Galatasaray 2-1 Sivasspor || Kırmızı Kart, Sarı Alarm

Terim'in öğrencileri bugün sahaya çıktığında son altı lig maçından sadece ikisini kazanabilmiş haldeydi ve zorlu fikstür öncesi evinde kazanarak lider Fenerbahçe'nin kaybını değerlendirmek istiyordu. Öte yandan sezon başından bu yana sırıtan üretkenlik problemi, Riera ile Kazım'ın form durumu sebebiyle iyiden iyiye gün yüzüne çıkmıştı ve bazı değişiklikler gerekiyordu. Felipe Melo'nun da olmadığı maçta Fatih hoca cesur bir hamleyle savunma ile orta saha arasına başka oyuncu koymayıp 11.oyuncu olarak Milan Baros'u tercih etti. Bu da sezon başında bir kesim taraftarın görmeyi umduğu 4-4-2'yi ilk kez gerçek anlamda sahada görmek demekti.

Baros ile Elmander'in önde olduğu, Riera ile Kazım'ın saf kanat oyuncuları olarak görev aldığı bu düzen, güçlü orta sahanın ve formda savunma oyuncularının da becerisiyle defansta geçit vermedi ama neredeyse 45'teki gole kadar net pozisyon üretemedi. Kazım'a hiçbir zaman uzun maraton oyuncusu gözüyle bakmamak gerek belki ama hakikaten şu formsuzluğu çekilir gibi değil. Sağ kanat şu haliyle tamamen felç gibi duruyor. Yekta'nın yokluğu çok büyük kayıp oldu bu açıdan. Soldaki Riera, ortalamanın üzerinde işler yaptı bugün ama birebirde Uğur Kavuk'a üstünlük kursa da ortaları ve pasları bir türlü Baros ile Elmander'i bulmadı. Göbekten destek sınırlı kalsa da Engin Baytar'ın ekstra koşularından biri biraz da şansın yardımıyla ilk yarıdaki tek pozisyonu üretti ve oradan gol geldi. Görevini eksiksiz yerine getiren Engin'in fark yaratmasına da takım büyük ihtiyaç duyuyordu.

İkinci yarı ise kırmızılarla ve penaltı tartışmalarıyla geçti. Milan Baros'u savunmanın arkasına kaçıran Galatasaray, buradan iki pozisyon çıkardı. Buradan gelen penaltı da aslında oyunu Fatih Terim'in istediği noktaya getirmişti. Ne var ki ayağa daha doğru oynamaya başlayan Sivas, normale göre zaten bir kişi eksik orta sahayı düşürmeye başladı ve rakip yarı sahada daha aktif olmaya başladı. İlk yarıda sadece Pedriel'e top şişirerek iş görmeye çalışan Sivas, Rasmussen'in yerine giren Cerny'nin de etkisiyle pozisyonlar üretti, bunlardan birisinde de üç maçtır mükemmele yakın oynayan Semih'in birebirde Erman'a geçilmesi sonucunda golü buldu.

Ortalığı karıştıran ise Engin Baytar'ın kırmızısı oldu. Kendi sahasında, önde olan bir takımın en başarılı oyuncusu gidip rakip kaleciye kafa atar mı, atıyor işte. Engin, artık değiştiğini dosta, düşmana ilan etmişken tutup da şu yaptığı hareketle birçok kişinin kendisine olan güvenini sarstı. Takımın X-faktörü konumundayken şu yaptığının affedilir tarafı yok. Facia. Ligin en kritik maçlarından Fenerbahçe mücadelesinde de olmayacak böylece. Bu da yetmezmiş gibi Elmander'in en az onun kadar gereksiz müdahelesiyle takımı dokuz kişi bırakması tuz biber ekti.

Sivasspor'un durumu eşitleyecek çok şans bulduğunu söylemek güç ama bu kırmızıların Gençlerbirliği deplasmanında ve Fenerbahçe karşılaşmasında ceremesinin çekileceğini öngörmek zor değil. Hadi ileri uçta Baros var fakat bir türlü Engin dışında bir alternatifin hakkıyla dolduramadığı "Selçuk'un yanı" pozisyonu epey sıkıntı çektirecek gibi. Elbette her şeye rağmen şu hafta kazanmak Galatasaray adına mühimdi, buna şüphe yok fakat iki maç için şimdiden sarı alarm yanıyor bile.

Sivaspor ise 3-1 yenilmesine karşın Beşiktaş maçında ve rahat kazandığı Fenerbahçe maçlarında oynadığı oyunu ortaya koyamadı. Bunda elbette daha dirençli bir orta saha ve savunma bloğu olan Galatasaray'ın da etkisi var ama daha çok birebirde Eboue karşısında varlık gösteremeyen Kamil Grosicki ile bugün takımda yer almayan Eneramo'nun eksikliğinin hissedilmesinin payı büyük. Pedriel de özellikle ilk yarıdaki uzun toplarda duvar olmayı başaramadı ve zaten topla oynama becerisi kısıtlı Kıvanç-Kadir göbeği ekstra pozisyon üretemedi. Hal buyken dokuz kişi de olsa Galatasaray'a gol atmaları güçtü. Yine de derli toplu bir takım oldukları, şu kadroyla -en azından normal yollarla- ligde tutunacakları şimdiden kesin.

2012 Model Spor İletişim

Blogu takip edenler bilirler, Kadir Has Üniversitesi’nin 2010 Spor İletişim Sertifika Programı’na katılmışlığım var. Fotoğraf da mezuniyetten :) Yazı yazmayı sevenler, bu sektörde yer edinmek isteyenler için olabileceklerin en iyisi. Birçok değerli ismin tecrübelerinden faydalanma, iletişime geçme, belki de daha önemlisi medyayı gerçek anlamda tanıma fırsatınız oluyor. Teorik dersleri de cabası.

İki gün sonra, 26 Kasım Cumartesi günü Kadir Has Üniversitesi, Cibali Kampüsü’nde yapılacak burs sınavı var. Dersler ise 10 Aralık günü başlıyor. Burs sınavında ilk 20’ye girenlere de burs imkanı var. Programın ücreti üniversite öğrencisi olanlara 1750 TL, olmayanlara ise 2750 TL.

Hocaları merak edenler için ise kabaca liste aşağıda:
Levent Bıçakcı, Şenes Erzik, Atilla Gökçe, Ercan Taner, Tanıl Bora, Fuat Akdağ, Yiğiter Uluğ, Caner Eler, Mehmet Demirkol, Okay Karacan, İbrahim Altınsay, Ali Murat Hamarat, Mert Aydın.

Spor İletişimi Sertifika Programı;
http://shaum.khas.edu.tr/spor-iletisimi-sertifika-programi.html

Başka sorusu olan varsa da buradan cevaplayabilirim.

Beşiktaş 0-0 Galatasaray || Atamayana Atamayanlar

Beraberliğin çok da kötü sonuç olmadığı maçların çilingiri ilk goldür, o gelmeyince de belli sınırların dışına çıkmayan bir derbi izledik. Pozisyon yok denemez, iki tarafın da kendince doğruları vardı ve oyun oynandı fakat topu ağlara gönderip dengeyi bozabilen olmadı. Atamayana da atamadılar, sonuç 0-0.

Galatasaray'da Fatih hoca dizilimi bozmasa da sol dışa Engin'i, göbekte Selçuk'un partnerliğini ise Ayhan'a vererek tamamen orta sahayı tutma üzerine bir oyun kurduğunu gösterdi. Burada amaç son haftalarda Aurelio-Ernst ikilisiyle oynayan Beşiktaş'a içeri giren Engin'le beraber üstünlük kurmak ve oyunda inisiyatifi elinde tutan taraf olmaktı. Aslında topla oynama açısından bakıldığında istenilen oldu fakat esas sorun bu topla ne yapılacağı. Kazım topla çıkamadığı gibi kendisini savunma arkasına kaçıran ender topları da çok verimsiz kullanıyor ve kaybediyor. Formsuz bir Kazım bir takımın tek hücum geliştirme opsiyonuysa o takımdan oyun içi gol beklememek lazım. Öbür tarafta Engin de bir kanat oyuncusu gibi kullanılamadı, beklerden Eboue ile Hakan da bu bölgelere destek veremedi.

Özellikle 20.dakikadan sonra değişen ise Beşiktaş'ın Galatasaray orta sahasını tek ayak üstünde yakalayabilmesi oldu. Galatasaray savunmasının uzun topla ya da garanti pasla çıkamadığı anlarda topa Engin-Ayhan-Selçuk üçlüsünden önce müdahele ederek bu bölgeyi pasifize eden siyah-beyazlılar, doğrudan beş oyuncuya yüz yüze hücum etme fırsatını birçok kez buldu ve buralardan pozisyon çıkardı. Quaresma ile İsmail de Eboue'nin bölgesini iyi değerlendirdi, duran toplar kazanıldı ancak Semih'in boş kaleye giden topa müdahele etmesi, Muslera'nın başarılı kurtarışları golü engelledi.

Burada Semih'e bir parantez açmak gerek. Soğukkanlı bir karakteri olduğunu zaten biliyoruz, heyecanla pek işi olan bir oyuncu olmadı hiçbir zaman fakat henüz maçın başında sarı kartı almışken bu kadar sakin olabilmesini ayrıca takdir etmek gerekiyor. Arada topa sert müdaheleleri ve dengesiz kafa topu çıkışları oluyor fakat oyun genelinde savunma gereklerini mükemmele yakın yerine getiriyor ve topla takımdaki tüm savunma oyuncularından çok daha yumuşak olmasıyla da fark yaratıyor. Allah nazardan saklasın demek her futbolseverin borcu bana göre, çok sağlam gidiyor. Servetlerin, Zanların boyunduruğundan kurtulma zamanı...

İkinci yarı öncesi iki hoca da aksayan orta saha düzenleriyle ilgili müdaheleler yaptı. Fatih hoca göbeği daha enerjik bir Sabri'yle hareketlendirmek isterken, Carvalhal, önceki haftalara göre oldukça pasif gözüken ve etkinliği çok sınırlı kalan Veli'yi alıp Necip'le göbeği üçledi. Fakat sakatlık bu iki hamleyi de boşa çıkardı, belki de maçın kaderini çizen anlar bunlardı. Sabri'nin yan bağlarında, Necip'in kaval kemiğinde önemli sorunlar var ve bu iki oyuncu da 1.5 aya yakın sahalardan uzak kalacak gibi görünüyor. İkisine de büyük geçmiş olsun, inşallah daha ağır bir durumları yoktur.

Son 10 dakika ise maçın genelinden daha hareketli geçti denebilir, özellikle Eboue'ye gelen yabancı madde ve sonrası... Eboue, biraz da kendine gelen maddeyi de hakeme göstermek adına abartılı hareketlerde bulundu. Eyvallah, gelen geldi fakat onu alıp hakeme vermek ve kenara çekilmek ile sakatlanmış gibi yapmak arasında fark var. Bu noktada bir uyarıyı hak ettiğini söylemek gerekiyor lakin taraftarın da pek masum olduğunu söyleyemeyeceğim. İşi inada bindirmeleri Beşiktaş'ın da çok işine gelmedi. Son bölümde top hakimiyetinin Galatasaray'a geçmesinde verilen aranın da payı vardı bana göre.

Galatasaray'da ise sorun şu: o pası atacak oyuncu kim? Belki bugün Q7 ya da muadili tipi bir oyuncu sarı-kırmızılılarda olsa 1-0'a gidebilecek birçok pozisyon üretilebilirdi ama o ekstra işi yapacak adam olmayınca ceza yayının orada pas yapan Riera, Selçuk ve Engin, takımın iki forveti Elmander ve Baros oyundayken bir türlü bu adamları doğru yerde topla buluşturamadı ki bu önemli bir sorun. Baros oyuna girince biraz daha kendini arkaya atan Elmander'in birkaç dripling girişimi ise kenara not edilesi bir detay.

Beşiktaş özellikle hücum tarafında daha çok doğruları yapan, iki dörtlü arasına girip özellikle savunmadan ve kaleciden gelen ribaundları toplayarak fırsat yaratan taraftı fakat Muslera'ya ve Semih'e takıldılar. Duran toplardan da iki taraf adına bir şeyler çıkmayınca 0-0 sona erdi ve iki tarafın da çok üzüntülü olduğunu söylemek zor...

Türkiye 0-3 Hırvatistan || Murphy Kanunları


Evet, belki temmuz ayından bu yana yapboz muamelesi gören ligdeki belirsizliğin, elemelerin son virajında büyük etkisi var. Evet, çok sağlam bir jenerasyona sahip değiliz ve özellikle hücumda alternatiflerimiz yetersiz ama bugünkü ağır yenilgide bu etkenler kadar berbat bir maç başlangıcı ve kırılma anlarının Hırvatlardan yana olmasının da payı büyük. Bir işin yanlış gitme olasılığı varsa yanlış gider, Murphy kanunları bugün Türk Telekom Arena'da da geçerliydi.

Sahaya tamamen oyunu dengede tutmak ve kontrollü olmak adına sürülmüş 11 oyuncu, pasla çıkılan bir duran topta yediği beceriksizce bir golle adeta darmadağın oldu. Gökhan Gönül'ü bugün tanımak mümkün değildi, kariyerinin belki de en önemli maçlarından birinde kariyerinin en kötü oyununu oynadı. Corluka resmen içinden geçip golü yarattı, Olic'e ise dokunmak kalmadı. Zaten milli takımı çözmüş, düşük tempoyla alan bulmakta zorlanan Türkiye'ye karşı Hırvatlar, skor üstünlüğünü aldıktan sonra sıkı bir 4-4-2'yle topla oynanılan her alanı çok doğru savundu, bir an dahi skor üstünlüğünü verecek fırsatı bize vermedi. İkinci golde kalemize inip sağlı sollu yokladılar. Top çıkaramayan savunmanın hatalarıyla tek ayak üstünde yakaladıkları pozisyonlardan birinde de sağdan indiler. Bir vurdular, olmadı ikincide arka direkte kafa golleriyle nam salmış Mandzukic'le fişi çektiler.

İkinci yarıdan uzun uzadıya bahsetmeye gerek yok. Aslında ilk yarıya göre en doğru tercihi yapıp sıkışan oyuna birebir becerisi olan bir kanat oyuncusu olan Gökhan Töre'yi sağa atarak başladı Hiddink, Gönül'ün yerine de Sabri geçti lakin bir başka duran top bir mucizenin de önüne geçti. Ondan sonrası ise alabildiğine protesto, ıslık. Televizyondan çok algılanamadı belki ama Kuzey tribünüyle sorun yaşayan Volkan'a gösterilen tepkiyle, top Sabri'nin ayağına her geldiğinde yükselen alkışlar, bağrınmalar paralel şeyler değiller. Tribünün çok büyük bir bölümü tamamen Sabri'yle alay etme amaçlı, aptalca bir tepki şekil geliştirdi, Galatasaraylıların yoğun olduğu Kuzey 1.katta yer alan azınlıktaki grup da buna kanıp ara ara destek verdi fakat kazın ayağı öyle değildi. En az Volkan'a edilen küfürler kadar kınanması gereken bir tavırdı.

Zayıf bir jenerasyonuz ve bu hücum hattıyla elde edebileceklerimiz sınırlı. Ne Almanya'dan, ne Hırvatistan'dan iyiysek Euro 2012'ye gitme şansımız zaten yoktu, doğal olan bu. Hiddink'in "Onlar bizden iyi takım" açıklaması tepki görmüş ama adam bu noktada haklı. Kaybetti, başaramadı, belki gönderilecek ama bu gerçekle yüzleşmemiz gerek. Yoksa Hiddink gider, Sağlam gelir, o gider Capello gelir, onu da gönderir Avcı'yı getiririz. Kaçırdığımız turnuvalarla kalırız. Önce "Modric kimmiş, 2008'den beri ne yapmış", "Corluka da iyi sol bekmiş ha", "Avrupa'nın en iyilerindeniz" diyen gerçeklikle yakından, uzaktan ilgili olmayan, hastalıklı fikirleri eleyeceğiz ki önümüze bakalım. Yoksa zor dostum, zor...

Ne Böyle Senle, Ne De Sensiz: Gio Dos Santos

Henüz 18 yaşındayken Barcelona'da düzenli şans bulan, milli takım kariyeriyle geleceğin yıldızlarından olacağına kesin gözüyle bakılan bir adamdı Giovani Dos Santos... Barça etkisiyle bazı eksikleri o dönem göz ardı edildiyse de yetenekli olduğu kesindi ve Katalan devinde istediği şansı bulamayacağını düşünerek Tottenham'a transfer oldu. Hikayenin kalanı ise tam yılan hikayesi.

Premier Lig'e geldiğinden beri Gio'nun kulüple ilişkisi tam bir yılan hikayesi. Geldiğin andan itibaren hiçbir dönemde as takımın düzenli bir parçası olarak görülmedi ama bir şekilde kulüple bağları hâlâ yerli yerinde duruyor. 2008/09'dan bu yana Spurs formasıyla çıkabildiği lig maçı sayısı sadece 12, bu sezon sadece üç maçta şans bulabildi. Bu kiralık olarak forma giydiği Santander (16) ve Galatasaray (14) dönemlerindekinden bile az. Ayrıca Gio, 2008'den bu yana milli takımında tam 47 kez forma şansı buldu ve bu üç yıllık periyotta iyi bir Dünya Kupası performansı ortaya koydu ve ülkesini daha bu yaz Gold Cup zaferine taşıdı. Her seferinde "Bu kez olacak mı" dendi ama Tottenham'ı her dönüşünün sonu hep acı, hüsran oldu!

Dördüncü sezonunu geçirdiği kulübünde artık canına tak etmiş olsa gerek, ocak ayında kulüpten ayrılmak istediğini kulüp yöneticilerine iletmiş. Fakat sorun şu ki Tottenham, oyuncusuna çok şans vermese de milli kariyeri ortadayken onu ucuza bırakmak istemiyor lakin epey uçtuklarını da söylemek gerek. Sevilla'nın istediği Gio için daha geçen ay çektikleri fiyat 11 milyon avroydu! Galatasaray'a da bonservis opsiyonu olarak 8 milyon avro gibi bir bedel koymuşlardı ki anlaşıldığı kadarıyla daha aşağısı pek düşünülmüyor. Hal böyleyken Sezen Aksu, Gio için söylüyor: Ne böyle senle, ne de sensiz...

Bülent Korkmaz & Semih Kaya

Gün olur, devran döner diye bir söz var ya, işte o gün oldu ve devran döndü. Yakın Galatasaray tarihinin dönüm noktalarından olan o lanetli Hamburg maçında sadece elenilmemişti, birçok açıdan Galatasaray'ın senelerine mal olan o kısa Bülent Korkmaz döneminin de simgesiydi de. Bülent Korkmaz'ın o maçta stoperlerin, stoper devşirmelerinin tamamının oynayamayacak durumda olduğu halde "Yüzü bembeyazdı hacı" diyerek yoksaydığı 17 yaşındaki ümit milli takım görmüş Semih Kaya şimdi Fatih Terim'in elinde sadece iki hafta içinde milli takım potansiyelini ortaya koydu. O gün eksik olan tek şey biraz cesaretti ama Avrupalıların dahi "Cesur Yürek" diye andığı Bülent Korkmaz, gencecik mevkidaşı yerine gidip stopere Kewell'ı yazarak teknik direktörlük notunu da kendi kendine vermişti.

Aslına bakılırsa teknik direktörlük kariyeri fazlasıyla parlak başlamıştı. Kayseri Erciyespor günlerinde hakikaten kısa sürede takımı toparlamıştı ve başarılı bir kadro yönetimiyle düştüğüne gözüyle bakılan Erciyes'in ümidini son haftalara kadar taşımıştı. Kaptan için o dönemde "Kaptan'ın Seyir Defteri" diye konu bile açmıştım forum günlerinde. Arkasını ise getiremedi, Galatasaray'da geçirdiği iki ayda gerekli yetilere sahip olmadığını da belli etmişti zaten.

Bugün yine Erciyes gibi zor durumda olan Karabükspor'u bu kez daha erken devralıyor. Takımı Bank Asya'dan alıp bugünlere getiren Yücel İldiz'e yol verilmesi ayrı bir tartışma konusu lakin Bülent Korkmaz için uzun süre sonra önemli bir fırsat olduğu kesin. Çok yıprandı, yorumculuk döneminde yaptığı yerli kafatasçılığı da imajına pek hizmet etmedi. Umarım egosunu biraz törpüler ve futbolculuk günlerinde taptığımız adamın bir yanılsama olmadığına bizleri ikna eder.

Galatasaray 0-0 Mersin İdman Yurdu || Maç Bozuk!

Gaziantep'e karşı alınan yenilgiden sonra eksiklere karşın Kayseri deplasmanında oynanılan oyun takımdaki temel parçaların formda olduğunu gösteriyordu fakat bugün anlaşıldı ki kazın ayağı öyle değil. Kayseri gibi dengesiz bir savunma hattı yerine alanını iyi savunan ve kolay kolay gedik vermeyen bir Nurullah Sağlam takımına karşı oynayınca hücum aksiyonlarında zorlanıldı, alternatif üretilemedi. Galatasaray adına oyun iştahı en düşük maçlardan biri çıkarıldı ve karşılıklı mucizevi gol kaçırmaları sağolsun, maç da 0-0 sona erdi.
Eboue Galatasaray adına günün iyilerindendi.

Galatasaray'ın en kırılgan bölgesi Melo'nun önünde oynayan ikili ve bu bölgenin istikrarı çok mühim. Sezon başında yapılan Sabri Sarıoğlu ile Emmanuel Eboue denemelerinin düşünülen verimi vermemesi üzerine Engin Baytar orada fark yaratıp takımın en başarılı performanslarında pay sahibi olmuştu ama maalesef sağlıklı kalmakta zorlanıyor. Yerine geçen hafta zorunluluktan forma giyen Ayhan Akman haricinde gerekli pas görüsü ve hızına sahip oyuncu yok. Oraya Sabri ya da Eboue konulunca o oyun başka bir şey oluyor. İşin bir de Selçuk tarafı var. Selçuk, bu ligin en dengeli ve istikrarlı oyun kurucusu, bu kesin ancak yanındaki oyuncunun yeteneklerinden de beslenen bir adam. Yanında pas yapabilen bir adam olduğunda onu da parlatıyor fakat bugünkü gibi Sabri-Eboue ikilisinin yanı sıra Kayseri maçını mumla aratan Riera'yla muhattap olunca tehlikeli derin top atması da mümkün olmuyor.. İlk yarının tek pozisyonu Eboue'nin bireysel çabası ve becerisiyle geldi.

Orta saha doğal şartlar gereği düşünce iş Riera'yla Kazım'ın top taşıma becerisine kaldı fakat ikisi de bireysel olarak çok kötü bir maç çıkardılar. Hele Riera... Kayseri maçındaki özverili, akıllı adam gitmiş, ayağındaki topu yanına veremeyen bir adam gelmiş. Hücumda varlık gösteremediği gibi savunmaya yaklaşıp pas almaya kalkıp bir de batırınca Mersin'e bir penaltı hediye etti. Muslera'ya dua etmeli. Tabii bu pozisyonun kalede istediği başlangıcı yapamayan Uruguaylı için de önemli olduğunu söylemeye gerek yok. 
Kazım da Riera'dan aşağı kalmıyor açıkçası. Yekta'nın sakatlığı şu tabloda daha bir can acıtıyor. Çok yazık oldu, hem takım, hem de onun adına...

Velhasıl, Mersin'in hakkını yemek de olmaz. Gerçekten 10'lu bir blok halinde oynadılar ve arkalarına hemen hemen hiç oyuncu kaçırmadılar. Öne çıktıkları dönemlerde hiç top kaybı yapmayıp klasik bir Nurullah Sağlam takımı olarak ayağa garanti pas yaptılar, sakin oynadılar. Pozisyon çıkmasa da bu dönemler onlara aktif dinlenme fırsatı sağladı. Topu kaptırdıklarındaysa Galatasaray'ın çabuk çıkacak organizasyona sahip olmamasından da faydalanıp usturuplu faullerle rahatça tekrar yarı sahalarına geçtiler. Aslında iki kez maç ayaklarına geldi, birinde Muslera, diğerinde direk başarılıydı. Bir puan için gayet iyi oynadılar diyebiliriz.
Taraftarın maç içinde en çok tezahürat yaptığı isim
olan Semih Kaya, formayı verecek gibi görünmüyor.

Galatasaray'da fark azaltma fırsatının tepilmesinin yanı sıra ön bölgedeki arızalar sıkıntı yaratıyor ve görülüyor ki alternatifler bu krizi çözecek gibi değil. Yekta ve Baros sakat, Sercan'ın da formda olduğunu söylemek güç. Emre Çolak zaten 'garbage time' adamından öte bir role sahip değil şimdilik, Aydın Yılmaz ise allaha emanet. Sevindirici tek gelişme savunmanın göbeğinde Semih Kaya'nın yıllardır beklenen çıkışı yapması ve takımı Servet-Zan ikilisine mahkum olma kısırlığından kurtarması. Her övgüde maşallah diye ekliyorum çünkü gerçekten sakatlıktan, talihsizlikten çok çekmiş bir oyuncu Semih. Allah nazardan saklasın, oynamaya devam ederse Ömer Toprak, Serdar Aziz ve Serdar Kesimal ile birlikte Türkiye'nin stoper sorununu uzun vadede çözecek gibi gözüküyor. Fatih Terim'in övgüsünü, daha da önemli formasını almak kolay değildir. Umarım artık formayı kimselere vermez.

Galatasaray'a hiç gol şansı gelmedi dersek de bir yandan haksızlık. Eve gelince özeti izledim, Elmander'in gol yapabileceği iki net, iki de ortalama gol pozisyonu var. Hepsini kaçırması şanssızlık, hele ki kaleciyi geçtikten sonra atamadığı onun klasındaki bir adam için şaşırtıcı. Maç sonunda tribünlerden özür dilemiş ki Türk futbolseverler olarak hiç alışkın değilizdir böyle sorumluluk duyan oyuncuya. Senin canın sağolsun demek geldi içimden.

Maç başlığı ise karşılaşma hakkındaki en güzel yorum olan şu twitten geliyor. NTV Spor muhabiri/editörü dostum Onur Erdem, Elmander'in kaçan golü sonrası özeti geçmiş: "Maç bozuk!" Öbür tarafta gün boyu izlediğim iki maçta da gol görememiş olmama da ne diyeyim, bilemiyorum.

Foto: Ajansspor

Orduspor 0-0 Gaziantepspor || Uyku İlacı


Şöyle ağız tadıyla iki iyi takımın maçını izleyelim diye ekran başına geçtik ama bir Türkiye Ligi gerçeği olarak maçın karşısına kafadan birer puan yazmış iki hoca ve öğrencileriyle karşılaştık. Birbirini fazla kollayan iki ekip tehlikelidir, 0-0'a razı olmak da... Sanki bu bir grup maçı ve bu sonuçla iki takım da üst tura yükseliyor gibi bir ilk yarı vardı. İki takım da alanını kapatıyor, bütün mücadelesini kontratak yememek için veriyor gibiydi. Doğal sonuç golsüzlük...

Kamerunlu Binya, Abdullah Ercan'ın
orta sahada düzenli oynattığı isimlerden.
Gaziantepspor'da Abdullah Ercan'ın savunma güvenliğini ön plana alma niyetini geldiği andan itibaren söylüyorum. U-17 maçlarından sonra bile çıkıp mücadele, koşma temellli açıklamaları dün gibi aklımda. Ercan, dörtlü savunmanın önünde sabit bir ikili kullanıyor ve bu şekilde orta sahayı tutmak istiyor genelde. Bu maçta kullandığı Binya-Yasin ikilisi geldiğinden bu yana kullandığı en defansif ikili. Avusturya'dan bu sezon gelen Yasin Pehlivan'ın fiziği harika, iyi de bir kondisyonu var ama pasları Antep hücum düzeninde çok yetersiz kaldı. Biraz da Türkiye Ligi'nde oynamanın güçlüğünü yaşıyor. Avusturya'da çok daha rahat hücumlar, geniş alanlarla oynanırken bu kadar sırıtmıyordu belki ama burada daha bir inceci olmak gerekiyor. Zamanla aşama kaydedecektir lakin Orhan Gülle kulübeyken benim tercihim ondan yana olabilirdi.

Maçın özellikle ilk yarısına damga vuran oyuncu Orduspor'un zorunluluktan oynattığı Alman stoperi Tobias Nickenig'di. Türkiye'de boş, klişe istatistikler çok göze sokulur ama ikili mücadele kazanma oranı, sayısı gibi savunma becerisini doğrudan ortaya koyan istatistikler tutulmuyor. Tutulsaydı Nickenig'in ne kadar üstün bir maç çıkardığını daha net görebilirdik. Birebirde hiçbir Antepliye geçit vermedi desek yeri, maç boyunca görebildiğim tek hatası vardı. Elbette Ordu'nun yabancı kontenjanı gibi bir sorunu olabilir, Yalçın Ayhan-Sedat Bayrak ikilisi ligin en az gol yiyen tandemini oluşturuyor olabilir lakin bugün izlediğim Nickenig'i oynatmama gibi bir lüksü yok gibi Ordu'nun. Fazlasıyla iyi stoper.

Maçta hücum adına bir şeyler yapmaya çalışan oyuncular belliydi. Antep, Olcan'ın tekniğine ve yaratıcılığına bakıyordu ama onun da tek başına yapabilecekleri belli. Muhammet ve Popov'la yapabildiği kadar pas yapıp kaleye inmeye çalıştı ama bu denemeler sınırlı kaldı. Ordu genelde Culio ile soldan inmeye çalıştı ama Serdar epey faullü oynasa da sertlikle bir şekilde orayı tıkamayı bildi. Stancu ile Dany'nin birebirlerini izlemek de iyiydi fakat Dany oradan ekmek yedirmedi Rumen golcüye. Culio'nun kestiği bir ortada kafa vurdu ama o da cılız kaldı.

Son olarak bir detay daha... Son haftalarda rüştünü ispat eden Muhammet Demir, onu stil olarak en çok benzettiğim isim olan Fatih Tekke'yle aynı sahadaydı bugün. Oyun stilleri birbirine epey yakın, topu kullanış biçimleri, standart merkez forvet boyunda olmamalarına karşın iyi fizikleri vs. Tabii Fatih artık o niteliklerini kullanacak fiziksel yeterliliğe sahip değil, sakatlıklar ve zaman onu hırpaladı. Muhammet'in ise önünde uzun yıllar var.

Uyku ilacı tadındaki bu maç için fazla bile yazdım herhalde. Yeter...

Foto: Ajansspor

Matias Suarez & Anderlecht

Belçika futbolu ve ligi bizim topraklarda pek kaale alınmasa da bütçesine göre çok iyi oyuncular barındıran, İngiltere, Fransa ve Almanya'ya oyuncu ihraç eden çok değerli bir kültüre sahip. Sahaları buradakiler kadar büyük değil belki ama zeminleri iyi, belli bir standardı var ve her şeyden önemlisi futbolun temel prensiplerine uygun hareket ediyorlar ve uygun bütçelerle başarılı olabilmek için isme değil, yeteneğe yatırım yapmaktan çekinmiyorlar. Bu ekolün en güçlü temsilcisi ise ismine epey aşina olduğumuz Anderlecht.

Geçmiş nesilleri başarılarıyla etkilemiş bir kulüp olan Anderlecht, kaderin de bir cilvesiyle son 10 yılda Türk takımlarıyla sıklıkla eşleşti ve haşır neşir oldu. 2007/08 Fenerbahçe, 2009/10 Sivasspor ve bu sezon başında Bursaspor... Bu sene başında görüldü ki kadroları eskisinden daha güçlü ve Bursa'yı Bursa'da geriden gelip mağlup edecek kadar kuvvetliler. Bu seviye atlamış Anderlecht'i farklılaştıran birkaç isim var.

Elbette transfer döneminde Belçika çapında çok büyük bir transfer olan Jovanovic'i kadrolarına katmalarının yükselmelerinde payı büyük. Pek istediği gibi geçmeyen İngiltere deneyiminin ardından Belçika'ya dönüş yapan Sırp yıldızın yanı sıra bir oyuncunun daha performansı Bursa'yı elemelerinde pay sahibi oldu: Matias Suarez.





Anderlecht'e 20 yaşında Belgrano'dan gelen 88 doğumlu Suarez, takımda ilk sezon ara ara forma şansı buldu, daha çok kulübede oturuyordu. İlginçtir, şans bulduğu maçlardan birisi de sezon başında Sivasspor'u içeride beşledikleri maçtı ve Suarez de fişi çeken ikinci golünün asistini yapan oyuncuydu.

Arjantinli, düzenli oynadığı üçüncü sezonunda beklenen aşamayı kaydetti. Topla kat edebilen, hızı yerinde ve aynı zamanda ayaklarına oldukça hakim bir forvet görüntüsü çizdiği gibi aynı zamanda iyi de bir bitirici. Bencil değil, arkadaşlarına oyuna sokuyor ve pasları da gayet başarılı. Bursaspor karşısında ağları sarsmasa da hazırladığı pozisyonlarla büyük fark yaratan Suarez, dünkü Sturm Graz maçı da dahil olmak üzere Belçika ekibinin grup aşamasında oynadığı dört maçta da ağları buldu ve altı kez gol sevinci yaşadı. Şu anda Avrupa Ligi'nin en skorer oyuncusu konumunda. Ligde de 10 maçta 5 golü var ve kariyer rekorunu bu sezon kıracak gibi görünüyor.

Bursaspor maçından bu yana Anderlecht'i düzenli takip etmeye çalışıyorum. Klasik 4-2-3-1 oynuyorlar ve en uçta Suarez'i kullanıyorlar. Onun yaratıcılığı ve hareketliliği hücum planlarının temeli. Üçlünün solunda yer alan Jovanovic'in güvenilir ayakları ve tecrübesi takıma büyük katkı yaptı. Sağda oynayan Gillet'in golcülüğü ve formayı yeni yeni giymeye başlayan 92 doğumlu Canesin'le birlikte birbirini tamamlayan bir hücum dörtlüsüne sahipler. Arkalarında takımın kaptanı, Türk takımlarının uzatmalı sevgilisi Lucas Biglia'yı saymıyorum bile.

Anlaşılan o ki hem ligde, hem de Avrupa'da bu sezon sonunda daha başarılı bir Anderlecht göreceğiz ve bunda aslan payına sahip oyunculardan biri 23 yaşındaki Arjantinli forvetleri olacak. Bu form grafiği ona yeni kapılar açabilir. Belçika ekibi onun yerine yeni bir forvet bakmaya başlasa iyi eder. Biz futbolseverler ise onun ismini bu gidişle daha çok duymaya başlayacağız, haberiniz olsun.

Tekme Üçgeni: Rooney, Love & Dzudovic


Biliyorsunuz, İngiltere'de son bir ayın vazgeçilmez gündem maddesi Wayne Rooney'nin 2-2'lik Karadağ maçında Miodrag Dzudovic'e attığı tekme ve bu tekmenin ardından UEFA'dan gelen üç maçlık ceza. Arada herhangi bir resmi maç olmadığından Rooney'nin Euro 2012 grup maçlarında oynayamaması söz konusu ve İngilizler onu bu cezadan kurtarmak adına seferber olmuş durumda.

Öte yandan olayın kahramanlarından Karadağlı Dzudovic de Rooney'nin niyetinin kötü olmadığını savunanlardan. Hatta öyle ki Rusya'da bir gazeteciden bir yardım alarak imzalı bir mektup hazırlayıp göndermesi oldu. "UEFA'nın Fair Play ilkelerine bağlılığını biliyoruz. Rooney'nin saha içinde hatasını anlayıp özür dilemesi de bu ilkelerin en iyi örneklerinden. Bizim görüşümüze göre Rooney bir maç bile ceza almamalı" diyen Dzukovic'in isteği henüz yerine gelmedi lakin Karadağlı savunmacın adını tekmelerle anılmaktan hâlâ kurtulabilmiş değil.

Dzudovic, kulüp düzeyinde Rusya Premier Ligi takımlarından Spartak Nalchik forması giyiyor ve geçen hafta rakipleri CSKA Moskova'ydı. Türk futbolseverlerin de iki kez izleme fırsatı bulduğu Vagner Love da bu karşılaşmada bu kez hakikaten acımasız bir tekmeyi oyuna sonradan giren Karadağlı'nın dizine yerleştirdi ve oyundan atıldı. Hatta Love'sız CSKA'da sazı eline alan Doumbia'nın bu maçta hat-trick yaptığını detaylıca işlemiştik. Tabii Dzudovic bu tekmeyi Rooney'ninki kadar masum görmedi ki Brezilyalı kırmızıyı görürken ona büyük bir  tepki gösterdi. Love'ı affetmeyen sadece o da değil, CSKA da 100 bin avro cezayı oyuncusuna yapıştırmış.

Durumu epey kötü görünen, hatta ilk gördüğümde bacağının kırılmış olmasından şüphelendiğim Dzudovic'in durumunu bir süredir araştırıyordum ki Karadağ Teknik Direktörü Branko Boskovic, oyuncusunu kadroya alarak sakatıkları bulunan oyuncular hakkında bir açıklama yaptı.  Takımın bir başka savunmacısı Marko Basa, ki ilginçtir o da Trabzon'un grubundaki bir diğer ekip olan Lille'de forma giyiyor, ve Miodrag Dzudovic'in oynamasının şüpheli olduğunu belirten Boskovic, "Basa'dan hâlâ endişeliyiz çünkü sakatlığının ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Dzudovic ise dizindeki problemi maça kadar atlatacak" demiş. Karadağ da tıpkı Türkiye gibi seribaşı olarak girmediği kura çekiminde Çek Cumhuriyeti ile eşleşti ve bu ay içerisinde iki zorlu maça çıkıp Euro 2012 bileti kovalayacak. Son olarak Karadağ'ın açıkladığı kadroyu da vereyim elim değmişken...

Kaleciler: Mladen Bozovic (Videoton Fehervar), Srdjan Blazic (Panetolikos).


Savunmacılar: Savo Pavicevic (Maccabi Tel Aviv), Milan Jovanovic (Spartak Nalchik), Luka Pejovic (Jagiellonia), Marko Basa (Lille), Stefan Savic (Manchester City), Miodrag Dzudovic (Spartak Nalchik), Radoslav Batak (Mogredn Budva).


Orta Sahalar: Vladimir Bozovic (Rapid Bucharest), Nikola Drincic (Krasnodar), Milorad Pekovic (Greuter Furth), Mitar Novakovic (Amkar Perm), Mladen Kascelan (LKS Lodz), Simon Vukcevic (Blackburn Rovers), Marko Cetkovic (Jageillonia), Branko Boskovic (DC United), Elsad Zverotic (Young Boys Berne).


Forvetler: Stevan Jovetic (Fiorentina), Dejan Damjanovic (Seoul), Mirko Vucinic (Juventus), Andrija Delibasic (Rayo Vallecano), Fatos Beqiraj (Dinamo Zagreb), Radomir Djalovic (Amkar Perm).

Bilmemne Süper Lig

Spor Toto Süper Lig üzerine tartışmalar yürütüyoruz, ediyoruz lakin esas ilginç olan belki de ligin adı. Neden Süper? Niye Süper? Türkçe kökenli, muhafazakar bir isim desek değil, kendimize has bir isimle anılma arzusu desem hiç değil. Premier Lig deyince İngiltere, La Liga deyince İspanya, Bundesliga deyince Almanya, Serie A deyince İtalya... Peki Süper Lig deyince?

Biz kendimize Avrupa Yakası'ndaki Gaffur misali "Süperim!" diyelim lakin kazın öyle değil. Metrekare başına birden fazla Süper Lig düşüyor desek yeri. Benim üstünkörü araştırmayla bulabildiğim Süper Lig'ler şöyle:

Danimarka Süper Ligi
İsviçre Süper Ligi
Yunanistan Süper Ligi
Arnavutluk Süper Ligi
Kazakistan Süper Ligi
Sırbistan Süper Ligi
Slovakya Süper Ligi
Çin Süper Ligi
Güney Timur Süper Ligi
Malezya Süper Ligi
Yukarı Demerara Süper Ligi (Guyana)
Kosova Süper Ligi
Telsim Süper Ligi (Kuzey Kıbrıs)

Gazetecilikte aynı manşetle çıkmak iki gazete için de prestij kaybıdır çünkü herkesin aklına gelebilecek bir başlık kullanılmıştır. Benim şu tabloya baktığımda gördüğüm şey kendi ligini ucuzca pazarlamak kadar bu yaratıcılık yoksunluğudur. Marka değeri, Bilmemne Süper Lig'lerden birisi olmanın neresinde?

Kuzguna yavrusu Süper Lig görünürmüş, belki de o misal...

Beşiktaş 1-0 Dinamo Kiev || Karambole Değil!


Dexter'ın dördüncü sezon finali, Game of Thrones'un dokuzuncu bölümü ve Beşiktaş-Dinamo Kiev maçındaki karambol... Son dönemde beni böyle heyecan ve hayret karışımı bir ruh haline sokabilen sahneler bunlar. Öylesine acayip bir karambol izledik ki maçın önüne geçti, muhtemelen de seneler sonra bu maç hakkında hatırlanacak tek şey olacak. Öte yandan bu maçı Beşiktaş'ın "karambole kazandığını" söylemek de haksızlık olur.


Veli, isabetsiz şutlarına rağmen temposu ve başarılı paslarıyla
Beşiktaş orta sahasındaki toparlanmanın mimarlarından...
Sadece iki hafta önce Dinamo Kiev'e karşı sürklase olan, buna karşın uzatmalarda yediği golle 1-0 mağlup olan ilk 11'den 9 oyuncu bugün de sahadaydı. Yeni giren iki oyuncudan Veli Kavlak'ın özellikle oyunu hızlandırma ve kanatları topa sokma konusunda etkisini yadsıyamayız fakat bugün oynanan oyunda her bireyin kapasitesince ayrı ayrı katkısı mevcut ve bu sahada bir takım kimliğinin ortaya konmasını sağladı. Quaresma'nın göstermelik mücadele koşuları yerine savunmaya gerçekten katkı veren doğru müdaheleler yapabilmesi, Hilbert'in müthiş enerjisi ve bindirmeleri, savunmada başta Egemen'in hatasız oyunu takımın en tecrübeli isimleri Aurelio ile Ernst'in takımı öne yıkmasını sağladı. Gol bu baskıyla, organize bir atak üzerinden gelmemiş olabilir ama en iyi savunmayı rakip yarı sahaya yerleşip Kiev'e işlevi olan bir hücum yaratma olanağı vermeyerek aynı derecede önemli bir iş yapmış oldular.

Dinamo Kiev yabancımız değil, Avrupa kupası deplasmanlarına bakışları belli. Evlerinde kazanmaya, deplasmanlarda ise topu rakibe verip rakiplerine şans vermemeye oynuyorlar. Fakat Beşiktaş gibi öne yığılmada problem yaşayan ve Sivasspor gibi niteliği sorgulanabilir, vasat bir Süper Lig takımına dahi hapsolabilen bir ekip karşısında bu yaptıklarının pek bir mantığı yok. Semin'in yaklaşımı teoride doğru ama pratikte oldukça yanlış. Skorun 0-0 devam etmesine de güvenerek hücum tarafındaki arızayı çözme adına hamle yapmadı ve yedikleri golü fazlasıyla hak ettiler demekte sakınca yok.

Egemen kariyerindeki ikinci Avrupa kupası golünü attı...
Egemen Korkmaz'a ayrı bir parantez açalım. Bursaspor günlerinde de mücadeleci kimliğiyle bilirdik, takdir ederdik ama Trabzonspor'da yaptıkları, ardından Beşiktaş gibi zemini sağlam olmayan bir kadroda sorumluluk alıp savunmayı toparlayışı onu başka bir seviyeye taşıdı. Büyük bir futbolcu ve futbola bakışıyla tüm yerli oyunculara örnek olacak bir profesyonel. Beşiktaş adına epey kritik olan bu golün altında imza atması da ayrıca güzel oldu, hoş oldu.

Stoke City, Maccabi deplasmanından  da 2-1'le döndü, puanını 10'a yükseltti. Artık turu garantilemek için Kiev'den ya da Beşiktaş'tan alacakları tek puana bakıyorlar. Bu Beşiktaş'ın epey işine geldi zira Kiev'le ikili averajı eşit olsa da Stoke City ile ilk oynayacak takım Dinamo ve Semin'in öğrencilerinin hedefini son maça taşıması için İngiltere deplasmanında kazanması gerek. Yağmurlu bir perşembe akşamı Stoke deplasmanından galibiyetle çıkacak gibi de pek görünmüyorlar. Beşiktaş'ın fişi çekmesi adına önünde iki fırsat var ve Egemen'in hediyesi siyah-beyazlılara büyük bir avantaj sağladı. Acaba ilk iki dışında mı kalınacak derken şimdi iddiası pamuk ipliğine bağlı Maccabi'yi yenerek turu garantileme, belki de İnönü'de liderliğe oynama şansları var. Zaten Avrupa'daki temsilci sayımız ikiyken hiç de fena değil...

Beşiktaş: Cenk, İsmail, Sivok, Egemen, Quaresma, Veli, Hilbert, Aurelio (63 Necip), Simao (90 Holosko), Ernst, Almeida (87 Edu).

Dinamo Kiev: Shovkovskiy, Danilo, Betao, Khacheridi, Vukojevic, Aliyev, Garmash (46 Ninkovic), Yussuf, Correa (75 Ideye), Yarmolenko, Milevskiy.

Şampiyonlar Ligi'nde 4.Haftanın En İyi Golleri


1- Gregory Van der Wiel (Ajax)


Aslında bu golün bir numaraya yerleşmesi için van der Wiel'in harika bindirmesi ve topu Basel kalesinin tavanına asması yeterli olmayabilirdi fakat Ajax'ın genç Danimarkalısı Christian Eriksen pozisyonun güzelliğini bambaşka bir boyuta taşıdı. 19 yaşındaki yıldız önce yaptığı paralel koşu ile topu alıyor, daha sonra sırtındaki gözleriyle Wiel'in koşusunu görüp aşırtmalı bir topuk pası ile arkadaşına gönderiyor. Akıl almaz! Şimdilik daha büyük sahnelere çıkmaya gönüllü değil ama bir-iki yıla asisti yaptığı Gregory van der Wiel ile birlikte bambaşka yerlerde olacakları kesin.


2- Rodrigo Machado (Benfica)

Rodrigo Machado, izlerken insanı tatmin eden, muhteşem bir gol vuruşu yaptı ki tek başına ele alınırsa bence en iyisi. Zaten kanaatimce en başarılı şut stillerinden biri top yerden seker sekmez yapılan sert vuruşlar. İşte bu diyorsunuz! Rodrigo da bunun en şık örneklerinden birini 90'ın yan ağlarına takarak gösterdi. Şapka çıkartıyoruz...
*Golün kendi videosu kayıp, onun yerine maçın kısa bir özetini koyuyorum.

3- Roberto Soldado (Valencia)

Haftanın klas golcü vuruşuna ise Valencia'nın İspanyol santrforu Soldado imza attı. Tek kelimeyle harika. Zlatan Ibrahimovic'ten görürüz daha çok bu tip ayak altı vuruşlarını, aynı yaratıcılıkla müthiş bir tek vuruş yaptı Soldado. Bu vuruşun aynı zamanda takımını 2-1 öne geçiren gol olduğunu hatırlatmaya gerek yok!

Haftanın Duran Top Golü: Cristiano Ronaldo (Real Madrid)

Bu hafta özellikle yan toplarla birçok başarılı gole şahit olduk ama tercihimi yine de Ronaldo'nun harika kesmesinden yana kullandım. Hoş, takımının diğer golünü de penaltıdan attı ki o vuruşunun bunun kadar klas olduğunu söylemek zor. Gol için "kaleciyi önde yakaladı desek" de olur aslında. Ronaldo'dan bir poster çekimi daha...

Haftanın Organize Golü: Siem de Jong / Ajax
Efendim? Barcelona mı?

Trabzonspor 0-0 CSKA Moskova || Elde Var Beş!

Moskova'daki ilk maçta gördüklerimiz Trabzonspor adına Avni Aker'deki mücadelenin beklenenden zor geçeceğini işaret ediyor gibiydi. Avrupa'nın en formda golcüsü Seydou Doumbia ve kariyerinin en verimli dönemlerinden birini geçiren Vagner Love, daha önde oynaması muhtemel Trabzonspor'un sorunlu tandemini yarıp geçebilir, kontrataklar Şenol Güneş'in kabusu olabilirdi. Bu açıdan 0-0'lık sonuç tatmin edici gözükmese de bu açıdan fena geçmemiş bir sınava işaret ediyor.

Şenol Güneş, Avrupa kupalarında kullandığı 11'ine üç maçlık cezasını tamamlayan Burak Yılmaz'ı ekleyip yoluna devam etti fakat Slutski taşlarını yeniden dizmişti. Vagner Love'la Doumbia'yı ikiletmek yerine onu daha derine koyup bir oyun kurucu gibi faydalanmayı düşünen Rus hoca, Fildişili golcüye yardımı soldan Tosic'le getirtmek niyetindeydi.

Giray, kariyerinin en iyi maçlarından birini çıkardı.
Aslına bakılırsa Rus hocanın kafasındaki kurgu gayet iyi işledi. İlk yarının en net iki pozisyonu Vagner Love'ın derinlemesine paslarıyla Doumbia'nın Tolga Zengin'le karşı karşıya kaldığı anlardı. İlkinde Tolga'yı geçip ters ayakta kalması sebebiyle gecikince Giray'a takıldı, ikincisinde ise Tolga'ya takıldı. Bu ikili Trabzonspor adına maçın en iyi oyuncularıydı, zaten UEFA.com da maçın adamı olarak Giray'ı seçmiş. Bugünkü konsantrasyonu takdire şayandı ve kapasitesince iyi bir oyun ortaya koydu. Tolga ise özellikle uzaktan şutlarda gösterdiği ekstra performansla gerçekten Avrupa çapında bir form grafiği çiziyor. Eğer Real Madrid gözlemcileri bu maçı izlemişse Tolga'nın yanına birkaç artı daha eklemiştir. Doumbia için Spartak Nalchik maçından sonra "İnsanüstü formuna Avni Aker'de bir ara versin" demiştik, o da bizi kırmadı sağolsun. Pozisyonları harcadığı gibi bir de Zokora'nın tuzağına düşüp kırmızıyı aldı, son bölümde Trabzon'un elini kuvvetlendirdi.

Peki ya hücum?
Öte yandan hücumcuların bugün istediklerini pek yapamadıkları aşikâr. Şenol Güneş'in maç sonu açıklamasında "Onların bulduğu pozisyonlar bizimkilere göre daha fazla ve netti" demesi boşuna değil. Trabzonspor, haklı olarak Burak Yılmaz'ı merkez alan bir hücum planını uygulamak isteseler de ne Burak'ı doğru zamanda CSKA savunmasının arkasına kaçırabildiler, ne de onu doğrudan oyuna sokabildiler. Henüz ilk yarıda Burak'ın ofsayt sayısı 4'ü bulmuştu ve şamrelleme diye tabir ettiğimiz bir ortaya ani bir şut çıkarması dışında topla adam akıllı buluşabilmişti. Bu durumdan doğrudan sorumlu olan iki oyuncu Adrian Mierzjevski ile Gustavo Colman. Adrian birkaç haftadır çabasını ortaya koysa da formda olmadığını belli ediyor. Arjantinli orta saha ise özellikle ilk yarıda o kadar pasifti ki pas melekeleri vasatın altında olan sağ açık Serkan Balcı dahi ondan daha çok oyun kurucu sıfatını hak ediyordu. Topu Burak'a veremezseniz onun üzerinden de bir şeyler üretemezsiniz doğal olarak...

İlk yarıdaki bu tabloyu iyi okuyan Şenol hoca da boş durmayıp 60'ta iki yedek hücumcusunu sahaya sürdü: Alanzinho ve Henrique. Hafta sonunda Halil Altıntop'un Gaziantep deplasmanında altın golü çıkarmasına yardımcı olan Henrique'nin çok büyük katkı verdiği söylenemez lakin Alanzinho, takımı adına en tehlikeli oyun içi aksiyonunu yaratan isimdi. Kendi kaptığı topla Burak Yılmaz'ın başarılı çapraz koşusu yardımıyla CSKA ceza sahasına inen Brezilyalı hem bencil, hem de kötü bir vuruş yapmasa şu saatte üç puanı konuşuyor da olabilirdik. Bir de son dakikada direkten dönen korner var tabii. Madalyonun öbür yüzünde ise 73'te 10 kişi kalan rakibe verilen şut imkanları, pozisyonları da görmek gerekiyor. Zaten Şenol hoca 81'de son değişiklik hakkını Adrian'ı kenara alıp orta sahayı tutması için Aykut'a şans verdi ki bu da aslında 0-0'ı riske etmemek adına yapılmış bir hamleydi. İstediğini de aldı.

Elde var beş!
CSKA beraberliği Şampiyonlar Ligi'nde yola devam etme arzusuna sekte vurmuş olabilir fakat öte yandan Inter'in Lille'i iki maçta da yenmişken UEFA Avrupa Ligi bileti için de kapıyı epey bir araladı. Beş puanlı Trabzonspor ile CSKA Moskova, Lille'in üçer puan önünde ve Trabzonspor, Fransa deplasmanında kalesini kapatmayı başarırsa farkı üçte tutacak ve Avni Aker'e belki de beraberliğe tur atlayacak konumda gelecek. Inter-CSKA maçından çıkacak muhtemel bir Nerazzuri galibiyeti de bu bileti "first class"a çevirebilir. Şimdilik elde var beş, zaman dövünme değil son iki maça bakma zamanı...

Trabzonspor: Tolga, Celutska, Giray, Glowacki, Cech, Serkan (61 Alanzinho), Zokora, Colman, Adrian (81 Aykut), Halil (60 Henrique), Burak

CSKA Moskova: Gabulov, Ignashevich, Aleksie Berezustki, Dzagoev, Mamaev (79 Semberas), Tosic (69 Cauna), Aldonin, Vasili Berezutski, Schennikov (46 Nabakkin), Vagner Love, Doumbia

Torric Jebrin & Galatasaray?

Galatasaray'ın teknik patronu Fatih Terim'in play-off sistemi açıklandığı zaman yaptığı en ilginç açıklama "Bu sistemde devre arası transfer dönemi büyük önem kazanır" olmuştu. Bu yönde birkaç hamle görmemiz kuvvetle muhtemel ve Terim'in hedeflerinden biri Bank Asya'da olabilir.

İlk ciddi haber Gana'dan... Galatasaray, geçen sezon Bucaspor'a gelir gelmez dikkatleri üzerine çeken 20 yaşındaki orta saha oyuncusu Torric Jebrin'i devre arası transfer döneminde kadrosuna katmak istiyormuş. Söylenene göre yaz transfer döneminde de bir girişim olmuş ancak transfer gerçekleşmemiş. Ocak 2011'de Buca'ya gelen Jebrin'in sözleşmesi 2.5 yıllık ve 2013 yazında sona eriyor.

Galatasaray için Jebrin çok yerinde bir hamle olur çünkü takımın birisi derinde, ikisi içi oyuncusu olarak toplam üç orta sahaya şeklinde oynayacağı belli ve Selçuk İnan'ın partneri konusunda herhangi bir netlik yok. Engin Baytar burada formanın ilk sahibi. Sabri Sarıoğlu ve Emmanuel Eboue de bu bölgede kullanılıyor ancak doğal pozisyonlarının burası olduğunu söylemek güç ve performanslarına göre bu oyuncuların temposu yüksek bir yedeğe ihtiyacı olabilir. Ayhan Akman'ın yaşı da 34'ken gelecek sezona dair bile plan yapmak mümkün değil. Birçok Afrika kökenli oyuncunun aksine topla haşır neşir olmak yerine basit ve ayağa oynayan, riske girmeyen, ciğerli bir orta saha olan Jebrin'in Selçuk'u rahatlatma adına zaman zaman sahaya sürebilmek gayet iyi bir fikir.

Bu transfer konusunda belki de en önemli anekdot ise Buca cephesinden. Jebrin'in satılma ihtimaline karşı ayaklanan Bucasporfan.com'un bildirisine cevap veren Buca başkanı Şeref Üstündağ'ın verdiği demeç transfer girişimini doğrular nitelikte. Yeni Asır'daki 1 Kasım tarihli habere göre Üstündağ şöyle konuşmuş:

"Jebrin'i bu yönetim getirdi. Getirirken iyi de satmaya kalkınca mı kötü oluyoruz. Bu bir pazar, taraftarımız buna alışmalı. Jebrin keşke 3-5 milyon euro getirse. Bazen istenilen rakamlar olmuyor. Önümüzde Batdal örneği var. Yetiştirdiğimiz Batdal, elini kolunu sallayarak gitti. Sözleşmesi bitecek oyuncuyu nasıl tutacaksın. Değerini bulduğu an vermek lazım. Eğer Jebrin'i satsaydık, sezon başında daha satardık. Vermediğimiz için maddi sıkıntı çekiyoruz. Biz bu işi biliyoruz. Bize işimizi kimse öğretmesin"

Aynı haberde Fatih hocanın 92 jenerasyonunun daimi sağ beki Ahmet Kamil Çörekçi'yi de istediği yazılıyor. Buca'ya Millwall'dan geldi ve Türkiye'ye ve Türk futbol temposuna ayak uydurmayı başardı. Gelirse o da şans bulamayan Serkan Kurtuluş'tan daha yararlı bir yedek olabilir. Gelişmeleri takip edeceğiz...

Zenit 1-0 Shakhtar || Hep Beraber Merkeze

Şampiyonlar Ligi'nin en karışık gruplarından birisi G Grubu. Zaten birinci torbadan Porto'nun gelmesiyle sıkı bir Porto-Zenit-Shakhtar rekabeti bizleri bekliyordu ki bunun üzerine bir de Apoel'in muazzam performansı eklenince koğuş iyice karıştı. Bugünkü Zenit-Shakhtar mücadelesi de o yüzden ayrıca önemliydi ve kazanan ev sahibi Zenit oldu.


Eski Sovyet Ligi karşılaşmalarına andıran mücadelenin iki tarafı da son 10 yılda finansal güçlerini iyi kullanarak kendisini kabul ettiren, Avrupa'nın saygı duyulan ekipleri. Zenit 2007'de, Shakhtar 2009'da UEFA Kupası'nı müzesine götürdü, iki takım da tecrübeli ve kariyerli hocalarla çalışıyor: Spaletti ve Lucescu. Lakin tüm bu dengeli görüntüye karşın Zenit, rakibini özellikle ilk 45 dakikada adeta sahadan silen taraftı.

Lombaerts'in ön direk koşusu ve kafa vuruşu...
Karşılaşmanın kilidini çözen Zenit orta sahasının insan üstü performansıydı. Özellikle Denisov hem Shakhtar ataklarını kesen, hem de takımın ataklarını başlatan isim olarak izleyenleri kendine hayran bıraktı. Kendisine yakın oynayan Zyranov ve Shirokov ile ön alanda serbest oynayan, takımın yaratıcı oyuncusu Danny ile öylesine iyi pas yaptılar ki Lucescu takımı sahadan çekse iyiydi. Kesinlikle kendilerine has bir pas yapma stilleri var. Sert, dikine ve ayağa. Shakhtar gibi üst düzey bir takımın göbeğini hallaç pamuğu gibi attılar ki kaleci Rybka, 1-0 geride kapattıkları ilk yarının en iyi isimlerinden biriydi. Hatta öyle ki önce karşı karşıya bir pozisyonu kornere çeldi, o korneri de savuşturdu, ikinci kornerde savunma Lombaerts'i kaçırdı ve gol oldu. Takım arkadaşlarına sövse yeriydi. Ayrıca stoperde de sağlam duran Lombaerts'in başarılı ön direk koşusunun da altını çizelim.

Dar alanda oynanan bu tempolu oyuna Lucescu'nun öğrencilerinin vereceği bir cevap yok gibiydi. Top kendilerinde kaldıkları anda yedikleri presten dolayı etkili bir şekilde hücum geliştirme şansları da sıfıra yakındı. İlk yarıda sadece Alex Teixeira'nın cılız birkaç denemesi oldu, pozisyon ise hak getire. Burada Jadson'un eksikliği de önemliydi ki Brezilyalı kolonisinin üyelerinden Luiz Adriano ve Willian'ın da çok kötü bir maç çıkardığını söylemek gerek. Hele takımın en uçtaki elemanı Luiz Adriano ne suya dokundu, ne sabuna.

İkinci yarıda da hakimiyet Zenit'teydi fakat skor üstünlüğünün de etkisiyle kontratak alacak alanı Shakhtar'a bırakıp biraz daha topun arkasına geçtiler. Lucescu da ilginçtir, ilk yarıda ayakta kalabilen ender isimlerdne Alex Teixeira'yı alıp Douglas Costa'yı sahaya sürdü fakat topa hakim oldukları dönemlerde de pozisyon üretemediler. Topla oynama yüzdelerinin birbirine yaklaştığı 80'lerde ekrana gelen bilgi notu maçı özetliyordu. Şut denemeleri / Zenit: 19, Shakhtar: 5.

Zenit puanını 7 yaptı. Apoel'in de Porto'yu yenerek 8 puana yükseldiği ortamda bu üç puan altın değerindeydi fakat Shakhtar vasat oyunuyla son iki haftaya 2 puanla girerek Avrupa'da devam etme şansını riske soktu. Zenit'in bu iç saha performansıyla Rusya Ligi'nde lider olmasına şaşırmamak lazım, Doumbia-Love gibi bir ikili bile bu takımı yakalamaya yetmez. Bu iç sahada üst üste kazandıkları 9. Avrupa kupası maçı. Mücadeleyi statta seyreden devlet başkanı Dmitri Medvedev'i memnun ettikleri kesin...

Shakhtar Donetsk: Rybka; Shevchuk, Kucher, Rakitskiy, Srna; Mkhitaryan, Hübschman; Willian, Alex Teixeira (68 Douglas Costa), Eduardo; Luiz Adriano (Seleznov)

Zenit St. Petersburg: Malafeev; Criscito, Lombaerts, Hubocan, Anyukov; Denisov, Shirokov, Zyryanov; Danny (85 Lazovic), Faizulin, Bukharov (81 Semak)

Fenerbahçe 1-0 Karabükspor || 10x > 11y


Kadıköy'de oynanan hemen her maçın enteresan bir hikayesi oldu bu sezon fakat bu herhalde en absürtleriydi. Teoride maçın seyrini Fenerbahçe aleyhine değiştirebilecek en uç ihtimallerden biri belki de takımın lideri Alex'in maç başında göreceği bir kırmızı kart olurdu. Öte yandan öyle bir maç oynandı ki birlikte oynama alışkanlığının, bireysel kalitenin saha içinde bir birey fazla bulundurmaya net şekilde baskın geldiği görüldü. 10 Fenerbahçeli, 11 Karabüklü'yü yok etti. Peki bunun sebepleri neler?

Fenerbahçe kaptanı Alex, sekizinci Süper Lig sezonunda
ikinci kez (doğrudan) kırmızı kart gördü.
Alex arkadaşlarını 10 kişi bıraktığında iki takımın planı da doğal olarak değişti. İlk 30 dakikayı baskın oynaması beklenen Fenerbahçe frene basmak durumundaydı ve taşlar yerinden oynayacaktı. Emre Belözoğlu, Alex'in oyunu yönlendirme görevini karşılamak adına biraz daha ön bölgeye gelip sorumluluk üstlenecek, orta sahanın kalan bireyleri daha büyük bir alanı savunacak, takımın en ciğerli forveti Henri Bienvenu ise daha çok efor sarf edecekti. Bunlar tamamdı ama sahada yaşanan bu değişikliğe hazır olmayan 11 kişi vardı: Karabük oyuncuları.

Zaten iyi bir sezon geçirmeyen Yücel İldiz'in öğrencileri, reaktif durumdan proaktif duruma, yani topa sahip olma zorunluluğuyla başa çıkmakta çok zorlandı. Zorlandı hafif kalır, resmen çuvalladı. Topa bir bomba muamelesi yapıp karakola götürmedikleri kalmamıştı ki kazanılan topu Mehmet Topuz aracılığıyla Bienvenu'nun koşu yoluna atan Fenerbahçe, bu afallamayı fena cezalandırdı. Bu golden sadece birkaç dakika önce Gökhan Gönül'ü sağ çizgiye kadar indirmiş, Kamerunlu yanlış vuruş tercihi sebebiyle boş kaleyi bulamamıştı. 16.dakikadan ilk yarının son düdüğüne kadar bu saçmalama hali de devam etti.

Bienvenu, Semih'in formsuzluğunda takımına
önemli katkı sağlamayı sürdürüyor.
İldiz'in takımı elbette ileri uçta Emmanuel Emenike gibi komple bir forvetin yokluğunu arıyordu ve Shelton özellikle top tutma konusunda Nijeryalıyı fazlasıyla aratıyordu fakat esas özlenen isim Emenike kadar Hakan Özmert'ti. Florin Cernat'ya ayak uydurabilecek pas yetisine sahip, orta sahayı tutabilen bir Hakan yokken ne Romanyalı eski havasındaydı, ne de isabetli pas becerisiyle öne çıkan Ragued dişe dokunur bir organizasyonu başlatabiliyordu. Prese bile gerek yoktu neredeyse, üçüncü pas bir şekilde Fenerbahçelileri buldu ve zaten eksik kalmanın motivasyonuyla enerjilerini sonuna kadar kullanmaya meyilli sarı-lacivertlileri 45 dakikanın tek hakimi yaptı.

İkinci yarı kısmen değişen ise biraz Karabük'ün futbol aklından yoksun haliydi. Top tekniği nispeten daha iyi bir Bilal Kısa ile etkisiz kalan Ali Kuçik'in yerine giren Ahmet Cebe en azından topu Fenerbahçe yarı sahasında tutulmasına yardımcı oldu ki bunda doğal olarak ekonomik oynayamayan sarı-lacivertli orta sahanın defansa gittikçe yaklaşmasının da payı vardı. Emre düştükçe yarı sahadan çıkmak bireysel çabalara kaldı ve takım yoruldukça Karabük'ün beceriksiz pas denemeleri dahi bir şekilde dönüp dolaşıp yeni bir deplasman akınını başlattı. İldiz'in takımı sadece Shelton'ın ilk adım çabukluğuyla 63'te maçın kendileri adına en net pozisyonunu buldu ama Jamaikalının son vuruşunun kalitesi biraz da takımın kalitesini özetler gibiydi. Cılız akınlar Volkan'ın kucağında eridi, gitti.

Maçın Dikkat Çekenleri

Caner, takımı adına ön plana çıkan oyunculardan biriydi.
Caner Erkin (Fenerbahçe): Andre Santos'la topla yumuşaklık bakımından yarışamasa da benzer melekelere sahip olan Caner Erkin, Ziegler'in gelişiyle birlikte oyununu iki seviye üste taşıdı. Sol önde her daim daha başarılı bir görüntü çizen Caner, takımdaki ortak akıldan en çok faydalanan isimlerden biri ve birçok yerli oyuncuda olmayan atletik becerilerini daha verimli kullanma konusunda aşama kaydediyor. Bugün Kadıköy'de ismine tezahüratlar yapılması boşuna değildi.

Anthony Seric (Karabük): Yetersiz orta saha, yetersiz hücum hattı ve yetersiz kanatlar arasında rolünün en fazla dışına çıkan ve katkı veren Karabüklü bir dönemin Beşiktaşlısı Seric oldu. İleri çıkıp zor pozisyonlarda soldan üç tane etkili orta yaptı, ne yaptığı konusunda hiçbir fikri olmayan arkadaşlarının oyununa derinlik kattı. Bugün rahat uyuyacağı kesin.

Alex de Souza (Fenerbahçe): Dünya çapında bir oyun zekası olduğu aşikâr ve genelde birebir mücadelelerde savunma tarafında yer almayışının, daha çok koşuyla pas açısı daraltarak savunma yapmasının bir sebebi var. Alex'in en zayıf yönü bu ikili mücadeleler ve yersiz fauller yapabiliyor, kartlık hareketlerde bulunabiliyor. Şahsen pozisyonu biraz gri olarak görsem de Brezilyalı yıldızın böyle bir yanı da mevcut. Kazanılan galibiyete en çok sevinenlerdendir şüphesiz ama yokluğu en az iki maç boyunca hissedilecek.

Luton Shelton (Karabük): Öyle bir adamın halefi olarak geldi ki doğal olarak insan birkaç spekteküler hareket ve gol yollarında üstün bir beceri görmek istiyor lakin Karabük yönetimi aradığını pek bulmuş gözükmüyor. Tamam, Shelton'ın da belli bir düzeyde atletizmi var ama onu Emenike'yle aynı cümlede kullanmak bile futbola bir noktada saygısızlık. İki sezon sonra bu topraklarda adının çoktan unutulmuş olması kuvvetle muhtemel.