Zaferden Hayal Kırıklığına: 1992 Türkiye U-17

Bu hikayeyi Galatasaraymedia.com yazarı sevgili Ahmet Şahinkaya blog için kaleme aldı. Keyifli okumalar...


Milli Takım düzeyinde farklı mağlubiyetler almayı alışkanlık haline getirdiğimiz, gol atmayı galip gelmek ile eş tutup fark yediğimiz maçlarda bile attığımız tek gole ait enstantanelerden poster yapacak kadar sevindiğimiz yıllarda, alışılagelmişin dışında bir başarı yakalamıştı 17 Yaş Altı Milli Takımımız. 1992 yılının Temmuz ayında Almanya’da düzenlenen Avrupa Gençler Futbol Şampiyonasına katılan genç milliler, efsanevi hoca Serpil Hamdi Tüzün ve kaptan Okan Buruk önderliğinde tarih yazmış, Avrupa Şampiyonu olmayı başararak bir nevî gelecekte futbol dünyasında adından sıkça söz ettirecek ve sınıf atlayacak Türk futbolunun ilk sinyallerini de bu turnuvada vermişti. O takımdan akılda kalan isimler ise Okan Buruk, Mustafa Kocabey, Emre Aşık, Aygün Taşkıran ve Oktay Derelioğlu oluyordu. Futbolda farklı yenilgilere alışmış ve yıllar yılı bayrağımızı gururla dalgalandıran tek branş olduğu için halter seyretmiş jenerasyonun evlatları olarak bu turnuvada kazanılan kupa, herhangi bir başarı hikayesinin çok ötesinde özgüven anlamında çok şey ifade ediyordu. Zira o dönemlerde Tanju-Rıza-Rıdvan-Hami gibi özel bir nesle sahip olmamıza rağmen özgüven eksikliği birçok maçta skor üstünlüğü yakalamamıza izin vermiyordu ne yazık ki. Artık biz de başarı yakalamanın rüya olmadığını, kupaların bizlerinde kollarında yükselebileceğini yaşayarak öğrenmiştik.

Bu tarihi başarıdan sadece 8 ay sonra Avustralya’da bu kez Dünya Gençler Futbol Şampiyonasına katıldık. Avrupa Şampiyonu kadro hemen hemen korunmuştu. Tek eksik bir Galatasaray-Trabzonspor maçında Soner Tolungüç’ün yürekleri sızlatan darbesi ile bacağı kırılan 18 yaşındaki kaptan Okan Buruk idi. Turnuvaya son Avrupa Şampiyonu apoleti ile katılan ve ülkede adeta gözbebeği haline gelen takımımıza medya müthiş destek vermiş ve istemeden de olsa tüm Türkiye’nin başarı beklentilerini gencecik omuzlara yüklemişti. ABD, Güney Kore ve İngiltere’den oluşan grubumuzdaki ilk maçımızda futbolda neredeyse hiç söz sahibi olmayan “kolay lokma” ABD maçı ile başlayacaktık. O yıllarda henüz 11 yaşında olan ben, gurur ve heyecanla maç saatini beklerken bu genç takımdan gelecek her gol haberinde havalara uçmaya hazırdım. Tribünlerde çoğunluğunu Türk taraftarların oluşturduğu yaklaşık 16.000 seyircinin desteği ile maça başlayan takımımız ilk yarım saat bittiğinde 3-0, maç bitiminde ise 6-0’lık skor ve tarihi bir hezimet ile stattan ayrılıyordu. Oluşan skorda, bir önceki turnuvada harikalar yaratan ancak ABD maçında birbirinden hatalı goller yiyerek kariyerine erken son veren kaleci Yetkin’den, kırmızı kart görerek takımı 10 kişi bırakan forvet Oktay Derelioğlu’na ve maç boyu oyuncu değiştirmeyip tüm oyuncu değişiklik haklarını 88nci dakikada kullanarak adeta intihar eden Serpil Hamdi Tüzün’e kadar herkes hatalıydı elbette. Nitekim Tüzün maçtan sonra yaptığı “Oyun sistemimizin ABD karşısında etkisiz kalacağını tahmin etmiştim ancak oyuncularıma 3 yıldır ezberlettiğim oyun sistemini değiştirmeyi kendime yediremedim” açıklaması da kötü gidişata tuz biber ekiyordu. Aslında oyun sisteminde sıkıntı olduğu, turnuva öncesinde oynanan 11 hazırlık maçında alınan sadece 2 galibiyet ile ortadaydı.


8 ay önce kazanılan Avrupa Şampiyonluğu unvanının ardından oluşan büyük beklenti ve alınan tarihi fark canımızı acıtmaya yetti de arttı bile ancak bu mağlubiyeti “tarihi” kılan bir başka sebep daha vardı. Ta o günlerden bugüne kadar sirayet eden ve kazandığımız her büyük başarının ardından yakalandığımız “ben oldum” virüsünün Türk Futboluna ilk kez bulaştığı maç ve turnuva olarak tarihe geçmişti ne yazık ki. Turnuvanın kalan maçlarında Güney Kore ile 1-1 berabere kalan takımımız son maçında İngiltere karşısına çıkmış, bir de penaltı kaçırdığı müsabakayı 1-0 kaybetmişti. Şampiyonanın ardından gazeteler, aynı günlerde San Marino deplasmanına çıkan ve berabere kalarak rakibine tarihinde ilk kez puan kazanma şansı tanıyan A Milli Takımımıza atıfta bulunarak “Al Küçükleri, Vur Büyüklere” diye manşet atacak ve 1 hafta önce yere göğe sığdıramadığı Genç Milli Takımımızı yerden yere vuracaktı. Az evvel bahsettiğim, bu maçı hatta bu turnuvayı tarihi kılan virüsün Euro ‘96, 2002 Dünya Kupası ve Euro 2008’den hemen sonra yeniden hortlayarak yayıldığını ve büyük resme bakmaksızın geçmişten ders alınmadığını gördükçe neden turnuva takımı olamayışımızın cevabı da hazin şekilde ortaya çıkıyor.

Geçmişten bugüne minik bir değerlendirme yaptığımızda Türk sporunun halet-i ruhiyesi hiç de yabancı gelmedi değil mi?

Ahmet Şahinkaya

Bu Yazıyı Paylaş!

Bookmark and Share

1 yorum:

gerisi önemli değil... dedi ki...

yalnız o abd maçında filistinli bir çam yarması vardı, 190 boy, iri yarı, bizim defansı hallaç pamuğu gibi atmıştı. hatırladığım kadarı ile tüm gollerde de payı vardı. bizimkiler onun yanında oyuncak gibi kalmıştı.