Sivasspor Düşerken...

Geçtiğimiz sezonun son dört haftasına lider girmiş, iç sahada neredeyse puan dahi kaybetmeyen, ligin zirve takımlarından biriydi Sivasspor. Belki bundan da önemlisi iki buçuk senelik süreçte saha içi ve saha dışı düzenini kendi iç dinamiklerine göre oturtabilmiş, kadrodaki hangi oyuncu saha içindeki oyuna dahil olursa olsun rolünü biliyor ve takımın bütünlüğünü bozmuyordu. Türkiye'de kolay kolay hiçbir takımda göremeyeceğiniz emarelerdir bunlar, beş-on yılda bir gelir böyle jenerasyonlar bir takıma. Galatasaray, Fenerbahçe ya da Beşiktaş bu düzeni kurabildiğinde Avrupada çeyrek final çıkarabilen bir ekip oluyorlar, Sivasspor da lig şampiyonluğuna oynayabiliyor bu düzeni yakalayabildiği zaman.

Bizim ülkece yapamadığımız işlerin en başında bu zar zor filizlenen doğru işleri takdir etmek değil, aşağı çekmek gelir, hayatımızın hemen her alanında böyledir bu. Sivasspor da bu dürtüye yenik düşüp takımı baştan aşağı yenilemek adına bir opeasyona girişti, teknik olarak benim de doğru bulduğum bir yenilemeydi bu şurda değindiğim üzere. Şampiyonlar Ligi elemelerine çıkıyorsanız sizi bir seviye üste taşıyacak yabancı oyuncuları kadronuza katabilmeniz önemlidir, Sivasspor da bu yönde bir hamle yapacak gibi gözüküyordu ancak transfer dönemi sonunda elde kalan koca bir hiç oldu. Bir teknik direktörden çok iyi bir sportif direktör olduğuna inandığım Bülent Uygun yabancı transferini Sivasspor adına tam bir skandala çevirmeyi başardı. Giden rol oyuncularının yerine gelmesi gereken oyuncular Mbemba ya da Bruno Zita değildi. Bu kalibrede oyuncu getirilecekse takasta gönderilen Kanfory Sylla'nın ya da Herve Tum'un günahı neydi diyesi geliyor insanın. Takıma ve sisteme fazlasıyla uyum göstermiş oyuncular gidiyor ve yerine daha iyi olmayan, muhtemelen aynı seviyede dahi olmayan yabancılar getiriliyor. Neresinden bakarsanız bakın fiyaskodur bu.

Bülent Uygun'un kişisel bir sitesi var, zamanında yazdığı şiirleri ve biyografisini (bunu kesinlikle kaçırmayın derim.) okumak, dolayısıyla eğlenmek için ziyaret ederdim ancak hoşuma giden bir bölüm vardı orda. Ziyaretçi defterindeki soruları bizzat cevapladığından giden ve gelmesi gündemde olan oyuncularla ilgili görüşlerini okuma fırsatı bulabiliyordunuz. Burda Herve Tum'un gidişiyle ilgili bir yorumu değerlendirirken bitirici bir oyuncu olmamasından, son vuruş eksikliğinden dem vurmuş ve bu sebeple daha iyisini getirmek amacıyla takasta Tum'u takasta kullandıklarını yazmıştı. Yukarda bahsettiğim kalite yükseltme girişimiyle paralel bir açıklama bu ama gelin görün ki o açıklamada bahsettiği oyuncuların yakınından bile geçmiyor Sivasspor'un yeni yabancıları. Eğer siz Şampiyonlar Ligi elemelerine katılacak bir takım apoletiyle küme düşmemeye oynarken gerçekleştirdiğiniz transferleri bile yapamıyor, 3 aylık dönemi bu kadar kötü geçiriyorsanız burda problem oyunculardan çok teknik heyet ve yönetim kademesinindir.Bülent Uygun bu takım için bir teknik direktörden fazlasıydı ve kendi oluşturduğu sistemin bozulmasına bu kadar kolay izin vermesi sebebiyle 7 maçta 1 puan alan, 15 gol yiyen takımın en büyük sorumlusudur. Sivasspor son iki sezonda ortalama bir gol dahi yemeyen bir ekipti (07/08, 29 gol, 08/09, 28 gol). Bunu sadece defans hattındaki belli isimlere bağlamak doğru değildi, bu Sivasspor'un sisteminin bir sonucuydu. Bülent Uygun, bunu sağlayanın yarattığı sistem değil de kendisi olduğu sanrısına kapılınca ipin ucu kaçtı ve bana göre en kıymetli sistem takımlarından birini bu konuda fazlasıyla kısır olan ligimiz kaybetti.

Az önce yönetim kademesi dedik, oraya bir geri dönmek lazım. Geçtiğimiz hafta bir açıklama geldi yönetimden. Bülent Uygun'a 12. haftaya kadar süre vermişler ve Bülent Uygun'un durumu hakkında kararı o zaman vereceklermiş. İşte buna itirazım var. Bülent Uygun gördüğüm, göreceğim en antipatik insanlardan biridir ama Bülent Uygun Sivasspor'un kendisidir ve gönderilmesinin konuşuluyor olması dahi başlı başına bir rezalettir. Sezon sonu oturulur, konuşulur, hatalar masaya yatırılır ama Fatih Terim'in UEFA Kupası sonrası Galatasaray'daki kredisi neyse Bülent Uygun'un Sivasspor'daki kredisi de odur, o olmalıdır. Size tarihinizin zirvesini yaptırmış kişiyi 7 hafta takım kötü gittiği için gönderecekseniz sizin yeriniz zaten zirve değildir, zirvenin altı bile değildir hatta. Bülent Uygun bu şekilde gönderilirse de Sivasspor düşmeme mücadelesi verir bundan sonraki Süper Lig sezonlarında. Sivasspor'un kadrosu geçen sezona göre kompaktlığını kaybetse de küme düşme hattının adaylarından değildir benim gözümde, belli bir toparlanma süreci sonrası kendilerini bir nebze üste atmayı başaracaklardır. Bülent Uygun'la devam edilmesi gerekiyor bunun için de...

Galatasaray 1-1 Eskişehirspor || O Gün...

O gün bugündü. Galatasaray tamamen değiştirdiği oyun yapısına ve hücum sistemine rağmen Eylül ayının son günlerine kadar beraberlik dahi almamıştı ve bu takıma giydirmek için fırsat kollayanlar henüz bu fırsatı ellerine geçirememişlerdi. "Tek-çift forvet, Türkiye-Avrupa bir değil hoca" geyikleri uzun süredir dönmemişti ve ciddi bir rahatsızlık vardı bu anlamda. Kaçınılmaz olan bugün oldu ve Galatasaray ilk puanlarını kaybetti. Gün eski usül sallamaların, hurafelerin günü, rahatlayabilirsiniz.

Her şey geliyor, sahaya dizilişte kilitleniyor yine. 4-4-1-1, 4-3-3, 4-2-3-1 hatta 4-2-4, ne derseniz deyin. Bu dizilişleri disiplinli ve organize bir şekilde uygulayabilirseniz varsınız, bunu yapamadığınız sürece takım aksiyonlarınızda arıza oluşması kaçınılmazdır. Bu oluşan arızaların sebebi de sistemler değil, ortaya konan oyundur. Frank Rijkaard ve ekibinin bu takıma kazandırmak istediği en önemli olgu buydu zaten, oyun disiplininden kopmayan ve doğru olduğunu bildiği, bilinçli bir oyunu sahaya yansıtmak. Arda Turan'ın sezon başından Bosna maçına kadar uzanan üstün form grafiği, Keita'nın sağ kanattaki efektif oyunu fazlasıyla kolaylık sağlıyordu ofansif tarafta ve takım olarak bu işleyişi sahaya yansıtmak zor olmuyordu. Hücum organizasyonlarının temel direkleri olan bu oyuncular yavaşladıkça elbette takımın performansına da yansıyacaktı bu, Kasımpaşa ve Eskişehir maçlarında olan ise bence bundan fazlası değil.

Futbolda rakip her zaman önemlidir ve sizin hatalarınızı ya da güçlü yönlerinizi ön plana çıkarmanızda çok önemlidir. Eskişehirspor'un uzun süredir bir arada oynayan savunma hattı bu anlamda her hücum takımı için tehlikeli. Galatasaray ve Fenerbahçe'yle beraber bu sezon hiç mağlubiyet almamış olmamaları tesadüf olarak görülmemeli. Galatasaray hücum hattının problem yaşamasında bence onların da büyük payı var. Özellikle yüksek toplarda çok başarılı bir performans ortaya koydular ve yerden açılmayan oyunda rakibi havadan birkaç kez delip alternatif oluşturma denemelerine de fırsat tanımadılar. Öndeki santrafor kimlikli oyuncularıyla da defanstan çıkışlarda baskı yaptılar Galatasaray'a, verdikleri sistem pozisyonu sayısının da az olduğunu düşünürsek başarılı bir iş çıkardıklarını söyleyebiliriz.

Eskişehirspor'un bu oyun yapısı Galatasaray için yeni bir mücadele demekti, ikinci yarıda gelen şansın da yardımcı olduğu Eskişehirspor golüyle beraber son bölüme kilit açmak zorunda girdi takım ve bu sınavı fazla iyi veremedi açıkçası. Sabri Sarıoğlu'nun sezon başından bu yöne gösterdiği performansın çok uzağında olması, Uğur Uçar'ın aktif olmasına rağmen pozisyon yaratmakta yeterince katkı yapmaması Ayhan'ın yokluğuyla birleşince Arda-Keita-Kewell üçlüsünün skora bireysel olarak katkı yapmaları gerekliliği ortaya çıktı, bu maçta ise bu ekstra performans gelmeyince berabere bitti maç. Olabilir, çok iyi oynayıp berabere de bitirebilirdi Galatasaray ancak bugünkü problem esasen farklıydı. Yetersiz ve etkisiz oyun bölümleri oynadığı olmuştu Galatasaray'ın ancak disiplinden, bilinçten bu kadar koptuğu bir bölümü şimdiye kadar görmemiştik. Skorun baskısı takımı yıllardır son dakikalarda oynamaya alışkın oldukları, damarlarındaki adrenalinle doğru orantılı futbol geleneğimize itti. Bugün medyada birçok kişi sistemin eksikliklerinden söz ediyor, bu skorun sistemin bir getirisi olduğunu söylüyor ancak gerçek bunun tam tersi. Galatasaray sisteminden uzaklaştığı için farklı bir sonuç gördük bugün. Son anlardaki şişirmelerden bir gol gelse de bu gerçek değişmeyecekti. Arda Turan size maç kazandırabilir ancak istikrarlı bir oyun ortaya koyabilmeniz için oyunun her daim içinde olması gereken oyuncular orta sahanın ortasındakiler ve beklerdir. Galatasaray bu performanstan yoksun olduğu sürece sıkıntı yaşamaya devam edecektir.Futbolda seriler ve başlangıçlar önemlidir ancak bu kadar büyük anlamlar yüklememek gerekir. Fenerbahçe ya da Galatasaray'dan birisi elbette puan kaybedecekti, sonsuza kadar böyle sürmesini kimse beklemiyordu. Anlık bir psikolojik avantajdan fazlası değil şu anki tablo ve bundan bir 5-6 hafta sonra bu serilerin esamesi dahi okunmayacaktır. Fenerbahçe iki hafta üst üste kaybederse de bu değişmeyecek, sıkı bir yarışa şahit olacağımız aşikar ancak bunun yorumlanması ciddi anlamda can sıkıcı. Antalyaspor 90. dakikada 4'e 0 pozisyon verme becerisini göstermese bence çok iyi bir maç çıkaran Fenerbahçe'ye aynı eleştiriler geliyor olabilirdi lider Galatasaray'ın iki puan arkasına düştükleri için. Bu kadar keskin yorumlamamız gerekiyor futbolu, yarın kalktığımızda da farklı düşüneceğimizi unutmamalıyız. Galatasaray teknik heyeti ve futbolcuları hatalarından ders almaya ve öğrenmeye açık olduklarını fazlasıyla gösterdiler sezon başından beri, bu maça da bu gözle bakmak gerekiyor. Sturm Graz maçında daha organize bir takım göreceğimizden şüphem yok...

Berkin Arslan

Şu günlerde Mısır'da oynanan FIFA U20 Dünya Şampiyonası sebebiyle genç oyunculara ilgi yine had safhada. Bir süredir de genç oyuncu yazılarına Galatasaray maçları haricinde ara vermişken bir başka turnuvada gözüme batan ve izleyebildiğim kadarıyla önümüzdeki senelerde adından sıkça söz ettirme ihtimali yüksek olan bir oyuncudan bahsedeyim, Berkin Arslan.

Galatasaray altyapısında senelerdir konuşulan oyuncular vardır, her zaman olmuştur. Zamanı geldiğinde A takıma yükselecek, orda vazgeçilmez olacaklardır. Bu oyuncuların bu jenerasyondaki temsilcileri Cem Sultan ve Emre Çolak. İkisini de çok beğenirim ve gerçekten yetenekli oyuncular ancak onlardan, hatta sezon başında A takımda kalma başarısı göstermiş Serdar Eylik'ten bile daha kaliteli bir oyuncu var takımda ki o da yukarda da söylediğim gibi Berkin Arslan.

Berkin'i yukarda saydığım milli takım seviyesindeki arkadaşlarından bir adım öne çıkaran özelliği tekniğini birleştirebildiği bir hızı ve fiziği olması. Çok seri bir şekilde dikine top taşıyabiliyor ve pozisyon yaratabiliyor. Ayrıca top kontrolü de çok iyi, bizim ülkemizde pek dikkat edilmez buna ama büyük liglerde oynamanın en önemli şartlarından biridir bence net top kontrolü. Bunu yapmak çok önemli bir meziyet elbette ama bunu her rakibe karşı yapabilmek daha önemli. Altyapılarda çok başarılı olup A takıma yükselince varlık gösteremeyen oyunculardaki en temel eksiklik bence budur, her seviyede aynı performansı ortaya koyamamaları. Berkin U17 Şampiyonasında ciddi bir şekilde fizik olarak ezildiğimiz Almanya karşısında da, fizik olarak A2 liginde Galatasaray'la baş edebilecek ender takımlardan olan Beşiktaş karşısında da oyunundan taviz vermeden oynayabiliyor. İşte bu ortalarından, paslarından, şutlarından daha önemli bir veridir, Cafercan Aksu ile Arda Turan arasındaki farktır. Berkin bu anlamda Galatasaray altyapısındaki en önemli yıldız adayıdır bana göre.

Berkin'in çıkışı da alyapıdaki performansıyla değil, Nazilli Belediyespor formasıyla seçildiği Genç milli takımlara dayanmakta aslında. Galatasaray altyapısının zayıf olduğu konulardan biri bu aslında, belli bir yaştan sonra transfer yapmama gibi bir politika var ve bence Galatasaray'ın daha potansiyelli oyuncuları kazanmasını engelleyen bir durum bu. Berkin'i bir sene sonra keşfetseydik acaba bonservis ödeyerek alır mıydık diye düşünmüyor değilim. Berkin de bir transferdi sonuçta, zaten her iyi yerlinin 12-13 yaşında Galatasaray'a gelmesi mümkün değil, bu anlamda altyapı çıkışlı-transfer ayrımı yapılmasını ben çok mantıklı bulmuyorum. Berkin'e değinmişken buna da değinmeden geçmek istemedim.

Bu sene A2 maçlarını düzenli izleme gibi bir şansım var, bu sebeple oyuncuların form durumlarına, zaman içindeki gelişimlerine göz atma şansına sahip olacağız beraber. Berkin'e ise maçlar haricinde ayrı bir parantez açmak istedim. Gelecek sezon öncesi kampında kendinden söz ettirecek fazlasıyla, o zaman geri dönüp bir göz atmak için de arşivde bulunması gerek bir yandan da. Söz uçar, yazı kalır derler, bizimki de o hesap...

Sporda Linç Kültürü: Ömer Aşık & Hidayet Türkoğlu

Blogu takip edenler bilir ki burda fazlaca basketbol yazılarına yer vermiyorum. Basketbolu takip etmediğimden değildir bu aslında, sıkı bir NBA ve milli takım takipçisi olsam da blogların farklılık yaratması gereken mecralar olduğuna inanırım ve basketbolda bunu yapabileceğime emin olmadığımdan seyrek tutuyorum yazılarımı. Genellikle iyi yazanları okumayı tercih ediyorum diyelim. Ancak Eurobasket 2009'da ilk 5 maçta artan beklentiler ve ardından ufak nüanslarla kaybedilen maçlar spor kamuoyumuzun içinde yatan canavarı ortaya çıkarmasına yetti ve üstünden biraz zaman geçmesine rağmen buna sessiz kalmak içime pek sinmedi açıkçası. Bu oyuncular kahramanken şimdi turnuvayı veren adamlar ilan edildiler. Turnuvaya mutlak favori gelmişiz de Ömer Aşık'ın faulleri, Hidayet Türkoğlu'nun umursamazlığı yüzünden vermişiz gibi davranılması fazlasıyla aşina olduğumuz uç tepkilerden biri millet olarak. Her türlü takım sporunda aynı problemi yaşıyorsak bu bakış açısı en büyük pay sahiplerinden biri.

Bu turnuva boyunca bu linç kültüründen en büyük payı alan Ömer Aşık'ın bence en formda ve verimli birkaç oyuncumuzdan biri olması da fazlasıyla ironik. Benzetme ne kadar oturuyor, bilemem ama Sabri'nin isabetsiz şut denemeleri, İbrahim Üzülmez'in ortaları izleyiciler üzerinde ne etki yaratıyorsa Ömer'in serbest atışları da benzer bir etki bıraktı. Bizim kültürümüzde bir günah keçisi yaratıp onunla alay etmek önemli bir yeri var, insanlar oynanan oyundan çok "bir sakarlık yapsa da eğlensek" derdinde daha çok. Ömer Aşık ise bu eğlenceye yem edilmeyecek kadar önemli bir isim Türk basketbolu adına.

Ömer Aşık altyapılarda yıldızı Oğuz Savaş, Semih Erden kadar parlak bir isim değildi, son üç sezonda kaydettiği aşama ve Türk basketbolunda edindiği yeri altyapıdaki şöhretle kestirmeden değil tamamen performansıyla elde etmiş bir oyuncu. İki sene önce NBA draftına gireceği belli olduğunda ikinci turda dahi ismi geçmiyordu neredeyse ama o gösterdiği performans ve nadir bulunan atletik yetenekleriyle öyle büyük bir dikkat çekti ki Fenerbahçe Ülker'le 2 senelik bağlayıcı bir kontratı olmasa Mirsad ve Hidayet'ten sonra ilk turdan draft edilen üçüncü Türk oyuncusu olması işten bile değildi. Mock draftlar ABD'de büyük ölçüde bellidir, bu denli büyük yükselişler ABD içinde dahi sınırlıdır. Ömer Aşık'ın nasıl bir gelişim gösterdiğini burdan anlayabiliriz rahatlıkla.

Tamam, gerçekten kötü bir serbest atış stiline sahip Ömer ama Eurobasket'teki yüzdesinin psikolojik bir tarafı da vardı fazlasıyla. Birçok uzun oyuncunun başının belasıdır serbest atış, bu konuda yetenekli uzun sayısı da fazlasıyla kısıtlıdır kısa oyunculara göre. Dünyanın gelmiş geçmiş en dominant pivotu Shaq %60 üstü serbest atış attığında büyük bir gelişim gözüyle bakılırdı NBA'de, ona yapılan taktik faullere 'Hack to Shaq' denildi uzun süre. "Ömer serbest atış çalışsa atabilirdi, demekki iyi çalışmıyor." şeklinde bir düz mantık yürütemezsiniz uzun oyuncularda çünkü çalışma her şeyi tek başına getirmiyor. Zıplama nasıl bir atletik yetenekse el koordinasyon da aynı şekilde bir fiziksel yetenektir.Nasıl çalışarak smaç basmayı öğrenemezseniz bazı profosyonel oyuncular da oyunun diğer yanlarında çok başarılı olsalar da kötü bir serbest atışçı olabilirler, siz buna dayanarak bu işi bıraksın deme lüksüne sahip değilsiniz. Ben de bir basketbolsever olarak airball atmasına kızdım elbette ama aynı Ömer Aşık Pau Gasol'un, Marcin Gortat'ın üstünden smaç yapacak kadar dominant bir pota altı oyuncusu olabildiğini de unutmadım. %23'le serbest atış atması elbette problem ama %66.7'lik iki sayı yüzdesi ne olacak peki? Ersan İlyasova'dan sonra en iyi sayı ortalamasına sahip olması, ya da en fazla ribaund alan oyuncumuz olması? "Aşık mısın olum kaçırıyon, ehüeheühe" demeden önce bunları da bilmek gerekiyor.

Beklentilerin düşük olduğu bir turnuvaya iyi başlamanın, sonra tek hücumla çeyrek finali kaybetmenin cezasının kesildiği bir diğer oyuncu da Hidayet Türkoğlu. Ona gelen eleştirilerse ağırlıklı olarak oynadığı reklamlar ve Toronto Raptors'ta imzaladığı kontrat üstünden oluyor genellikle. Bizim insanımızın bir diğer özelliği de bu, bir oyuncu iyi bir yere gelmeye görsün, anında "şımardı" damgasını yemeye mahkumdur. Hidayet Türkoğlu bunu bertaraf edebilmek için bir MJ performansı ortaya koymalıydı ama malesef standardını bile tutturamayınca meydan para avcılarına kaldı. NBA'de aldığı kontrat son sezonlarda gösterdiği performansın ödülüydü, iyi bir kontrat imzalaması bundan sonra biyonik bir adam olarak her maç 20 sayı 5 ribaund 5 asist yapabileceği anlamına gelmiyor. Beni de fazlasıyla hayal kırıklığına uğrattı Hidayet'in performansı ama hazırlık döneminde ve turnuvanın ilk maçlarında 'takımın lideri' kimliğini fazlasıyla ortaya koyabilen, karakterini birebir olarak takıma yansıtabilen bir görüntüdeydi. Ne olduysa hafif bir sakatlığı olduğu haberi sonrasında oldu. NBA finallerine uzanan yorucu NBA sezonu sonrası formunu koruyabileceği zaten soru işaretiydi ama dizi de söylenildiği kadar etkili olduysa söylenecek fazla bir şey yok.

Hidayet beklentilerin fazlasıyla uzağında kaldı bir şekilde orası kesin ama bunu Turkcell reklamında oynadığı ya da Toronto'dan aldığı kontrat sebebiyle yapmadı. Nedenleri tamamen sportiftir, bunun aksini iddia etmekse bence Hidayet'in sporcu kimliğine bir hakarettir. NBA'e gittiği ilk dönemden beri hiçbir kapris yapmadan milli takıma gelen ve hemen her turnuvada elinden gelenin en iyisini yapan da Hidayet Türkoğlu'ydu, Hidayet ilk kez bu turnuvada oynamıyordu. Hayal kırıklığı yaşamakla belden aşağı vurmak arasında çok çok kalın bir çizgi var. Zaten o çizgiyi görebildiğimizde birçok şey değişecek. Umarım...

Gelişim Spor

Blogda verilen zorunlu araların ardından analizle işin içine girmeyi sevmiyorum pek, daha çok futbolun güzel, nostaljik taraflarını hatırlayıp yâd etmek ya da eğlenceli bir video eklemek hoşuma gidiyor. Bugün ilk yolu tercih edelim dedim, uzun süredir hayranlıkla baktığım Gelişim Spor hakkında blogda bir şeyler söylemiş olalım. Malesef yoğunluktan dolayı Kasımpaşa maçından beri blogda yazı yayınlama fırsatı bulamadım. Bugünden başlayıp haftasonuyla beraber arayı kapatma hedefindeyim, bakalım.

Türkiye'de spor dergiciliğinin durumu pek iyi değil, malesef çok güvendiğimiz birçok dergi de eski havasında değil. Goal dergisine gelen Caner Eler, Mustafa Taha ve Emre Yazıcıol'un başını çektiği ekip bir heyecan yarattı ancak bir mucize yaratmadıkları sürece kısa vadede onları da tatmin eden bir dergi çıkarmaları zor, 4-4-2'nin durumu zaten ortada.

Türkiye'de spor dergiciliği denince ilk telaffuz edilen isimlerden biri Gelişim Spor, özellikle bu konuyla ilgilenen hemen herkesten 88-90 arasında çıkmış bu dergiyi duyabilirsiniz. Kadroya bakıldığında zaten nasıl bir iş çıkardıklarını az çok tahmin edebiliyorsunuz ama elime geçince gerçekten bambaşka bir dergi olduğunu anladım.

Bir kere içeriği tamamen dolu, boş deyip geçebileceğiniz hiçbir şey yok. Hatta öylesine dolu ki bugünlerde bizlerin şikayetçi olduğu birçok konuyu o dönemde dile getirmiş olduklarına rastladım defalarca. Forma arkası fontlarıyla ilgili kulüplere yapılmış uyarılar vardı dergide, Ankaragücü ve Fenerbahçe'ye düz beyaz fontla numara yazmamaları, federasyon yönetmeliklerini ihlâl ediyor olduklarını anlatan ufak bir not. Bu dergi geçen sene çıksaydı Galatasaray'ın geçen seneki fontu için neler yazardı, cidden merak ediyorum. Bir sayısında 1990'ın ülke puanı analizine vardı, Türkiye'nin 20. olduğu. Avrupa kupalarına iki takımla katılıyormuşuz o dönem. Federal Almanya ve Doğu Almanya birleşmesinin tabloya yansımasıyla ilgili detaylar vardı. Sadece futbol da yok dergide, bir yarısı ağırlıklı olarak futbola ayrılmışken diğer yarısında güreşten atletizme, biniciliğe kadar birçok spor dalı hakkında doyurucu bilgiler var. Hasan Kaçan'ın karikatürleri de cabası. Tam hayalimdeki dergi yani.

Bulunması zordur, biliyorum ama bu tip dergileri bulabileceğimiz mecralar var mıdır, bilen varsa yorumlara bıraksın lütfen. Elimde sadece 4 sayı var şu anda, onlar da sevdiğim bir arkadaşımdan ödünç alınma. Arşivimde bulunmasını çok isterdim diğerlerinin de. Uygun bir şekilde renklerimize katabilir miyiz acaba?

Epica - Illusive Consesus

Asılsız Karar
Tatlı okşanış,asla sonsuza kadar sürmez
Ruhuma girdin ve hayatıma umut verdin

Tatlı okşanış,asla sonsuza kadar sürmez
Sade bir mutluluğun içinde sıkışmış
Yapayalnız ve dehşet içinde,beni arkada bıraktın

Kusurlu duygular,yararsız ıstırap
Aşk,yalnızlığa karşı bir araçtır
Artık ona inanılmadığı için.
Aşk,bir zamanlar gerçek olan bir düş diyarına döndü

Tatlı okşanış,asla sonsuza kadar sürmez
Bu ilüzyonu yok et,kaderimizin değişmesi gerek
Kaçık düşüncelerin ancak ayıplanmış bir yakarıştır

Gizliden gizliye
Hiç bir zaman var olmamış bir şeyin özlemini çektim

Önce onu bir rüya zannettim
Ama sonra gerçek,yüzünü gösterdi
Dışardan bakınca güzel,derinliklerinde ise çürümüş

Gizliden gizliye
Hiç bir zaman var olmamış bir şeyin özlemini çektim

Ruhtan yoksun bir vücuda adanmak...

Kasımpaşa 1-3 Galatasaray || El Nonda...

8. dakikaydı yanlış hatırlamıyorsam, yaklaşık 30-35 metre önümde, tam benim hizamdaydı pozisyon. Hakemin pozisyonu çalacağından o kadar emin oldum ki vermeyeceği aklımın ucundan bile geçmedi. En son Ahmed Hassan'ın aut diye bıraktığı topta Ali Aydın'ın çaldığı penaltıda bu kadar şaşırmıştım, hatta o bile bunun yanında basit kalır. Kendi çapında bir 'tanrının eli' vakasıydı bu, bir ömür boyu unutabileceğimi sanmıyorum. Maç öncesi direkt olarak konuya girdim zira benim için önce bu pozisyon, sonra maç geliyor an itibariyle.

Galatasaray'ın Panathinaikos maçı sonrası düzenli oynayan bazı oyuncularını dinlendireceği biliniyordu maç öncesinde, bu maçta kenara gelen ön alan oyuncusu Kader Keita oldu. Defansın solunda da Caner Erkin görev alıyordu. Açıkçası maç öncesi fazla rahat değildim bu anlamda, geçtiğimiz hafta hem fiziksel hem zihinsel olarak takımı zorlayan iki maç sonra yeni hoca motivasyonunu arkasına almış, bir puana dahi çok ciddi ihtiyacı olan, motive bir rakibin evinde oynanan bir maç tehlikeliydi. Bu tehlike de maçın ilk yarım saatinde kendisini fazlasıyla belli etti. Akıl almaz penaltı pozisyonunu kenara koyarsak maçın ilk anından itibaren defansı zor duruma düşüren ve birebir yakalayan Kasımpaşa akınları Galatasaray'ın denemelerine göre ağır basıyordu. Sağ ve sol kanattan çok ciddi bir şekilde inebiliyordu Kasımpaşa, Galatasaray'ın da isteksiz ve organizasyondan uzak oyunu Kasımpaşa'ya adeta davetiye çıkarıyordu. Gol yemeden oyuna döneceklermiş hissini vermiyordu takım.

Golün gelmesi de fazla gecikmedi zaten. Orta sahada Koray'dan başlayan ve sol kanada inen bir top, ardından yapılan iki verkaç ve Andre Moritz'in net vuruşu Kasımpaşa'yı öne geçirdi. Son dönemde Türkiye liginde fazla göremediğimiz organize ve güzel gollerden biri oldu, Galatasaray için de bu kadar endişe vericiydi. Orta sahada başlayan bu akın boyunca Galatasaray'ın orta saha, sağ kanat ve defans elemanları hamle dahi yapamadı topa, o denli rakibe fırsat tanıyan, pasif bir takım görüntüsündeydi Galatasaray.

Gol sonrası hem Kasımpaşa'nın psikolojik olarak kendini geriye atması, hem de Galatasaray oyuncularının maçın farkına varması rakip yarı sahaya yerleşmeyi büyük ölçüde sağladı ama bu Galatasaray'a üretkenliği getirmedi. Arda sola yatık oynadığı oyunda iyi alan daraltan, motive olmuş rakip savunma karşısında efektif bir oyun ortaya koyamadı, Elano da buna dahil olup sıkışan oyunun yönünü değiştirmede yeterince aktif olamayınca bence Galatasaray'ın bu sezon en çok zorlandığı devreyi geçirdi. Buna rağmen az kalsın 45. dakikada skoru eşitlemiş bir şekilde içeri gitme şansını yakalamıştı takım, Arda'nın kolay pozisyondaki yanlış vuruş tercihi bunun gerçekleşmesini önledi.

Kasımpaşa'nın ilk yarı boyunca etkin ataklar geliştirmesinde Galatasaray'ın topu kendi ayağında tutamamasının payı büyük. Şimdiye kadar işler gayet iyi gitse de topu istediğimiz gibi yönlendiremeyince defansif manada defoları ortaya çıkan bir takımız. Bunu giderebilmek için maçın her anında oyun disiplininde kalmalı ve organize olmalı takım. Kanatların bekleriyle bağı kopardığı, beklerin stoper kademelerine giremediği her an Galatasaray için tehlikeli olacaktır çünkü sahaya yayılışımız tamamen hücuma yönelik kurgulanmış durumda, topu dengesiz kaptırdığımız zaman rakibe pozisyon fırsatı verebiliyoruz. Kasımpaşa da bugüne gerçekten iyi hazırlanmış ve hızlı toplarla kale civarına inmeyi iyi becerdiler. Bu tip rakiplere karşı dikkati elden asla bırakmamak gerekiyor, mental ve fiziksel anlamda bir yorgunluk olsa da.

İlk yarıdaki etkisiz oyun ve tabeladaki skor, Galatasaray'ın ikinci yarıda farklılaşacağının habercisiydi, zaten Keita ve Nonda'nın girişiyle ilk andan itibaren oyunu kendi insiyatifiyle rakip yarı sahaya yığabilen bir Galatasaray izlemeye başladık. Keita her zaman olduğu gibi fazlasıyla aktifti ve oyuna getirdiği canlılık Galatasaray'ı bambaşka bir oyun ortaya koyar hale getirdi. 51. dakikaya geldiğimizde iki net pozisyon bulmuştu takım ama maç boyu endişelendiğim tek an da oydu ilginç bir şekilde. Öncelikle Nonda'nın rakip defanstan topu kapıp ceza sahası içinde çerçeveyi bulamadığı pozisyon, ardından Arda'nın kafa vuruşunun iki direğe çarpıp oyun alanına geri dönmesi oyunu kendi lehine çeviren Galatasaray'ın futbol şansını da kendi yanına almakta zorlanacağını hissettirdi. Neyseki Galatasaray'ın ikinci yarının başından beri süren baskısı sonuç verdi ve bu endişelerim 62. dakikada Nonda'nın ayağından gelen golle son buldu. Golden hemen önce yaşanan sarı kart skandalına ise söylenecek bir söz bulamıyorum açıkçası. Ne düşündü de birebirde rakibi indirmiş olan Ali Güneş'e sarı kart verdi, bilemiyorum. Bunun haricinde sakatlanan Sancak'ın

İlk pozisyonun gölgesinde kaldı belki ama bu da hakemin maçı elinden ne kadar kaçırdığını gösteren bir başka pozisyondu.
Burda ufak bir ara verip şu bilet rezaletine değinmek istiyorum. Süper Ligde bulunan takımların maç hasılatı kazandığı en önemli maçlar İstanbul takımlarıyla oynanan maçlarıdır kabul ama bunu yaparken insanlara küfreder gibi yapmamak gerekiyor. Galatasaray seyircisi takımını kendi sahasında 35 tl gibi bir fiyata seyredebilirken Kasımpaşa yönetiminin kalkıp bu maça 120 tl fiyat belirlemesi ayıptan öte bir skandaldır, rezalettir ve bunun üstüne gidilebilmesi gerekir. Sezon boyunca belirlediğiniz fiyatın %X kadar üstüne çıkmamalı bir maçın fiyatı, federasyon bunun düzenlemesini yapmak durumundadır. Kasımpaşa'nın sezonluk kombinesinin fiyatı 100 tl ve bende mevcut, alırken de üç taksit olanağı sunuyorlardı. Kombineyi alırken de Galatasaray maçı 30-40 tl olur, diğer maçları da seyretmiş olurum diye düşünmüştüm ama şark kurnazı bu yöneticiler kendi taraftarına da hakaret eder gibi bir politika belirlemekte bir engel görmemişler. Daha da komiği 120 tl gibi fahiş ötesi bir fiyata Kasımpaşa stadının yarısının dolacağına inanmaları ve Galatasaray taraftarına 5000 kişilik kontenjan ayırmaları. Bu da Kasımpaşa taraftarına yapılmış büyük bir ayıptır diyor ve susuyorum. Adnan Polat'ı da bu terbiyesizlik karşısında gösterdiği duruştan dolayı da tebrik ediyorum.

Maça dönelim. Gol sonrası maçta bir süre pozisyon anlamında durgunluk yaşandı, daha doğrusu oyun dengeye geldi. Kasımpaşa'nın kısmi reaksiyonunu Galatasaray'ın kontrol altına alması bir 10-15 dakika aldı ve Galatasaray'ın alışageldiğimiz, rakibi domine eden oyunu tekrar sahne aldı. Buna rağmen gol oldukça gecikti, ta ki Nonda Arda'nın sol taraftan yaptığı ortaya dokunana kadar. 89. dakikadaki o gol gelmeyebilirdi de bugün, puan anlamında büyük önem taşısa da Galatasaray golü atamasa dahi ikinci yarıda elinden geleni yapmıştı. İlk yarı Galatasaray defansı arkasına inmekte güçlük çekmeyen Kasımpaşa Boukhari'nin birkaç denemesi haricinde kaleye dahi yaklaşamadı. Gol ise bu oyunu taçlandıran, ödüllendiren an oldu, belki bir de İlker Meral'in hakemlik kariyerini kurtardığı an. İkinci gol sonrası gösterilen beş dakikalık uzatma Galatasaray'a iki gol pozisyonu olarak geri döndü ve bunlardan birini daha gole çeviren Nonda'nın üç golüyle 3-1 kazandı Galatasaray.

Bu maçtan alınacak bazı dersler var, bu kesin. Uzun uzadıya tekrar yazmaya gerek yok, yukarda da değinmeye çalıştığım organizasyon ve motivasyon problemlerinden söz ediyorum. Frank Rijkaard da zaten bu yönde bir açıklamada bulunmuş maç sonrası. Bu maçta değerlendirmek ne kadar doğru olacak, bilemiyorum ama Caner Erkin'in beklediğim performansı ortaya koyamadığını söyleyeyim. Hücum anlamında aktif bir oyun ortaya koyamadı, defansif olarak da çok açık verdi ilk yarıda. Takım savunmasının da payı vardı muhakkak ama beklentilerime yaklaşamadığı kesin. Süre aldıkça takıma ve düzene alışacağını umuyorum.

Aslında yazıyı bir an önce bitirmek istiyorum zira Firefox sayesinde arada kaybolan yazımı da dahil edersek 3 saattir yazıyorum, dikkat süremi fazlasıyla aşmış durumdayım ancak son olarak stadın rahatsız anonsçusuna değinmezsem içim rahat etmeyecek. Anons yapmanın bağırmak olduğunu zanneden, taraftarları tahrik etmeyi, sürekli "hep destek, tam destek!!" diye böğürmeyi kendine birinci amaç edinmiş bu arkadaşı birisi uyarsın. Ayrıca devre arasında ses sistemini sonuna kadar açıp çeşitli şarkılarla kulak zarımızı patlatma girişimine anlam veremedim, sanırım kendi aramızda konuşmamızı istemiyordu. Bir de Keita hayranı sanıyorum, sarı kart görmediği halde Keita'ya yaptığı sarı kart anonsu sayesinde ikinci sarı kartı göreceğini düşünüp 3-4 saniye ciddi anlamda üzüldüm. Üçüncü golü de Keita'ya anons etti. Keita kadar başına taş düşsün arkadaş diyerek yazımı nihayet bitiriyorum...

İstikrar Abidesi TSL Oyuncuları

Yukardaki liste transfermarkt.de'den, takımında aralıksız 5 yıl ve üstü forma giyen 20 oyuncudan oluşuyor. Listenin zirvesinde hala kariyerine başladığı Sivasspor'da forma giyen Hayrettin Yerlikaya ve Beşiktaş'ın kaptanı İbrahim Üzülmez var. 10 seneyi aşkın süredir aralıksız olarak takımlarında forma giyen başka oyuncu yok ligimizde. Bu sayı İngilitere'de 10, İspanya'da 15, İtalya ve Almanya'da ise 8. Kendimize hedef olarak belirlediğimiz liglerle kendi ligimiz arasında bir uçurum var bu anlamda. Türkiye'de 10 sene barajını aşan iki oyuncunun da sol bek olması kaderin bir cilvesi mi, onu bilemedim şimdi.

Onların hemen arkasından 8 yıl 2 ay ile Ayhan Akman geliyor. Beşiktaş'tan Ahmet Yıldırım, Mehmet Aksu ve bir miktar para karşılığında alınan Ayhan Akman, 2001'de üstüne geçirdiği Galatasaray formasını layıkıyla taşımaya devam ediyor. Bu süre içinde kaydettiği gelişim muazzam. Onun gelişim hikayesini biraz Tugay Kerimoğlu'yla benzeştiriyorum ben. Tugay kendini Galatasaray'dan Avrupaya giderek profesyonelleşme sürecine girmişti, Ayhan ise Galatasaray'a gelerek. Bence hikayedeki tek farklılık bu. Profesyonellik derken bugünlerde sıkça kullanılan yozlaşmış anlamıyla değil, işine saygı duymak ve bu konuda daha iyi olabilmek için her gün üzerine koyabilmekten söz ediyorum. Yukarda da açıkça görüldüğü gibi ülkemizde uzun süre aynı takımda kalmak zor, eğer rakip takımdan transfer oluyorsanız bu daha da zordur. Ayhan Akman fazla yergi alan bir oyuncu değil uzun süredir ama hak ettiği övgüyü aldığı da pek söylenemez. Yeri gelmişken saygılarımızı sunalım.

Listenin geri kalanında yedek kalecilerin fazlalığı dikkat çekiyor, bu 20 rakamının bile suni olduğunu anlayabiliriz burdan. Tolga Zengin, Aykut Erçetin, Akın Vardar. Bir tek Volkan Demirel'i ayırabiliriz bu grupta düzenli forma giyen, daha doğrusu 'forma giyen' kaleci olarak. Listede Tolga ve Aykut'la beraber 7 sezondur aynı takımda yer alan üç oyuncu var; Sabri Sarıoğlu, Semih Şentürk ve Volkan Demirel. Sabri, istikrarsızlığı istikrara dönüştürmüş oyuncuların bayrak adamıdır Türkiye'de. Bu sene bu algıyı değiştirme yolunda büyük bir adım attı kısa sürede, umarım gösterdiği gelişim kalıcı olur. Semih Şentürk de milli takımın santraforu olmasına rağmen ligde hala yedeklikten kurtulamayanlardan. Gol kralı apoleti bile onu kurtaramadı, sanırım dünyayı kurtarması gerekiyor bazı şeyleri değiştirebilmesi için. Öyle ya da böyle bu ligde oyuncularına istikrarlı olarak şans verebilen ekiplerin zirve takımlar olması yine karşımıza çıkıyor. Genç oyuncular üzerine benzer ve daha detaylı bir araştırma yapmıştım geçenlerde 'Süper Ligin Tecrübeli Çömezleri' adı altında, çıkan sonuç yine aynıydı. Buna tesadüf deyip geçmek pek doğru değil. Ligimizin bozuk yapısında ortaya on yıllardır kimlik oluşturamamış ya da oluşturma konusunda bir çaba göstermemiş Süper Lig kulüplerinin çok büyük payı var. Diğer yazıda söylediklerimi tekrarlamak istemiyorum, hala aynı fikirde olduğumu söylemiş olayım sadece.

Diğer liglerden de bazı rakamlar verdik, ufak da olsa o oyuncularında ismine yer verelim. Avrupanın zirvesinde tahmin edilebileceği gibi Ryan Giggs var, 18 yıl 9 aydır giydiği Manchester United formasıyla. Benim çocuk aklımla izlediğim Manchester United'ta da, geçen seneki Şampiyonlar Ligi finalinde de vardı Ryan Giggs, daha ötesi var mı? Ryan Giggs futbolu bıraktığında gerçekten bir devir kapanmış olacak. İspanya sayıca İngiltere'ye üstünlük sağlamış olmasına rağmen süre bakımından Ryan Giggs'e yakın bir oyuncu çıkarabilmiş değil. İspanya'da zirveyi Şampiyonlar Ligi tarihinin en golcü ismi Raul ve Bilbao'nun efsane oyuncusu Etxeberria paylaşıyor 14 yıl 2 ay ile. Serie A'da Francesco Totti var, 16 yıl 8 aydır Roma forması giyiyor. Almanya'nın en uzun süredir forma giyen oyuncusu ise Frankfurt'un kalecisi Oka Nikolov, 16 yıl 2 ay...

61. Emmy Ödül Töreni

61. Emmy Ödül Töreni'nin sunucusu Neil Patrick Harris olunca daha bir sahiplenmişim töreni bu sene, onu farkettim. Sanki töreni amca oğlu sunuyormuş havasına girince normalde izlemediğim giriş kısmını falan da izledim. Carrie Ann'ın bitmek tükenmek bilmeyen "kıyafetini kim yaptı kııız!" tadında sorularını bir kenara koyarsak pişman olmadığımı söyleyebilirdim, birçok tanıdık yüzü gördük kırmızı halıda. Ne derseniz deyin, bir ürünü ABD'liler kadar iyi pazarlayan bir millet daha yok. Entourage ekibini görünce salakça sırıttığımı farkettiğimde bunu daha iyi anladım. Kevin Connolly de sakal bırakmış görmeyeli, yakışmış.

Aynı tanıdık his Alyson Hannigan 6 aylık kızı hakkında konuşurken de vardı. 4. sezonun ikinci yarısındaki düşüşün en temel sebeplerinden biriydi Lily'nin olaya dahil olmaması, ufaklığın büyümüş olması belki de iyi haberdir. Bunun dışında röportajlardan aklımda yer eden detaylardan biri Stephen Moyer'in futbol konusunda verdiği ayardı. Londra muhabbetinde araya Arsenal'i sokup sonra "Gerçek futboldan söz ediyoruz bu arada." demesi olayı kopardı. Ne de olsa Avrupalı adam, işi biliyor. True Blood bu sezon törenlerde adaylık anlamında yer almıyordu ama muhtemelen seneye ödül alan dizilerden biri olacak. İnternet oylamasıyla seçilen en vurucu sahne dalında Chuck Bass'in Blair'e "Seni seviyorum." dediği sahneyi geride bıraktılar, Bill ve Sookie'nin tanışma sahnesiyle. Bu senenin tesellisi o olsa gerek.

Gossip Girl demişken Leightn Meester'i es geçmek olmaz zira kendisi bu topraklardan alışkın olduğumuz oyuncu-şarkıcı geçişlerinden birini gerçekleştirmek üzereymiş. Yakında single'ım çıkacak, heyecanlıyım gibi şeyler söyledi. Bunları seyrederken bir yandan da gelenler kısmına bakıyordum, Seth Green ve Scarlett Johansson'u el ele gördüm sanki. Birisi lütfen bana yanlış gördüğümü söylesin, bu ne lan! Ayrıca Michael J. Fox üstadı görmüş olduk bu bölümde, Parkinson sebebiyle titriyordu tabii. Drama dalında en iyi konuk oyuncu ödülünü de aldı zaten, yakışır.

Tören de fazlasıyla eğlenceliydi, özellikle Neil Patrick Harris'in komedi dalında en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü Jon Cryer'e kaptırmasından sonra bunun üzerinden yaptığı espriler şahaneydi. Jeremy Piven da aday değilken bana göre en iddialı aday bence Neil Patrick Harris'ti orda ama sunucu olması ödülü almasının önüne geçti bu sefer. Önümüzdeki maçlara bakacağız demekten başka çare yok. Yukardaki video ise en iyi komedi dizisi açıklanmadan önce gösterildi, tek kelimeyle şahane! Stewie Brian'ın oyunu How I Met Your Mother'a vereceğini söylediğinde sapıtıyor ve bildiğin girişiyor Brian'a. Arada söylediği "Am I breaking Bro Code?" ve "Suit up!" repliklerine saygılarımı sunabilirim en fazla. Ödülü ise 30 Rock aldı. Henüz el atmadığım dizilerden birisi bu 30 Rock, her yerde karşıma çıkıyor. Törende de Tina Fey övgüleri havada uçuşuyordu. İzlemek lazım bir ara.

En iyi yardımcı oyuncu ödülleri Neil Patrick Harris hariç istediğim isimlere gitti bu sefer. Kristin Chenoweth çok beğendiğim bir oyuncudur, Pushing Daisies'deki rolü haricinde de iyi iş çıkarıyor. Ödül almasına sevindim. Michael Emerson bence geçen sene de ödülü hak eden isimdi, o dönemki yazıda da belirtmiştim. Yalnız zaman ne çabuk geçiyor yahu, geçen sene yazdığım yazının bir benzerini yazmak gerçekten garip bir his.
Her ödülün özel bir anlamı var elbette ama bazı ödüller 'daha bir ödül'dür, her törende bu böyledir. En çok merak edilen iki ödül de en sona bırakılanlardı zaten. En İyi Drama ve Drama Dalında En İyi Erkek Oyuncu. Erkek oyuncu dalındaki çekişmeye bakınca zaten anlaşılıyor ödülün önemi, bence bu kategoride aday olabilmek bile en az diğer ödüller kadar önemli. Bryan Cranston, Michael C. Hall, Hugh Laurie, Jon Hamm. Hepsi ayrı ayrı hayran olduğum adamlar bunlar. Hugh Laurie zaten tek başına dizi, ona söylenecek söz yok. Michael C. Hall kadar rolünün içine girebilen oyuncu sayısı çok azdır, Six Feet Under'dan sonra Dexter'da gösterdiği performansa şapka çıkartılır ancak. Jon Hamm son iki yıla damga vuran Mad Men'in merkezindeki adam ve çok iyi iş çıkartıyor. Bu saydığım adamlar Bryan Cranston kadar iyi işler ortaya koydular ama Bryan Cranston, canlandırdığı Walt karakteriyle dizi oyunculuğunu apayrı bir noktaya taşıd, kimsenin itirazı olacağını sanmıyorum bu seçime.

Jon Hamm belki bir sürpriz olabilirdi bu sene ama favori kazandı. Jon Hamm teselliyi Mad Men'in iki seen üst üste en iyi drama seçilmesinde bulsun artık. Bence 1. sezonunu aşan bir performansla geri dönen Lost'un önünde ödülü almaları takdire şayan. Yazıyı bitirince 3. sezon 6. bölümü izlemeye başlayacağım zaten. Lost dışında Breaking Bad de öne çıkıyordu ama orda Bryan Cranston'ın performansı diziyi ayrı bir noktaya taşıyor. Mad Men ise kendi başına harikulade bir yapım. Yeri gelmişken soundtrack albümlerinin de şahane olduğunu söylemeliyim, mutlaka dinleyin.

En İyi Drama

Big Love – HBO
Breaking Bad – AMC
Damages – FX
Dexter – Showtime
House – FOX
LOST – ABC
Mad Men – AMC

En İyi Erkek Oyuncu (Drama)

Breaking Bad – Bryan Cranston (Walt White)
Dexter – Michael C. Hall (Dexter Morgan)
House – Hugh Laurie (Dr. Gregory House)
In Treatment – Gabriel Byrne ( Paul)
Mad Men – Jon Hamm (Don Draper)
The Mentalist – Simon Baker (Patrick Jane)

En İyi Kadın Oyuncu (Drama)

Brothers & Sisters – Sally Field (Nora Walker)
Damages – Glenn Close (Patty Hewes)
Law & Order: Special Victims Unit – Mariska Hargitay (Olivia Benson)
Mad Men – Elisabeth Moss (Peggy Olson)
Saving Grace – Holly Hunter (Grace Hanadarko)
The Closer – Kyra Sedgwick (Brenda Leigh Johnson)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Drama)

Christian Clemenson – Boston Legal
Michael Emerson – LOST
William Hurt – Damages
Aaron Paul – Breaking Bad
William Shatner – Boston Legal
John Slattery – Mad Men

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Drama)

Rose Byrne – Damages
Hope Davis – In Treatment
Cherry Jones – 24
Sandra Oh – Grey’s Anatomy
Dianne Wiest – In Treatment
Chandra Wilson – Grey’s Anatomy

En İyi Komedi

30 Rock – NBC
Entourage – HBO
Family Guy – FOX
Flight Of The Conchords – HBO
How I Met Your Mother – CBS
The Office – NBC
Weeds – Showtime

En İyi Erkek Oyuncu (Komedi)

30 Rock – Alec Baldwin (Jack Donaghy)
Flight Of The Conchords – Jemaine Clement (Jemaine)
Monk – Tony Shalhoub (Adrian Monk)
The Big Bang Theory – Jim Parsons (Sheldon Cooper)
The Office – Steve Carell (Michael Scott)
Two And A Half Men – Charlie Sheen (Charlie Harper)

En İyi Kadın Oyuncu (Komedi)

30 Rock – Tina Fey (Liz Lemon)
Samantha Who? – Christina Applegate (Samantha Newly)
The New Adventures Of Old Christine – Julia Louis-Dreyfus (Christine Campbell)
United States Of Tara – Toni Collette (Tara Gregson)
Weeds – Mary-Louise Parker (Nancy Botwin)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Komedi)

Jon Cryer – Two and a Half Men
Kevin Dillon – Entourage
Neil Patrick Harris – How I Met Your Mother
Jack McBrayer – 30 Rock
Tracy Morgan – 30 Rock
Rainn Wilson – Office

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Komedi)

Kristin Chenoweth – Pushing Daisies
Jane Krakowski – 30 Rock
Elizabeth Perkins – Weeds
Amy Poehler – Saturday Night Live
Kristin Wiig – Saturday Night Live
Vanessa Williams – Ugly Betty

En İyi Mini Dizi

Generation Kill – HBO
Little Dorrit – PBS

Türkçe FM 2010?

Yıllardır her yerde konuşulur oyunlarda onca dil varken neden Türkçe seçeneğinin yer almadığı. Bu konuya iki cevap alınırdı genelde, ilki dilimizin sondan eklemeli olması sebebiyle çevirisinin zor olması, ikincisi ise orjinal oyun satışlarının düşüklüğü. Zamanında Türkçe patch peşinde koşmuş bir Türk genci olarak dün güzel bir haber okudum bununla ilgili Turksportal'da. SI Games uzun yıllardır bu işi gönüllü olarak yapan Turksportal yetkililerine eğer 10 bin kişi oyunu orjinal olarak almayı taahhüd ederse kısa sürede oyuna Türkçe dil desteğini eklemeyi kabul ettiklerini belirtmişler.

Şu ana kadar 218 imza toplanmış durumda ve bu rakamın 3 ayda 10 bine mümkün olduğunca yaklaşması gerekiyor Türkçe'nin resmi dil olarak oyunda yer alabilmesi için. Orjinal oyunun fiyatını tek başıma karşılayamam diyorsanız oyunun aktivasyon kodunun 5 farklı bilgisayarda kuruluma izin veriyor. Beş arkadaş "FM'ye girebilirsiniz" yani. Eğer yeterli sayıya ulaşamazsanız Turksportal'ın ilgili forum konusundan gönüllü arkadaşlarla temasa geçebilirsiniz.

Bugün bayram, biz de erken kalktık Barış abinin dediği gibi. Bu haberi geçmişken bayramınızı da kutlamış olalım efendim...

Beşiktaş 0-1 Kayserispor || Şampiyonun Vedası...

Beşiktaş İnönü'de oynadığı bir önceki Gaziantepspor maçından 0-0'la ayrılınca sezonun kaderini çizecek üçlü bir viraja giriyordu ve bu üç maçtan en az ikisini kazanmak durumundaydı, Eylül ayında herhangi bir kulvarda havlu atmamak adına. Manchester United mağlubiyetini hoşgörsek bile Galatasaray ve Kayserispor karşısından 0 puanla çıkmak şampiyonluk barajının rekor seviyeleri göreceği şimdiden belli olan bu seneye 6 maçta 6 puanla başlamak demek, bu da pratikte havlu atmanız anlamına geliyor ligde. Galatasaray ve Fenerbahçe'nin maçlarını 3 puanla kapatması durumunda bu vahşi rekabetin 12 puan arkasında kalacak Beşiktaş. Düzensizliği düzen haline getirmiş bir kadro yapısıyla daha fazlasının mümkün olmadığını ön görmek çok zor değildi ama şampiyon bir kadronun bu kadar çabuk havlu atması sık gördüğümüz bir olay değil.

Galatasaray'dan 4 yediği için pek kaale alınmıyordu bu sene Kayserispor ama inatla bu ligin en iyi defans takımlarından biri olduğunu vurgulamaya çalışıyorum her yerde. Zaten Galatasaray maçını kenara koyarsak bu maç da dahil yedikleri gol sayısı sadece 1. Bu takımı açmanız için gerçekten ekstra bir şeyler yapmalısınız. Galatasaray için de aslında zorlu bir sınavdı bu anlamda ama erken gelen beraberlik golü ve Galatasaray'ın pozisyon üretkenliği bu yanılgıya sebep oldu. Beşiktaş'ın zorlanmasını doğal karşılamak lazım ama defansif bir takıma karşı oynamakla net gol pozisyonu üretememek arasında epey kalın bir çizgi var. Bizim bunu irdelememiz gerek.

Beşiktaş vs. Kayseri: Hakan, İbrahim Kaş, Sivok, Ferrari, Ekrem, Serdar (Dk. 55 Nihat), Ernst, Tabata (Dk. 55 Fink), Tello (Dk. 80 Yusuf), Nobre, Bobo
Beşiktaş vs. Manu:
Hakan, İbrahim Kaş, Sivok, Ferrari,İbrahim Üzülmez, Ekrem, Serdar (Dk. 62 Yusuf), Ernst, Tabata (Dk. 69 Tello), Holosko (Dk. 84 Nihat), Nobre
Beşiktaş vs. Galatasaray:
Rüştü, İbrahim Kaş (Dk. 68 Holosko), Sivok, Ferrari, İsmail, Ernst, Ekrem, Serdar, Yusuf, Tabata (Dk.46 Fink), Nihat (Dk.46 Bobo)
Beşiktaş vs. Antep:
Hakan, İbrahim Kaş (Dk. 71 Ekrem), Sivok, Ferrari, İsmail, Ernst(Dk. 83 Uğur), Fink, Serdar (Dk. 75 Nobre), Tello, Holosko, Bobo
Beşiktaş vs. Gençler:
Hakan, Erhan (Dk. 46 Rıdvan), Sivok, Ferrari, İbrahim (Dk. 80 İsmail), Ernst, Fink (Dk. 46 Nobre), Uğur, Tello, Holosko, Nihat
Beşiktaş vs. Antalya:
Hakan, Erhan, Sivok, Ferrari, İbrahim, Ernst, Fink (Dk. 65 Uğur), Tello, Nihat (Dk.80 Serdar), Bobo, Nobre (Dk.65 Holosko)
Beşiktaş vs. İBB:
Hakan, Erhan, Sivok, Ferrari, İbrahim, Ernst, Fink, Tello, Yusuf (Dk.46
Nihat), Holosko (Dk.46 Bobo), Nobre
Beşiktaş'ın ligde ve Avrupada oynadığı 7 resmi maçın kadroları bu şekilde. İlk bakışta dahi bir şeylerin ters gittiği belli, yazarken yorulmamı bırakın, okurken bile zorlanıyorum açıkçası. Defansın ortasındaki Ferrari-Sivok ikilisi ve önünde oynayan Fabian Ernst dışında takımda düzenli ilk 11 oynayan oyuncu bulmak güç. Beşiktaş'ın sezon başından beri iddiası şu, biz geçen seneki hücum sistemimizle bir yere gidemeyeceğiz ve yeni bir sistem oturtmak zorundayız. Bunu yaparken de bir geçiş dönemine ihtiyacımız var. Eyvallah, gayet mantıklı ve yapılması gereken de budur zaten ama ben şu ilk 11'lere bakınca bu iddiayla tamamen çelişen, hücum rotasyonunu oturtmama adına her şeyi yapan, iki maç üst üste aynı forvetlerle oynamayı beceremeyen bir takım görüyorum. Siz yeni bir hücum sistemi oturtmayı planlıyorsanız her maç oyun kurucunuzu, her maç kanat oyuncularınızı, her maç forvetlerinizi değiştirir misiniz?

Bugün ortalama bir futbol izleyicine Galatasaray'ın, Fenerbahçe'nin ve Beşiktaş'ın hücum hatlarını sorsak acaba hangi takımlarınki doğruya en yakın şekilde tahmin edilebilir? Belki rotasyon yapılıyor diyebilirsiniz ama rotasyon hücum sistemini tamamen sekteye uğratacak, her maç sıfırdan başlayacak şekilde yapılmaz benim bildiğim. Rotasyon deyince benim aklıma gelen Arda'nın yerine Elano'nun oynayabilmesidir. Forvette bir maç Milan Baros, ikinci maç çift forvet olarak Shabani Nonda ve Harry Kewell oynamaz mesela. Mustafa Denizli'nin yaptığı oyuncu değil sistem rotasyonudur, bu şekilde bir istikrar elde etmeniz de söz konusu değil.

Beşiktaş sezonu şampiyon olarak tamamlayan ekip olarak hem iskeletini koruma, hem de Şampiyonlar Ligi gelirleriyle ciddi bir transfer bütçesine sahip olma avantajına sahipti. Yeni sezonla birlikte Galatasaray ve Fenerbahçe'nin atağa geçeceği ve sahneye geri döneceği belliydi ama Beşiktaş'ın bunu karşılayacak imkanı da fazlasıyla vardı. Yapamadılar. Hem bütçeyi tükettiler hem de iskeletin üzerine koyan bir yapı kuramadılar. Şu takıma doğrudan katkı verebilen tek transfer yukarda da gördüğümüz gibi Ferrari. Nihat Kahveci'nin Holosko'nun süresinden yediği, Fink'in bir varmış bir yokmuş oynadığı, büyük ümitlerle alınan İsmail Köybaşı'nın ilk 11 oynayamadığı bir yapıdan istikrar çıkması zaten beklenemez. İsmail'in 5.5 milyon euro'ya alınmasının açıklaması direkt olarak 11'de oynayabilecek yerli oyuncu sıkıntısıydı, bu oyuncu ilk 11'de oynamayı bırakın, kendi rotasyonunda en fazla süre alan oyuncu değil şu anda. Geçen seneyi sakatlıklarla boğuşarak geçirmiş, askerlik sebebiyle verimli bir sezon öncesi kampı da geçirememiş Nihat Kahveci'nin yaptığı katkı sorgulanacak düzeyde. Tabata meselesine hiç girmemeyi tercih ediyorum zira bu işte görülebilecek son noktanın Tabata olduğuna inanıyorum. Türk futbol tarihinin en pahalı transferidir Tabata, 29 yaşında ve yabancı statüsünde bir oyuncu olarak. Mustafa Denizli'nin gereksiz hamlelerinden daha çok sağlıklı bir kadro yapısı oluşturamayan yönetimdir pay sahibi şu günkü durumda.

Bence sezona havlu attı artık Beşiktaş, şampiyonluk şarkıları epey uzakta. Süper Lig rekorunun test edileceğini tahmin ettiğim bu sezonda çok iyi bir form grafiği yakalayıp geçen sezon kendilerine şampiyonluğu getiren performansa yaklaşsalar da olabileceklerin en iyisi bence üçüncülükten fazlası olmaz. Arkada kaldıkça da o motivasyonu bulmakta güçlük çekecektir takım, her maça yenilenmiş bir şekilde çıkan geçen seneki Beşiktaş'ı bundan sonra görebileceğimizi pek zannetmiyorum. Yıldırım Demirören çifte kupayla önüne gelen son fırsatı da amatörce harcamıştır, bundan sonra Beşiktaş taraftarını teskin edecek hiçbir umut ışığı yok görünürde. İbrahim Altınsay'ın başkanlığı düşündüğü yönünde haberler var. Seçilir mi bilmem ama Beşiktaş'ın başında öyle bir adamı görmeyi bir futbolsever olarak çok isterim. Emin olun, Beşiktaş taraftarının içinde bulunduğu durumu en iyi anlayacak kişiler Galatasaray taraftarlarıdır. Acınızı paylaşıyoruz demekten başka yapacak bir şey yok, Allah kurtarsın...

Ülke Puanımız #3: İçerde Kaybederken...

Geçen sene Can Bartu Beşiktaş için kurada Ukrayna temsilcisi Metalist'i çektiğinde çok sevinmiştim rakip ülkeden bir takım daha eleyeceğiz diye, blog arşivinde var. O Metalist Beşiktaş'ı eleyip Galatasaray'a da gruptaki tek puan kaybını yaşatmıştı, o günden beri rakiplerle eşleşmelere mesafeli duruyorum. Fenerbahçe Twente'yi çekince pek yorum yapmamıştım bu yüzden ama içerde kaybetmesini de beklemiyordum açıkçası, hele öne geçtikten sonra. AZ Alkmaar'ın geçtiğimiz senelerde İstanbul'da yaptığından pek farklı değildi Twente'nin yaptığı, ayağa net paslarla kaleye indiler ve bulabildikleri pozisyonlardan gol çıkarmayı başardılar. Andre Santos'un duran toptaki ikramı da gelince Türkiye bu eşleşmeden +2 puanla çıkacakken -2 puanla ayrılmış oldu. Hollanda'nın kısır geçirdiği bir haftadan 4/5=0.800 puanla ayrılıp Hollanda'yı altımıza alma şansı varken 0.700 puan ötemize taşıdık bir anda. Kuralardan önce de Twente'den sürpriz bir katkı beklediğimi söylemiştim gerçi son ülke puanı yazısında, bu katkıyı İstanbul'dan çıkarmaları ise kaderin bir cilvesi olsa gerek.

Avrupa kupalarında içerde oynayan diğer Türk takımı da Beşiktaş'tı. Manchester United'la oynadıkları için büyük beklentiler yoktu ama en azından beraberlik çıkarabilmek gerekir böyle maçlardan, çıkarabilirdi de. Beşiktaş'ın Şampiyonlar Liginde ortalama bir puan çıkarabilmesinin yolu İnönü'den geçiyor ve rakibin gücüne bakmadan burdan çıkabileceği maksimum puanı çıkarmak zorunda. Bu anlamda kaçan bir puan daha sonra önem kazanabilir.

Türkiye adına haftadan puan çıkarabilen tek takım olan Galatasaray en zor fikstüre sahip takımdı aslında, alınacak bir beraberliğe fazla itiraz eden çıkmazdı sanıyorum. Grup liderliği için en önemli rakipten ilk haftada 2 puan alıp dönmek ülke puanı için de fazlasıyla ekstra bir katkı oldu. Fenerbahçe'nin ve Beşiktaş'ın beklentilerin altında kaldığı haftayı felaket bir tablo yerine ortalama bir şekilde atlatmamızı sağladı. Önümüzdeki iki hafta daha zayıf ekiplerle içerde oynayacak Galatasaray, burdan çıkarılacak iki galibiyet puan açısından da ciddi bir rahatlamayı beraberinde getirecektir.Rakiplerimiz Hollanda ve Portekiz ise haftayı bizden daha kârlı kapatmayı başardılar. Hollanda Ajax ve PSV'nin kazanamadığı, ortalama bir hafta geçirirken Twente'den gelen sürpriz galibiyetle yerlerini korumayı başardılar, yoksa haftayı dokuzuncu değil on birinci olarak kapatacaklardı. Fenerbahçe-Twente eşleşmesi kadar önemli bir diğer eşleşme ise Heerenveen-Sporting arasındaydı ancak Hollandalılar bu eşleşmeden mağlup ayrılan taraf oldular, Sporting Lizbon 3-2'lik galibiyetle döndüler evlerine. Şampiyonlar Liginde ise bizle aynı kaderi paylaşıyor iki ülke de, birer temsilciyle bulundukları Şampiyonlar Liginden iki ülkeye de ekmek çıkmadı. Porto zorlu Chelsea deplasmanından 1-0 mağlup ayrıldı, Alkmaar da Olympiakos'a aynı skorla boyun eğdi.

Son olarak takım puanlarıyla ilgili merak edilen bir konuya değineyim. Galatasaray'ın gruplarda aldığı galibiyete rağmen takım puanında bir artış yaşanmadı Bert Kassies'in sitesinde, bu da merak konusu oldu. Şunu söyleyeyim, gruplarda alınan galibiyetler 2 puan getiriyor takımlara, burda bir problem yok. Problem Bert Kassies'e göre Galatasaray'ın ön elemelerde puan toplamamış gözükmesi ya da bu puanların silinmesi. Sitedeki 'Team Coefficients' bölümüne bakarsak UEFA Avrupa Ligi gruplarında puan alan her takımda ön elemelerden gelen puanların silinmiş olduğu gözüküyor. Sanırım yeni sistemin bilinmeyen bir kuralı bu ve mantıken ön elemelerde alınan puanlar sadece ön elemelerde elenen takımları ayırt etmek amacıyla getirilmiş yeni uygulamada. Bu benim yukardaki tablodan çıkarımım elbette, kuralı görebilmiş değilim ama bu şekilde olduğunu düşünüyorum. Galatasaray takım puanının üstüne bu haftadan sonra koymaya başlayacak yani, Fenerbahçe ise haftaya kazansa dahi puanında bir artış yaşanmayacak, ön elemelerden gelen 2 puanı silineceğinden. Umarım aydınlatabilmişimdir az da olsa. Başka sorularınız varsa her zaman olduğu gibi yorum bölümünde cevaplamaya çalışırım...

Basel - Hapoel Tel Aviv - Salzburg - Rapid Wien

Şampiyonlar Ligindeki sessiz girişten sonra UEFA Avrupa Liginden çıkan sonuçlar gerçekten ilgi çekici. Beklenmedik geri dönüşler, kupanın favorileri arasında sayabileceğimiz takımların mağlubiyetleriyle gruplar ilk haftadan şenlenmişe benziyor. Birinci torbadan gelen 12 takımdan sadece 5'i bu akşam galibiyet çıkarabildi. Roma deplasmanda 2-0'lık skorla Basel'e boyun eğdi, içerde net bir skorla kazanamazlarsa ikili averajda avantajı Basel'e vermiş olacaklar. Çağdaş Atan da ilk 11'de çıkmış maça, yukardaki fotoğrafta da 4 numaralı formasıyla arz-ı endam ediyor.

Esas curcuna ise C grubunda. Galatasaray maçını takip ederken bir yandan da diğer maçların skorlarını takip ediyordum, ilk gözüme çarpan ilk yarıyı 2-0 geride kapatan Hamburg oldu. İkinci yarı bir reaksiyon verebilirler mi diye beklerken üçüncüyü yemişler Rapid Wien'den. Bir Avusturya takımının Bundesliga'nın kalburüstü ekiplerinden birini 3'leyip göndermesi her gün görebileceğiniz bir şey değil. Hamburg'un ilk 11'ine baktığımda geçen sene bizi eleyen takımdan 6-7 oyuncu görüyorum, yeni gelen oyuncular da kadro kalitesini aşağı çekecek isimler değiller, Oliç'in yerine alınan Marcus Berg bence en az onun kadar iyi ve potansiyelli bir oyuncu. Genç milli takımlarımızda forma giyen Tunay Torun da 73. dakikada oyuna girmiş ancak 75'te yenilen 3. gol ümitleri tamamen bitirmiş olsa gerek. Rapid Wien tarafında da tanıdık isimler var fazlasıyla. Avusturya milli takımında forma giyen iki Türk asıllı oyuncu Veli Kavlak ve Yasin Pehlivan ilk 11'de görev yapmışlar. Veli'nin ismi Beşiktaş'la çok anıldı bu sene ama yine gerçekleşmedi transferi, bir ara Yasin Pehlivan'la beraber Sampdoria'ya gidecek haberlerini de okumuştum. Aldıkları bu galibiyetle onlar da dikkatleri üzerlerine çekmeyi başardılar.

Diğer sonucun da Hamburg'un 3-0'lık mağlubiyetinden farkı yok. İskoç temsilcisi Celtic, ilk yarıda 1-0 öne geçtiği maçı son 15 dakikada yediği iki golle Hapoel Tel Aviv'e hediye etmiş. Biraz Fenerbahçe'nin durumuna benzemiş. Güçlü takımların geriye düştükten sonra maçı çevirmesini izlemeye alışkınız ama öne geçtikten sonra maçı veren bu kadar favori görmek gari doğrusu. Celtic ve Fenerbahçe'nin bir adım ötesine geçen ekipse Lazio oldu dün, bahis oynayanların dün sağlam küfrettiği takımlardan biri olsa gerek Lazio. 82. dakikaya 1-0 önde girmelerine rağmen Salzburg'a yedikleri iki golle 2-1 boyun eğdiler. Galibiyet golünü bu transfer döneminin popüler isimlerinden Marc Janko atmış. Geçen sene bol gollü bir gol krallığı yaşamıştı Avusturya Liginde, bu performansını Avrupaya da taşımaya kararlı herhalde. Lazio deplasmandaki Salzburg maçından galibiyet çıkaramazsa şu gruptan Villareal'le beraber üst tura çıkan ekip Salzburg olursa şaşırmamak lazım. Yine de erken elbette bu hesaplar için, Levski'nin iki takıma karşı göstereceği performanslar da fazlasıyla belirleyici olacak bu gruptaki sıralama için.Gruplardaki puan durumu yukarda. Şöyle bir baktığımda B grubu hemen ilgi çekiyor, son haftaya kadar orda rekabet sürecek gibi. İşin bir diğer ilginç tarafı bu gruptaki Valencia-Genoa mücadelesini Cüneyt Çakır'ın yönetecek olması, önümüzdeki günlerde bir şeyler karalayacağım herhalde bununla ilgili. Hollanda ve Portekiz ekiplerinin maçlarıyla ilgili bir değerlendirme yapacaktım ama onu ülke puanı yazısına saklamak daha doğru olacak gibi...

Panathinaikos 1-3 Galatasaray || Biraz Ciddiyet...

Bu takım bambaşka bir takım ve daha emekleme döneminde Galatasaray tarihinin en iyilerinden biri olacağını fazlasıyla göstermiş durumda daha şimdiden. Avrupanın en iyi takımları için bile çok zor bir deplasman olan Panathinaikos deplasmanında rahatlıkla 3 gol bulup maçın neredeyse tamamını önde oynayabiliyor Galatasaray, bunu yaparken de gerçekten 2.-3. vitesi geçmediğini hissettirerek yapıyor. Bu oyunun birkaç adım ötesi uzay futbolu diye eblek eblek baktığımız takımlarla aynı düzey zaten, ötesi yok. Bir klişe halini aldı belki ama Galatasaray gerçekten kendi standartlarına göre iyi bir oyun ortaya koyamadı, özellikle ikinci yarıda birçok net pozisyon verdi rakibe ama bunun daha korkunç bir maharet olduğunu henüz kavrayamadık galiba.

Yıllarca harika futbol oynayıp karşımızdaki devlerden yediğimiz basit gollerle sonucu alamayan ekipler gördü bu ülke, en iyi zamanlarımızda bile böyleydi. Galatasaray işte o devler gibi oynayabiliyor, Avrupanın kemikleşmiş takımlarının oyundaki dominasyondan bağımsız olarak skoru alabilmesi özelliğini yansıtabiliyor. Geçtiğimiz sezonun son 6 haftasında başlamıştık Yenilsen de Yensen de'ye, o ilk programda şakayla karışık "yaz abi 18 puan" demişti Atahan. Bugün en büyük rakibimizi iç sahada 3 gol atarak ortalama bir futbolla yenebiliyoruz, şu gün 6 maçta 18 puan desek yine cüretkâr bir açıklama olmakla birlikte kimsenin bu söyleme itiraz edebileceğini sanmıyorum. 18 yazdırabilir gerçekten bu takım o tahtaya.

Frank Rijkaard maç öncesi rotasyon yapabileceğini söylemişti, bu sözüyle Bosna deplasmanı ve ardından Beşiktaş derbisi çıkaran Arda Turan'ı dinlendirebileceğini ima etmiş. Arda'nın rolünde oynayan bir Elano, önde de Kewell-Baros-Keita üçlüsü vardı. Böyle bir hücum hattı için içerdeki Denizlispor maçıyla deplasmandaki Panathinaikos maçı arasında pek bir fark olmadığını ilk yarım saatte iliklerimize kadar hissettik. Beşiktaş'ın karşısına çıkan Manchester United da olsa çok farklı olacağını sanmıyorum. Bu kadro bu sakin ve üretken oyunuyla rahatlıkla gol bulabilecek kapasitede. Bireysel yeteneklerden söz etmiyorum, bu bireysel yeteneklerin arasındaki ilişkiden ve oluşturdukları bütünden bahsediyorum. 3-4 ay sonra çok daha iyi bir takım izleyeceğimizden eminim.

Beşiktaş derbisi sanılanın aksine Galatasaray için çok tatmin edici gözükmese de Panathinaikos deplasmanı için çok ciddi bir hazırlık oldu, Beşiktaş gibi gol yedikten sonra reaksiyon verebilecek, baskı kurabilecek bir ekiple oynamak önemliydi ve bu deneyim Pana maçına da yansıyacaktır demiştim NTV'de ama aynı senaryonun vizyona koyulacağını da düşünmemiştim. Yine erken gelen bir gol ve oyunu yarı sahasından alan ve rahatlıkla pozisyon üreten bir Galatasaray. Özellikle 5. dakikadaki golden ilk yarının sonuna kadar tamamen Galatasaray'ın istediği gibi bir oyun vardı sahada, çok ciddi pozisyonlar da çıktı ordan. Baros'un sol kanattan bomboş girip sağ ayakla bitiremediği pozisyon bunun en net örneğiydi. Beşiktaş maçından ders alınmış derken bunu kastediyorum, ordaki bilinçli atak sayımız bugüne göre daha kısıtlıydı, daha çok defansın arkasına topu atma refleksiyle oynamıştı Galatasaray. Burda ise rakibin bıraktığı geniş alanları çok doğru bir şekilde değerlendiren bir Galatasaray vardı.

Bu oyunun meyvesi ikinci yarının hemen başında geldi ve Baros Elano'nun harika ara pasını iyi değerlendirdi ve ilk yarıda kaçırdığı net pozisyonu fazlasıyla telafi etti. Baros'un bir defosu varsa o da budur zaten, ortalamanın üstünde bir son vuruşçu olsa rahatlıkla dünyanın en iyi santraforları arasında sayılır. Bugün 3 net pozisyondan 1'ini değerlendirdi, 2.sini değerlendirdiğinde maçı koparıyor zaten Galatasaray. İlk golde sırtı dönükken topu kontrol edişi ve hızlanışı akıllara zarardı, kaç forvet var bunu yapabilecek diye düşünüyorum, fazla isim aklıma gelmiyor. Aynı kontrolü attığı golden sonra bu sefer sağdan yaptı ve şut denedi, onu içeri çevirmeyi düşünse peşpeşe gelen iki golle Panathinaikos'un gardını daha önce düşürebilirdi Galatasaray.
Girişte "iyi oynamayan Galatasaray yine sıçradı" temalı bir klişeden bahsetmiştim ama rakibe pozisyon verme anlamında Galatasaray'ı bu sene hiç bu kadar cömert görmemiştim, onu söyleyebilirim rahatlıkla. Özellikle 2-0'dan sonra insiyatifi büyük ölçüde Panathinaikos'un ellerine bırakan bir defans hattı vardı, o yarım saatte verdiğimiz net pozisyon sayısını 1 aydır vermemişizdir herhalde. Defansın ortasına atılan her top pozisyondu neredeyse. Zaten Panathinaikos'un patronu Ten Cate de oyun planını pas yaparak çıkma üzerine değil tamamen defansın arkasına atılan toplar üzerine kurmuştu ve bunun etkili olduğunu da fazlasıyla gördük, ilk yarı da dahil olmak üzere. Bunda Frank Rijkaard'ın yardımcılığını yapmış olmasının payı var mıydı acaba? Leto fazlasıyla aktifti bugün, Karagounis de attığı paslarla defansı zor durumda bıraktı. Bu maç Ali Sami Yen'de olsa 3-0'dan sonra bile gönül rahatlığıyla Nevizade Geceleri'ni söyleyemezdim açıkçası. Bekler çok zorlandı maç boyunca, Sabri ve Hakan, sonradan giren Uğur bence ortalama üstü bir performans ortaya koymalarına rağmen. Emre Güngör'ün sakatlanmasıyla oyuna girip sol beke geçen Uğur Uçar da ilk anda bir afallama yaşadı açıkçası, ofsaytı bozması rakibe bir pozisyon olarak geri dönüyordu ki Leo Franco rakip forveti pazara gönderen bir çalımla yüzümüzü güldürmeyi başardı o pozisyonda. İlk geldiği günlerde maruz kaldığı eleştirileri falzasıyla boşa çıkardı Leo, onu ayakta alkışlamaktan başka yapacak bir şey yok.

Tüm bu çabaya rağmen kanatlardan deldirmedi defansı bekler, bu savunma düzeniyle ilk defa oynama şansı bulan Uğur da takdiri hak ediyor. Uğur Uçar'ın sadece sağ bekin değil sol bekin de defansif yedeği olduğunu blogda yazdığımı net olarak hatırlıyorum, bugün Uğur girince de fazla şaşırmadım o yüzden. Sabri ve Caner'in aynı anda sahada bek olarak yer aldığı bir düzeni tercih etmeyebilirdi Frank Rijkaard, tercihi de gerçekten bu yönde oldu. Sabri Sarıoğlu, Hakan Balta, Uğur Uçar ve Caner Erkin. Galatasaray'ın Türkiye'nin en kaliteli ve alternatifli bek rotasyonuna sahip olduğunu düşünüyorum ve hem hücum hem de defansif anlamda takımın bu kadar dengeli olmasında bu rotasyonun payı büyük.

Türkiye'de Kayserispor, Gaziantepspor, Beşiktaş, Avrupadaki ilk maçında Panathinaikos. Bu takımların hiçbirine 3'ten aşağı atmadı Galatasaray ve hala rakiplerinin ciddiyeti sorgulanmaya devam ediyor bu ülkede, şaşılacak şey. Acaba Panathinaikos bu insanları tatmin etmeye yetecek mi, yoksa geçen sene Benfica ve Berlin'in başına gelenler mi gelecek Panathinaikos'un başına, bunu merakla bekliyorum. Önümüzdeki maç içerde Dinamo Bükreş'e 1-0 mağlup olan Sturm Graz'la, daha sonra yine içerde Dinamo Bükreş'i ağırlayacağız. Bu seriyi Galatasaray'ın 9 puanla ve liderliği büyük ölçüde garantilemiş olarak tamamlaması büyük olasılık. Bundan sonrası takım puanı için önemli olacaktır en fazla ve elbette prestij için. Galatasaray bana göre bu gece grup liderliğini de almıştır, ayaklarınıza sağlık çocuklar...

'Yeni Şampiyonlar Ligi'nde İlk Maçlar

Şampiyonlar Liginde yeni sistemin ilk maçları geride kaldı. Maçlara şöyle bir baktığımızda yeni sistemin getirisi olan 4. torba takımlarının 8 maçta 1 galibiyet, 1 beraberlik alabildiğini görüyoruz. Galibiyeti alan takımın da Almanya şampiyonu Wolfsburg olduğunu düşünürsek aradaki siklet farkı net bir biçimde ortaya çıkıyor. APOEL'in Atletico Madrid'den kopardığı 0-0'lık beraberliği kenara koyarsak rakibine kafa tutabilen tek takım Standard Liege'di. Hakemin fazlasıyla müdahil olduğu bir Arsenal geri dönüşünü izlediler onlar da kendi sahalarında. Bunun dışındaki tablo korkutucu.

Daha önce de söylemiştim. Kağıt üstünde harika duruyor, "Güçsüz ülkelerin şampiyonları da gelsin, Şampiyonlar Ligi ismi anlamını bulsun." tezi ama kazın ayağı malesef öyle değil. Şampiyon Kulüpler Kupası ruhuyla bu düzenlemeyi savunan arkadaşlarıma Şampiyonlar Ligi gruplarına ve takımlarına şöyle bir bakmalarını öneririm. Acaba futbol kalitesi olarak üçüncü sınıf diyebileceğimiz ülkelerin şampiyonlarından birkaçının Şampiyonlar Ligine girmesi adına dışarda kalan takımlar fazla takımla Şampiyonlar Ligine katılan ülkelerden mi, yoksa bizim de içinde bulunduğumuz orta sınıf diyebileceğimiz ülkelerin düzenli temsilcileri mi? Bir turnuvayı ortadakilerin hakkını daha zayıflar ve daha güçlüler arasında arasında paylaştırarak dengeleyemezsiniz, hatta bırakın dengelemeyi böyle ayarını bozarsınız. Bu uygulamaya biçtiğim ömür 3 seneden fazla değil, bana göre 5'li UEFA Kupası grupları kadar facia bir karardır bu.

Maçlardan sadece Beşiktaş-Manu ve Inter-Barcelona'yı seyredebildiğimden yorum yapmak ne kadar doğru olur, bilemiyorum ama skorlara baktığımda skorların hemen hepsi beklendiği şekilde olmuş, "Şu galibiyet nasıl olur!" dedirten bir sonuç yok. Hatta en az bekleneni Marsilya-Milan maçındaki Milan galibiyeti dersek yalan olmayacak. Lyon-Fiorentina geçen sene de Şampiyonlar Liginde eşleşmiş ve ikincilik için ciddi bir mücadele vermişlerdi, bu seneki ilk randevuda galip çıkan yine Lyon olmuş. Dinamo Kiev-Rubin Kazan maçını da merak ettim, Dinamo Kiev 1-0'dan geriye düştüğü maçta son 20 dakikada 3 gol bulup maçı çevirmeyi başarmış. Gökdeniz Karadeniz, Beşiktaş kadrosundaki yerliler haricinde Şampiyonlar Liginde oynayabilen tek 'Türkiye çıkışlı' oyuncumuz, bunu da ilginç ve ironik bir not olarak kenara yazalım.

İkinci maçlar sonunda birçok grupta sıralamanın ana hatlarının ortaya çıkacağını düşünüyorum. Düzenlemenin etkileri haricinde de bu sene ayrı bir durgunluk var Şampiyonlar Liginde. İlk iki torba takımları fazla zorlanmayacaktır her zaman olduğu gibi, üçüncü torbadan bir-iki takım yukarı çıkarken birkaçı da aşağı inebilir. Heyecan anlamında eksik olsa da maç kalitesi anlamında doyurucu olur inşallah önümüzdeki haftalar...

UEFA Avrupa Ligi & TNT & İctimai TV

Son günlerin merak edilen konularından biri Doğan Medya'nın bin dereden su getirip maçları bir şekilde D-Smart platformu içinde tutmaya çalışması. Bunun yapılamayacak bir şey olduğunu, en az bir Türk takımının maçını açık kanaldan vermek zorunda olduklarını Mart ayında ihale açıklandığında şurda belirtmiştim. Zaten Şampiyonlar Ligini Star'da vermelerinin sebebi de bu zorunlulukla ilgili tamamen, yoksa bayılarak bu maçları şifreli kanalda verirlerdi ellerinde olsa. Bu zorunluluğun arkasından dolaşabilmek için uyduda biss şifresi girip bunun bir zorunluluk olduğunu belirtmeleri de uydu kullanıcılarını zor durumda bırakıp D-Smart almaya zorlamak içindi. Normalde bu tip formalite uygulamalarında biss şifresi ilgili kanal tarafından yayınlanır ve yurt içindeki kullanıcıların maçı izleyebilmesi sağlanır. D-Smart ise bu şifrelemenin bilinmemesi için bu kadar uğraşması ve hemen her maç şifreyle oynaması esas amaçlarını ortaya koyuyordu.

UEFA Avrupa Ligi de bu anlamda bir istisna değil, Panathinaikos-Galatasaray maçının TNT'de şifresiz yayınlanacağına benim emin olmam mümkün değil. Bildiğim kadarıyla son Beşktaş-Manu maçı uyduda şifrelenmedi ama TNT'nin şöyle bir özelliği var. TNT, Digitürk platformunda yer alan bir kanal değil ve uyduda şifreleme yapılırsa dijital kalitede izlenebileceği tek platform D-Smart olacak. Bu da tam olarak Doğan Medya'nın isteyeceği bir senaryo olur. Bu sebeple uydu şifresi konusuna fazla güvenmemek gerek.Peki sen ne öneriyorsun diyenleriniz olabilir, açıklayayım. Bir Azerbaycan kanalı olan İctimai TV de UEFA Avrupa Ligi yayın haklarını elinde bulunduruyor ve bu maçlarda herhangi bir şifre uygulamasına girmeyecek. Eğer siz de Türksat ya da Hotbird kullanıcısıysanız frekansları girip bu alternatifi de listenizde bulundurmanızı tavsiye ederim. Hatırlarsanız AZ TV de bir ara Şampiyonlar Ligi maçlarını açık veriyordu ve Star'ın abuk subuk maç tercihleri yerine farklı alternatifleri de uydu üzerinden izleme şansı elde ediyorduk. AZ TV ise bir süre sonra maçları şifreleme başladı. İctimai TV'ye bu konuyla ilgili mail atan arkadaşlar olmuş, konuyla ilgili gelen cevapta maçların şifrelenmeyeceğini açıklamışlar.

Bir ürünü bu kadar baltalayarak daha fazla kazanacağını zanneden aklı evveller yüzünden Şampiyonlar Ligi maçları abuk subuk dizilerin fersah fersah arkasında kalır oldu izlenirlik açısından, UEFA Avrupa Liginin kaderi de daha ilk günden belli. Avrupa kupalarının Doğan Medya'da yer almaya devam ettiği sürece de bu böyle devam edecek gibi görünüyor. Akşama da paralı bir platform olmalarına rağmen maçtan çok sanal reklam seyrettirecekler bize, ondan da şüphesi yok kimsenin. Tüm bu rezalete rağmen inatla takımının maçını seyretmeye çalışan herkese kolay gelsin...

Galatasaray 4-0 Kasımpaşa || Cem Sultan'ın Dönüşü...

Beşiktaş ve Bursaspor. İzlediğim iki maç da A2 seviyesinde Galatasaray'a kafa tutabilecek en iddialı ekiplerin maçlarıydı ve doğal olarak takımın defolarını ortaya koyan, bence veri olarak alınması gereken referans maçlar onlardı. Fizik olarak kendilerine denk ya da daha güçlü oyunculara karşı göstereceğiniz performans A takıma yükselirseniz göstereceğiniz performansı belli eden en önemli ipucu bana göre ve bu sınavdan geçen oyuncu sayısı 3, en fazla 4'tür şu takımda.

Eray İşcan, Gencay, Murat Akça, Serdar, Serkan Kurtuluş, Caner Öztel, Cumhur Yılmaztürk,Emre Çolak, Cem Sultan, Anıl Dilaver (Berkin, 59'), Serdar Eylik

Kasımpaşa maçına gelelim. Bugünkü maçta kaleci Eray İşcan'dı, diğer maçlarda kaleyi koruyan Emirhan'ın yerine. Savunma göbeği her zamanki gibi solda Sinan Osmanoğlu, sağda Murat Akça'yla kuruluydu. Sol bekte Gencay, sağda ise Serkan Kurtuluş'la defans hattı tamamlanıyordu. Orta üçlünün ortasında defansif ağırlıklı olarak görev yapan Cumhur Yılmaztürk, kanatlarında ise Caner ve Serdar yer alıyordu. Onların önünde Emre Çolak ve Cem Sultan, ileri uçtaysa Anıl Dilaver.

Takımın rahat bir biçimde oyunu rakibine kabul ettirdiği, pas yaptığı, bilinçli oynamaya çalıştıığı ve bunu büyük ölçüde başardığı bir maç oldu. 1-0'dan 2-0'a kadar geçen sürede rakibin direncine rağmen ciddi bir dominasyon vardı oyunda, Kasımpaşa'nın cılız gol girişimi dahi yoktu diyebilirim. Elimde istatistikler olsa daha net konuşabilirdim ama gerçekten aklımda yer eden bir Kasımpaşa şutu yok ilk yarıya dair. Galatasaray ise fazlasıyla oyuna hakimdi ve her iki kanadı kullanarak rakibin 1. bölgesine inmeyi başarıyordu. Burda Serkan Kurtuluş'a değinmek gerek. Geçtiğimiz hafta isteksiz ve sorumluluk almayan oyunu için eleştirmiştik ama ilk yarıda son süratle 60 metre sürüp çizgiye inmesi ve topu pas olarak oynaması gerçekten ağızları açık bıraktı. Geçen hafta Murat Akça'nın yüzü düştüğü için moral vermeye çalıştığı 'Seko' bu mu diye düşündüm. Şu bindirmelerden birini Ali Sami Yen'de yapsa bütün stadı ayağa kaldırırdı, o kadar diyeyim. Zaten ikinci etkili bindirmesinde topu Serdar Eylik'e çıkardı ve Serdar'ın enfes golü geldi.

Orta üçlüdeki Serdar ve Caner her maçta olduğu gibi sürekli kanat değiştiren, rakibin dengesini bozan oyuncu görevindelerdi ve sıkça yer değiştirdiler maç boyunca. Serdar tekniğiyle gerçekten belli ediyor kendini. Fizik olarak biraz eksik izlenimi verse de A takım seviyesinde Rijkaard'ın ilgisini çekmesine şaşmamalı. Bugün attığı harika golle de uzaktan da etkili şutlar çıkarabildiğini gösterdi. Caner ise faydalı oynamaya çalışan, tekniği ortalamanın üstünde bir oyuncu ama o A takım tılsımını görebilmiş değilim onda. Yedekte bekleyen Berkin'i de düşünürsek A takım için şans verdiğim bir oyuncu değil Caner. Berkin Arslan ise bugün sakatlığı sebebiyle yedekten gelmek durumunda kaldı. Maçı yanımda izleyen Galatasaray eşofmanlı 11-12 yaşlarındaki bir çocuk, Berkin'in sakatlık sonrası sadece bir antremana çıkabildiğini söyledi. Sanırım altyapı oyuncusuydu o da. Beşiktaş maçı sonrası ağız tadıyla izleyemedik şu Berkin'i, ona yanarım.

Ön bölgede ise en şaşırtıcı detay şüphesiz Cem Sultan'ın yardımcı forvet gibi görev almasıydı, ileri uçta izlemeyi bekliyordum onu. Uzun boylu ve teknik kapasitesi yüksek bir forvet oyuncusu olarak akıllarda yer etmiş Cem'i biraz daha geride ve yüzü kaleye dönük biçimde izlemek maçı farklı kılan detaylardandı ve başlıkta da söylediğim gibi fazlasıyla geçerli not aldı benden. Top alışverişiyle, yüzü dönükken daha iyi kullanabildiği tekniğiyle bu bölgeye uyum sağlayacak gibi göründü. 3. golde Emre Çolak'a yaptığı asist de gerçekten kelime anlamıyla asistti, zorla attırdı golü. İronik bir şekilde kendisinin attığı golü göremedim, o sırada sahanın biraz dışındaydık, izleyen arkadaşlardan birisi anlatabilirse çok sevineceğim.

Cem'in bildiğiniz gibi uzun süreli bir diz sakatlığı vardı ve bu sebeple forma şansı bulamıyordu, bu eksikliği onun sezon başındaki hazırlık kampında yeteneği ölçüsünde ilgi görememesine yol açmıştı, halbuki Semih Kaya'yla beraber en potansiyelli oyuncusu olarak görülür yıllardır Cem. Uç forvet olmayınca defansif sorumlulukları da farklılaşmış Cem'in, top rakipteyken orta sahaya daha fazla yakınlaşıp rakiple arasında Anıl'ın yanında iki kanat oyuncusunu daha bırakıyordu, yani savunmada bir orta saha ödevi verilmiş ona. Bu değişik görevi benimseyebilirse Türkiye'de fazla yetişmeyen türde bir yardımcı forvete kavuşabilir Galatasaray. Bu değişimde Frank Rijkaard ve ekibinin talebi var mı, merak ediyorum açıkçası.
Maç içinde benim gözümde öne çıkan oyuncular bunlardı, belki bunlara sol bek Gencay'ı da ekleyebiliriz. Ben aslında mücadelesini ve girişkenliğini beğendim Gencay'ın ama birkaç hatası takım arkadaşlarının da dikkatini çekmiş olmalı ki fırça yedi birkaç kere arkadaşlarından, muhtemelen kaptan Murat Akça'ydı uyaran. Bir diğer garip detay da takımda abi diye seslenilen iki oyuncunun Serdar Eylik ve Cumhur Yılmaztürk olması. Bu oyunculardan daha büyük olan Serkan Kurtuluş'a 'Seko' diye seslenilmesi bana ilginç geldi, Emre Çolak'a da 'Çol' diyorlar. İlginç bir topluluk şu futbolcu milleti.

Kasımpaşa tarafındaysa olumlu oyunuyla dikkat çeken oyuncu pek yoktu, belki 5 numaralı stoperlerini söyleyebiliriz, o kadar. Hayatımda bu kadar çok kişinin konuştuğu, birbirini azarladığı bir takım görmedim. Halı sahada bu takıma karşı oynasanız kesin kavga çıkar, öyle bir takım. Ayrıca bariz küfürler de duyuldu, hakem es geçmeyi tercih etti. 15 numaralı oyuncu Galatasaraylı, Kasımpaşalı ayırt etmeden küfür ediyordu durmadan, Serdar Eylik'in gösterdiği duruş da etkileyiciydi bu konuda. 2 numaralı sağ bekleri ve kaptanları çok sert oynayan bir oyuncu, rakibi düşünmeden topa giren bir yapısı var. Bunlar dışında A takımlar düzeyinde oyuncu çıkarabilecek bir kadro izlenimi vermedi bana, söyleyebileceklerim bunlar Kasımpaşa ile ilgili.

Maçla ilgili aklıma gelenler genel hatlarıyla bunlar, başka merak ettiğiniz detaylar varsa yorum bölümünde cevaplamaya çalışırım...