Salih Uçan & Fenerbahçe | Bi' Abdülkadir Olmasın!


Eurosport'taki Yetenek Avcısı köşesine Salih Uçan'ın genel bir profilini çizmiş, iyi bir merkez oyuncusu olduğunu ve top tekniğiyle gelişime çok açık, özel bir futbolcu olma yolunda ilerlediğini yazmıştım. Rubin Kazan, Beşiktaş derken transferini Fenerbahçe bitirdi, borsa bildiriminin ardından da Salih transferi twitter hesabından doğruladı.

Fenerbahçe biraz şartların da zorlamasıyla çok doğru ve agresif bir yerli transferi politikası oluşturdu ve olası bir ceza halinde yola yerlilerle devam etme olasılığına karşı kadrosunu kısa ve orta vadede güçlendirecek oyunculara yatırım yapmaya başladı. Soner Aydoğdu transferi bitime yaklaşmışken, aynı bölgeye ondan üç yaş genç olan Salih Uçan'ı da almak bu yatırımın bir göstergesi. Fakat işe Salih açısından bakarsak bu onun için bir şans olduğu kadar da risk.

Bir genç oyuncu için oynaması en zor mevkii takımın merkezi olan oyun kurucu pozisyonu ve Fenerbahçe'de bu alanda ülkenin en iyilerinden birisi olan Emre Belözoğlu var. Salih ise Bucaspor'da düzenli oynayan ve hızlı gelişimini de yeteneği kadar bulduğu oynama fırsatına borçlu bir oyuncu. Yeteneğinin rafine edilmesi, üst düzeyde fark yaratan bir oyuncu haline gelmesi için 1-2 yıl Süper Lig tecrübesine ihtiyacı var. Fenerbahçe ona bu fırsatı tanıyamayacak kadar yarışmacı olabilir ama onun buna ihtiyacı olduğunu görecek kadar vizyoner olması zorunlu. En yakın örnek 91 jenerasyonunun oyun kurucusu Abdülkadir Kayalı'nın düştüğü durum.

Abdülkadir de en az Salih kadar potansiyelli, yetenekli ve önü açık bir isimdi ancak gelişimi açısından en kritik dönem olan 17-21 yaş aralığını üst düzey futbolda geçirmedi. Şimdilerde bir toparlanma sürecinde olsa da belki de hiçbir zaman beklentileri karşılayamayacak. Her oyuncuyu ayrı değerlendirme taraftarıyım her zaman ama 17-21 yaş arası düzenli futbol oynamak bir kriter ve Salih buna iyi bir başlangıç yapmışken kesintiye uğramamalı. Belki Fenerbahçe onu Bucaspor'da bir sene daha kiralık olarak bırakabilir, hem iki takım hem de Salih bu açıdan kazançlı çıkar. Salih de "Bi' Abdülkadir Kayalı" olmaz. Eurosport'taki yazıda deidğimiz gibi Salih artık bir A2 takımı oyuncusu değil ve oynaması şart. Onun yaşıtlarına göre yarattığı en büyük fark da bu.

Salih'e dair merak edilen sorularla ilgili kısa notlar
*Salih bir defansif orta saha ya da forvet arkası oyuncusu değil. Orta sahanın merkezinde oynuyor ve daha çok topla rahat hareket edebilme ve dripling becerisiyle öne çıkıyor. Yetenek-performans kriterinden bağımsız olarak bölge açısından Selçuk İnan doğru bir örnek.
*Milli takımda değer verilen, özel isimlerden biri ve artık U-19 milli takımı düzeyinde forma giyiyor. Son olarak Elit Tur'da (U-19 Avrupa Şampiyonası'na yükselme play-offları) Yunanistan'a karşı forma giydi ancak ilk maçta 3-0 mağlup olduğumuzdan şampiyonaya kalma şansımız mucizelere kaldı. Orada daha rahat izleme şansı bulabilirdik.
*Fenerbahçe'nin transfer ettiği bir başka önemli yetenek olan Recep Niyaz'la bölgesi çakışıyor denemez, Recep daha önde oynayan bir oyuncu. Onun hızı ve topla yakınlığı Türkiye'deki benzerlerinin en iyisi olsa da Salih fiziken ve zihnen üst düzeye daha hazır bir oyuncu. İki ismi transfer etmek de çok başarılı bir
operasyon. Bir başka orta saha oyuncusu Gökay İravul'a göre hem yetenek, hem hazır olma açısından ise önde. Fenerbahçe, Gökay'ı komple kaybetmek istemiyorsa onun da kiralık gitme zamanı geldi, geçiyor.

Eurosport'taki Salih Uçan yazısı için: "Son İzmirli: Salih Uçan"

İkinci Erkut Şentürk Krizi

Biliyorsunuz, teknokrat futbol şube sorumlusu İbrahim Altınsay önderliğinde yeni ve genç bir takım yaratma sürecine giren Beşiktaş'ta altyapıdan A takıma bu sene epey bir terfi olacak. Bu oyunculardan birisinin de A2 takımının 10 numarası Erkut Şentürk olmasını bekliyordum ki birkaç ay önce yaptığımız söyleşide o da seneye A takıma çıkmayı beklediğini, 5 yıllık da sözleşme yenilediğini ve bu sözleşmenin Haziran'da yürürlülüğe gireceğini söylemişti. Fakat görünen o ki yeni yönetim kendi stratejisiyle çelişen bir hamle yapmanın eşiğinde.

Haber 1903'te yer alan habere göre Beşiktaş yönetimi Erkut'la yenilenen sözleşmeyi yürürlüğe koymama kararı almış. Açıkçası haber beni şaşırtsa da olayı Erkut'un tarafından doğrulattım. Benim aldığım bilgilere göre Erkut Şentürk'ün Haziran ayında yürürlülüğe girecek sözleşmesi iptal olmuş durumda. Erkut'un ailesiyle yönetim Salı günü bir araya gelecek konu o zaman netlik kazanacak.

Erkut fiziksel gelişimini ve oyun karakterini henüz tamamlamış olsa da kesinlikle farklı yeteneklere sahip. Topla bu kadar yumuşak, bu kadar dikine oynayan çok az yerli oyuncu var ve profesyonel futbola adapte olması halinde kesinlikle fark yaratan bir silah haline gelecek. Emre Çolak gibi bana kalırsa teknik açıdan Erkut'tan bir tık daha aşağıda bir ismin daha bariz fiziksel eksiklerine rağmen dönüştüğü rol oyuncusunu hep birlikte izliyoruz. Erkut bana kalırsa bundan fazlasını vadediyor ve dikine oynayabilen bir orta saha oyuncusu Türkiye şartlarında paha biçilmez. Üstelik solak oluşu onu daha da özel kılıyor.

Eğer Beşiktaş, Muhammed Demirci'ye güvenip onu bırakmayı tercih ediyorsa buna saygı duyulabilir lakin Erkut bana kalırsa ondan çok da aşağı kalır bir yetenek değil. Onu şimdiden gözüne kestiren takımlar olduğuna da eminim. Yeni dönemin mottosunu Beşiktaş tabiriyle 'özkaynak' olarak belirlemiş bir yönetimin altyapıya dair ilk hamlesi Erkut'u elinden kaçırmak olursa çok şaşıracağım, o kesin.

Mart ayında Hayatım Futbol'da yayınlanan Erkut Şentürk röportajı için buraya göz atabilirsiniz.

Fenerbahçe’nin ŞL Yolu: Forza Chelsea!

Serinin ilk filmi ilgi görünce ikincisini de çekerler, çok soranı da varken Fenerbahçe’nin durumuna dair de bir şeyler yazmam gerek bloga. Elbette Fenerbahçe’nin geçen sene yaşananlar sebebiyle durumu şüpheli ama pi’yi 3 alıp yapılan hesaplar da bir o kadar enteresan…

Fenerbahçe geçen sene Avrupa’ya katılamadığı, bir önceki sezon ise daha Ağustos ayında Galatasaray’la el ele Avrupa’ya veda ettiği için epey sağlam bir mirasın büyük bir bölümünü yedi. Galatasaray’la birlikte ilk 30’u zorlar duruma gelmişken şu anda sadece 41,615 puana sahipler. Son 6-7 yıllık dönemde Avrupa’da en istikrarlı takım görünümündeki olan Fenerbahçe’nin kaotik ortamdan çıktığı zaman tekrar bu Avrupa geleneğini kazanması gerekecek, öncelikle bu.

Türkiye’de ikinci olan takım ‘Şampiyon olmayanlar elemesi’ adı verilen ve sıralamada ilk 15’te yer alan ülkelerin son temsilcilerinin katıldığı, sonuçta ise 5 takımın gruplara kalabildiği bir elemede mücadele ediyor. İki turlu eleme öylesine zorlu ki buradan zaferle çıkan bir takımın gruplarda kalma ihtimali epey düşük. Fakat bu seneye dair Fenerbahçe’nin çok önemli bir şansı var, o da büyük ülkelerin Avrupa geleneği olan neredeyse hiçbir temsilcisi ŞL elemesine katılmıyor. İspanya’dan ve Almanya’dan çaylak Malaga ile Gladbach gelirken, Lille, Udinese gibi ekipler de Fenerbahçe’den puan olarak aşağıda. Bu da Fenerbahçe’yi olması gerekenden yukarı taşıdı ve seribaşı sınırına dayandırdı. Bu noktada ise bambaşka hesaplar devreye giriyor. Fenerbahçe’nin seribaşı olup olmayacağını anlaması büyük ölçüde dört gün içinde belli olacak.

1-) Chelsea’nin şampiyonluğu
Şimdi Chelsea’nin şampiyonluğunun Fenerbahçe’yle ne alakası var diyebilirsiniz, biraz uzun ama şöyle: Eğer Chelsea şampiyon olursa ligde 6.olmasına karşın ‘titleholder’ unvanıyla Şampiyonlar Ligi’ne doğrudan katılma hakkı elde ediyor. Liverpool’un 2005’te beklenmedik şekilde bunu başarmasının ardından UEFA’nın düzenlediği statüye göre ise İngiltere dördüncüsü yani Tottenham ŞL biletini çöpe atıp Avrupa Ligi’ne gitmek zorunda. İşlerin karıştığı nokta ise Fenerbahçe’yi doğrudan ilgilendiren ‘Şampiyon olmayanlar elemesi’ne İngiltere’den herhangi bir takımın katılmayacak oluşu. Yani 4 takım da direkt olarak gruplara katılıyor, Arsenal de dahil kimse eleme oynamıyor.

Normalde ülke sıralamasında ilk 5 ülkenin temsilcileri doğrudan play-off turuna doğrudan katılıyordu. Diğer 5 takım ise birbirini eliyor, en son 10 takım eşleşerek gruplara kalan son takımı belirliyordu.

Bu durumda 14 takımlı yeni eleme şu şekilde düzenleniyor: Portekiz ve Rusya temsilcileri, yani Braga ile Spartak Moskova ilk turu oynamadan doğrudan play-off turuna kalıyor. Böylece 5 yerine 6 ekip play-off turunda kendine yer buluyor. Fenerbahçe’nin de dahil olduğu geriye kalan 8 ekip kendi arasında eleme oynuyor ve play-off turuna 4 takım kalıyor. 6+4 takım play-off turunu oluşturuyor ve buradan gelecek 5 takım Şampiyonlar Ligi’ne katılıyor.

2-) Panathinaikos’un ŞL’ye kalamaması
Bu aynı zamanda Galatasaray’ı da doğrudan ilgilendiren bir durum. Bugün 5.maçları oynanan ve 20 Mayıs’ta sona erecek Yunanistan ŞL play-off grubu sonunda PAO ilk sırada yer alamazsa diğer üç takımdan herhangi birinin elemeye katılması dahi Fenerbahçe’ye ihtiyaç duyduğu bir üst sıraya yükselme şansını sağlayacak ve Fenerbahçe iki eleme turunda da seribaşı olma şansını yakalayacak.

3-) Braga, Dinamo Kiev, PAO ya da Spartak Moskova’nın ilk turda elenmesi
Kura çekimi geçen yıldan bu yana ayrı ayrı yapıldığından* Fenerbahçe’nin puanından yüksek dört ekipten herhangi birinin elenmesi de Fenerbahçe’yi elemelerde seribaşı yapacak. Ayrıca bu ekiplerden birinin elenmesi Fenerbahçe ile Galatasaray’ın üçüncü torba hesaplarına yarıyor. (*Bilgi Mücahit Sarnık'tan)

Fenerbahçe gruplara kalırsa hangi torbada?
Öte yandan Fenerbahçe’nin üçüncü torba durumu da Galatasaray’a benzer şekilde sınırda ve puanı Fenerbahçe’den yüksek iki takımın elenmesi 3.torbaya girmesi adına yetiyor. Eğer bu gerçekleşmezse elemeleri başarıyla geçmesi halinde Fenerbahçe 4.torbadan kura çekimine katılacak.

Elenmesinin Fenerbahçe’ye yaradığı takımlar şunlar: Panathinaikos, Braga, Dinamo Kiev, Spartak Moskova, Basel, (Chelsea’nin durumuna göre elemelere kalan)Tottenham veya Anderlecht.

Kısaca (!) durum bu... Bayern Münih’in kupa 1’i kazanmasını isteyen Fenerbahçeliler bir daha düşünsünler derim.

Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi Yolu: Torba 3,5


Öncelikle, özlemiştik... Şampiyonluk bir yana, Galatasaray ve Şampiyonlar Ligi’ni aynı cümle içinde kullanmak dahi büyük bir keyif. 6 senedir buruk bir özlemle ve kıskançlıkla dinlediğim Şampiyonlar Ligi tema müziğini bu kez heyecanla dinlemek, o kura çekimi günü binbir türlü hesabı yapacak olmak şimdiden sabırsızlandırıyor adamı.

Sonra ise elbette torba hesapları... İki senedir büyük fiyaskoların doğal getirisi olarak ilk 30 sınırına dayandığı takım sıralamasında büyük bir düşüş yaşayan ve 38.615 puana kadar gerileyen Galatasaray’ın yumuşatılmış Platini sisteminde dahi üçüncü torba şansı sadece üç seneden gelen puanlarla doğal olarak zor ancak hâlâ imkansız değil. Özellikle Galatasaray’dan düşük puana sahip takımlardan Almanya’da Dortmund, Fransa’da ise Montpeiller’nin doğrudan Devler Ligi biletini kapması Galatasaray’ın lehine oldu ve muhtemel dördüncü torbanın üst sıralarına taşıdı. Ön elemelerde seribaşı takımların kazanılacağı düşünülürse Galatasaray şu anda 4.torbanın ikinci sırasında yer alıyor. Bu da üstünde yer alan takımlardan ikisinin herhangi bir şekilde gruplara kalamaması halinde Galatasaray 3.torbada yer alacak demek.

Bu sürprizlerin gerçekleşebilmesi için iki yolu var. Birincisi henüz sıralaması kesinleşmemiş liglerde puanı Galatasaray’dan yüksek bir ekibin bu şansını kaybetmesi, ikincisi elemelerde puanı Galatasaray’dan düşük bir ekibin Galatasaray’dan daha yüksek puanlı bir takımı eleyerek gruplara girmesi. İkinci seçenek için ise iki farklı yol var: Şampiyonlar ve Şampiyon olmayanlar elemeleri.

1-Yunanistan ŞL Play-offları ve Panathinaikos
Sıralaması kesinleşmemiş Avrupa liglerinden sadece Yunanistan'daki bir ihtimal Galatasaray için gerekli kriterleri sağlıyor; o da 50.920 puanlı Panathinaikos’un ocak dışı kalması. Yunanistan’da şampiyon normal sezonda belirlendikten sonra 2 ila 5.sıra arasındaki takımlar play-off oynuyor ve zirvede yer alan ekip Şampiyonlar Ligi’nin “Şampiyon olmayanlar yoluna” katılmaya hak kazanıyor. Şu andaki puan durumuna göre Panathinaikos iki maç kala grupta 8 puanla lider, buna karşın 7 puanlı PAOK, 6 puanlı AEK ve 5 puanlı Atromitos’un hâlâ kupa 1 şansı var. PAO gruba 4 puan avantajla başlamasına karşın avantajını kullanamadı ve puan avantajına sahip olsa da yerini kaybetme riskiyle karşı karşıya.

Galatasaray’ın buradaki şansı AEK de dahil olmak üzere üç ekibin de takım puanının 38 binden az olması, yani Galatasaray’ı otomatikman bir sıra yukarı atacak olması. Üstelik bu üç takımdan birisi Yunanistan adına elemeye giderse Fenerbahçe’nin elemeye katılması halinde seribaşı olacağı anlamına geliyor.

2-Elemelerdeki ihtimaller
a) Basel
İlk 12 sıra dışında kalan ülkelerin şampiyon takımlarının katıldığı elemede Galatasaray’dan puanı yüksek tek ekip İsviçre temsilcisi Basel. Eğer Basel, iki ön eleme turundan birinde elenirse Galatasaray’ın beklediği sürprizlerden birisi gerçekleşmiş olacak ancak özellikle bu sezonki kadronun edindiği Avrupa deneyimi düşünülürse bunun epey düşük bir ihtimal olduğunu da unutmamak gerekiyor.

b) Şampiyon olmayanlar elemesi
Şampiyon olmayan takımların elemesi sürprizlere, dolayısıyla Galatasaray’ın beklentilerine daha açık. 38 bin puanın üzerinde bulunan takımlardan Braga, Dinamo Kiev ve Spartak Moskova ikişer; Tottenham, Udinese ve Lille ise birer eleme oynayacak. Bu elemelerden gelecek beş takımdan ikisinin Galatasaray’dan düşük puanlı takımlardan olması halinde diğer hesaplara hiç gerek kalmadan otomatikman üçüncü torba yolu açılacak ancak bu pek de kolay değil. Bu ihtimali gerçekleştirmeye en yakın takımlar ise Malaga ile Borussia Mönchengladbach. Sadece bir eleme oynayacak bu ekip gruplara kalmayı başarırsa bu doğrudan Galatasaray’ın işine geliyor. Öte yandan Galatasaray çok değil, sadece 0.400 puan daha fazla puana sahip olabilseydi Lille (38.835) ile Udinese’nin (38.936) kazanma ihtimallerini de cebine koyacaktı. Bu eleme döneminde epey canımızı yakabilir.

Toparlamak gerekirse Galatasaray’ın torbası henüz kesinleşmiş değil ve 3.torba ihtimali hâlâ sürüyor. Özellikle kısa vadede Panathinaikos’un durumunu takip etmek, sonrasında ise elemelerde beklentilere uyan sürprizlerin gerçekleşmesini ummak gerekiyor. Üçüncü torbaya girmek bir prestij olduğu kadar Juventus, Ajax, Olympiakos gibi ekiplerle eşleşmek yerine alt torbadaki takımlardan birini seçmek demek, bu da hiç küçümsenecek bir avantaj değil. Kısacası bekleyelim görelim, şimdilik torbamız 3,5.

İyiler Mutlaka Kazanmaz

Galatasaray taraftarı başta olmak üzere yönetimin, belki de teknik heyet ve futbolcuların üstünde bir yenilmişlik, daha doğrusu adaletsizliğe uğramış ve yapanlar cezasız kalmış hissiyatı var. Bugün de bu psikolojinin kaldığı yerden devam ettiği 2-2’lik Beşiktaş beraberliğinin ardından önce Ali Dürüst, sonra Hasan Şaş’ın yaptığı açıklamalarda görüldü. Halbuki Galatasaray’ın dünüyle bugünü arasında hiçbir fark yok. Kadıköy’de beraberlik ve galibiyet Galatasaray’ı şampiyon yapacaktı, bugün de beraberlik şampiyonluk için yeterli.

Galatasaray’ın sorunu taraftarına, yönetimine ve teknik heyetine bunun yetmemesi, işin çoktan bitmiş olması gerektiği düşüncesi. “Biz zaten şampiyon olduk” demek kadar bugün gelinen noktaya hizmet eden başka hiçbir şey yok. “İyiler mutlaka kazanır” kafasıyla bakmamak, son üç maçtır bu kadroyla harika Fenerbahçe maçları çıkaran hocaya ve teknik heyete bildikleri işi yapma fırsatı vermek gerek. Gerginlik Galatasaray’ın işi değil, Galatasaray bugün ligin hâlâ zirvesindeyse bu oynadığı futbol sayesinde geldi. Şampiyon olacaksa da futbolu sayesinde olacak. Soruşturma, cezalar, o, bu… Bunları Galatasaray’ın gündeminden düşürmek Galatasaray’ın yararına: iki kere iki dört…

Duran top tamam da…
Galatasaray’ın bu beş maçlık seride 2 galibiyeti, 2 beraberliği, 1 de yenilgisi var. Bu 5 maçın 4’ünde Galatasaray’ın açılış golü duran topla gelmiş, diğerinde de gol atılamamış. Bu aslında senelerin duran top özürlüsü bir takım için çok iyi bir şey ama aslında bir o kadar da endişe verici. İyi oynanan, oyunu domine eden bölümlerde dahi oyun akışı içinde gol bulamamak, daha doğrusu oyunun yönünü değiştirememek büyük bir arıza.

Bunda Elmander’in gol vuruşunun zayıflığı, Necati ve Baros’un fiziksel olarak bitikliğinin çok büyük payı var. Elbette Fatih hoca da bunun farkında ancak takım içinden çözüm üretmek pek de mümkün değil. Radikal bir çözüm olarak Riera ve Aydın’ı kanatlara koyup vasatı aşamayan Emre ile Necati/Baros’un oynayanından vazgeçmek bir alternatif olabilir ama 39 maç bitmiş, kalmış geriye 1 maç. Bunun kağıt üstünden pratiğe geçmesini de gerçekçi bulmuyorum, gerisini Kadıköy’de göreceğiz.


Beşiktaş’ın ikinci yarıdaki çıkışında elbette Galatasaray’ın 2-0’ın kendilerini şampiyon yapıp yapmadığı soru işaretiyle oynamasının etkisi var ama çok sağlam bir mücadele ortaya koydular, golü kovaladılar ve 85 sonrasında iki farklı kanattan gol üretip 2-2’yi bulmayı başardılar. Beşiktaş’ın ikinci golünde Tayfur Havutçu’nun Mustafa Pektemek’i oynatmama ısrarından vazgeçmesinin de neler getirebileceğini gördük.  Takım olarak şu son haftada gösterdikleri duruşla takdiri hak ediyor Beşiktaş…

Eurosport'a Trabzonspor maçında yazdığım yazı için: "Galatasaray nerede yanlış yapıyor"

İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar!

“Benim de İzmirli arkadaşlarım var” ekolünden gelsem de bir saatliğine yemek için uğramak dışında İzmir’e doğru düzgün gitmişliğim yoktu. Hâlâ neden simite gevrek, çekirdeğe çiğdem denildiği kafamı kurcalasa da hem merak ettiğim şehri, hem de kız arkadaşımın affına sığınıp methi “İzmir’de kızlar teklif ediyomuş!” noktasına kadar dayanan meşhur İzmir kızlarını yerinde görme fırsatını kaçırmadım.

Yolda sıkılmayayım diye Bilbao-Sporting maçının İngilizce tekrarını açıp uçaktakilerin “Neyin kafası la bu” bakışları altında İzmir’e adım attım, sonra da minibüsle The Chance İzmir seçmeleri için Bornova’ya yola koyulduk. İşin garip tarafı bizi alan şöför de İzmir’e baya bir yabancıymış, Manisa’ya doğru gidiyoruz derken araçtakilerin yardımıyla Vizyon Sport denilen tesislere geldik. Sonradan bir arkadaş Twitter’da söyledi, İzmir’in en meşhur halı sahası diye. İzmir’in Vezir’iymiş yani!

Ahali işleri hallederken boştaki topla biraz takılırken ekipten bir arkadaş da dayanamayınca olayı penaltı çekişmeye vardırdık, iyi bir performansa rağmen 2-1 kaybetmem dışında tabii! Sonra İsveç’e gidip Ikea’da köfte yiyen adama bağlayıp İstanbul’dan tanıdık bir restorana, oradan kahveciye girdik. Geri döndüğümüzde organizasyon artık başlıyordu. Emre Aşıklı bir mizansen çekiminin ardından iki takım da sahadaki yerini aldı ve maç başladı.

Twitter’da organizasyonun nerede olduğunu yazmıştım, yakınlarda oturan Azmi, yani OrtaBek duymuş, atlayıp geldi. Maçı onla beraber takip ettik. Kırmızı takımda 1 numarayı giyen Muhammet adlı arkadaş hem tekniği, hem de iki ayağını kullanabilmesiyle dikkat çekiyordu ki U-18 Milli Takımı yardımcılığını da yapan Emre Aşık da ilk onun adını yazdı kağıda. Mavi takımın kalecisi de konuşması ve arkadaşlarını yönlendirmesiyle takdir topladı, seçilen diğer arkadaş ise benim pek dikkatimi çekmemişti, o da hocanın takdiri.

Emre Aşık benim çok sevdiğim oyunculardandır her zaman, Galatasaray döneminde de, dışarıda oynarken de her daim saygı ve sevgi uyandırmıştır futbolseverlerin büyük bölümünde. Sağolsun, onla da kısa bir sohbet etme şansı buldum. Emre Aşık az önce de dediğim gibi U-18 ve U-19 milli takımlarında yardımcı hocalık yapıyor ve Feyyaz Uçar’la birlikte 2013 U-20 Dünya Kupası’na gidecek takımı belirleyecekler. Hocanın söylediğine göre takım 93-94 doğumlulardan oluşacak, 95’lilerden ise beklendiği kadar çok isim seçilmeyeceği izlenimine vardım. 95’lilerden takımda düzenli oynayan Recep Niyaz’ı ayrıca sordum, onun farklı bir statüsü var ve sakatlık gibi bir durum olmazsa seçilecek. Birkaç ismi takip etmemi önerdi, onlar da bende kalsın şimdilik :))

Sonra ise İzmir’e gelmişken biraz dolaştık elbette, Kordon’a inip birer bira içip koyu bir sohbetten sonra döndük. Bilincimi kaybedecek düzeyde bir uykuya dalınca ne olduğunu pek anlamadım ama kendime geldiğimde yanımdaki kadın bir solundaki kişi korkudan titrediğinden onu sakinleştirmeye çalışıyordu, ondan sonra türbülanstan türbülansa koşarak İstanbul’a adım attık.

Sonuç olarak İzmir kızları ortalamanın üzerinde ama ağzımı açık bırakacak kimseyi görmedim, giyim tarzları ise güzel. (Bunun hesabını bilahare vereceğim) Sokakta dolaşan köpekler ise acayip sevimliydi, tanımadığı insana niye şebeklik yapar la sokak köpeği!  Onun dışında Reyhan Pastanesi’nden alınan kurabiyelere, özellikle fıstıklılara beş yıldız, ulaşım ve hizmete dört yıldız veriyorum! (Bizi de gör Vedat abi!)

Bu güzel organizasyonda emeği geçen arkadaşlara da ayrıca teşekkür ediyorum, bana güzel bir yaşattıkları için. Gevrek, boyoz, kumru, söğüş, çiğdem, domat, darı, klorak...

Şampiyonlar Ligi: The Wall

Kuzey Londra’da halk tek pozisyonla 1-0 kazanılan, bereketli Barcelona mücadelesinin ardından mutluluğa boğulmuşken Komutan Roberto Di Matteo, askerlerine emirler yağdırmayı sürdürmektedir. “Kış geliyor. İkinci maç bu kadar kolay geçmeyecek. Duvar’ı (The Wall) onarın, hazırlıklara başlayın!” Dııı dıı, dırı dıı dııı, dırınııı...
Cüneyt Çakır, kırmızı kart ve penaltı
kararındaki başarısıyla tam not aldı.

Elbette Chelsea’nin Barcelona karşısında elde ettiği galibiyet bu mini Game of Thrones parodisi gibi gelmedi ama Roberto Di Matteo’nun öğrencileri kalelerinin önüne otobüs, uçak çekmediler, adeta bir ‘Duvar’ ördüler. Barcelona gibi bir takım karşısında 2-0 gerideyken 10 kişi kalıp maç sonunda 2-2’ye getirmek için duvar örmekten fazlası gerekiyordu elbette, o sihir de Ramires’ten geldi. Londra’da Drogba’yı ince gören Brezilyalı, bu maçta da Valdes’i önde görünce topa estetik bir dokunuş yaparak fırsatı affetmedi ve Chelsea aradığı fırsatı buldu. Geriye kalan 45 dakika ise film senaryosu gibiydi.

Barcelona son yılların en formsuz bir ayını geçiriyor. Hem La Liga’yı, hem Şampiyonlar Ligi’ni kaybettikleri bir haftalık süreçten önce oynadıklar Levante ve Zaragoza maçlarında da hücumdaki üretkenliklerinin düştüğü adeta bağırıyordu. İki maçta da 1-0 geriye düştükten sonra birinde Messi’nin bireysel çabası, diğerinde ise hakemin de katkıda bulunduğu bir penaltıyla kazandılar ama hücumdaki çarkların eskisi kadar düzenli işlemediği açıktı. Pep Guardiola ise açıklamalarının alt metninde bunu bildiğini belli etse de kendisinde kredileri büyük olan oyuncularına, altyapıdan çıkardığı ‘çocuklarına’ güvenmeyi sürdürdü.

Maçta bir penaltı kaçıran Lionel Messi hayal kırıklığı yaşadı.
Xavi’nin dahi ortalamasının altına düştüğü bir ortamda Real Madrid’e Camp Nou’daki şampiyonluk maçında boyun eğdiler, ondan önce de bir türlü ağları bulamadıkları Londra’da Chelsea’ye… Lig de ezeli rakibe teslim edilince Camp Nou’da bu kez sezonun maçına çıkıldı ama 2-0 öne geçmiş, tur biletini eline almış bir Barcelona’nın 10 kişilik, kapasitesi belli Chelsea karşısında 2-2’yle eleneceğini kim tahmin edebilirdi ki? Fernando Torres’in ardından ümitsizce 60 metre depar atan Busquets'in üzüntüden kendini yere bırakması Barça adına sezonun özetiydi.

Über Alles Bayern!
El Clasico finali beklentileri Salı akşamından yattı derken diğer finalistin de bir İspanyol olmayacağını çok fazla kişi beklemiyordu. Buna karşın maçın her anında hücumu düşünen bir Bayern Münih çıkmıştı Santiago Bernabeu’ya. Önce Alaba’nın yaptırdığı penaltıyı, ardından Mesut Özil’in lokum şeklinde tarif edebileceğimiz pasını gole çeviren Cristiano Ronaldo, gecesinin kabusla sona ereceğinden habersizdi.

Bayern, Allianz Arena'da Chelsea'nin finaldeki rakibi...
2-0 gerideyken dahi topla daha çok ve daha hücum odaklı oynayan Bayern, Barça maçında da gördüğümüz öldürücü Real kontralarına karşın yılmadı. Arjen Robben’in Necati Ateş’i kıskandıracak netlikte bir gol kaçırmasının ardından Ronaldo’nun farkı ikiye çıkarmasına aldırmayıp zorlamaya devam ettiler ve Pepe’nin Gomez’i düşürmesiyle bir penaltı kazandılar. Neyse ki Robben bu kez Casillas’ı zor da olsa geçmeyi başardı ve durum 2-1’e geldi. Karşılıklı birçok gol pozisyonunun heba edildiği, yüksek tempolu oyun, Barça-Chelsea maçına da bir gönderme gibiydi. Fakat mücadelenin hafızalara kazınan anları maçın kendinden çok, uzatmaların ardından gidilen penaltı atışlarıydı.

Manuel Neuer, iki penaltı kurtararak turu Bayern'e getirdi.
İki kahraman, tek kazanan
Penaltılarda iki yiğit çıktı meydane, ikisi de birbirinden merdane! Önce Manuel Neuer, Real Madrid’in süperstarları Cristiano Ronaldo ve Kaka’nın penaltılarını çıkarmayı başardı. Ardından tur mu geldi derken Iker Casillas ortaya yüreğini koydu ve iki kurtarış da o yapıp penaltıları eşitleme şansını Sergio Ramos’a bıraktı ama bıraktığına pişman oldu. Bir Şampiyonlar Ligi yarı finaline yakışmayan yetersizlikte, şuursuz bir abanma ile topu üstten auta atan Ramos, arkasından gelen Schweinsteiger’e şampiyonluğu teslim etti. Ramos’un penaltısının ardından dizlerinin üzerine çıkan Jose Mourinho ise Schweinsteiger’in Almanlıktan aldığı hazlardan biri olan penaltı becerisini konuşturmasının ardından birkaç saniye içinde soyunma odasına gitti. Üç farklı takımla Şampiyonlar Ligi’ni kazanan tek teknik adam unvanı penaltılara takılmıştı. Bayern, Allianz Arena’da, mabedinde final oynamak için evine dönüyordu.

*Bu yazı Eurosport.com Türkiye için yazılmıştır. Yazının orjinali için tıklayın.

Galatasaray 1-2 Fenerbahçe || Yurdumun Klasiği

Açıkçası tribünde tanık olduğum en unutulmaz maçtı diyebilirim, aynı zamanda en garip olanı da... Ortaya koyan oyun bana hâlâ şampiyonluğun Galatasaray'a yakın olduğunu söylese de Fenerbahçe'nin şu ortamda, şu maçı kazanabilmesini açıkçası beklemiyordum, muazzam iş yaptılar.

Maça dair Eurosport.com Türkiye'ye yaptığım değerlendirme şurada.

Daha geniş olanını ise Salı günü Hayatım Futbol'da okuyabilirsiniz.

Beşiktaş 0-2 Galatasaray | Süper Cinnet


2007 Mayıs’ında, Ali Sami Yen’de ‘sulu derbi’ olarak hatırlanan maçta Galatasaray taraftarının geçirdiği cinnetin bir çıkış noktası vardı ve rakibin Fenerbahçe olmasına indirgenecek bir infial değildi o geceki. Bu akşam oynanan Beşiktaş maçının zıvanadan çıkma sürecine de yüzeysel bakarak ‘tü kaka’ deyip geçmemek, alt okumasını yapmak gerekir diye düşünüyorum ve Beşiktaş taraftarını sahaya atlayacak duruma getirenin çok da ağır tartışmalara yol açmayacak, ortalama bir ofsayt hatası ve birkaç hatalı faul kararı olmadığı kesin gibi. Bu okumayı elbette Beşiktaş’ı çok daha yakından takip eden isimler daha iyi yapacaktır ama Beşiktaşlıların bir sıkışmışlığının olduğu, kulübün gittikçe kötüye gitmesinin ve Demirören sonrası döneme geçişinin etkisinin büyük olduğu belli. Sezon da Beşiktaş adına pratikte bitti, tek makul hedef üçüncülüğü elde edip gereksiz bir baraj maçına mahkum olmamak gibi gözüküyor.

Galatasaray’ı ise bu maçın gerginliğinden ziyade saha içi tarafı daha yakından ilgilendiriyordu. Zaten angarya olarak görülen ya da hissedilen Süper Final’in her an arıza çıkaracak, iş Kadıköy’e uzanacak stresi herkesin üzerinde vardı ve İnönü’den alınacak bir yenilgi işleri epey karıştırırdı. Üstelik tüm oyun planını orta saha presi ve bu bölgede kapılan topların doğru kullanımı üzerine kuran Galatasaray’a bu açıdan en ters gelecek orta saha elemanları da Beşiktaş’ın kadrosunda bulunuyordu. Ne Fenerbahçe’nin, ne Trabzonspor’un orta sahası Galatasaray’ı bozmaya siyah-beyazlılarınki kadar yakın. Bu maçın ilk 10-15 dakikasında da görüldü, takım hücum dahi geliştirmekte zorlandı. İlk 10 dakika Beşiktaş’ın topla oynama yüzdesi yüzde 63 olarak ekrana geldi ve maçta pozisyona en yakın iki deneme de Beşiktaş’a aitti.

İşte bu noktadan sonra maçı Galatasaray’a getiren 30 dakikalık bölüm başladı. Presini doğrudan Beşiktaş savunmasının üzerine kuran, Fernandes gibi takımın en yumuşak ayağına yüzü dönük top aldırmayan Galatasaray presi inanılmaz iş yaptı ve oyun tamamen tersine döndü. Üst üste gelen kornerlerde ise Riera topu doğru yere kesip golü yaratan isim oldu. Elmander’in dönüşünde Melo’nun ofsayt pozisyonunda olduğunun notunu düşelim lakin pozisyonun gelişimi, bir duran topta Galatasaray’ın 9 numarasının bomboş kafa vurması gibi affedilemz savunma hatalarını da es geçmemek gerek. 1-0’ın ardından önce Holosko, ardından Quaresma’yı görmeyip kaleyi deneyen Fernandes 1-1 şansını tepti, bunlar da Beşiktaş adına maçın en net pozisyonlarıydı.

İkinci yarıda Galatasaray’a pozisyon şansı dahi vermeyen bir Beşiktaş vardı ama işin ironik tarafı kendi de pozisyon bulamıyordu. Aslında Beşiktaş’ın İnönü’de baskı kurduğu ilk maç bu değil. Normal sezonda Fenerbahçe karşısında da geriye düştükten sonra Fenerbahçe’ye top göstermeyen, kontra şansı tanımayan Beşiktaş yine üretken olamamış, aradığı pozisyonları bulamamıştı. Senaryo yine benzerdi. Baskı düştüğündeyse 77’de Galatasaray’ın ilk akını geldi, 79’da da Aydın Yılmaz’ın kariyer golü. Maçın futbola benzeyen kısmı da bu dakikada tamamlandı zaten.

Dediğim gibi, Hüseyin Göçek’in toptan maçı elinden kaçırmışlığı ortada, maçı bir yönde katlettiği kanaatine katılmıyorum ama bunu görmemek mümkün değildi. Ernst’in açıkça kendisiyle alay etmesine, Quaresma’nın tribünleri dahi “pozisyon kırmızı” diye bağırtan tekmesine karşı duruş gösterememesi de maçın gidişatından ne kadar etkilendiğini gösteriyordu. Lakin bu cinnetin arkaplanını okumak, bir özeleştiri süreci başlatmak çok daha doğru olur.

Galatasaray bence Kadıköy’e giden süreçteki en zor maçında rakibi tek ayak üstünde yakalamanın da getirisiyle çok iyi iş yaptı, büyük bir avantajı cebine koydu. Süper Final’in son dört maçını anlamsız kılma fırsatı da artık Galatasaray’da. Hafta sonu Fenerbahçe’yi Arena’da yenmek şampiyonluk şarkılarını artık söylemek demek…

Süper Final Hakkında Her Şey

Hayatım Futbol ekibi olarak Süper Final'e özel, geniş bir sayı hazırladık ve tüm takımları mercek altına aldık. Fenerbahçe'yi Alper Öcal, Trabzonspor'u Bülent Şirin, Beşiktaş'ı Mustafa Demirtaş yazdı. Ayrıca Avrupa grubunda Eskişehirspor'u Orhan Uluca, İstanbul Belediye'yi Rafet Baran Eryılmaz, Sivasspor'u İlker Yılmaz, Bursaspor'u ise Göksel Sert değerlendirdi. Benim kalemimden de Galatasaray incelemesini okuyabilirsiniz.

Bunun dışında bugüne ışık tutan bir yazıyla Salih Demirci 62/63 sezonunu anlattı, Fırat Topal ise dünyadaki play-off sistemlerini derledi.

Galatasaray yazısı için: "Zirveye Yolculuk"
28.Sayı'daki tüm yazıların dökümü için: HayatımFutbol.com
28.Sayı'nın kendisini okumak için: Hayatım Futbol Sayı 28

Pankart Yasak!

Cüneyt Çakır'ın oyunu yekten elden kaçırışı, Elmandersizlik, penaltı tartışmaları, Mehmet Batdal, Volkan Şen. Bu maça dair söylenecek çok şey var, onlar ayrıca söylenir belki ama tüm bunları kenara bırakıp şu çocuktan bahsetmek istiyorum. En fazla 10 yaşlarındaydı, elinde bir A4 kağıdı, abartısız 90 dakika onu kaldırdı, hiç yorulmadan. Kağıdı çevirdiğinde baktım, karton kırmızı bir G, sarı bir S kesmiş, etrafını noktalarla süslemiş. Daha sonradan öğrendik ki bu kağıdı içeri sokarken polisler kendisine zorluk çıkarmışlar pankart yasağı sebebiyle. A4 kağıdına bir G, bir de S yapıştırmış bir çocuk bu kağıt yüzünden içeri giremeyecekti. Babası yalvar yakar amirine kadar gitmiş, en sonunda izin vermişler. Sanırım hiçbirimiz bu kadar gönülden, safça sevmiyoruz tuttuğumuz takımları. İşte futbol bu çocuk yüzünden güzel...

İkinci Şubemiz: 22 Adam, 1 Top

Uzun süredir beklemedeydik, sonunda 'soft opening' zamanı geldi. Eurosport.com TR için Türkiye ve Avrupa futboluna dair yazılar yazacağım bir köşe var artık: 22 Adam, 1 Top.

Köşenin isminin bu blogla aynı olmamasını istedim çünkü her ne kadar aksatsak da bu blog benim için hâlâ değerli ve burayı baltalamasından çok besleyecek bir yer olması adına çaba göstereceğim. Köşedeki yazılar daha çok yorum tadında gündelik konulara odaklanacak, burası kendi çizgisindeki yazılara yer vermesinin yanı sıra Hayatım Futbol yazıları ve diğer her türlü yazılı, görsel işlerin toplandığı bir mecra olacak.

Eurosport.com'da benim fikirlerime yer açan, 2009'dan itibaren bilfiil çalışma fırsatı bulduğum, üstümdeki emekleri çok olan Ali Murat Hamarat'a özel olarak teşekkür ederim. Umarım beklentileri karşılayan bir iş olur.  Vira bismillah!

İlk yazımı dün Hasan Şaş'ın kafasının yarılması üzerine çıkan bazı haberler üzerine karalamıştım. Görmeyenler siftahı şuradan yapabilir: "Samet Güzel cevap versin!"

Ayrıca genç oyuncu profillerine yer vereceğim Yetenek Avcısı köşesine de göz atmanızı tavsiye ederim. İlk konuğumuz tabii ki Semih Kaya.

He bir de, Fransız abiler adımı düzgün yazabilseler daha iyi olurdu tabii, o da nazar boncuğu olsun :)

Chelsea’de Krul Kararı

Atletico Madrid’in genç kaleci cenneti olduğunu biliyoruz, De Gea’dan sonra Chelsea aktarmalı ve kiralık da olsa Madrid’e adım atan Courtois’in ortaya koyduğu performans ortada. Genk’e ödenen 9 milyon avroluk bonservis bedelini çoktan amorti eden Belçikalı kaleci yılın en başarılı konumunda. Onun bu çıkışı henüz 20 yaşında olmasına rağmen orta vadede Chelsea kalesine geçmesi planının erkene alınabileceği, 2008’de bir Haziran akşamı Nihat Kahveci’nin önüne düşürdüğü toptan beri özgüveninden bir parça kopan Petr Cech’in yerine geçebileceği beklentisi Chelsea taraftarlarında oluşmuştu. Lakin anlaşılan yönetim daha net bir çözüm bulmakta kararlı.

Belçikalı Courtois, sadece 20 yaşında!
Kulübün Rus sahibi Roman Abramovich’in Newcastle’dan Cheik Tiote ile birlikte kaleci Tim Krul için toplamda 30 milyon poundluk bir bütçe ayırdığı, sezon sonunda bu ikiliyi takıma katmak istediği haberleri İngiliz basınında ayyuka çıkmış durumunda. Tim Krul bu sezonun en flaş kalecisi ki kendisinin yeteneğinden ve performansından şüphe duymak zor. Sadece oynadıkları son Norwich maçına bakmak dahi bunun için yeterli lakin elde Cech, yolda Courtois varken 30 milyonun yarısına kıymak için doğru bir hedef mi? Sonuçta mevkiimiz bir forvet değil ki çiftleyesin, önlü arkalı oynatasın.

Tabii Mart-Nisan ayları, gevşer gönül yayları misali Chelsea’nin gönlü kaymış da olabilir bu ikiliye lakin Krul’u çok beğensem de Stamford Bridge acil kaleci aranıyor tabelası asacak son yerlerden biri gibi geliyor gözüme. Ya da Courtois alengirli ismi ve gönülleri okşayan yatırım ve transfer şekliyle gözümüze bir boy büyük mü geliyor, o da tartışma konusu olabilir tabii. Yine de zaman var, gerçek mi, gelip geçici bir dedikodu mu, yaza görürüz artık. Vakit bol…

Dip Not: 30 milyon pound değer biçilen Tiote ve Krul’un Newcastle’a toplam maliyetinin 3 milyon 700 bin pound olduğunu biliyor muyduk? Tez konusuna girişi Noat, Ekim 2011’de Hayatım Futbol’da yapmıştı, görmeyenlere

Kamil Zayatte

İstanbul Belediye’nin yabancı stratejisini beğeniyorum. Ya çok güvendikleri oyuncuları alıyorlar, ya da Süper Lig’i görmüş, kendini ispatlamış eti budu belli isimlere yöneliyorlar. Serge Die, Herve Tum, Kamil Zayatte… Konyaspor’da sert oyunuyla öne çıkan ve sezon başında İstanbul’a geçen Zayatte’ın namı futbolcular arasında da yaygın ki ligin açık ara en golcü ismi Burak Yılmaz, kendisini en çok zorlayan oyuncunun kim olduğu sorusuna tereddüt etmeden Zayatte diye cevap veriyor ve şöyle diyor:


“En çok zorlayan değil de korktuğum, başıma bir şey gelmesinden en çok korktuğum oyuncu var; Kamil Zayatte. Geçen sene bana beyin kanaması geçirtmişti!”

Gineli oyuncu nereden esti derseniz kendisinin Mersin İdman Yurdu maçında sol kolu kırıldı ve bu talihsiz olayın bir benzeri benim de başıma gelmişti. Can Arat da Twitter’dan röntgen fotoğrafını paylaşınca anılarım depreşti. Temiz bir 2 ayı olduğunu tahmin ediyor, sertliğiyle tanınan Zayatte arkadaşımıza geçmiş olsun diyorum. Çabuk atlatır umarım.

Kadıköy Laneti 2.0

Kadıköy’ün Galatasaray için nasıl lanetli bir yer olduğunu zaten herkes biliyordu ama toplamda eksik bildiğimiz bir şeyler daha varmış.
  • Fenerbahçe’nin ilk pozisyonunun gol olması: tamam.
  • Fenerbahçe’nin sezonda kaleyi bulacak topta gol atması: tamam.
  • Galatasaray’da en beklenmedik yabancı oyuncunun sezonun en kötü maçını çıkarması: tamam.
Tüm bunların yanında bir de Galatasaray’ın galibiyet ararken direklerin devreye gireceğini sanırım bilen yoktu, Kadıköy laneti 2.0 sürümü dün sunumunu yaptı.

Şaka bir yana, Alex ve Sow’un sezonun en güzel beş golün ikisini attığı ortamda toparlanmak hiç mi hiç kolay değildi. Fenerbahçe’nin özellikle ilk 5 dakikanın ardından gollerin de katkısıyla ortaya koyduğu 15 dakikalık dominasyonda Alex’in topla rahat bir şekilde buluşabilmesinin büyük bir payı var. Maçın kalan 70 dakikalık bölümünde bir daha hiç o kadar aktif olamadı ama o zaten Melo’nun Selçuk’la aynı çizgide yakalanıp Alex farkını göz ardı ettiği zaman topu doksana yolladığında bunu değerlendirmişti bile. Bunun sebebi de aslında Selçuk ve Melo’nun bir “ikili” oluşu ve 442 aslında. Fatih hoca bu defonun farkında ve son kullanma tarihi geldiğinde bunu değiştireceğini düşünüyorum ama bunu şimdilik kenara ayıralım.

Galatasaray topun hakimiyetini 20’lerde almaya başlamasıyla ısındı ve topu dikine oynama konusunda çok daha cüretkar ve başarılı denemeler Selçuk İnan’ın önderliğinde yapılmaya başlandı. Selçuk’un Necati’ye aniden indirdiği, onun da Elmander’i gördüğü birinci golün öncesi ve sonrasında bunlardan yığınla örnek gördük ki Galatasaray’ın bu sezon en fazla derin top kullandığı maçlardan biri bu olabilir. Hem ligde iki arkası ve yüzü dönük oynayabilen iki forvetle oynayan başka bir takım olmayışı, hem de bu oyunculara Selçuk’un iyi servisler yapması Fenerbahçe’yi daha önce hiç karşılaşmadığı bir oyuna mahkum etti ki bunu sadece geriye kapanma refleksi ya da Aykut Kocaman’ın zaafı olarak tanımlamak doğru değil aslında.

Birçok önemli fırsatı harcasa da Emre Çolak ve Engin Baytar’ın orta saha bütünlüğüne katkı vermesi, ayrıca Eboue’nin savunmada hiçbir aksaklık yaratmadan bir orta saha oyuncusuymuşçasına ortaya koyduğu hücum performansı derslikti. Golü Hakan Balta atmış olabilir ama maçın en iyi iki-üç oyuncusundan biri bence diğer bek Eboue’ydi. Hakan Balta’nın da harika iş çıkarması, zamanı geldiğinde boş bırakılmasını affetmemesi oyunun Galatasaray adına genişlemesini sağladı ve Kadıköy yakın tarihinde görülmemiş bir oyunu ortaya çıkardı. Daha fazlasının olmasına, 6-0’ın, 4-3’ün yanına yazılacak bir maç sonuna birkaç santimetre karar verdi. Kadıköy laneti Galatasaray adına Fenerbahçe’nin kolay gol bulması değilmiş demek ki. Bunun görülmesi de bir o kadar önemli.

Son olarak elbette orası Kadıköy, orada olan herkesin ortak paydası Fenerbahçe ve Galatasaray takımından nefret edilmek dahi anlaşılabilir ama gol attığı için kendi kendine sevinen adama madde yağdırmanın, korner attırmamanın kime ne faydası var, ne ispatlanıyor, bunu anlamakta güçlük çekiyorum açıkçası. Arena, Kadıköy fark etmez, herkesin maç sonu Fatih Terim’in yaptığı konuşmayı dinleyip üzerine biraz düşünmesi şart…

Çubuklu ve Parçalı

Derbiye iki saate yakın bir zaman var, ben de derbiyi bloga yazamasam da Hayatım Futbol ve Eurosport Türkiye'ye değerlendirdim.

Galatasaray'ın 6 Kasım 2002'den bu yana nerede yanlış yaptığını ve bugün ne yapması gerektiğine dair:
"Ya herro ya merro ya da..." / Hayatım Futbol Sayı 24

İki takımın kazanmak için neler yapması gerektiğine dair fikirlerim/görüşlerim için:
"Kadıköy'de kazanma yolları": Eurosport.com Türkiye

Ayrıca Di Massimo Talento asıllı Hayatım Futbol editörü İlker Yılmaz, maçı Fenerbahçe cephesinden değerlendirirken, Eurosport ekibi de derbiye dair geniş bir dosya hazırladı. Seçin beğenin alın...

Foto: trtspor.com.tr

Beşiktaşlı Erkut Şentürk Röportajı

Hayatım Futbol'un 24.sayısı için bir başka Türkiye U-18 oyuncusu Erkut Şentürk'le röportaj yaptım. Erkut, Beşiktaş A2 takımının oyun kurucusu ve bana kalırsa A takım potansiyeli en yüksek isimlerden birisi. Bir ara nedensiz bir kadro dışı dönemi olması, Villarreal'in onu istemesi gibi detayları da bildiğimden özellikle onla konuşmak istemiştim, oldukça da açık konuştu, merak edilenleri yanıtladı. Özellikle transfer hikayesi, A2 Ligi'ne dair fikirleri ve Mustafa Denizli dönemine dair söyledikleri okunası.

Bu röportajın da yer aldığı Hayatım Futbol 24.Sayıya göz atmanız ayrıca tavsiye olunur.

Uğur Karakullukçu: En başta şunu sorayım, Erkut Şentürk futbola nasıl başladı. Filiz lisansın da Beşiktaş'tan sanırım.

Erkut Şentürk: Ben Mayıs 1994 doğumluyum. Futbola aslında Eyüpspor’da başladım. Orada bana lisans çıkarmak istediler. Ben ve ailem de ileride bir sorun çıkmaması için lisans çıkacaksa daha iyi bir yerde çıksın dedik ve Beşiktaş seçmelerine girdim, kazandım. 10 yaşındaydım o zaman.

Delgado kankamdı!
Henüz 15 yaşında A takımda kısa bir tecrüben olmuştu Mustafa Denizli döneminde. O kadar genç yaşta o düzeyde yer almak nasıl bir duyguydu, kimlerle iyi anlaşıyordun?

Benim için çok büyük bir deneyimdi tabii 15 yaşında A takım kadrosunda olmak. Oradaki yabancı oyuncularla takım olmak bana çok olumlu etki yaptı. O zaman Delgado vardı, onla takılıyorduk. (gülüyor)

Solak bir oyuncu olmandan dolayı genelde sola yakın oynuyorsun. Hangi mevkiide daha iyi görüyorsun kendini, hangi pozisyonlarda oynayabiliyorsun?

Benim mevkiim aslında forvet arkası. Ama çok da fark etmez, sağ açık, sol açık, farklı bölgelerde de oynayabiliyorum.


Topla oynamayı seviyorum
Kendi adına öne çıkan özelliklerin neler, bilmeyenler için stilini anlatır mısın?

Genelde topla oynamayı severim. En büyük özelliğim ise driplinglerim. Milli takımdaki hocalarım da hep bunu söyler, bu tipte fazla oyuncu olmadığı için bana bu yönde görevler veriyorlar. Topu aldığım zaman direk rakip oyuncunun üzerine gidebiliyorum.

Kendinde neleri eksik görüyorsun? Ümit Milli takımda oynayan Muhammet Demir bir röportajında "Altyapılarda ağırlık çalışması yaptırılmıyor, bu da büyük bir handikap" demişti mesela. Hiç ağırlık ya da kuvvet çalışması yapıyor musun?

Eksiklerim var tabii ki. Defans tarafım eksik, çok koşmadığım da söylenir. Elimden geleni yapıyorum bunları gidermek için. Ağırlık çalışmalarına da bu sene başladım.

Bir ara Beşiktaş'ta şans bulamadın ama milli takımlara hep seçiliyordun. Bize o dönemi biraz anlatır mısın?
Beşiktaş’tan ayrılmayı hiç düşünmedim. Hocalarım gerek gördü, oynamadım. Milli takımdaki hocalarıma teşekkür ediyorum. Beni gerekli gördüler, oynattılar hep, ben de oynadım. Futboluma bakarak, çalışarak, elimden geleni yaparak, hayatıma dikkat ederek o dönemi atlattım

Şimdi ne durumdasın? A takımdan hocalarla hiç görüşme şansın oldu mu, şu anki durumun ne?

Bizle Ömer (Gülen) hoca var, o ilgileniyor. Carlos Carvalhal hoca da bir-iki kez izlemeye geldi. Bazen A takım antrenörleri de geliyor. A takıma çıkma durumum var, sezon öncesi kampına katılacağım gibi.

2017’ye kadar imzaladım
Beşiktaş'la sözleşmen bu sezon sonu bitiyordu. Yeni sözleşme konusunda bir gelişme var mı?

Beşiktaş’la sözleşme yeniledim. TFF’ye Mayıs’ta bildirilecek, süresi beş yıl.

Beşiktaş A2’de bu sene çok daha iyi süreler alıyorsun, baya da iyi bir takımınız var. Sen nasıl buluyorsun takımı?

Bu sene çok iyi bir kadromuz var. Zaten bayadır birlikte oynadığımız arkadaşlar, o yüzden birbirimizi de iyi tanıyoruz. Kadir Ari, Hasan Türk gibi arkadaşlarım da çok iyiler. Onların A takım şansı olduğunu düşünüyorum.

Peki Avrupa futbolunu takip edebiliyor musun? Maç izlemeyi sever misin? Kendini en çok hangi lige uygun görüyorsun?

Evet, özellikle İspanya Ligi’ni takip ediyorum. Stilim de daha çok İspanyol oyunculara benzediği için. Evdeyken izliyorum, gerek Messi, gerek diğer oyuncuları, kendimi geliştirmek adına da önemli.

Villarreal’den teklif aldım
Villarreal tarafından izlendiğin ve transfer teklifi aldığın konuşulmuştu. Gerçeklik payı var mıydı?

Doğruydu, resmi teklif yaptılar. Hatta Villarrel’den yöneticiler İstanbul’a transferi bitirmeye de gelmişlerdi ama Beşiktaş arkamda durdu, ben de burada kalmayı tercih ettim.

Senin gibi teknik oyuncular profesyonel düzeyde birçok faule maruz kalıyor. Bu faullerde sakatlanmamak ve daha az darbe almak ve oyununu geliştirmek adına bir şeyler yapıyor musun?

Bir kere en başta güçlü olmak lazım, çok topla oynamamak lazım. Biraz da karşıdaki oyuncuya bağlı o. Topu ayaktan en doğru zamanda çıkarmak gerekiyor.

A2’ye yaş sınırı gelmeli
A2 Ligi'nde oynuyorsun ve burası profesyonellikten hemen önceki durak. Ligin olumlu, olumsuz tarafları neler, sahalardan memnun musunuz mesela, organizasyondaki eksiklikler neler?
Organizasyon açısından çok sıkıntı yok, bazı sahalar kötü tabii. Bence ilk olarak yukarıdan oyuncular gelirken belli bir yaş sınırlaması getirilmeli. Çünkü onlar gelip oynayınca biz eksik kalıyoruz, onların maç eksiği tamamlanacak derken biz zor duruma düşüyoruz. Ben hiç bizim yaşlarımızda yabancı oyuncular görmedim. Kulüpler A2’yi oyuncu yetiştirmek için değil, A takımdan oyuncuları oynatmak için kullanıyorlar.

A2 Ligi'nde bir-iki aydır sakatlığın nedeniyle oynayamadın. Ne durumdasın şimdi?

Arka adelemde yırtık vardı. Baya bir süre oynayamadım, iki aydır maça çıkamıyordum. İdmanlara iki hafta önce başladım ama ilk defa milli takımda sahaya çıktım. Zaten hocalar arayıp durumumu sordular, ben de gelebilirim deyince çağırdılar.

İlk kez milli takıma ne zaman seçildin, hatırlıyor musun? Milli takımlarda çalıştığın en faydalı hoca kimdi?

Baya oldu ya! Beşiktaş’taydım, o zaman Turhan Mesci hoca vardı, davet etti. Baya bir oyuncu Riva’da toplandık, orada seçmeler oldu. Sonra U-15 milli takımına seçildim. Abdullah (Ercan) hoca çok destek oldu bana, onlar bana çok şey kattı. Gerçekten onlara çok teşekkür ediyorum, bana hep destek oldular, sahip çıktılar.

Hoca oyuncusuna sahip çıkmalı
U-21’den Muhammet Demir’i biliyorsun. Abdullah Ercan, Gaziantepspor’a geldiğinde ne Bursaspor’da, ne de Antep’te şans bulamamış Muhammet’e şans verdi, şimdi Süper Lig’de oynuyor.

Böyle hocaların olması lazım. İki maçlık performansa bakıp oyuncuları değerlendirilmemeleri gerekiyor. Milli takımlardaki altyapı oyuncularını tanıyan teknik adamların Süper Lig’de görev alması bizler için de şans.

Gurbetçi oyuncularla çalışıyorsunuz burada. Onlarla aranızda mantalite farkı görüyor musunuz? Konuşuyor musunuz onların yaptığı idmanlar nasıl kulüplerinde?

Onlar fark yok diyor aslında ama bence var. Takımın stoperi Dean Selim Florence’le oda arkadaşıyım zaten. O da çok iyi bir insan, iyi arkadaşım.

Kiralık gitmem
Peki bir gün tercih yapmak durumunda kalırsan kiralık mı gitmek istersin, yoksa takımında mı kalırsın?

Ben takımda kalırım, kiralık gitmem. Eğer Beşiktaş’ta kalırsam oynayacağımı düşünüyorum.

Beşiktaş taraftarlarına söylemek istediğin bir şey var mı?

Elimden geldiğince çalışıyorum, en kısa sürede Beşiktaş A takımına yükseleceğim.

Tolgay Arslan Neden Türkiye'yi Seçemez?

Malum, Tolgay Ali Arslan Hamburg’da düzenli oynamaya başlayınca onun tekrar Türkiye’yi seçip seçemeyeceği tartışma konusu oldu, hatta televizyonlarda bu konuyla ilgili çalışma başlatıldığı haberleri döndü. Fakat konuyu araştırdığımda FIFA kurallarına göre daha önce Türkiye’yi tercih edip ardından federasyon değiştirme talebinde bulunarak Almanya U-20 adına resmi maça çıkan Tolgay Ali Arslan’ın tercihini bir kez daha Türkiye’den yana kullanma hakkının olmadığını görmüş, bunu da Eurosport Türkiye’ye haber yapmıştım.

Sevgili Hünkar Mutlu TRT Spor’da Bundesliga’ya dair değerli bir program yapıyor, sağolsun iki hafta önce orada da bu haberimi dile getirmiş ve konuyu gündeme taşımıştı. Bu hafta da Tolgay Ali Arslan ve Erdal Keser konuyla ilgili olarak Tolgay’ın A milli olmadığı sürece istediği kadar milli takım değiştirebileceğini ifade etti. Fakat FIFA statüsü* bu konuda gayet açık ve federasyon değiştirme hakkı sadece bir kereye mahsus olarak kullanılabiliyor. Şöyle ki;

15 Principle
1. Any person holding a permanent nationality that is not dependent on
residence in a certain country is eligible to play for the representative teams of
the Association of that country.

2. With the exception of the conditions specified in article 18 below, any Player
who has already participated in a match (either in full or in part) in an official
competition of any category or any type of football for one Association may not
play an international match for a representative team of another Association.

18 Change of Association
1. If a Player has more than one nationality, or if a Player acquires a new
nationality, or if a Player is eligible to play for several representative teams
due to nationality, he may, only once, request to change the Association for
which he is eligible to play international matches to the Association of another
country of which he holds nationality, subject to the following conditions:

(a) He has not played a match (either in full or in part) in an official
competition at “A” international level for his current Association, and at
the time of his fi rst full or partial appearance in an international match
in an offi cial competition for his current Association, he already had the
nationality of the representative team for which he wishes to play.

(b) He is not permitted to play for his new Association in any competition
in which he has already played for his previous Association.

FIFA statüsünün ilgili maddelerinde görülüyor ki Tolgay Ali Arslan gibi iki ülke federasyonu için de oynayabilme hakkına sahip oyuncular, bir kereye mahsus olmak üzere federasyon değiştirebilirler. Tolgay Ali Arslan, resmi olarak formasını giydiği Türkiye'yi bırakıp Almanya'yı temsil etmek istediğini FIFA'ya bildirerek bu değişikliği yaptıktan sonra artık Türkiye A Milli Takımı da dahil olmak üzere hiçbir şekilde tekrar federasyon değiştiremez.

Basında "A milli olmamışsa değiştirebilir" maddesi üzerine atıf yapılıyor ancak o madde yukarıda verdiğim article 18'in a bendinde geçen bir ifade. Yani A milli olmamak zaten o bir kez değişikliği yapabilmek için bir zorunluluk ancak bu "A milli olmadıkça istediği kadar değiştirebilir" şeklinde yorumlanamaz çünkü article 18'deki ifade gayet açık bir şekilde bir kez değişikliği öngörüyor.

Tüm bunların dışında Tolgay Ali Arslan’ın zaten milli takımlardan sorunlu bir şekilde ayrıldığını, davet edilmesine karşın kampa katılmayıp bundan böyle Almanya için oynayacağını deklare ettiği hafızalarımızda. Statüye uygun olsa dahi milli takıma tekrar çağrılması zor bir oyuncu olduğunu tekrar edeyim, ki zaten şu yönetmelikle böyle şansı yok.

Kendi görüşüme gelirsek, Almanya’da doğup büyümüş özellikle 3.kuşak mensubu Türklerin son ana kadar Almanya için oynama fırsatını elinde tutmak istemesi, bunun için beklemesini çok ama çok normal karşılıyorum. Hem kariyer olarak çok önemli bir fırsat, hem de artık o kültürle kurdukları bağ bir misafirlikten öte, belki de kökenlerinden daha güçlü şekilde Almanya’ya bağlılar.

Durum buyken açıkçası Mesut Özil başta olmak üzere tercihini bu yönde ortaya koyan oyunculara çok fazla eleştiri yapılmasına karşıyım ancak Tolgay’ın durumu diğerlerinden biraz farklı. Tolgay, bilerek ya da bilmeyerek işi et pazarı kıvamına getirerek zaten bir hata yaptı ve bu yaptığı Türkiye kadar Almanya için de haksızlık. Bu şu an Ömer Toprak’ın RTL’e çıkıp “Türkiye’yi seçtim ama tekrar Almanya’yı seçme şansım olsa tabii ki oynamak isterim” demesi gibi bir şey, ne eksik ne fazla… Ben çocukken Kubilay Uygun diye bir milletvekili vardı, adamı her gün başka bir partiyle rozet töreninde görüyorduk. Bu da açıkçası etik açıdan bana onu hatırlattı.

O yüzden şu günden sonra Tolgay Ali Arslan’ın bir milli kariyeri olacaksa bunun Almanya’dan başka yerde olma ihtimali yok. Umarım kulüp kariyeri de milli takım tercihinin yanlışlığına paralel seyreden Uğur Yıldırım gibi olmaz.

*FIFA statüsünün tamamını okumak isteyenler article 15/16/17/18'e göz atabilirler. www.fifa.com/mm/document/affederation/generic/01/29/85/71/fifastatuten2010_e.pdf

Galatasaray 2-0 Gençlerbirliği || 8 Numara

Kaleyi cepheden gören bir noktadan serbest vuruş kazanılır. 8 numaralı oyuncu topun başına geçer. Tribünde onlarca fotoğraf makinesi gol anına tanıklık etmek için flaşlarını açar ve top barajın üstünden geçip ağları bulur. İlk başlarda sadece yürekleri ağızlara getiren bu denemeler zamanla keskinleşti ve artık Galatasaray taraftarı, Selçuk İnan topun başına geçtiği zaman sadece o anın keyfini çıkarıyor. Gheorghe Hagi’den bu yana bu istikrarda bir serbest vuruşçuya tanıklık etmeyen bir taraftar topluluğu için Selçuk’un bu vuruşlarının büyük bir anlam ifade ettiği kesin. Belki de geçen seneyle bu sene arasındaki farkı açıklamak için 8 numarayı giyen oyunculara bir göz atmak dahi yeterli.

Gençlerbirliği'nin dikkat çeken isimlerindenYasin Öztekin,
forvete daha yakın oynadığı maçta beklenen etkiyi yapamadı.
Gençlerbirliği, Fenerbahçe karşısında erken yediği goller sebebiyle gardını yukarıda tutamayıp 6 gollü bir hezimete uğramıştı. Bu kez dersini daha iyi çalışan Fuat Çapa, defansı orta saha çizgisine 10-15 metre mesafeye kurmaya gayret ederek oyunu toplamda 30-35 metrelik bir alana sıkıştırmayı amaçladı ve Galatasaray’ın ne savunma arkasına havadan top atma, ne de bunları değerlendirecek hıza dayalı bir forvet oyuncu bulundurma şansının olmaması bu hamleyi işler kıldı. Eboue’nin sağdan bindirmeleri ve U-21 milli takımının da kalecisi olan Özkan Karabulut’un çıkardığı Selçuk’un serbest vuruşu akıllarda kalan hücum anlarıydı fakat tabelayı değiştirecek bir üstünlük yoktu.

Bu kısırlığın bir diğer sebebi de Galatasaray’ın dar alana sıkışan oyunda daha hareketli ve hızlı top çevirmekte güçlük çekmesi, oyuncuların topa sahip arkadaşlarına alternatif yaratmak adına topsuz koşuları kısıtlı tutması oldu. Son haftalardaki başarılı performansıyla ilk 11’de forma şansı bulan ve Emre Çolak’ı kesen Albert Riera’nın 45’te kenara gelmesinde bu statik oyunun etkisi büyüktü.
Melo bu sezon 9.golünü atarak kariyer rekorunu geliştirdi.

48’de kilidi açan gol de Gençlerbirliği hatlarını koşu halinde yakalamanın getirisiydi. Orta sahada hızlı paslaşmalarla göbekte Elmander’e inen top, onu karşılamak için öne çıkan Kulusic’i pasla ekarte edip Engin’in boşalan savunma göbeğini değerlendirip Melo’yu görmesi ve son vuruş… Tabelanın cilasının Selçuk İnan tarafından yapıldığını hatırlatmaya gerek yok. Derbi öncesi sarı kart krizinin ötelenmesi de bir başka önemli anekdot.

Gençlerbirliği, Fuat Çapa’nın daha önce Hayatım Futbol’da işaret ettiği 4-4-2 düzenine daha çok yaklaşmak adına Yasin Öztekin’i Herve Tum’a daha da yaklaştırıp oradan pozisyon üretme gayretindeydi ama Galatasaray presinin yavan kaldığı belli bir bölüm haricinde gerçekleştirdikleri hiçbir atak “bu nasıl kaçar” dedirtmedi. Formsuz bir dönemden geçtikleri aşikar ancak yenilgiye rağmen büyükler virajındaki en başarılı savunma oyununu ortaya koyduklarını söylemek mümkün. Yenilgi serisine rağmen Gençlerbirliği halen izlenmesi gereken bir ekip.

Gözler artık derbide...