Galatasaray 1-2 Beşiktaş

05.03.2005     Galatasaray     1-0     Beşiktaş
10.12.2005     Galatasaray     3-2     Beşiktaş
17.09.2006     Galatasaray     1-0     Beşiktaş
29.09.2007     Galatasaray     2-1     Beşiktaş
21.12.2008     Galatasaray     4-2     Beşiktaş
12.09.2009     Galatasaray     3-0     Beşiktaş

Bu sabah şu tabloya bakıp Beşiktaş'ı Ali Sami Yen'de rahat yeneriz diyen var mıydı bilmiyorum ama bir taraftar ritüeli olan derbi kültürünün ruh haline girme şansını dahi tanımıyor bu takım bizlere. Abartısız söylüyorum, iki-üç oyuncuyu bir kenara ayırırsak ligde bulunduğu yeri net olarak hak eden bir Galatasaray var ve bence en acı olan da budur. Beşiktaş'ın bence ilk 50-55 dakika felaket oynadığı maçta Galatasaray adına net gol pozisyonu diyebileceğiniz kaç aksiyon gelişti? Ya da şöyle diyeyim, Galatasaray'ın ne şekilde gol atacağına dair herhangi bir ipucunu sahada gören var mı?

Belki abartılı olacak ama maçta kapasitesinin üstüne çıkan ve "iyi oynayan" tarafın Galatasaray olduğu bir mücadeleyi kazanma şansı kaybetme ihtimalinden çok değil. Bursaspor'a 2-0 yenildiğimiz maçı hatırladım. O maçta da takımın mevcut potansiyelinin ötesine geçen bir ilk devre vardı ama takımın gol planı yoktu. Bugünkü takım daha da kısır. En ölü haliyle duran toplarda ve kornerde tehlike yaratan bir Misimovic'i, takımdaki belki de tek saha içi yaratıcısı Arda'yı, takımda üç yıldır forvete benzeyen tek adam olma kaderine sahip Baros'u yok şu anda bu takımın. Daha da kötüsü olsalar dahi çözülemeyecek arızalar var. Bu blogu tutma motivasyonumun büyük bölümü Galatasaray'a dair ümitlerimden, fikirlerimden beslenir. Ben bu takıma baktığımda artık bir çözüm üretemiyorum çünkü bu takım olmaz. Süper Lig'de oynayan diğer 17 takımın da bu Galatasaray'ı mağlup edebileceğini bilmek, herkesin ama herkesin daha güçlü en az bir yanı olduğunu bilmek insana koyuyor.

Galatasaray tarihinde karanlık bir dönem vardır. Metin Oktaylı, Gökmen Özdenaklı takımlardan birden Tanju Çolaklı, Erhan Önallı takımlara geçilir. Sanki 70'ler, 80'ler hiç oynanmamış, Metin Oktay formasını Tanju'ya teslim etmiş gibi davranılır. Herhalde o karanlık dönem bugünkünden kötü değildi. Yaşayan daha iyi bilir tabii ama bu kadarı da olamaz gibi geliyor bana.

Türk Telekom üşenmeyip tam da günün anlam ve önemine uygun bir pankart hazırlamış aslında. Emeği geçenlerin ellerine sağlık. Pankartta yazılan karşılaşmaların tarihlerine bakmak aslında Galatasaray'da sorunun bugüne değil, epey bir geriye yaslandığını görmek için.

Sene kaçtı hatırlamam, 2002 ya da 2003 olabilir. Beş yaşındaki bir Galatasaraylı çocuk kendisine uzatılan mikrofona "Kemerleri sıkmamız lazım" diyordu televizyon kanalının birinde. Aklıma kazınmış Galatasaraylılık sahnelerinden biridir o. Aynı çocuk şimdi 12-13 yaşlarında ve kafasındaki soru "Artık paramız var, niye böyleyiz?" haline gelmiştir muhtemelen. Beş yaşındaki çocuğa dahi o birliktelik halini hissettiren takım değil artık Galatasaray. Olması için de gerçekten çok çalışmak gerekiyor...

Spor İletişim 2011

Bağış Erten direktörlüğünde medyadaki birçok önemli ismin katılımıyla gerçekleştirilen Kadir Has Üniversitesi Spor İletişimi Sertifika Programı, dördüncü dönemi için yapılacak sınav yarın. Geçen yıl katıldığım programın sınavıyla ilgili birçok dostun bilgi istemesi üzerine bildiklerimi elimden geldiğince aktarmaya çalışacağımı söylemiştim ama bloga yazmak bir türlü kısmet olmadı. Bugünkü vizeyi de atmışken söz verdiğim insanları mahçup etmemek adına en azından sınavla ve programla ilgili temel konulara değineyim.

1-Sınav
*Öncelikle yapacağınız hazırlıklar bugüne kadarki birikiminizi ölçmeye yönelik. Bu sene NTV Yayınları'ndan çıkan Spor Kitabı'ndan faydalanılsa da genel olarak spor ve genel kültürünüz ölçülecek. Sınavı etkileyecek düzeyde bir hazırlık yapmanız zor bu açıdan.
*Öte yandan birkaç konuya göz atmanızda fayda var ki yüzeysel ve basit olması bakımından Wikipedia tavsiyemdir.
  • -Olimpiyat Tarihi, Olaylı geçen Olimpiyatlar
  • -Dünya Kupası Tarihi, Ev sahipleri, Kazananlar
  • -İsim isim kış sporları
  • -Bisiklet ve Tenis'teki major turnuvalar
En azından bu dört ana başlığa göz gezdirirseniz muhakkak işinize yarayan bir detay yakalarsınız. Geçen yıl Spor Kitabı kaynak gösterilmemişti, oradan ne soru gelir bilemem açıkçası.

*Dediğim gibi, sınav sadece spor kültürünüzü değil genel kültürünüzü de ölçmeye yönelik. Kel alaka bir sürü soruyla karşılaşmanız mümkün. Türkiye yakın tarihinden de gelebilir, hukukla ilintili bir soru da. Benzer bir şekilde spor kitapları, müzikleri ve filmleriyle ilgili de bir bölüm mevcut. Buralarda zaman zaman hislerinize güvenip tercih yapmak durumunda kalabilirsiniz, söyleyeyim. Mümkünse de ikiye indirmeye çalışın ve zor olanı seçin. :)

2-Program
Bir kere her şeyden önce programın başında Bağış Erten gibi bu işi ciddiye alan bir adam var ki sırf onunla yapacağınız dersler için bile ben bu programa girerdim. Haftasonu 10-14 (genelde 15-16'ya uzar) arasında yapılan programda bir gün sizlerle birlikte olacak ve birkaç hafta içinde hepinizi birebir tanıyor konuma gelecektir.

Bağış Erten'in dışında Mert Aydın, Barış Kuyucu, Mehmet Demirkol gibi spor basınının önemli simalarından dersler göreceksiniz ki özellikle bu üçlünün derslerine tekrar girmeyi ben de isterim. Sadece bu üçlü de değil tabii, çok geniş ve dolu bir akademisyen kadrosuyla birlikte olacaksınız. Geçen yıl Bağış abiye yardımcı olan isimlerden Mustafa Taha ve Melike Güney'in ismini de anmadan geçmeyeyim. Özellikle Mustafa'nın beyninden taşan spor kültüründen faydalanmanız tavsiyemdir.

3-İş İmkanı
"Bu sertifika programı bana yol/yemek/su olarak geri dönecek mi" derseniz okuduğunuz hiçbir okul gibi bu programın da herhangi bir iş garantisi bulunmuyor ama yetenekleriniz doğrultusunda yönlendirileceğinizin ve arada kaynamayacağınızın garantisini ben verebilirim. Mesela geçen yıl programın hemen başında bir arkadaşımız Basketbol Federasyonu'nda işe başladı ve şu anda da görevine devam ediyor. Onun dışında özellikle gazete stajı imkanı var ki benim de çalıştığım Taraf gazetesinde bu programdan gelen iki arkadaşımız daha var. (Tanıyanlarınız için özmaradonaefe ve ati_gol @twitter)

Geçen yıl toplamda 10-15 staj ve iş imkanı çıkmıştı yanılmıyorsam. İrtibatı koparmayıp Bağış abiyle teması kesmeyenlerden daha sonra yerleşen oldu mu bilmiyorum ama bir çeşit mezunlar derneği gibi çalışmaya ve mümkün olan yerlere arkadaşlarımızı yerleştirmeye çalışıyoruz. Benim fikrimi soracak olursanız iş bulamayacağım garanti bile olsa haftasonlarının bir bölümünü bu programa ayırmak gelecek için sizlere çok şey katacaktır.

Çok konuştum. Yeter herhalde...

Hakan-Arif & Schumacher-Irvine
















Çocukluğuma damga vurmuş ikililer... İkisinin de zirvesi 90'ların sonları, 2000'lerin başları, ikisi de kırmızı, ikisinin de rolleri benzer. Dün sohbeti geçerken "Arif Erdem'le Eddie Irvine'ın kaderi ne benzerdi yahu" dedim. Demişken de aklıma düştü, yazmadan edemedim. Arif Erdem, Hakan'ın yokluğunda ittire kaktıra yarım gol kralı oldu da Eddie Irvine, Schumacher'in bacağı kırıldığında bile zirve yüzü göremeden bıraktı şu mereti...

Tunay Torun, Hamburg & Türkiye

Türkiye Ligi'nde başarıya giden yolda sağlanması gereken şartlardan birisi bence takım içinde istikrarlı bir ikinci skorer çıkarabilmek. Sadece ileriye atılan 9 numaranın ayağına bakmak zaten gol ortalamarının düşük olduğu ligimizde olumlu sonuç getirmiyor. Alex ve formda bir Harry Kewell'la örneklenebilecek bu işi layıkıyla kotaran son yerli forvet Necati Ateş'ti. Yeni nesil 9.5 numara ihtiyacı bu kadar üst düzeydeyken Hamburg'un 20 yaşındaki Türk oyuncusu Tunay Torun ismini tekrar hatırlamakta fayda var.

Galatasaray altyapısı çıkışlı oyuncuların alt yaş kategorilerinde daha çok boy gösterdiği dönemde birçok turnuva izliyordum, Tunay'ı tanımam da o turnuvalardan biri olan 2007 Karadeniz Oyunları'na rastlar. Batuhan Karadeniz'le önlü arkalı oyunu, iki ayağına da hakim oluşu, diriliği ve gücüyle özel bir adam olduğunu fazlasıyla belli ediyordu zaten, oradan kısa süre içinde ümit milli takıma kadar yürüdü. Takımı Hamburg'da da aldığı süreleri gittikçe arttırıyordu, tabii bu yıla kadar.

Geçen sezon 19 Bundesliga maçına çıkıp iki de gol atan Tunay, bu sezon Bundesliga'da tek dakika dahi görev almadı. Hamburg'un ikinci takımıyla amatör ligde tek maça çıkan Tunay'ın bildiğim bir sakatlığı da yok. 92 doğumlu Güney Koreli forvet Heung-Min Son takıma cuk oturdu ve Tunay'dan epey bir rol çaldı. Üstelik bu yıl Tunay'ın kontrat yılı ve 2011 yazında mevcut sözleşmesi sona eriyor.

Görünen o ki ümit milli futbolcu, Hamburg'un gelecek planlarındaki yerini büyük ölçüde kaybetti ve Türkiye Ligi için elle tutulur bir alternatif haline hızla geliyor. Ligin gece kuübü düşkünü genç golcüleri Sercan ve Batuhan'dan hiçbir eksiği olmayan Tunay, ikna edilirse Muhammet Demir'le birlikte gelecek yılın en büyük 'bonusları' olabilirler.

Türk Futbolunun Çıkmaz Sokağı: İstanbul

Büyük profesyonel Servet Çetin'in menajeri bugün açıklama yapıyor ve diyor ki "Servet'in Galatasaray'dan aldığı parayı her babayiğit veremez. Yazın transferin son gününde Schalke 04 teklifte bulundu ama teklifleri yeterli değildi. Devre arasında da bu konuda bir gelişme olacağını sanmıyorum. Panathinaikos da almayı düşünüyordu ama Servet için istenen rakamları duyunca şaşırdılar. Panathinaikos'un da gücü yetmez."

Mealen diyor ki "Biz kerizi bulduk, sağıyoruz. Servet de her maç kendi kalesine gol de atsa almış kontratı, size ne oluyor?" Kolay kolay sinirlenmem ama beni küplere bindiren bu açıklama aslında "üç büyüklerde neler oluyor" sorusunun da cevabını da içinde saklıyor. Son beş yılda Türk futbolunda yaşanan ekonomik büyümeden en büyük payı doğal olarak piyasanın temelini oluşturan İstanbul takımları alsalar da mevcut yerli oyuncu havuzunun teoride darlığı süreci bu takımlar adına olumsuz yönde işletti ve bu akıntıya kapılan üç büyükler üçte biri geride kalmış ligde dahi ilk dörde giremeyecek duruma geldi.

Türk futbolunda transfer, saha içindeki oyunun da önünde, açık ara en gözde ürün. AB üyesi de olmadığımızdan dolayı yabancı ve yerli olarak ikiye ayrılan transfer kendi içinde çelişkileri de beraberinde getiriyor. Yurtdışından kariyerli yabancıya parayı bastırıp getirtebilirken yurtdışında oynayan yerliyi kolay kolay getiremiyorsunuz. Yurt içindeki takımlar da pazar büyüdükçe elindeki yerlilere daha büyük bedeller biçmeye başlayınca yönetimler her zamanki gibi daha kolay olana yöneldiler. Daha az uğraşla daha çok popülarite getiren, taraftarları daha memnun edecek, isimli yabancılara yatırım yapmak daha cazip geldi. Tırnak içinde "kıçı kırık" gurbetçiler, Avrupa'da kariyer yapacak çapta olduklarından yönetimleri çok uğraştırıyorlardı çünkü. Yurt içindekiler de zaten çok para istiyordu. (Hoş, gerçekten istiyorlar) Yabancılara parayı bastırıp getirmek ve dünya yıldızlarını bu kulübe getiren vizyoner başkan unvanı almak dururken Nuri Şahin'lerin, Serdar Taşçı'ların kapısında yatmaya ne gerek vardı?

Böyle olunca kaliteli alternatifler gittikçe azalırken mevcut yeterlileri de elde tutmak önem kazandı. Özellikle Mateja Kezman'ın gelişiyle yabancı oyunculara verilen yıllık ücreti barajı 3 milyon avroyu geçti ve o günden bu yana imzalanan her yerli oyuncu kontratı, bu ücretler üzerinden şekillenir oldu. Fenerbahçe'de yedekliği tescilli Selçuk Şahin'in yıllık 1.5 milyon avrodan kontrat aldığı bir ortama gelindi.

Bugün itibariyle ortada öyle bir durum var ki üç büyükler ne kolay kolay yerli havuzuna kaliteli ek yapabilir, ne de eldeki oyuncularından kurtulabilir. Topa bomba muamelesi yapanların İstanbul'da 1 milyon avrodan aşağıya imza atmadığı bu piyasada mevcut yönetim kafasının eli tamamen ölmüş durumda. İşte bugün Servet Çetin çıkıp rahatlıkla "Hiçbir yere gitmiyorum lan, istersem kendi kaleme hat-trick yaparım" diyebilecek cesareti gösterebiliyor. Ne Avrupa'ya, ne Anadolu'ya açık olan Florya, Ümraniye, Samandıra kapısı içeride bol sıfırlı sözleşmelere imza atmış kodamanları barındırıyor. İstanbul, çıkmaz sokak kimliğinden kurtulamadığı sürece de ne kadar zengin olurlarsa olsunlar, eldeki kodamanlardan daha isimsiz ama daha kaliteli yerlilere karşı gün geçtikçe daha mahkum olmaya devam edecek, Bursa ve Trabzon gibi şehirlerin önünü açacaklar.

Servet'in bu açıklamasının bir de Galatasaray boyutu var ki küfretmeden bir şeyler söyleyebilmek için peygamber sabrı lazım. Adnan Sezgin'in meşhur tezi eşliğinde yarının konusu olsun o da...

Misimovic'in 79 Günü

79 gün... Avrupa'da havlu atmış Galatasaray'da yönetimin transferin son gününde sezonu kurtarsın diye -bence taraftarla dalga geçer gibi- getirdiği Zvjezdan Misimovic'in Galatasaray A Takımı kariyeri tamı tamına 79 gün. Bundesliga'nın en önemli oyun kurucusunun tarihin en kötü Galatasaray'ı olduğu tartışma götürmeyecek bu takımda yeri olmadığına karar verilmesi için geçen süre sadece 79 gün...

Bana bu yönetimin en sinir bozucu hareketi nedir deseniz aslında vereceğim cevap Misimovic'in transfer edilmesi derdim düne kadar ancak bunun ne Misimovic'in kariyeri, ne de aldığı ücretle bir alakası vardı. Adnan Polat yönetimi, Avrupa'dan elenmişken ve hedefler ligle sınırlanmışken değil tamamen kendi üstündeki baskıyı hafifletmek için 8 milyon avro harcamakta hiçbir beis görmemişti. Nisan ayında değişime gideceği belli olan bu takımın transfer sorumlusu halt etmiş gibi "Efendim, 50 bin doların bile hesabını yapıyoruz transferde" derken -ki şu sözün üstüne tez yazılır hakikaten- kendileri sıkışınca para saçmakta bir sakınca görmeyen bu yaklaşımı zaten yeterince nefretle anmıştım ama bu gelinen nokta artık bambaşka.

Bu icraatın Hagi'nin imzasıyla yapılıyor olmasını şimdilik bir kenara koyarsak bu adamın neden kadro dışı kaldığına dair fikir yürütmek dahi zor. Dünyanın her kulübünde transfer bütçesinin büyük bölümünün ayrıldığı oyuncuya -ne kadar kötü olursa olsun- en azından bir sezon verilir. Altını çizeyim, isterse rezalet oynasa, kendi kalesine hat-trick yapsa dahi kulübün çıkarları gereği sezon planlamanda yer verdiğin oyuncudan verim alınmaya çalışılır. Üç ay dolmadan kadro dışı bırakmak nedir allah aşkına, Vietnam Ligi takımı mıdır Galatasaray? Misimovic de Rivaldo mu?

Kriz yönetimi denen şeyden bu kadar mı bihaber olunur? En olmadı oyuncuyu üç-dört hafta kulübede oturtur, devre arasında işi çözmeye çalışırsın. Eğer Misimovic, Hagi'nin anasına bacısına saydırmamışsa bugün alınan kararı saha içinde haklı gösterecek hiçbir ama hiçbir gerekçe olamaz. Misimovic'i devre arasında göndermek isteyecek olan Galatasaray'a hangi aklı başında Avrupa takımı adam gibi bir teklif sunar ve Misimovic'i transfer etmek ister? Bu öyle bir hamle ki adamlara "Ben bu adamı tazminatla serbest bırakacağım, boşa zahmet etmeyin" demiş oluyorsun.

İkincisi, bu takımın kurmayları saha içindeki problem olarak Misimovic'i tespit ettiyse zaten biz kepenkleri indirip Bodrum'a yerleşelim. Sen forvet arkası diye aldığın oyun kurucunu ileride topla buluşturamıyorsan, topu ancak sırtı dönük bir şekilde orta sahada iletebiliyorsan sorun Misimovic'de değil topu ileriye taşıyamayan adamlardadır mantıken. Misimovic'e de maç başına bir tane gelen, ancak mucize yaratırsa gol olacak türden pozisyonlarda tavşan çıkaramadığı için kızacaksak bu takımın ilk 11'inde yer alan üç-dört oyuncunun yarın Florya'ya dahi girmesi yasaklanması gerekir. Böyle bir şey de yıllardır olmadığına göre sırf "Sahada isteksiz duruyor yau, koşmuyor, paraları da bayıldık!!" demek şımarıklıktan öte değil. Ortada içilecek ayran yokken tahtıravanla kenefe koşturuyoruz, farkında değiliz.

Tekrar Hagi'nin kararına dönelim. Ben diyorum ki, eğer bu karar ortak alındıysa yönetim, yaz transfer döneminde Galatasaray takımını rezil rüsva ettiğini, her şeyi yüzüne gözüne bulaştırdığını kabul etmiştir ve bunun hesabını vermesi gereken üst düzey birilerinin olması gerekir. Yok, eğer karar Hagi'nin ise "Biz bu adama 8 milyon avro verdik, bir yavaş. Oynatmazsan oynatma da kadro dışı bırakmamalıyız" diyemiyorsa zaten yönetimin de hükmü kalmamış, on milyonlarca avroluk yatırımı sıfıra indirgeyecek bir kararı gözü kapalı kabul etmiş demektir. Benim kafamdaki yönetim tanımı zaten temel olarak kulübün ekonomik çıkarlarını sportif başarıyla paralel olarak gözeten kurumdur ki böylesine radikal bir karara sessiz kalmak dahi bence yönetimi hükümsüz kılar ve bence bu da istifa gerektirir. Hagi'nin de hâlâ 2005'teki gereksiz agresifliklerini törpülemediğinin de bir işaretidir bana göre.


Son olarak bir de komplo teorisi icat edecek olursak... Takımımda kiralık oyuncu istemiyorum ve bu oyuncuları göndermek için devre arasını beklemeyeceğim diyen Gheorghe Hagi'nin ilk gönderdiği isim Misimovic'se Galatasaray yönetimi bu transferin hangi yöntemle, ne şekilde yapıldığını açıklamak zorundadır. Misimovic kiralık mıdır ya da daha da kötüsü, bonservisiyle transfer edildi süsü verip bir yıllık maaşı+bonservis peşinatını çöpe atmak uğruna yönetimin ağustos baskısını üstünden atmak için planladığı bir oyun mudur? Galatasaray başkan NTV Spor'a çıkıp "Biz de her şeyi yaptık artık, Rijkaard hoca da bu takımla bir şey yapamayacaksa..." desin diye bu transfer yapılmışsa bunun hesabı nasıl verilecek? Bu soruların cevabı ortaya çıkmadığı sürece benim için Galatasaray'ın mevcut yönetimi artık mimlidir ve başarısızlıktan, kepazelikten de öte kendi çıkarlarını Galatasaray'ın önüne koymakta, iktidarı uğruna kulübe zarar vermektedir. Birisi lütfen bana çıkıp böyle bir şey olmadığını söylesin. Eğer öyleyse de bu yönetim futbol işini bıraksın, sinema sektörüne girsin. İlk filmin adı da belli zaten. 79 Days of Misimovic...

Galatasaray'ın Bugünü & Yarını

Trabzonspor hariç herkes kör topal ilerlerken Galatasaray'a Ali Sami Yen'de belki de son kez gelen ümitlenme şansı, Hikmet Karaman'ın Manisaspor'u önünde eridi, gitti ve artık bu sarı-kırmızılılar için yolun sonu, denizin bitişi demek. Futbol lalesi diyerek gönderilen Rijkaard'ın yerine getirilen ve bence elinden gelen her şeyi yapan Hagi'nin de bu takımın belinin doğrultamaması, önce futbolcuların, daha sonra da yöneticilerin sorumluluğuna işaret ediyor.

Galatasaray tarihinde birçok zor dönem yaşadı. 90'larda Saftig, Sigi Held, 2000'lerde ikinci Fatih Terim dönemi vs. lakin bugüne kadar bunları tolere edecek sportif başarı mevcuttu ve kulübün ekonomik durumu daha iyiyi beklemeyi sürekli erteletiyordu. Stadın inşaatına son çiviyi çakmak üzere olan ve son üç yılda transfere 40-50 milyon avro ayırmış bir Galatasaray'ın iki yıldır ilk ikiye giremeyip bu yıl kasım başında havlu atacak duruma gelmesinin ise mantıklı tek açıklaması yapılan planın tamamen yanlışlığıdır ve bu da yönetimlerin sorumluluğundadır. Hatta Galatasaray öyle bir transfer dönemi bıraktı ki buna plan demeye de bin şahit gerek. Transfer döneminde transfer sorumlusunu değiştiren, Avrupa'ya feci bir şekilde veda ettikten sonra iki yabancı alıp "Artık hocamızın da bahanesi kalmadı diyen" kaç başkan vardır ki takımını şampiyonluğa taşıyan?

Tüm bunları bir kenara koysak dahi saha içine bakınca Galatasaraylıların içi kararıyor, tutunacak bir dalı da kalmıyor. İlic'in, Song'un paraları ödenmediği için takımdan ayrılmak üzere olduğu dönemleri de gördü bu taraftar fakat asla sahada bu kadar varlık gösteremeyen, amiyane tabirle kişiliksiz bir takım izlemedi. Öyle bir futbol oynanıyor ki sahada, artık komplo teorisi üretip "Bilerek oynamıyorlar" demek bile yeterli değil. Galatasaray futbolcuları istese de oynayamayacak kapasitede değil ve bu artık açıkça görülüyor.

Bu kulüp tarihi boyunca milli takımlar için en büyük vitrinlerden biri olmuştur. Daha önce milli forma yüzü görmemiş birçok oyuncu Galatasaray'a geldiği için milli takımın banko oyuncusu haline gelmiştir ama artık bu takımda öyle oyuncular oynuyor ki senede 40 maça çıksa dahi adı Türkiye için anılmıyor bile. Barış Özbek, Mustafa Sarp, Ayhan Akman... Öte yandan Arda Turan'ı bir kenara ayırırsak seçilenlerin de mevkiisi gereği "zorunluluktan" dolayı oralarda olduğu görülüyor. Servet Çetin oraya performansı için seçilmediğini söylemek zor olmasa gerek. Sabri Sarıoğlu, üç-dört yıl evvel Galatasaray'da dahi yerini koruyamazken şimdilerde takımın en iyi birkaç oyuncusundan biri olması sadece onun gelişimiyle açıklanamaz.

Bazı yorumculara kanıp Lorik Cana'dan Bank Asya 1.Lig'de 30 tane olduğuna inanan, Galatasaray'ın kurtuluşunun Kewell'ın def edilmesinden, Elano'nun gönderilmesinden geçeceğine inananlar hâlâ mevcuttur ama Galatasaray yönetimi bilmeli ki Lincoln'ün medyaya kurban edilmesinden bu yana gelip giden birçok kariyerli yabancının burada tutunamaması ve istenileni verememesinin tesadüf olmadığını anlayan insanlar var. Papaz artık pilav yememeye karar verdi ve yönetime "fazlasıyla" yakın olan Galatasaray tribününün organize taraftarları dahi artık isyan bayrağı açmanın eşiğinde. Çanlar Adnan Polat ve arkadaşları için çalıyor. Mart 2012 kongresi uzak gibi görünse de uzaklar kısa bir süre içinde yakın olabilir...

Bu yazı 15 Kasım 2010'da Goal.com Türkiye için yazılmıştır...

Hagi & Tugay

Benim gibi futbola aklının ermesi 90'ların ortasını bulan birinin söylemesinin hükmü ne kadardır, bilmiyorum ama sanırım Galatasaray tarihinin en kötü dönemlerinden birinden geçmekteyiz. Teknik heyeti bir kenara yazıyorum tekrardan ama başkanından futbolcusuna, stad sorumlusuna hatta taraftarına kadar herkesin birden iflasın eşiğine geldiği bir dönem benim hafızamda yok. Her şeye rağmen saha içinde bir şeyler görmek istediğimizdeyse her açıdan kalitesizliğin aktığı, iki-üç ne olduğunu bildiğimiz oyuncunun da o potada eridiğini görüyoruz. Rijkaard'ın da 31 ağustostan itibaren yapabileceği bir şey yoktu, Hagi'nin de yok. Tugay'la birlikte lisans çıkarıp orta sahada iki pas yapabilmek dışında...

Konu fazlasıyla derin ve maç analizi yapmak büyük resmi görmek için yeterli değil. Bir şeyler karalama vakti geldi, geçiyor...

Hiddink'in Aslanları'na Doğru

Guus Hiddink'in uluslararası tecrübesi olan oyunculardan faydalanma fikrini esneteceği Azerbaycan maçı sonrası düzenlediği basın toplantısında belli olmuştu ancak bu değişkliğin ne çapta bir şey olacağı merak konusuydu. Bence Hollanda maçı kadrosu hâlâ net bir şey ortaya koymamakla birlikte önemli ipuçları da vermiyor değil.

Süper Lig'de gösterdikleri performansla bir adım öne çıkan rol oyuncularına sonunda sıra gelmiş: Yekta Kurtuluş, Gökhan Süzen ve Yiğit İncedemir. Yekta'nın çıkışı geçen sezona kadar uzanıyor, onu bilmeyen yok ama Gökhan ve Yiğit'in haklarının teslim edilmesi hoş olmuş. Özellikle sol bekte bu kadar kıtlık çeken bir memlekette Gökhan gibi ayağı düzgün kaç tane sol bek var ki? Süper Lig'de yıllardır forma giyen, hemen her şeyi ortalama üstünde yapabilen bir adam. Yiğit ise kazma olmadan da diri ve enerjili bir orta saha oyuncusu olunabileceğini ispatlayan performansıyla burayı hak ediyor.

Bu oyuncuların dışında orta vadeli düşünülen Orhan Gülle, Mehmet Ekici, Batuhan Karadeniz gibi isimler var ki Orhan tercihini beklediğimi birkaç kişiyle paylaşmıştım. Beşiktaş'ın nasıl bıraktığına, diğer İstanbulluların nasıl sulanmadığına hayret ettiğim bir adamdı. Bu kadar kısa sürede Hiddink'in bu potansiyeli sezmesi ise önemli. Nijerya'da çeyrek final gören U-17'lerden A milli takım gören ilk oyuncu olduğunu da not düşüyoruz. Mehmet Ekici'nin Tolgay Ali Arslan'la milli bazda takası da Türkiye'ye yarayacaktır bence. Serdar Kesimal ve Ersan Adem Gülüm, çaylak kontenjanından değil, performanslarıyla burayı hak ediyor zaten. Milli takımın vazgeçilmezleri olurlarsa şaşırmamak lazım.

A takım kadrosunun tamamı ise şöyle:

Kaleciler: Volkan Demirel (Fenerbahçe), Onur Recep Kıvrak (Trabzonspor), Ufuk Ceylan (Galatasaray)
Savunma Oyuncuları: Gökhan Gönül (Fenerbahçe), Sabri Sarıoğlu, Servet Çetin (Galatasaray), Serdar Kesimal (Kayserispor), İbrahim Öztürk (Bursaspor), Ersan Adem Gülüm, İsmail Köybaşı (Beşiktaş), Gökhan Süzen (İstanbul Büyükşehir Belediyespor)
Orta Saha Oyuncuları: Hamit Altıntop (Bayern Münih), Yekta Kurtuluş (Kasımpaşa), Selçuk İnan (Trabzonspor), Yiğit İncedemir (Manisaspor), Orhan Gülle (Gaziantepspor), Nuri Şahin (Borussia Dortmund), Mehmet Ekici (1.FC Nurnberg), İbrahim Akın (İstanbul Büyükşehir Belediyespor), Engin Baytar (Trabzonspor)
Hücum Oyuncuları: Batuhan Karadeniz (Eskişehirspor), Burak Yılmaz (Trabzonspor), Umut Bulut (Trabzonspor), Kazım Kazım (Fenerbahçe)


Ümit milliler ve A2 takımında da ilgi çekici tercihler var, onlara da fırsat buldukça değiniriz. A2 Milli Takımı maç yapmayacak ancak U-21 düzeyinde bir İtalya-Türkiye kapışması izleyeceğiz. Olur da ıskalamazsam bu maçı da değerlendiririz blogda.

Oğuzhan Özyakup'un Türkiye Yolu

Hiddink'in İngiltere gezisi malum. Hollandalı, milli takımda oynama ihtimali bulunan Gökhan Töre, Oğuzhan Özyakup, Nadir Çiftçi, Yılmaz Aksoy ve Jem Paul Karacan için görüşmelere gitti. Bu gezi orta vadede Türkiye Milli Takımı'nı şekillendirecek, yeni bir yaklaşımın habercisi.

Blog arşivinde görüleceği üzere Mesut Özil'in, daha önce de Serkan, Yasin, Ömer gibi diğer oyuncuların tercihlerini irdelerken bu yaklaşım probleminin altını sıkça çizmiştik. Bu perşembe Taraf'a yazdığım yazı da bu konuyla ilgiliydi. Hiddink, federasyon için önemli bir güvence ve dayanak noktası oluşturunca belli ki bu konuda da yeni bir strateji oluşturulmuş ve bu yönde önemli hamleler geliyor. Mehmet Ekici'nin ikna edilmesinin ardından İngiltere'ye yapılan gezi ise bu hamlenin en önemli ayağı.


Neden en önemli çünkü Türkiye'ye sınıf atlatma potansiyeli olan iki isim var orada. Birisi Gökhan Töre, diğeri Oğuzhan Özyakup. Gökhan, Almanya'nın ısrarlarına karşın Türkiye forması giyecek gibi gözüküyor. Onun durumunu da ayrıca irdelemek lazım gerçi. Şimdilerde Hollanda U-19 takımının kaptanlığını yapan Oğuzhan'ın Mesut Özil'in tercihi sonrası Fatih Terim'e yaptığı gider ise hâlâ akıllarda. Milli takımın hücum hattını üstlerine kurabilecek kadar değerli olan bu ikiliyi ikna etmek fazlasıyla kritik.

Guus Hiddink de Hollanda'dan zaten aşina olduğu bu yeteneği Türkiye'ye kazandırmak adına bir yıl çizmiş. Arsenal altyapısını takip etmek için en değerli kaynak olan Young Guns'ta konuyla ilgili iki haber yer aldı. Oğuzhan'la görüşen Hiddink hocamız önünde Fabregas, Rosicky yetmezmiş gibi Wilshere, Ramsey'nin de dahil olduğu bir rotasyon olan 18 yaşındaki Oğuzhan'ı PSV'ye getirmek istiyor. Orada kendisinin gelişimini yakından takip edecek olan Hollandalı, Oğuzhan'ı Türkiye'ye hazırlayacak.

Oğuzhan ise bu ziyaretin herhangi bir anlam ifade etmediğini ve henüz bir seçim yapmadığını söylemiş. Öncelikle Arsenal'deki geleceğinin ne olacağını belirlemek isteyen Oğuzhan'ın sözleşmesi 2011 yazında sona erecek. Blogun eski haberlerine göre Wenger'in çok beğenmesine karşın A takım imkanı sunamadığı yeteneğin taliplileri arasında Türk takımları da var. Bu hikayenin devamına önümüzdeki dönemlerde göz atarız beraber...

Trabzonspor 2-0 Galatasaray || Bazen...

Galatasaray'a Hagi elinin değdiğini görebilmek için kahin olmaya gerek yok. Hagi'nin geldiği ilk gün kadrodan elinden gelen verimi almaya çalışacağını, daha bütünleşik bir savunma yapmaya çalışacağını ve 0-0'ın üzerine bir satranç oyuncusu gibi hamlelerini planlayacağını biliyorduk. Hagi'nin bilmediğiyse elindeki bazı oyuncuların birer saatli bomba olması ve her an bütün sistemi çökertecek cinsten işler yapabilmesi.

Nisan ayında Galatasaray'a havlu attıran maçlardan biri olan Trabzon deplasmanını yakan Emre Güngör bugün kadroda yok ama Servet Çetin'in yaptığı hata da ondan aşağı kalır yanı yok. Ee, Hagi hocam. İstediğin kadar doğru bir maç planı kur, maçı son bölüme kadar gol yemeden getirip üreteceğin ilk net pozisyonda skoru almayı planla ama elde oynatmaya mecbur olduğun stoper belki de Servet'i büyük bir tehdit haline getiren o lanet özgüveni gelir, senin planlarını buruşturup çöpe atar. Doğruları yapmak işte o an çok da önemli değil.

Şu Galatasaray yapısından bir çözüm üretip zirveye oynama yolu bence yok. En azından ben takımın omurgasını oluşturması gereken 5-6 yerli oyuncunun bu kalibrede olduğuna inanmıyorum ve bu hastalıklı yapı düzelmeden de istikrarlı bir başarının hayal olduğunu düşünmekteyim. Bu görüşüm sabit olmakla birlikte eldeki malzemeyle en uygun yemeği yapmaya çalışmak her zaman gerekli ve Hagi de bunun için elinden geleni yapıyor. Bence ligin en homojen ve yeterli kadrolarının başını çeken Trabzonspor'la deplasmanda oynayacak takım da buydu, daha iyisi de şu şartlarda olamazdı.

Futbol oyun disiplinine sahip her takıma en az bir gol şansı tanır, dakikalar ilerledikçe de Galatasaray'a bu fırsatın geleceği belliydi. Servet Trabzonspor'a golü hediye etti, Pino o gelen pozisyonu kötü bir ıskayla harcadı. Benim için maçın tek değişkeni bu. Bazen denk geçen maçlar kaybedilir ama Galatasaray'ın konumu bir "bazen"i kaldırmayacak kadar kırılgan. Sezona mantıksal açıdan nokta koyuldu belki de, en azından aklım fikrim şu takımdan UEFA Avrupa Ligi bileti dışında bir talepte bulunmanın hayalperestlik olduğunu söylüyor. Hagi iyi bir teknik adam ama Arda'sı ve Baros'u olmayan bu malzemeden çıkan yemek bu. Papazın da pilava karnı toktu bugün. Olmadı. Trabzonspor'u aslında durdurmuş olmak, pozisyon vermemek Galatasaray'ın yapabileceği tek şeydi. Yoksa yapacak bir şey de yok.

Trabzonspor'a gelirsek... Şenol Güneş gibi bir taktisyenleri ve fazlasıyla yeterli bir kadroları var. Bugün Selçuk ve Colman'ın yarattığı farkı Galatasaray'da yaratmanın mümkün olmadığını bilmek benim için acı verici ama Trabzon için iyi haber. Stoper rotasyonunda defoları var ve belki Selçuk-Colman ikilisini üçleyecek ve arkalarını süpürecek bir oyuncu eksikliği çekiyorlar ama şu halde dahi Türkiye'nin en iyi takımlarından biriler. Şenol Güneş'e yatırım yapmak onlara çok şey kazandırır. Kısır çekişmelerle bu tip adamların paçalarından çok çekildiğini gördüm ama şu oturmuş kadroyu şekillendirmesine izin verilirse ortaya daha iyi bir takım çıkacaktır kesinlikle. Şenol hocayı severim, yolu açık olsun...

Benim için keyifsiz bir maç sonu oldu ama bari ana fotoğraf keyifli bir şeyler olsun dedim. Hagi güzel adam...

Pragmatizm'in Zaferi: Antalyaspor

Geçen sene Mile Jedinak üstünden bir Antalyaspor güzellemesi yazmıştık ama Mehmet Özdilek ve öğrencileri, bu sene Türkiye Ligi kimliğine cuk oturan oyun felsefesiyle denklerinin çok önüne geçmeyi biliyor ve kulübün kısıtlı imkanlarını harika kulanıyorlar. Tercih edilen bu pragmatist yol, Antalyaspor'a da yeni bir kimlik kazandırma yolunda.

Antipatikliğiyle nam salmış Ömer ve Yalçın'ı bir kenara yazmakla beraber mevcut rotasyondaki her oyuncunun eski kulübünde iş gören birer rotasyon parçasıyken Antalya'da birbiriyle tam uyum gösteren bir takımı oluşturdular. Tam tanımını kafamda oluşturamadığım ancak gördüğüm zaman "Bu tam Antalyaspor oyuncusu" diyebileceğim bir fikir oluşturuyorlar kafamda. Necati Ateş, Kerem Şeras, Yenal Tuncer, Uğur İnceman, yabancı olarak Tita... Hepsi hemen hemen aynı mantığa işaret ediyor gibiler. Fiziksel yeterliliğini sağlayan ve kendi pozisyonunun gereklerini yerine getirebilen adamlarla çalışıyorlar ve  öyle ya da böyle sonuç almasını biliyorlar.

Son iki haftada Galatasaray ve Bursaspor'dan sadece bir puan almış olabilirler. Hatta ligin ilerleyen haftalarında düşüşe de geçebilirler ancak kendi içinde bir tutarlılık sağladıkları kesin. Bence Türkiye Ligi' nde kendi kimliğini, kişiliğini oluşturamayan, birbirinin kopyası, çapsız kulüplerden ziyade orta ya da uzun vadede çok bir şey vadetmese de Antalyaspor gibi ekipleri fazlasıyla tercih ederim. Antalya'da otursaydım bu takımın her maçına giderdim en azından. Bana bu desteği hak ettiklerini hissettiriyorlar.

Son olarak, yine dayanamayacağım ama Musa Nizam'ın da henüz 20 yaşında tecrübeli bir savunma oyuncusu kıvamına geldiğini, savunma rotasyonuna adam isteyenlerin listesine alması gereken bir adam olduğunu söylemeden geçmeyeyim.

Beyzbol'un Tsubasa'sı: Cross Game

Zamanında üç yazıdan birinde dile getirip bir fenomen haline getirdiğim özür faslını geçersek birkaç haftadır blogu nadasa bırakmamın tek sebebi yoğunluk, iş değil. Günlüğümüzü boş kalmasına neden olan bu muazzam animedir. 50 bölümden oluşan bu güzide eser benim izlediğim birçok animede olduğu gibi Noat Samisa'nın asistiyle geldi ama hem bloga itiraf babında not düşmek, hem de size tavsiye etmek için yazıyorum. Evet.

En aşağıdaki linkten göz atabileceğiniz ilk bölümde beşinci sınıfa giden iki, dördüncü sınıfa giden bir ana karakter göreceksiniz. Kitamura Kou, Wakaba Tsukishima ve Aoba Tsukishima. Kou'ya sırılsıklam aşık, çok bilmiş bir kız olan Wakaba'nın Kou'yu kız arkadaşıymışçasına çekip çevirmesini görüyoruz. Çocukluğundan beri biricik ablasını elinden alan bu velede uyuz olan Aoba'yı ise genelde Kou'nun kafasını kırarken görüyoruz ancak animeye konusu veren bir şekilde bunu beyzbol topu kullanarak yapıyor.

Harika bir fırlatıcı olan ve beyzbol topuna bir uzvu muamelesi yapan bu küçük kızın ablası ve Kou'yla kurduğu ilişkiyi anlatan ilk bölümün sonunda bu 20 dakikayı hafızalarınıza kazıyacak bir olay yaşanıyor ve çok iyi bir yüzücü olan Wakaba, gittiği kampta nehre düşen kendinden küçük bir arkadaşını kurtarmaya çalışırken boğularak ölüyor. İlk bölümde ölen bir karakterin 50 bölüm boyunca hikaye üzerinde etkin olması bu animeyi farklı kılan en önemli unsur.

Bana beyzbolu sevdiren, karakterleri bir kardeşim, zaman zaman kendimmişçesine hissettiren bu animeyi izleyin, izlettirin arkadaşlar. İndirmek isteyenlere de Animetake.com linkini vereyim. Online izlemek isteyenler için de link aşağıda.