameliyatı geçirdi ve normal şartlarda top oynayarak, tecrübe kazanarak geçirmesi gereken 3 yılı çöpe gitti. Geçen sezonun ortasında Kartalspor'da formaya ilk kez tutunup bırakmaması dahi onu Galatasaray'a getirdi. Zaman zaman savrukluğu başa iş açsa da topa bir şekilde müdahele eden, ayağı düzgün, gelişmeye açık bir stoper olduğunu belli ediyordu. Buna karşın profesyonel kariyerinin toplamı hâlâ 18 Bank Asya, 4 Süper Lig karşılaşmasından oluşuyor ki bir savunma oyuncusu için belki de en mühim konu budur. Türkiye gibi fiziksel bir futbolun oynandığı ülkede zirveye oynayan Galatasaray gibi takımlar her daim savunmasında tecrübeye yaslanmak durumunda ve bu sebeple bir savunmacının buralarda fırsat bulması için bile kilometre yapması gerek.
Öte yandan elde bir de Ceyhun Gülselam var. Trabzonspor'da pek de parlak bir sezon geçirmemesine, kulübenin gediklisi olmasına karşın Fatih Terim referansıyla Galatasaray'a adım attı. Şurada genişçe bahsetmiştik. Fatih hoca için kendi keşfettiği, parlattığı oyuncu grubu her zaman çok değerlidir. Gökhan Zan'a dahi ne kadar çok güvendiği malum. "Bir Kazım olmasa da" Ceyhun da onun öğrencilerinden. Ceyhun, ilk kez onun döneminde A milli takıma çağrıldı, Türkiye'ye gelmesinde ön ayak oldu. Ayağının düzgünlüğü soru işareti olsa da, stoperde saatli bomba misali olsa da Süper Lig tecrübesi Semih'e göre çok daha fazla ve hem stoperde, hem de Melo'nun oynadığı savunma önü bölgesinde kulübenin en önemli alternatifi. Hazırlık döneminde de bu böyleydi.
Semih Kaya'nın 17 yaşındayken Bülent Korkmaz dönemindeki Hamburg maçında kenarda tutulup Kewell'ın stoperde oynatılması ne kadar büyük bir fiyaskoysa şu anki koşullarda Ceyhun Gülselam'ın oynaması da bir o kadar normal. Kayserispor maçında Ujfalusi'nin partneri Ceyhun olacaktır.
Bilen bilir, Semih çok sevdiğim bir oyuncu. Geliş hikayesiyle, yetenekleriyle farklı bir isimdir, henüz 20 yaşında olmasına karşın geçirdiği ağır ameliyat sayısı üç ve şu anda A takımda bulunuyor olması bile mucize. Bir kez beyin, bir kez çapraz bağ, bir kez de diz ameliyatı geçirdi ve normal şartlarda top oynayarak, tecrübe kazanarak geçirmesi gereken 3 yılı çöpe gitti. Geçen sezonun ortasında Kartalspor'da formaya ilk kez tutunup bırakmaması dahi onu Galatasaray'a getirdi. Zaman zaman savrukluğu başa iş açsa da topa bir şekilde müdahele eden, ayağı düzgün, gelişmeye açık bir stoper olduğunu belli ediyordu. Buna karşın profesyonel kariyerinin toplamı hâlâ 18 Bank Asya, 4 Süper Lig karşılaşmasından oluşuyor ki bir savunma oyuncusu için belki de en mühim konu budur. Türkiye gibi fiziksel bir futbolun oynandığı ülkede zirveye oynayan Galatasaray gibi takımlar her daim savunmasında tecrübeye yaslanmak durumunda ve bu sebeple bir savunmacının buralarda fırsat bulması için bile kilometre yapması gerek.
Ceyhun, Real Madrid maçında da stoperde görev yapmıştı. |
Semih Kaya'nın 17 yaşındayken Bülent Korkmaz dönemindeki Hamburg maçında kenarda tutulup Kewell'ın stoperde oynatılması ne kadar büyük bir fiyaskoysa şu anki koşullarda Ceyhun Gülselam'ın oynaması da bir o kadar normal. Kayserispor maçında Ujfalusi'nin partneri Ceyhun olacaktır.
Zaferden Hayal Kırıklığına: 1992 Türkiye U-17
Bu hikayeyi Galatasaraymedia.com yazarı sevgili Ahmet Şahinkaya blog için kaleme aldı. Keyifli okumalar...
Milli Takım düzeyinde farklı mağlubiyetler almayı alışkanlık haline getirdiğimiz, gol atmayı galip gelmek ile eş tutup fark yediğimiz maçlarda bile attığımız tek gole ait enstantanelerden poster yapacak kadar sevindiğimiz yıllarda, alışılagelmişin dışında bir başarı yakalamıştı 17 Yaş Altı Milli Takımımız. 1992 yılının Temmuz ayında Almanya’da düzenlenen Avrupa Gençler Futbol Şampiyonasına katılan genç milliler, efsanevi hoca Serpil Hamdi Tüzün ve kaptan Okan Buruk önderliğinde tarih yazmış, Avrupa Şampiyonu olmayı başararak bir nevî gelecekte futbol dünyasında adından sıkça söz ettirecek ve sınıf atlayacak Türk futbolunun ilk sinyallerini de bu turnuvada vermişti. O takımdan akılda kalan isimler ise Okan Buruk, Mustafa Kocabey, Emre Aşık, Aygün Taşkıran ve Oktay Derelioğlu oluyordu. Futbolda farklı yenilgilere alışmış ve yıllar yılı bayrağımızı gururla dalgalandıran tek branş olduğu için halter seyretmiş jenerasyonun evlatları olarak bu turnuvada kazanılan kupa, herhangi bir başarı hikayesinin çok ötesinde özgüven anlamında çok şey ifade ediyordu. Zira o dönemlerde Tanju-Rıza-Rıdvan-Hami gibi özel bir nesle sahip olmamıza rağmen özgüven eksikliği birçok maçta skor üstünlüğü yakalamamıza izin vermiyordu ne yazık ki. Artık biz de başarı yakalamanın rüya olmadığını, kupaların bizlerinde kollarında yükselebileceğini yaşayarak öğrenmiştik.
Bu tarihi başarıdan sadece 8 ay sonra Avustralya’da bu kez Dünya Gençler Futbol Şampiyonasına katıldık. Avrupa Şampiyonu kadro hemen hemen korunmuştu. Tek eksik bir Galatasaray-Trabzonspor maçında Soner Tolungüç’ün yürekleri sızlatan darbesi ile bacağı kırılan 18 yaşındaki kaptan Okan Buruk idi. Turnuvaya son Avrupa Şampiyonu apoleti ile katılan ve ülkede adeta gözbebeği haline gelen takımımıza medya müthiş destek vermiş ve istemeden de olsa tüm Türkiye’nin başarı beklentilerini gencecik omuzlara yüklemişti. ABD, Güney Kore ve İngiltere’den oluşan grubumuzdaki ilk maçımızda futbolda neredeyse hiç söz sahibi olmayan “kolay lokma” ABD maçı ile başlayacaktık. O yıllarda henüz 11 yaşında olan ben, gurur ve heyecanla maç saatini beklerken bu genç takımdan gelecek her gol haberinde havalara uçmaya hazırdım. Tribünlerde çoğunluğunu Türk taraftarların oluşturduğu yaklaşık 16.000 seyircinin desteği ile maça başlayan takımımız ilk yarım saat bittiğinde 3-0, maç bitiminde ise 6-0’lık skor ve tarihi bir hezimet ile stattan ayrılıyordu. Oluşan skorda, bir önceki turnuvada harikalar yaratan ancak ABD maçında birbirinden hatalı goller yiyerek kariyerine erken son veren kaleci Yetkin’den, kırmızı kart görerek takımı 10 kişi bırakan forvet Oktay Derelioğlu’na ve maç boyu oyuncu değiştirmeyip tüm oyuncu değişiklik haklarını 88nci dakikada kullanarak adeta intihar eden Serpil Hamdi Tüzün’e kadar herkes hatalıydı elbette. Nitekim Tüzün maçtan sonra yaptığı “Oyun sistemimizin ABD karşısında etkisiz kalacağını tahmin etmiştim ancak oyuncularıma 3 yıldır ezberlettiğim oyun sistemini değiştirmeyi kendime yediremedim” açıklaması da kötü gidişata tuz biber ekiyordu. Aslında oyun sisteminde sıkıntı olduğu, turnuva öncesinde oynanan 11 hazırlık maçında alınan sadece 2 galibiyet ile ortadaydı.
8 ay önce kazanılan Avrupa Şampiyonluğu unvanının ardından oluşan büyük beklenti ve alınan tarihi fark canımızı acıtmaya yetti de arttı bile ancak bu mağlubiyeti “tarihi” kılan bir başka sebep daha vardı. Ta o günlerden bugüne kadar sirayet eden ve kazandığımız her büyük başarının ardından yakalandığımız “ben oldum” virüsünün Türk Futboluna ilk kez bulaştığı maç ve turnuva olarak tarihe geçmişti ne yazık ki. Turnuvanın kalan maçlarında Güney Kore ile 1-1 berabere kalan takımımız son maçında İngiltere karşısına çıkmış, bir de penaltı kaçırdığı müsabakayı 1-0 kaybetmişti. Şampiyonanın ardından gazeteler, aynı günlerde San Marino deplasmanına çıkan ve berabere kalarak rakibine tarihinde ilk kez puan kazanma şansı tanıyan A Milli Takımımıza atıfta bulunarak “Al Küçükleri, Vur Büyüklere” diye manşet atacak ve 1 hafta önce yere göğe sığdıramadığı Genç Milli Takımımızı yerden yere vuracaktı. Az evvel bahsettiğim, bu maçı hatta bu turnuvayı tarihi kılan virüsün Euro ‘96, 2002 Dünya Kupası ve Euro 2008’den hemen sonra yeniden hortlayarak yayıldığını ve büyük resme bakmaksızın geçmişten ders alınmadığını gördükçe neden turnuva takımı olamayışımızın cevabı da hazin şekilde ortaya çıkıyor.
Geçmişten bugüne minik bir değerlendirme yaptığımızda Türk sporunun halet-i ruhiyesi hiç de yabancı gelmedi değil mi?
Ahmet Şahinkaya
Milli Takım düzeyinde farklı mağlubiyetler almayı alışkanlık haline getirdiğimiz, gol atmayı galip gelmek ile eş tutup fark yediğimiz maçlarda bile attığımız tek gole ait enstantanelerden poster yapacak kadar sevindiğimiz yıllarda, alışılagelmişin dışında bir başarı yakalamıştı 17 Yaş Altı Milli Takımımız. 1992 yılının Temmuz ayında Almanya’da düzenlenen Avrupa Gençler Futbol Şampiyonasına katılan genç milliler, efsanevi hoca Serpil Hamdi Tüzün ve kaptan Okan Buruk önderliğinde tarih yazmış, Avrupa Şampiyonu olmayı başararak bir nevî gelecekte futbol dünyasında adından sıkça söz ettirecek ve sınıf atlayacak Türk futbolunun ilk sinyallerini de bu turnuvada vermişti. O takımdan akılda kalan isimler ise Okan Buruk, Mustafa Kocabey, Emre Aşık, Aygün Taşkıran ve Oktay Derelioğlu oluyordu. Futbolda farklı yenilgilere alışmış ve yıllar yılı bayrağımızı gururla dalgalandıran tek branş olduğu için halter seyretmiş jenerasyonun evlatları olarak bu turnuvada kazanılan kupa, herhangi bir başarı hikayesinin çok ötesinde özgüven anlamında çok şey ifade ediyordu. Zira o dönemlerde Tanju-Rıza-Rıdvan-Hami gibi özel bir nesle sahip olmamıza rağmen özgüven eksikliği birçok maçta skor üstünlüğü yakalamamıza izin vermiyordu ne yazık ki. Artık biz de başarı yakalamanın rüya olmadığını, kupaların bizlerinde kollarında yükselebileceğini yaşayarak öğrenmiştik.
Bu tarihi başarıdan sadece 8 ay sonra Avustralya’da bu kez Dünya Gençler Futbol Şampiyonasına katıldık. Avrupa Şampiyonu kadro hemen hemen korunmuştu. Tek eksik bir Galatasaray-Trabzonspor maçında Soner Tolungüç’ün yürekleri sızlatan darbesi ile bacağı kırılan 18 yaşındaki kaptan Okan Buruk idi. Turnuvaya son Avrupa Şampiyonu apoleti ile katılan ve ülkede adeta gözbebeği haline gelen takımımıza medya müthiş destek vermiş ve istemeden de olsa tüm Türkiye’nin başarı beklentilerini gencecik omuzlara yüklemişti. ABD, Güney Kore ve İngiltere’den oluşan grubumuzdaki ilk maçımızda futbolda neredeyse hiç söz sahibi olmayan “kolay lokma” ABD maçı ile başlayacaktık. O yıllarda henüz 11 yaşında olan ben, gurur ve heyecanla maç saatini beklerken bu genç takımdan gelecek her gol haberinde havalara uçmaya hazırdım. Tribünlerde çoğunluğunu Türk taraftarların oluşturduğu yaklaşık 16.000 seyircinin desteği ile maça başlayan takımımız ilk yarım saat bittiğinde 3-0, maç bitiminde ise 6-0’lık skor ve tarihi bir hezimet ile stattan ayrılıyordu. Oluşan skorda, bir önceki turnuvada harikalar yaratan ancak ABD maçında birbirinden hatalı goller yiyerek kariyerine erken son veren kaleci Yetkin’den, kırmızı kart görerek takımı 10 kişi bırakan forvet Oktay Derelioğlu’na ve maç boyu oyuncu değiştirmeyip tüm oyuncu değişiklik haklarını 88nci dakikada kullanarak adeta intihar eden Serpil Hamdi Tüzün’e kadar herkes hatalıydı elbette. Nitekim Tüzün maçtan sonra yaptığı “Oyun sistemimizin ABD karşısında etkisiz kalacağını tahmin etmiştim ancak oyuncularıma 3 yıldır ezberlettiğim oyun sistemini değiştirmeyi kendime yediremedim” açıklaması da kötü gidişata tuz biber ekiyordu. Aslında oyun sisteminde sıkıntı olduğu, turnuva öncesinde oynanan 11 hazırlık maçında alınan sadece 2 galibiyet ile ortadaydı.
8 ay önce kazanılan Avrupa Şampiyonluğu unvanının ardından oluşan büyük beklenti ve alınan tarihi fark canımızı acıtmaya yetti de arttı bile ancak bu mağlubiyeti “tarihi” kılan bir başka sebep daha vardı. Ta o günlerden bugüne kadar sirayet eden ve kazandığımız her büyük başarının ardından yakalandığımız “ben oldum” virüsünün Türk Futboluna ilk kez bulaştığı maç ve turnuva olarak tarihe geçmişti ne yazık ki. Turnuvanın kalan maçlarında Güney Kore ile 1-1 berabere kalan takımımız son maçında İngiltere karşısına çıkmış, bir de penaltı kaçırdığı müsabakayı 1-0 kaybetmişti. Şampiyonanın ardından gazeteler, aynı günlerde San Marino deplasmanına çıkan ve berabere kalarak rakibine tarihinde ilk kez puan kazanma şansı tanıyan A Milli Takımımıza atıfta bulunarak “Al Küçükleri, Vur Büyüklere” diye manşet atacak ve 1 hafta önce yere göğe sığdıramadığı Genç Milli Takımımızı yerden yere vuracaktı. Az evvel bahsettiğim, bu maçı hatta bu turnuvayı tarihi kılan virüsün Euro ‘96, 2002 Dünya Kupası ve Euro 2008’den hemen sonra yeniden hortlayarak yayıldığını ve büyük resme bakmaksızın geçmişten ders alınmadığını gördükçe neden turnuva takımı olamayışımızın cevabı da hazin şekilde ortaya çıkıyor.
Geçmişten bugüne minik bir değerlendirme yaptığımızda Türk sporunun halet-i ruhiyesi hiç de yabancı gelmedi değil mi?
Ahmet Şahinkaya
Hermione Granger ve Türkiye Futbol Federasyonu
Hogwarts Üniversitesi, Gryfindor Fakültesi üçüncü sınıf öğrencisi olan Hermione Granger, Büyü Mühendisliği'yle çap yaptığından 27 krediyi aşmak durumundaydı ve otomasyon sistemi Karanlık Sanatlar dersini almasına izin vermiyordu. Öğrenci İşleri tarafından terslenince soluğu bölüm başkanı Profesör McGonagal'ın yanında alan genç Hermione, inek diye tabir edilen öğrenci sınıfının önde gelen temsilcilerinden olması hasebiyle el altından sağlam bir yardım alıyordu. Profesörün verdiği Zaman Dönüştürücü denen alet sayesinde zamanı geriye alıp aynı anda iki dersi günü gününe takip etme şansı yakalayan Hermione, hem yoklamadan çakmayıp hem de dersini A ile verirken Ron ile Harry yaz okuluna kalacak, bütün sene hayalini kurdukları interrail projesi başka bahara kalacaktı.
Ne diyorduk? Zaman Dönüştürücü... Harry Potter evrenine ait bu güzide alet herhalde biz sade Muggle'ların haberi olmadan bürokrat tayfasının eline ulaşmış olacak ki Türkiye Futbol Federasyonu yetkilileri düşünmüşler, taşınmışlar, Galatasaray-Fenerbahçe derbisini 7 Aralık Perşembe günü saat 20.00'de oynatma kararı almışlar. Bunu niye söylüyorum, çünkü o gün öyle etkinlikler var ki bu Zaman Dönüştürücü denen meret olmasaydı aklı, mantığı olan hiç kimse o derbiyi o saate koymazdı. Şöyle ki;
Avrupa'nın, hatta dürüst olalım, dünyanın en önemli futbol organizasyonu olan Şampiyonlar Ligi'nin karşısına, hem de haftaiçi trafiğini de göze alarak saat 8'de belki de ligin en önemli maçını koyan TFF, bir Galatasaray taraftarının aynı anda iki yerde birden olabileceğini hesap etmiştir diye düşünüyorum. Bu Zaman Dönüştürücü denen alet birçok taraftarı belki de Euroleague'in Galatasaray adına en kritik maçlarından biri olan Abdi İpekçi'deki Siena maçını kaçırmaktan kurtaracak. Bir günde iki maç keyfi, boru mu? Üstelik Fenerbahçeliler de aynı derecede önemli Nancy mücadelesiyle derbiyi aynı anda izlemek durumunda kalmayacaklar. He, bir de Trabzonspor'un Şampiyonlar Ligi'ndeki birebir rakibi Lille'le deplasmanda oynayacağı maç var tabii. Hizmet büyük...
Lakin tek sorun henüz bu Zaman Dönüştürücü'nün taraftarlara nasıl ve ne şekilde verileceğinin açıklanmaması. TFF.org'da göremedim ben, duyan, bilen?
Ne diyorduk? Zaman Dönüştürücü... Harry Potter evrenine ait bu güzide alet herhalde biz sade Muggle'ların haberi olmadan bürokrat tayfasının eline ulaşmış olacak ki Türkiye Futbol Federasyonu yetkilileri düşünmüşler, taşınmışlar, Galatasaray-Fenerbahçe derbisini 7 Aralık Perşembe günü saat 20.00'de oynatma kararı almışlar. Bunu niye söylüyorum, çünkü o gün öyle etkinlikler var ki bu Zaman Dönüştürücü denen meret olmasaydı aklı, mantığı olan hiç kimse o derbiyi o saate koymazdı. Şöyle ki;
- Şampiyonlar Ligi: Lille-Trabzonspor, 21.45
- Euroleague: Galatasasaray Medical Park-Montepachi Siena
- Euroleague: SLUC Nancy-Fenerbahçe Ülker
Avrupa'nın, hatta dürüst olalım, dünyanın en önemli futbol organizasyonu olan Şampiyonlar Ligi'nin karşısına, hem de haftaiçi trafiğini de göze alarak saat 8'de belki de ligin en önemli maçını koyan TFF, bir Galatasaray taraftarının aynı anda iki yerde birden olabileceğini hesap etmiştir diye düşünüyorum. Bu Zaman Dönüştürücü denen alet birçok taraftarı belki de Euroleague'in Galatasaray adına en kritik maçlarından biri olan Abdi İpekçi'deki Siena maçını kaçırmaktan kurtaracak. Bir günde iki maç keyfi, boru mu? Üstelik Fenerbahçeliler de aynı derecede önemli Nancy mücadelesiyle derbiyi aynı anda izlemek durumunda kalmayacaklar. He, bir de Trabzonspor'un Şampiyonlar Ligi'ndeki birebir rakibi Lille'le deplasmanda oynayacağı maç var tabii. Hizmet büyük...
Lakin tek sorun henüz bu Zaman Dönüştürücü'nün taraftarlara nasıl ve ne şekilde verileceğinin açıklanmaması. TFF.org'da göremedim ben, duyan, bilen?
Arsene Wenger'in Ulusa Seslenişi
Arsenal'in teknik patronu Arsene Wenger, dün gerçekleştirilen kulübün olağan genel kurulunda oldukça etkileyici bir konuşmaya imza attı. Konuşmasından önce mevcut "kendi kendine yetme" felsefesinden vazgeçilmesi, Şampiyonlar Ligi'ne kalınamaması durumunda bilet fiyatlarının düşürülmesi, başkan Peter Hill-Wood'ın görevi bırakması gibi taleplere karşılık söz alan Fransız hoca adeta Arsenal ulusuna seslendi. Sadece söyledikleri için değil, söyleyiş şekli ve söylediklerine inancı ve tutkusu için de izlenmesi şart.
Güven ve tam destek vurgusu yaptığı konuşmasının tamamı video halinde var. Okumak isteyenler için ise ben Türkçe'ye çevirdim. Elbette daha iyi çeviriler yapılabilir fakat genel hatları okumak adına yeterli olduğunu düşünüyorum. Bence bu konuşma Arsenal'in geleceği hakkında birçok ipucunu içeriyor ve ileride de dönüp faydalanacağımız bir kaynak olacak. Blog arşivinde dursun.
"İyi akşamlar,
Karşılamanız için teşekkürler. Sizlerle konuşma şansı bulduğum için mutluyum. Genellikle sizlerle medya aracılığıyla iletişim kuruyorum ve söylediklerim her zaman sizlere istediğim gibi yansıdığını söyleyemeyeceğim.
Ayrıca kulübün 125.yıl kutlamalarında bulunmaktan da mutluyum. Benim hayalim burada bir menajerin sizlerin önünde dikilip 1000.yılı kutlaması. Merak etmeyin, o ben olmayacağım! Siz de burada olamayabilirsiniz!
Bendeniz yaklaşık 15 yıldır bu kulübün başında olma onuruna sahibim ve bana bu kadar uzun süredir güvendiğiniz için müteşekkirim.
Özel bir kulüpte olduğumu biliyorum. Bir şey söylemem gerekirse bu kulübe sadık kaldığımı ve bağlılığımı koruduğumu düşünüyorum. Her zaman haklıydım demiyorum. Bu kulüpte çalışıyor olmanın bir ayrıcalık olduğunu hep biliyordum ve burada insanların desteğiyle istediğim şekilde çalışabilme özgürlüğüne sahip oldum.
Umuyorum ki bundan yıllar sonra insanlar bu döneme baktığında bizlerin bu kulübü doğru bir yola soktuğunu ve doğru değerleri savunduğumuzu, çok da salak olmadığımızı düşünecekler.
Savunduğumuz değerlerin sonuna kadar arkasında durmamız gerektiğini düşünüyorum çünkü biz yaptığımız her şeyi klas bir şekilde yapmaya çalıştık. Tabii ki tutkulu da olmak istiyoruz. Cesur olmak istiyoruz. Ben kulübün aldığı kararlarda her zaman cesur davrandığına inanıyorum. Cesaret her zaman takdir ettiğim bir özellik oldu çünkü ona modern dünyada her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz.
Aranızda birçoklarının korktuğunu görüyorum ve bunu anlayabiliyorum çünkü çok büyük kaynaklara sahip birçok kişiyle savaşmak durumunda kaldığımız bir dünyada yaşıyoruz.
Bu benim eleştirilmez olduğum anlamına gelmiyor. Ben bunu mesleğimin bir parçası olarak kabul ediyorum, yönetim de eleştiriliyor fakat dışarıya karşı her zaman birlik olmak zorundayız çünkü bu bizim zirvede var olmak için tek şansımız. Birlik olduğumuz zaman bile yeterince zor bir iş. Eğer birlik yoksa şansımız da yok.
Savunduğumz bazı değerler bu zamanda sorgulanıyor, "kendi kendine yeten bir kulüp" modeli de buna dahil. Bunu değiştirmek istiyor muyuz, yoksa istemiyor muyuz? Ben bu modele inanıyorum ve tüm sorumluluğu alarak diyorum ki biz bu şekilde de yeterince yarışmacı olabiliriz.
Aldığımız oyunculara gelirsek... İki dünya çapında oyuncu kaybettiğimizi duydum! Size katılıyorum, daha da fazlasını kaybettik. Ancak satın aldığımız oyuncuları hemen yargılamayın çünkü bence onlar da üst seviyede oyuncular. Ayrıca şunu hatırlatmak isterim ki Ağustos ayında transfer ettiğimiz bazı oyuncular Eylül-Ekim'den önce forma giyememişti ve daha sonra dünya çapında futbolculara dönüştüler. Çok zorlu bir ortamda zorlu bir başlangıç yaptık ve üzerimizde muazzam bir baskı mevcut.
Geçen sezondan bahsetmek istiyorum çünkü geçen sezon aldığımız sonuçları kabul etmemizin oldukça zor olduğunu söylemek zorundayım. Bazı günler bu sonuun tamamen benim hatam olduğunu düşündüm çünkü oyuncuların dört turnuvada da sonuna kadar gidebileceğini ve hepsini kazanabileceğimizi düşünüyordum. Sezon performansı olarak bakarsak çok iyi bir yıl geçirdik ama çok kötü bir şekilde sonlandı. Tüm turnuvalarda yarışmacı olmayı bildik. Şanssız bir şekilde Carling Kupası'nı son dakikada kaybettik, Avrupa'da Barcelona'ya son dakikada elendik ki Barcelona'ya karşı içeride oynadığımız maçın Arsenal Futbol Kulübü tarihinde bir takıma karşı oynanılan en iyi maç olduğuna inanıyorum.
Liverpool'a karşı da son dakikada kaybedip şampiyonluk şansımıza veda ettik. Bundan sonra her şey olumsuz açıdan yargılanmaya başlandı. Takımın ortaya koyduğu performans çok daha büyük bir krediyi hak ediyordu. Çizgiyi geçmekte problem yaşadık ve sonuçta hayal kırıklığı üstüne hayal kırıklığı. Bizler için çok zordu. Kasım, Aralık ve Ocak aylarında 27 maç oynadık ve bunun faturasını Mart ve Nisan'da topu çizginin ötesine ittirecek enerjiyi bulamayarak ödedik. Yanılmıyorsam Fabregas ligde 19 maç oynadı, van Persie ise 17. Sakatlıklar konusunda da epey şanssızdık. Genel tablo bahsedildiği kadar kötü değildi. En azından tekrar Şampiyonlar Ligi'ne girmeyi başardık.
Ayrıca olumlu açıdan bakarsak Jack Wilshere gibi dünya çapında bir oyuncu kazandık. Jack, milli düzeyde de ne kadar iyi olduğunu göstermeyi bildi. Sizlere çok basit bir örnek verebilirim. Uzun süre kaleci satın almam yolunda baskı gördüm ve biz elimizdeki kalecilere güvendik. Şimdi herkes bu sorunları çözdüğümüzde hemfikirdir.
Takımımızın temeli ve potansiyeli sağlam. Elimizdeki genç oyuncularla geri döneceğimize ve tekrar üst düzeye erişeceğimiz konusunda insanlardan çok daha iyimserim. Medyada hak ettiğimiz saygıyı görmüyoruz. Takım doğru yolda ve harika bir mücadeele ruhuna sahipler. Yarışmaya hazırız ve yarışacağız.
Sezonu nerede bitireceğiz? Açıkça söylemek gerekirse bilmiyorum. Sadece bir şeyi biliyorum: Elimizdeki oyuncular savaşmaya hazırlar çünkü onları her gün görüyorum.
Şu anda arkamızda çok fazla işi olmayabilir fakat ben birçok kişiye büyük bir sürpriz yaşatacağımızı düşünüyorum. Bu sezon Emirates'te oldukça zorlu bir ortamda sezona başladık çünkü epey şüphecilerdi. Fakat insanlar iki şeyi anladı. Eğer takımın arkasında olmazlarsa bizim hiçbir şansımız yok. İkincisi de takım mücadele ruhuna sahip. İç sahadaki zorlu döneme ve maçlara rağmen taraftarlar harikaydı ve takımın arkasındalardı. Geçen sezonun sonunda olmayan buydu.
Artık şunu anlıyoruz ki, evet, zaman artık daha zor. Evet, hâlâ başarılı olabilir ama tek şartta, herkes takımın arkasında olacak ve birlik olacak. Sezon sonunda nerede olacağımızı göreceğiz. Her şeyimizi verir ve her turnuvadaki her karşılaşmada beraberce savaşırsak sezonun sonunda kendimizle ve başardıklarımızla gurur duyabiliriz. Kişisel olarak yine Şampiyonlar Ligi'ne kalabileceğimize inanıyorum.
Modern dünyada bilet fiyatlarının bir problem olduğunun farkındayım. Bu konularda karar olmadan önce yönetimle uzun uzadıya konuşuyoruz. Fakat oyuncularımızı tutmamız için çok yüksek maaşlar ödememiz gerekiyor ve maddi durumumuz bunu gittikçe güç hale getiriyor. Bu sebeple cezalandırılmış gibi hissettiğinizi biliyorum ama biz bu kararları bunun için almadık. Sadece oyuncularımızı tutmak için uğraşıyoruz ve bu karşı karşıya kaldığımız bir durum.
Şimdiden çok fazla konuştuğumun farkındayım. Sadece kişisel olarak kulübün etrafını saran şüpheci tavrı değiştirmek istedim. Bugün sadece şunu sağlamaya çalışıyorum: bize güvenin, bu takım kaliteli bir ekip ve bu takım savaşacak!
Eğer siz de bizi desteklerseniz başarılı bir sezonu geride bırakacağız."
Güven ve tam destek vurgusu yaptığı konuşmasının tamamı video halinde var. Okumak isteyenler için ise ben Türkçe'ye çevirdim. Elbette daha iyi çeviriler yapılabilir fakat genel hatları okumak adına yeterli olduğunu düşünüyorum. Bence bu konuşma Arsenal'in geleceği hakkında birçok ipucunu içeriyor ve ileride de dönüp faydalanacağımız bir kaynak olacak. Blog arşivinde dursun.
"İyi akşamlar,
Karşılamanız için teşekkürler. Sizlerle konuşma şansı bulduğum için mutluyum. Genellikle sizlerle medya aracılığıyla iletişim kuruyorum ve söylediklerim her zaman sizlere istediğim gibi yansıdığını söyleyemeyeceğim.
Ayrıca kulübün 125.yıl kutlamalarında bulunmaktan da mutluyum. Benim hayalim burada bir menajerin sizlerin önünde dikilip 1000.yılı kutlaması. Merak etmeyin, o ben olmayacağım! Siz de burada olamayabilirsiniz!
Bendeniz yaklaşık 15 yıldır bu kulübün başında olma onuruna sahibim ve bana bu kadar uzun süredir güvendiğiniz için müteşekkirim.
Özel bir kulüpte olduğumu biliyorum. Bir şey söylemem gerekirse bu kulübe sadık kaldığımı ve bağlılığımı koruduğumu düşünüyorum. Her zaman haklıydım demiyorum. Bu kulüpte çalışıyor olmanın bir ayrıcalık olduğunu hep biliyordum ve burada insanların desteğiyle istediğim şekilde çalışabilme özgürlüğüne sahip oldum.
Umuyorum ki bundan yıllar sonra insanlar bu döneme baktığında bizlerin bu kulübü doğru bir yola soktuğunu ve doğru değerleri savunduğumuzu, çok da salak olmadığımızı düşünecekler.
Savunduğumuz değerlerin sonuna kadar arkasında durmamız gerektiğini düşünüyorum çünkü biz yaptığımız her şeyi klas bir şekilde yapmaya çalıştık. Tabii ki tutkulu da olmak istiyoruz. Cesur olmak istiyoruz. Ben kulübün aldığı kararlarda her zaman cesur davrandığına inanıyorum. Cesaret her zaman takdir ettiğim bir özellik oldu çünkü ona modern dünyada her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz.
Aranızda birçoklarının korktuğunu görüyorum ve bunu anlayabiliyorum çünkü çok büyük kaynaklara sahip birçok kişiyle savaşmak durumunda kaldığımız bir dünyada yaşıyoruz.
Bu benim eleştirilmez olduğum anlamına gelmiyor. Ben bunu mesleğimin bir parçası olarak kabul ediyorum, yönetim de eleştiriliyor fakat dışarıya karşı her zaman birlik olmak zorundayız çünkü bu bizim zirvede var olmak için tek şansımız. Birlik olduğumuz zaman bile yeterince zor bir iş. Eğer birlik yoksa şansımız da yok.
Savunduğumz bazı değerler bu zamanda sorgulanıyor, "kendi kendine yeten bir kulüp" modeli de buna dahil. Bunu değiştirmek istiyor muyuz, yoksa istemiyor muyuz? Ben bu modele inanıyorum ve tüm sorumluluğu alarak diyorum ki biz bu şekilde de yeterince yarışmacı olabiliriz.
Aldığımız oyunculara gelirsek... İki dünya çapında oyuncu kaybettiğimizi duydum! Size katılıyorum, daha da fazlasını kaybettik. Ancak satın aldığımız oyuncuları hemen yargılamayın çünkü bence onlar da üst seviyede oyuncular. Ayrıca şunu hatırlatmak isterim ki Ağustos ayında transfer ettiğimiz bazı oyuncular Eylül-Ekim'den önce forma giyememişti ve daha sonra dünya çapında futbolculara dönüştüler. Çok zorlu bir ortamda zorlu bir başlangıç yaptık ve üzerimizde muazzam bir baskı mevcut.
Geçen sezondan bahsetmek istiyorum çünkü geçen sezon aldığımız sonuçları kabul etmemizin oldukça zor olduğunu söylemek zorundayım. Bazı günler bu sonuun tamamen benim hatam olduğunu düşündüm çünkü oyuncuların dört turnuvada da sonuna kadar gidebileceğini ve hepsini kazanabileceğimizi düşünüyordum. Sezon performansı olarak bakarsak çok iyi bir yıl geçirdik ama çok kötü bir şekilde sonlandı. Tüm turnuvalarda yarışmacı olmayı bildik. Şanssız bir şekilde Carling Kupası'nı son dakikada kaybettik, Avrupa'da Barcelona'ya son dakikada elendik ki Barcelona'ya karşı içeride oynadığımız maçın Arsenal Futbol Kulübü tarihinde bir takıma karşı oynanılan en iyi maç olduğuna inanıyorum.
Liverpool'a karşı da son dakikada kaybedip şampiyonluk şansımıza veda ettik. Bundan sonra her şey olumsuz açıdan yargılanmaya başlandı. Takımın ortaya koyduğu performans çok daha büyük bir krediyi hak ediyordu. Çizgiyi geçmekte problem yaşadık ve sonuçta hayal kırıklığı üstüne hayal kırıklığı. Bizler için çok zordu. Kasım, Aralık ve Ocak aylarında 27 maç oynadık ve bunun faturasını Mart ve Nisan'da topu çizginin ötesine ittirecek enerjiyi bulamayarak ödedik. Yanılmıyorsam Fabregas ligde 19 maç oynadı, van Persie ise 17. Sakatlıklar konusunda da epey şanssızdık. Genel tablo bahsedildiği kadar kötü değildi. En azından tekrar Şampiyonlar Ligi'ne girmeyi başardık.
Ayrıca olumlu açıdan bakarsak Jack Wilshere gibi dünya çapında bir oyuncu kazandık. Jack, milli düzeyde de ne kadar iyi olduğunu göstermeyi bildi. Sizlere çok basit bir örnek verebilirim. Uzun süre kaleci satın almam yolunda baskı gördüm ve biz elimizdeki kalecilere güvendik. Şimdi herkes bu sorunları çözdüğümüzde hemfikirdir.
Takımımızın temeli ve potansiyeli sağlam. Elimizdeki genç oyuncularla geri döneceğimize ve tekrar üst düzeye erişeceğimiz konusunda insanlardan çok daha iyimserim. Medyada hak ettiğimiz saygıyı görmüyoruz. Takım doğru yolda ve harika bir mücadeele ruhuna sahipler. Yarışmaya hazırız ve yarışacağız.
Sezonu nerede bitireceğiz? Açıkça söylemek gerekirse bilmiyorum. Sadece bir şeyi biliyorum: Elimizdeki oyuncular savaşmaya hazırlar çünkü onları her gün görüyorum.
Şu anda arkamızda çok fazla işi olmayabilir fakat ben birçok kişiye büyük bir sürpriz yaşatacağımızı düşünüyorum. Bu sezon Emirates'te oldukça zorlu bir ortamda sezona başladık çünkü epey şüphecilerdi. Fakat insanlar iki şeyi anladı. Eğer takımın arkasında olmazlarsa bizim hiçbir şansımız yok. İkincisi de takım mücadele ruhuna sahip. İç sahadaki zorlu döneme ve maçlara rağmen taraftarlar harikaydı ve takımın arkasındalardı. Geçen sezonun sonunda olmayan buydu.
Artık şunu anlıyoruz ki, evet, zaman artık daha zor. Evet, hâlâ başarılı olabilir ama tek şartta, herkes takımın arkasında olacak ve birlik olacak. Sezon sonunda nerede olacağımızı göreceğiz. Her şeyimizi verir ve her turnuvadaki her karşılaşmada beraberce savaşırsak sezonun sonunda kendimizle ve başardıklarımızla gurur duyabiliriz. Kişisel olarak yine Şampiyonlar Ligi'ne kalabileceğimize inanıyorum.
Modern dünyada bilet fiyatlarının bir problem olduğunun farkındayım. Bu konularda karar olmadan önce yönetimle uzun uzadıya konuşuyoruz. Fakat oyuncularımızı tutmamız için çok yüksek maaşlar ödememiz gerekiyor ve maddi durumumuz bunu gittikçe güç hale getiriyor. Bu sebeple cezalandırılmış gibi hissettiğinizi biliyorum ama biz bu kararları bunun için almadık. Sadece oyuncularımızı tutmak için uğraşıyoruz ve bu karşı karşıya kaldığımız bir durum.
Şimdiden çok fazla konuştuğumun farkındayım. Sadece kişisel olarak kulübün etrafını saran şüpheci tavrı değiştirmek istedim. Bugün sadece şunu sağlamaya çalışıyorum: bize güvenin, bu takım kaliteli bir ekip ve bu takım savaşacak!
Eğer siz de bizi desteklerseniz başarılı bir sezonu geride bırakacağız."
Rakibime Dokunma!
Kulüpler, TFF, yöneticiler, kararlar... 3 Temmuz 2011'in Türk futbolu için bir milat olacağını biliyorduk lakin bu miladın bize gösterdiği belki de en önemli şey tepemizdeki yöneticilerin aslında kendi taraftarlarından ne kadar uzak olduğu, onları ne kadar az umursadığı. Daha doğrusu bunu da biliyorduk da bu kadar kör gözün parmağına yapılabileceğini düşünmemiştik, iş yöneticilerin kendi çıkarlarına geldiğinde nasıl da kulüpler arasındaki sınırların kalktığına, İlhan Cavcav zihniyetinin nasıl 18 kulübü kucaklayıverdiğine daha yakından ve gözlerimizi kaçıramayacak biçimde şahit olduk.
Bugün TFF ve kulüpler arasında alınan "Derbilerde deplasman taraftarı olmayacak" kararı da bu özde birlikteliğin ne boyutlarda olduğunu gösteriyor. Artık onlar da biliyor ki yaratılan şu suni futbol ortamında birinin burnu kanasa o kan onların ellerinde. Cesaret edemiyorlar. Başından beri yaptıkları gibi işin en kolayına kaçıyorlar ve faturayı o güvenlik toplantısında olmayan taraftara kesiveriyorlar ve futbolun çıkarlarını, yüceliğin, marka değerinini, falanı filanı koruyorlar. Ne demişlerdi: Artık futbol konuşacak! Taraftar olmasa da olur...
Kardeş olan iki arkadaşım var, birisi Galatasaraylı, diğeri Fenerbahçeli. Bu çocuklar yanyana tribünlerden birbirleriyle atışırken hatta bir toplum gerçeği olarak küfürleşirken, birkaç saat sonra evlerinde maçın muhabbetini yapıyorlar. O iki kardeş için olduğu gibi futbol aslında biraz da o atışma, Beşiktaşlıların Fenerbahçeli kılığında araya sızıp "Korkak tavuk Ortega" pankartı açması, ya da Fenerbahçelilerin Beşiktaşlı kılığında İnönü'ye girip sonra üçlüye başlaması gibi. Bugün Türkiye'de taraftarların elinden çalınan budur, rekabetin gerçek yanıdır.
Galatasaraylı, Fenerbahçeli, Beşiktaşlı, Trabzonsporlu arkadaşlar... Biz, siz, onlar birbirimize o "Şikeye ceza verilmesin" bildirgesine imza atan 18 kulüp başkanı ve yönetiminden çok daha yakınız, ortak noktalarımız ve çıkarlarımız çok daha fazla. Tribünde küfürleşmesi, gerekirse maç önü-sonu atışması, tartışması da eyvallah ama maç bittiğinde hepimiz beraber olmalı, hepimiz kendi çıkarlarımızı korumalıyız. "Derbilerde deplasman seyircisi olmayacak" kararını alanların yanında sanmıyorum ki bir taraftar temsilcisi vardı.
Öncelikle bu saçma kararın altını oyacak her türlü organizasyona destek vermek, hayata geçirmek gerek. Tabii burada en büyük pay ilk maçta Beşiktaşlılara düşüyor. Onların yapacaklarını beklemek lazım ki bu tip enteresan işlere imza atmayı seven bir kitle var orada. Aleks Özkuyumcu adlı bir taraftar, "İmkanı olan her Beşiktaş'lı yanına bir tane de Fenerbahçe'li arkadaşını alarak maça gitsin. #tribunleryariyariya" demiş twitter'da, keza başka yaratıcı öneriler de var.
O kulüp yöneticilerinin bu kadar fütursuzca korumaya çalıştığı futbol ekonomisini canlı tutan, çarklarını döndüren aslında bugün deplasman yasağı koydukları taraftarlar. En azından bunu onlara kısmen de olsa hatırlatabilecek her şeye "futbolseverim" diyen herkesin destek vermesi şart. Rakibime dokunma...
Bugün TFF ve kulüpler arasında alınan "Derbilerde deplasman taraftarı olmayacak" kararı da bu özde birlikteliğin ne boyutlarda olduğunu gösteriyor. Artık onlar da biliyor ki yaratılan şu suni futbol ortamında birinin burnu kanasa o kan onların ellerinde. Cesaret edemiyorlar. Başından beri yaptıkları gibi işin en kolayına kaçıyorlar ve faturayı o güvenlik toplantısında olmayan taraftara kesiveriyorlar ve futbolun çıkarlarını, yüceliğin, marka değerinini, falanı filanı koruyorlar. Ne demişlerdi: Artık futbol konuşacak! Taraftar olmasa da olur...
Kardeş olan iki arkadaşım var, birisi Galatasaraylı, diğeri Fenerbahçeli. Bu çocuklar yanyana tribünlerden birbirleriyle atışırken hatta bir toplum gerçeği olarak küfürleşirken, birkaç saat sonra evlerinde maçın muhabbetini yapıyorlar. O iki kardeş için olduğu gibi futbol aslında biraz da o atışma, Beşiktaşlıların Fenerbahçeli kılığında araya sızıp "Korkak tavuk Ortega" pankartı açması, ya da Fenerbahçelilerin Beşiktaşlı kılığında İnönü'ye girip sonra üçlüye başlaması gibi. Bugün Türkiye'de taraftarların elinden çalınan budur, rekabetin gerçek yanıdır.
Galatasaraylı, Fenerbahçeli, Beşiktaşlı, Trabzonsporlu arkadaşlar... Biz, siz, onlar birbirimize o "Şikeye ceza verilmesin" bildirgesine imza atan 18 kulüp başkanı ve yönetiminden çok daha yakınız, ortak noktalarımız ve çıkarlarımız çok daha fazla. Tribünde küfürleşmesi, gerekirse maç önü-sonu atışması, tartışması da eyvallah ama maç bittiğinde hepimiz beraber olmalı, hepimiz kendi çıkarlarımızı korumalıyız. "Derbilerde deplasman seyircisi olmayacak" kararını alanların yanında sanmıyorum ki bir taraftar temsilcisi vardı.
Öncelikle bu saçma kararın altını oyacak her türlü organizasyona destek vermek, hayata geçirmek gerek. Tabii burada en büyük pay ilk maçta Beşiktaşlılara düşüyor. Onların yapacaklarını beklemek lazım ki bu tip enteresan işlere imza atmayı seven bir kitle var orada. Aleks Özkuyumcu adlı bir taraftar, "İmkanı olan her Beşiktaş'lı yanına bir tane de Fenerbahçe'li arkadaşını alarak maça gitsin. #tribunleryariyariya" demiş twitter'da, keza başka yaratıcı öneriler de var.
O kulüp yöneticilerinin bu kadar fütursuzca korumaya çalıştığı futbol ekonomisini canlı tutan, çarklarını döndüren aslında bugün deplasman yasağı koydukları taraftarlar. En azından bunu onlara kısmen de olsa hatırlatabilecek her şeye "futbolseverim" diyen herkesin destek vermesi şart. Rakibime dokunma...
Yılın Çaylağı: Person of Interest
Sonbaharın gelişi okulların açılışı kadar dizi sezonunun açılışını da müjdeliyor ve birçok yeni yapım da bu dönemde izleyiciyle buluşuyor. Şimdilik göz atabildiğim yeni dizilerin sayısı kısıtlı olsa da bir tanesi aralarından konusu ve kalitesiyle sıyrılıyor: Person of Interest.
Başrollerini Lost'taki Bencımin Laynıs karakteriyle hafızalarımıza kazınan Michael Emerson ile Jim Caviezel'in yaptığı dizi bir açıdan polisiye fakat konusu diziyi benzerlerden farklı bir boyuta taşıyor. Emerson'ın canlandırdığı Mr.Finch, 9/11 saldırıları sonrası devlet desteğiyle gerçekleştirilen projeyle ülkedeki herkesi gözetleyen devasa bir makineyi tasarlayan kişi. Yapımı yıllar süren bu makine, terör olaylarının yanı sıra diğer tüm suçları görüntülese de bu suçlar makine tarafından 'ilgisiz' olarak tanımlanıyor ve gün sonunda siliniyor. Lakin esrarengiz bir biçimde projeden kopan ve bu 'ilgisiz' suçları çözmeyi kafaya koyan Mr.Finch, makineden bu ilgisiz olaylara maruz kalacak kişilerin sosyal güvenlik numaralarını almasını sağlayacak bir mekanizma geliştiriyor. Aldığı bu numaralardaki kişilerin bulaştığı suçu öğrenip durdurmayı amaçlayan Benjamin, pardon Finch'in 'sahada' iş görecek bir partnere ihtiyacı oluyor ve işte bu noktada Caviezel'in canlandırdığı eski yeşil bereli CIA ajanı Mr.Reese devreye giriyor.
Gayet sağlam konusuyla şimdiden CBS'in sevilen yapımları arasına giren, pilot bölümü 13.2 milyon kişi tarafından izlenen Person of Interest'in beşinci bölümü yayınlandı ve Türkiye'yi baz alırsak her Cuma sabahı yayınlanmaya devam ediyor. Yabancı dizi severlere gönül rahatlığıyla tavsiye ederim. Dizi, şimdiden yılın çaylağı ödülüne aday...
Başrollerini Lost'taki Bencımin Laynıs karakteriyle hafızalarımıza kazınan Michael Emerson ile Jim Caviezel'in yaptığı dizi bir açıdan polisiye fakat konusu diziyi benzerlerden farklı bir boyuta taşıyor. Emerson'ın canlandırdığı Mr.Finch, 9/11 saldırıları sonrası devlet desteğiyle gerçekleştirilen projeyle ülkedeki herkesi gözetleyen devasa bir makineyi tasarlayan kişi. Yapımı yıllar süren bu makine, terör olaylarının yanı sıra diğer tüm suçları görüntülese de bu suçlar makine tarafından 'ilgisiz' olarak tanımlanıyor ve gün sonunda siliniyor. Lakin esrarengiz bir biçimde projeden kopan ve bu 'ilgisiz' suçları çözmeyi kafaya koyan Mr.Finch, makineden bu ilgisiz olaylara maruz kalacak kişilerin sosyal güvenlik numaralarını almasını sağlayacak bir mekanizma geliştiriyor. Aldığı bu numaralardaki kişilerin bulaştığı suçu öğrenip durdurmayı amaçlayan Benjamin, pardon Finch'in 'sahada' iş görecek bir partnere ihtiyacı oluyor ve işte bu noktada Caviezel'in canlandırdığı eski yeşil bereli CIA ajanı Mr.Reese devreye giriyor.
Gayet sağlam konusuyla şimdiden CBS'in sevilen yapımları arasına giren, pilot bölümü 13.2 milyon kişi tarafından izlenen Person of Interest'in beşinci bölümü yayınlandı ve Türkiye'yi baz alırsak her Cuma sabahı yayınlanmaya devam ediyor. Yabancı dizi severlere gönül rahatlığıyla tavsiye ederim. Dizi, şimdiden yılın çaylağı ödülüne aday...
Hayatım Futbol Üzerine
Son bir yıldır azalan blog güncellemelerinin iki-üç aydır iyice seyrekleştiğini siz de fark etmişsinizdir. Bunda iyiden iyiye hayatımıza giren Twitter'ın getirdiği kolaycılığın da payı var elbette ancak esas sebep aylardır çıkması için uğraş verdiğimiz Hayatım Futbol dergisinin gerektirdiği mesaiydi. En azından şunu söyleyebilirim, blogda yaşanan bu kısırlık bundan böyle yaşanmayacak ve zamanım oldukça yazı yazmayı sürdüreceğim.
Öte yandan yeni bir mecra olan tabletleri temel alan Hayatım Futbol, en az bu blog kadar kıymetli bir iş ve bu blogda olduğu kadar orada da yazılarım yer alacak. Yeni bir deneyim olması sebebiyle oturması belki zaman alacak fakat eksiklerini, eksiklerimizi gidermek için çaba harcıyoruz ve aktif dönemlerinde blogların bizleresağladığı keyif ve üretkenliği orada haftalık bir dergi formatında canlandırmak için elimizden geleni yapıyoruz. Benle birlikte derginin editörlüğünü üstlenen İlker Yılmaz dışında bloglarıyla öne çıkan Salih Demirci, Emre Özcan, Alper Öcal, Orhan Uluca, Fırat Topal gibi isimlerin yazıları düzenli olarak dergide yer alacak. Bizler için sizin geri dönüşleriniz çok kıymetli, buradan, Twitter'dan ya da başka bir yerden fikirlerinizi, önerilerinizi bildirirseniz bunları düzeltmek için elimizden geleni yapacağımızı bilmenizi isteriz.
Son olarak çeşitli yazılarımın yer aldığı derginin ilk üç sayısının linklerini paylaşayım. Hayatım Futbol'un 4.sayısı ise yarın yayınlanacak. Dergide benim kalemimden Manisaspor'u temel alan Süper Lig 7.hafta değerlendirmesini, Vaslui forması giyen Rumen 10 numara Lucian Sanmartean profilini ve İlker Yılmaz'la birlikte yaptığımız Feyyaz Uçar röportajını okuyabilir/dinleyebilisiniz. Dergiyle ilgili tüm gelişmeleri ise iPad aplikasyonundan ve hayatimfutbol.com sitesinden ulaşabilirsiniz. Keyifli okumalar...
Hayatım Futbol, Sayı 1
Hayatım Futbol, Sayı 2
Hayatım Futbol, Sayı 3
Öte yandan yeni bir mecra olan tabletleri temel alan Hayatım Futbol, en az bu blog kadar kıymetli bir iş ve bu blogda olduğu kadar orada da yazılarım yer alacak. Yeni bir deneyim olması sebebiyle oturması belki zaman alacak fakat eksiklerini, eksiklerimizi gidermek için çaba harcıyoruz ve aktif dönemlerinde blogların bizleresağladığı keyif ve üretkenliği orada haftalık bir dergi formatında canlandırmak için elimizden geleni yapıyoruz. Benle birlikte derginin editörlüğünü üstlenen İlker Yılmaz dışında bloglarıyla öne çıkan Salih Demirci, Emre Özcan, Alper Öcal, Orhan Uluca, Fırat Topal gibi isimlerin yazıları düzenli olarak dergide yer alacak. Bizler için sizin geri dönüşleriniz çok kıymetli, buradan, Twitter'dan ya da başka bir yerden fikirlerinizi, önerilerinizi bildirirseniz bunları düzeltmek için elimizden geleni yapacağımızı bilmenizi isteriz.
Son olarak çeşitli yazılarımın yer aldığı derginin ilk üç sayısının linklerini paylaşayım. Hayatım Futbol'un 4.sayısı ise yarın yayınlanacak. Dergide benim kalemimden Manisaspor'u temel alan Süper Lig 7.hafta değerlendirmesini, Vaslui forması giyen Rumen 10 numara Lucian Sanmartean profilini ve İlker Yılmaz'la birlikte yaptığımız Feyyaz Uçar röportajını okuyabilir/dinleyebilisiniz. Dergiyle ilgili tüm gelişmeleri ise iPad aplikasyonundan ve hayatimfutbol.com sitesinden ulaşabilirsiniz. Keyifli okumalar...
Hayatım Futbol, Sayı 1
Hayatım Futbol, Sayı 2
Hayatım Futbol, Sayı 3
"Daha Yeni Başlıyor": Muhammet Demir
1992 doğumlu Muhammet Demir bugün profesyonel kariyerinde ilk kez bir karşılaşmaya ilk 11'de çıktı ve gerçek anlamdaki ilk 'debut' maçını 2 gol, 1 asistle tamamlayarak Gençlerbirliği'nin ipini çeken oyuncuydu. Abdullah Ercan yönetiminde ilk kez kazanan Gaziantepspor'un çiçeği burnunda hocası ise onun yeteneğini, karakterini en yakından bilenlerin başında geliyor.
Sanırım Muhammet'i ilk kez üç sene önce, U-17 Avrupa Şampiyonası elemeleri zamanında izlemiştim. Güçlüydü, vücudunu topla rakip stoper arasına sokabiliyordu, tek başına rakip savunmayla boğuşuyordu, son vuruşları gayet düzgündü ve bunlar yetmiyor gibi bir de takımın tartışmasız lideriydi. Nijerya 2009'da Türkiye U-17'yi çeyrek finale taşıyan isimdi lakin tarihinin en şaşalı günlerini geçiren Bursaspor ona hak ettiği değeri veremedi. Sercan Yıldırım için 6-7 milyon avroluk teklifler havada uçuşurken Ertuğrul Sağlam ve Bursa yönetimi ona yer açmak yerine Sercan'ı takımda tutmayı, üstüne yetersiz yabancı transferleri yapıp onu dakikasız bırakmayı tercih etti. Sözleşmesinin bitmesine altı ay kala ise Ahmet Arı karşılığında bedelsiz olarak Gaziantepspor'a gönderildi.
Antep döneminde milli kariyerini aynı çizgide sürdüren ve 92 jenerasyonundaki arkadaşlarıyla bu kez U-19 düzeyinde Avrupa Şampiyonası'na taşıyan Muhammet, sonunda profesyonel düzeyde de aradığı şansı buldu. Bugünün tarihini bir kenara not edelim zira Türk futbolu milli takım düzeyinde bir golcü kazanmak üzere. Profesyonel düzeye hem fizik, hem de mental açıdan en hazır genç yetenek diyebileceğimiz 92'li Muhammet için her şey daha yeni başlıyor. Milli takıma kadar yükselen Cenk Tosun'un çok dişli bir rakibi var.
Muhammet @ Türkiye-Kolombiya
Kelepir Yıldız Adayları: Muhammet Demir & Orhan Gülle
Fırsat: Muhammet Demir & Eren Albayrak
Kris Boyd & Eskişehirspor
Boyd, soruşturmanın gölgesinde biraz sönük geçen transfer döneminin parlayan yıldızlarından biriydi. Dört kez İskoçya'da gol kralı olmuş, son vuruşlarının kalitesi belli, lige etki yapmasına kesin gözüyle bakılan bir oyuncuydu lakin yedi haftası geride kalan sezonun pek de istediği gibi geçmediği aşikâr. Büyük bir travma atlatmasına karşın kırmızı-siyahlılara döner dönmez formayı teslim alan Mehmet Yıldız'ın arkasında kalan Boyd'un aradığı fırsat bugün geldi ama..
Bugüne kadar sadece Trabzonspor maçında 31 dakika süre alabilen İskoç, Manisaspor karşısında ilk kez ilk 11'deydi. Önce Tello'nun direkten dönen kafa vuruşunu kontrpye'de kalan kaleciye rağmen boş kaleye gönderemedi. Belki o golü atsa sahadan 2-0 mağlup ayrılan Skibbe'nin öğrencileri adına her şey farklı gelişecekti. İlk yarının son dakikasında ise kasığından sakatlanarak kaleye geldi. Sezon planlarını yaparken kendisine çok güvenen Skibbe'nin de beklentilerinin çok uzağında kalmış olsa gerek.
Elbette bir forvetin gol kaçırmaya da, kötü oynamaya da hakkı var lakin suların yavaştan ısındığı Eskişehir için epey kritikti. Taraftar yerel medyadan baskı gören Skibbe'ye sahip çıkmaya çalışsa da yönetime bayrak açmış durumda. Forumlarda da kapıdan dönüp İstanbul Belediye'ye giden Webo'nun ismi ahlar vahlar arasında aranıyor. Görünen o ki bundan sonra Boyd'un neler yapacağı doğrudan Eskişehir'in ve Skibbe'nin kaderini çizecek.
Son olarak, 442'nin "iyi dediğimiz bir ay yaşamıyor" geleneğini sürdürdüğü de not düşelim. Bu ayki sayıda epey güzel bir söyleşisi vardı ama bu laneti bilse eminim Boyd o topa hiç girmezdi!
Bugüne kadar sadece Trabzonspor maçında 31 dakika süre alabilen İskoç, Manisaspor karşısında ilk kez ilk 11'deydi. Önce Tello'nun direkten dönen kafa vuruşunu kontrpye'de kalan kaleciye rağmen boş kaleye gönderemedi. Belki o golü atsa sahadan 2-0 mağlup ayrılan Skibbe'nin öğrencileri adına her şey farklı gelişecekti. İlk yarının son dakikasında ise kasığından sakatlanarak kaleye geldi. Sezon planlarını yaparken kendisine çok güvenen Skibbe'nin de beklentilerinin çok uzağında kalmış olsa gerek.
Elbette bir forvetin gol kaçırmaya da, kötü oynamaya da hakkı var lakin suların yavaştan ısındığı Eskişehir için epey kritikti. Taraftar yerel medyadan baskı gören Skibbe'ye sahip çıkmaya çalışsa da yönetime bayrak açmış durumda. Forumlarda da kapıdan dönüp İstanbul Belediye'ye giden Webo'nun ismi ahlar vahlar arasında aranıyor. Görünen o ki bundan sonra Boyd'un neler yapacağı doğrudan Eskişehir'in ve Skibbe'nin kaderini çizecek.
Son olarak, 442'nin "iyi dediğimiz bir ay yaşamıyor" geleneğini sürdürdüğü de not düşelim. Bu ayki sayıda epey güzel bir söyleşisi vardı ama bu laneti bilse eminim Boyd o topa hiç girmezdi!
Antalyaspor 0-0 Galatasaray || Bardağın Diğer Tarafı
Beklentileri yüksek olduğu taraf Galatasaray olunca doğal olarak odak noktası Fatih Terim'in öğrencileri oluyor lakin bugün oynanan oyunda Antalyaspor'un payı bence daha fazla. Orta sahada sert ve güçlü bir beşliye şans veren Mehmet Özdilek önemli bir fark yaratmış ve bu oyunculara uygun, en garanti ve doğru oyun planını yerleştirmeyi başarmış. Kontrol ve pas, kontrol ve pas... Antalyaspor oyuncularının topa üçüncü kez dokunmasını görmek maç boyunca pek kolay değildi. Bu yaklaşımı oyuncular da içselleştirmiş ve hatasız bir şekilde bunu gerçekleştirmek için çabalıyorlar. Böylece top kaybı en aza iniyor ve hücumda mümkün olduğunca Necati Ateş'i, pozisyon yaratmak adına da Tita'yı kullanıp sonuca gitmeyi umuyorlar. Kadro kalitesi ölçüsünde başarılı oldukları da aşikâr. İyi, kötü demeden saygı duyulması gereken bir oyuncuları var, haklarını teslim etmek gerekiyor.
Galatasaray'ın neden aradığını bulamadığı sorusunun birçok boyutu var fakat en temel cevap yerleşik ve iyi alan daraltan savunmalara karşı fazla hareketsiz kalınması denilebilir. Birileri rakibi eksiltmeden ya da sürpriz bir çıkış yapmadan bu kısır döngüden çıkmak zor. Maç içinde bu dengeyi verkaçlarla bozabilen ve dikine topla kat eden Felipe Melo'nun çıkışları belki başarıya ulaşmadı ama bizlere aslında neyin eksik olduğunu gösterdi. Kariyerini Galatasaray'dan önce, Galatasaray'dan sonra olarak ikiye ayırmaya niyetli Engin Baytar'ın yetersiz kondisyonuna karşın neden bu takımın düzenli oyuncuları arasında olduğunu mesela.
Galatasaray bu hat delme işini kanatlardan beceremiyor, bu net. Kazım'ın yokluğunda Aydın Yılmaz suya sabuna dokunmayan performansıyla.kimseyi şaşırtmadı. Onun hakkında söylenebilecek en güzel sözü Fatih Terim Karabükspor deplasmanı sonunda söylemişti: ''Size bir şans geldiğinde bu formayı kazanacaksınız. Bu Galatasaray takımı, kazanmazsanız herkes de kaderine razı olacak"
Diğer kanattaki Riera ise birebirlerde iş yapacak, adam eksiltecek enerjiye sahip değil, ancak takım arkadaşlarıyla pas trafiğine girebilirse doğru karar verme yetisiyle fark yaratabiliyor ama bu ne kadar yeterli, soru bu. İhtiyaç duyulan "yaratıcı"nın o olmadığı da açık. Hal böyleyken gayet fizikli bir rakibe karşı ekstra pozisyon üretmek de güçleşiyor. Taçtan Eboue'nin pasını Baros'un, kornerden ise Selçuk'un pasını Sabri'nin Elmander'e ulaştırmasıyle İsveçlinin yaptığı kafa vuruşları maça dair akılda kalan ender pozisyonlardı. Antalya adına ise tek pozisyonumsu duran topa gelişine sağdan çakan Ali Tandoğan'ın vuruşu. Maç boyunca temponun ve üretkenliğin ne kadar yetersiz kaldığını gösteriyor bu da aslında.
Son olarak... Hakem yorumlamak hiçbir zaman pek hoşlandığım bir iş olmadı. Bir nevi "ama'dan önce yazdıklarının bir anlamı yoktur" sözü gibi, hakem deyince ondan önce söylediklerini anlamsızlaştırıyor bir yerde fakat Süper Lig hakemlerinin sezona formsuz başladığı bir gerçek. Yunus Yıldırım da buna bir istisna olmadığını bu akşamki performansıyla gösterdi. Bu bir "ama" olmasın lakin hakemlerin de bir an önce toparlanması şart...
Maçın Notları
*Galatasaray'da Aydın Yılmaz, 2011/12 sezonunda ilk kez ligde dakika aldı.
*Antalyaspor'da daha önce Galatasaray forması giyen Necati Ateş ile Ali Turan eski takımlarına karşı oynadı.
*Maçta görev alan en genç oyuncu 83.dakikada Tita'nın yerine oyuna giren Nisan 92 doğumlu Emrah Başsan'dı.
*Galatasaray, deplasmanda oynadığı dördüncü maçında üçüncü kez puan kaybı yaşadı.
Galatasaray
Fernando Muslera, Sabri Sarıoğlu, Tomas Ujfalusi, Gökhan Zan, Hakan Balta, Emmanuel Eboue (Dk. 79 Emre Çolak), Felipe Melo, Selçuk İnan, Aydın Yılmaz (Dk.69 Sercan Yıldırım), Milan Baros (Dk.46 Albert Riera), Johan Elmander
Antalyaspor
Ömer Çatkıç, Ali Tandoğan, Ali Turan, Deniz Barış, Musa Nizam, Mehmet Eren (Dk.83 Musa Aydın), Kerem Şeras, İbrahim Dağaşan, Uğur İnceman, Tita (Dk.83 Emrah Başsan), Necati Ateş (Dk.63 Ali Zitouni)
Foto: Galatasaray.org
Galatasaray'ın neden aradığını bulamadığı sorusunun birçok boyutu var fakat en temel cevap yerleşik ve iyi alan daraltan savunmalara karşı fazla hareketsiz kalınması denilebilir. Birileri rakibi eksiltmeden ya da sürpriz bir çıkış yapmadan bu kısır döngüden çıkmak zor. Maç içinde bu dengeyi verkaçlarla bozabilen ve dikine topla kat eden Felipe Melo'nun çıkışları belki başarıya ulaşmadı ama bizlere aslında neyin eksik olduğunu gösterdi. Kariyerini Galatasaray'dan önce, Galatasaray'dan sonra olarak ikiye ayırmaya niyetli Engin Baytar'ın yetersiz kondisyonuna karşın neden bu takımın düzenli oyuncuları arasında olduğunu mesela.
Galatasaray bu hat delme işini kanatlardan beceremiyor, bu net. Kazım'ın yokluğunda Aydın Yılmaz suya sabuna dokunmayan performansıyla.kimseyi şaşırtmadı. Onun hakkında söylenebilecek en güzel sözü Fatih Terim Karabükspor deplasmanı sonunda söylemişti: ''Size bir şans geldiğinde bu formayı kazanacaksınız. Bu Galatasaray takımı, kazanmazsanız herkes de kaderine razı olacak"
Diğer kanattaki Riera ise birebirlerde iş yapacak, adam eksiltecek enerjiye sahip değil, ancak takım arkadaşlarıyla pas trafiğine girebilirse doğru karar verme yetisiyle fark yaratabiliyor ama bu ne kadar yeterli, soru bu. İhtiyaç duyulan "yaratıcı"nın o olmadığı da açık. Hal böyleyken gayet fizikli bir rakibe karşı ekstra pozisyon üretmek de güçleşiyor. Taçtan Eboue'nin pasını Baros'un, kornerden ise Selçuk'un pasını Sabri'nin Elmander'e ulaştırmasıyle İsveçlinin yaptığı kafa vuruşları maça dair akılda kalan ender pozisyonlardı. Antalya adına ise tek pozisyonumsu duran topa gelişine sağdan çakan Ali Tandoğan'ın vuruşu. Maç boyunca temponun ve üretkenliğin ne kadar yetersiz kaldığını gösteriyor bu da aslında.
Son olarak... Hakem yorumlamak hiçbir zaman pek hoşlandığım bir iş olmadı. Bir nevi "ama'dan önce yazdıklarının bir anlamı yoktur" sözü gibi, hakem deyince ondan önce söylediklerini anlamsızlaştırıyor bir yerde fakat Süper Lig hakemlerinin sezona formsuz başladığı bir gerçek. Yunus Yıldırım da buna bir istisna olmadığını bu akşamki performansıyla gösterdi. Bu bir "ama" olmasın lakin hakemlerin de bir an önce toparlanması şart...
Maçın Notları
*Galatasaray'da Aydın Yılmaz, 2011/12 sezonunda ilk kez ligde dakika aldı.
*Antalyaspor'da daha önce Galatasaray forması giyen Necati Ateş ile Ali Turan eski takımlarına karşı oynadı.
*Maçta görev alan en genç oyuncu 83.dakikada Tita'nın yerine oyuna giren Nisan 92 doğumlu Emrah Başsan'dı.
*Galatasaray, deplasmanda oynadığı dördüncü maçında üçüncü kez puan kaybı yaşadı.
Galatasaray
Fernando Muslera, Sabri Sarıoğlu, Tomas Ujfalusi, Gökhan Zan, Hakan Balta, Emmanuel Eboue (Dk. 79 Emre Çolak), Felipe Melo, Selçuk İnan, Aydın Yılmaz (Dk.69 Sercan Yıldırım), Milan Baros (Dk.46 Albert Riera), Johan Elmander
Antalyaspor
Ömer Çatkıç, Ali Tandoğan, Ali Turan, Deniz Barış, Musa Nizam, Mehmet Eren (Dk.83 Musa Aydın), Kerem Şeras, İbrahim Dağaşan, Uğur İnceman, Tita (Dk.83 Emrah Başsan), Necati Ateş (Dk.63 Ali Zitouni)
Foto: Galatasaray.org
Play Station Terk: Lionel Messi
Çocukluk dönemimde Michael Schumacher'i, Michael Jordan'ı izleme şansına eriştim, futboldaki muadilini izlemek de bugünlere nasipmiş. Viktoria Plzen'i de dağıttı, insanlık sınırlarını zorladı. Şu iki dakikalık videoda yaptıklarının 90 dakika içinde yapmış olması dahi her şeyi açıklıyor. Video başlığında dediği gibi, adam Play Station topçusu, yapacak bir şey yok...