Vodcast #4 || Beşiktaş'ın Tasarruf Tedbirleri

Yılın son gönderisi ve vodcasti de Beşiktaş'ın mali politikası ve tasarruf tedbirleri. İyi seyirler...

Vodcast #3 || Trabzonspor'un Olcan ve Jebrin Transferleri

İlk vodcast serimizin üçüncü bölümünde Trabzonspor'un Olcan Adın ve Torric Jebrin transferlerini değerlendirdik...

Vodcast #2 || Galatasaray'ın Ocak Transfer Stratejisi

İlkini Fenerbahçe özelinde yapmıştık, ikincisi Galatasaray'ın devre arası transfer dönemindeki yaklaşımı üzerine... Yarın yayınlanacak iki vodcasti de Trabzonspor'un Olcan Adın ve Torric Jebrin transferlerine ve Beşiktaş'ın tasarruf tedbirlerine ayırdık. İyi seyirler...

Ve İlk Vodcast || Alper Potuk, Özgür Çek & Fenerbahçe

Sihirli Krampon Blog yazarı ve Sportivi'deki Hat-Trick programından yorumcu arkadaşım Kerem Akbaş ilk kez bu fikrini açtığında "Vodcast, he mi" minvalinde bir tepki vermiştim. Sonunda en zor kısmı olan ilk adımı attık ve çalışmalarımızı 2011 sonunda tamamladık! 20'şer dakikalık 'vodcast'ler halinde her hafta düzenli olarak yayınlayacağımız bu videolarda spesifik bir konu üzerine sohbet edeceğiz, fikirlerimizi paylaşacağız. Konular değiştikçe bazen aramızda başka arkadaşlar da olacak ama temel formatımız bu.

Şimdilik iki sıkıntımız var, birisi isim, diğeri intro. Intro üzerine çalışmalarımız devam ediyor ama isim için de sizlere danışmaya karar verdik. Bizim aklımıza yatan en güzel ismi öneren arkadaşımıza Simon Kuper'in Futbolun Şifreleri kitabını hediye edeceğiz. Ayrıntılar vodcastlerde.

Sırasıyla Fenerbahçe'nin Alper Potuk ve Özgür Çek transferleri, Galatasaray'ın transfer stratejisi, Trabzonspor'un Olcan Adın ve Torric Jebrin hamleleri ile Beşiktaş'ın tasararruf tedbirleri ilk hafta başlıklarımız. Camiamıza hayırlı olsun.

Hayatım Futbol, 3 Ay, 13 Sayı


Ekim ayında başladığımız dergi yolculuğumuzda üç ayı devirmek üzereyiz ve 13.sayıya ulaştık. Twitter'la sadece o ana sıkışıp kaldığımız, aylık dergilerin ise günceli yakalamakta güçlük çektiği ortamda Türkiye'de benzeri olmayan, haftalık bir futbol dergisi çıkarmaya çalışıyoruz ve ilk sayıdan bugüne kadar geldiğimizde gittikçe gelişen bir iş olduğunu görmek zor dğeil.

Sevgili İlker Yılmaz'la birlikte editörlüğünü üstlendiğimiz, bloglardan tanıdığınız birçok iyi kalemin de düzenli olarak yazılarıyla katkıda bulunduğu Hayatım Futbol'un 13.sayısında iki konuk yazara da yer verdik. Türk futboluyla yakından ilgilenen Dar Alanda Uzun Paslar Blog'unun yazarı Göksel Sert, bizler için Türkiye liglerinin en başarılı takımı Bozüyükspor'u yazdı. Mesleği gereği zaten ekonomiyle haşır neşir olan Sihirli Krampon Blog'un yazarı Kerem Akbaş ise bizlere menajerlik ekonomisinin boyutlarını çarpıcı bir şekilde anlattı.

Ayrıca derginin kapağında yer alan, Fenerbahçe'nin devre arası transfer hedeflerinden Borges'i Alper Öcal yazdı. Ben de futbol tarihinin gelmiş geçmiş en büyük hocaları arasında yer alan Bela Guttman'ın Benfica dönemine dair bir şeyler karaladım, meraklılarına duyurulur.

Her zaman olduğu gibi dergiye dair olumlu, olumsuz her türlü görüş ve önerilerinizi bekliyoruz.

Daha birçok yazı, video ve fotoğraf içeriğine ulaşabileceğiniz 13.sayının linki şu: Hayatım Futbol, Sayı:13

Eğer "Uğur, sen bu dergiye daha önce neler yazmıştın, göremedik" diyenler ise arada bazı fireler olsa da şuradan Hayatım Futbol'daki eski yazıalrıma ulaşabilirler: Uğur Karakullukçu, Hayatım Futbol Arşivi

Fatih Terim'den Adana Demirspor Yorumu

Rivayet odur ki aynı yıl Adana Demirspor'a 3-0 kaybedilen maçta Erol Togay'a kafa atıp kırmızı kart gören Fatih Terim, 11 Aralık 1983'teki maça fena bilenmiştir. Devre arası geldiğinde skor 5-0'dır ama soyuna odası koridorlarını inleten bir Fatih Terim vardır: "0-0 gibi oynamayanın anasını..." Çünkü bu Fatih Terim için kırmızı kart görüp atıldığı maçın intikamıdır.

Aradan 28 yıl geçti, Fatih Terim üçüncü kez Galatasaray'ın başında ve Türkiye Kupası'ndaki rakipleri Adana Demirspor. Zevkli, nostaljik bir mücadele olacağı kesin, işin içinde Galatasaray'a Adana Demirspor'dan gelen Fatih Terim, bir başka Adanalı Hasan Şaş gibi aktörler de olunca keyfi de bir başka olacaktır.

7'den 77'ye Ryan Giggs

38 yaşındaki bu adam kendisinin de istemesi halinde Manchester United'dan bir yıllık daha kontrat önerisi alacak ve 39 yaşında bir hücum oyuncusu olarak Premier Lig'de forma giymeyi sürdürecek. 22 yıl... Benim 90 dakikasını hatırladığım ilk maç olan Manchester United-Galatasaray maçında da Ryan Giggs vardı, 99'da Bayern'in elinden Devler Ligi'ni alırken de; David Beckham'la da oynadı, Cristiano Ronaldo'yla da... Şu anda hâlâ forma giymeye devam eden futbolcuların en büyüğüdür bu yüzden gözümde. Saygılar abi...

Wigan Athletic maçından sonra Sir Alex Ferguson:

"Bence Ryan bir yıl daha oynayabilir. Ne hızı, ne dayanıklılığı, ne de enerjisi üç yıl öncekinden farklı. Kesinlikle hiçbie fark yok. Bu harika bir şey. Onunla sonsuza kadar devam edemeyeceğimizi biliyoruz ama en az bir yıl devam edebileceğimiz kesin. Tabii Ryan da isterse"

Alper Potuk Neden 5 Milyon Avro?

Günün 5 milyon avro değerindeki sorusu: Yerli oyuncuya bu kadar büyük bonservis bedelleri ödenmeli mi? Daha spesifik olmak gerekirse Alper Potuk bu kadar eder mi? Bu elbette paranın ödendiği oyuncuya göre değişir. Kayserispor'daki performansı düşüşte olan Mehmet Topuz'a 9 milyon avro, Trabzonspor Gökhan Ünal'a 5 milyon avro öderken bunların cep yakan transferler olduğu konusunda herkes hemfikirdi ama peki ya Alper için? Ben bu soruya evet diyemiyorum çünkü amiyane göndermeyle "bir transfer asla sadece bir transfer değildir", koşulları da göz önünde bulundurmak gereklidir. Alper Potuk için 5 milyon avro elbette ucuz değil ama çok pahalı demenin de yanlış olduğunu düşünüyorum. Neden?

1-Mevkii
Alper Potuk her şeyden önce bir takım için en önemli bölge olan orta sahanın ortasında oynuyor ve iki sene içinde ortaya koyduğu istikrarlı performans ve yetenekleri gösterdi ki 20 yaşındaki Alper, Emre Belözoğlu ve Selçuk İnan sınıfına geçebilecek en önemli yerli orta saha oyuncusu adayı. Bu adamlar fark yaratan oyunculardır, o bölgeyi kaliteli bir yerliyle doldurabilmek zirveye oynayan bir kadro inşaasında temel taşlardan birini yerleştirebilmek demek. Top sürme becerisi olan, dinamik, ayağı düzgün, defansif açıdan da sağlam durabilen bir oyuncu Alper. Bu açıdan bu düzeyde bir fiyat çekilmesi normal.


2-Gelişime açıklığı
Burası birçok kişi için göreceli bir kavram ama Alper, üzerine koyabileceğini gösteren, sahada yapabildikleriyle zaman ve maç tecrübesinin katkısıyla daha ileri gidebileceğini gösteren bir oyuncu. Şu an "bir Emre ya da Selçuk değil" diyebiliriz ama onların hemen arkasına rahatlıkla yazarız. Fenerbahçe'de ne şekilde kullanılacağı, oynatılıp oynatılmayacağı gibi faktörler de göz önünde olacaktır ama bugün görülmese de milli takım düzeyinde bir orta sahaya dönüşme yolunda olduğunu kimse yadsıyamaz.

3-Konjonktür
Bir başka önemli nokta da bu. Bir oyuncunun etiketi sadece kalitesiyle belirlenmez, günün koşulları da en az onun kadar önemlidir. Bir palto almaya mayıs ayında gitmekle kasım ayında gitmek arasında büyük farklar vardır. Yaz transfer dönemi ile ocak ayında bu kalibrede bir transfere girişmek arasında da bu tip bir fark var. Herkesin planlama yaptığı, Eskişehir'in de yerine bir başka oyuncu koyabileceği yaz döneminde olsa belki bu fiyat bir nebze daha düşük olabilirdi ama devre arasında bu adam isteniyorsa bu fiyat ödenir. Galatasaray'ın geçen yıl Yekta Kurtuluş'a 3 milyon 750 bin avro, Bogdan Stancu'ya 5 milyon avro ödemesinin sebebi de bu. Kışın karpuz yemenin bir bedeli var.

Alper Fenerbahçe için ne anlam ifade ediyor?
Her şeyin ötesinde belki de ilk olarak buraya bakmak gerek. Fenerbahçe için Alper ne anlam ifade ediyor ki bu para gözden çıkarılıyor. Madde madde sıralarsak;

1- Fenerbahçe'nin gelecek sezon ne konumda olacağı belli değil, Bank Asya 1.Lig'de de yer alma ihtimali varken kaliteyi koruyabilmenin tek yolu her şartta Fenerbahçe'de kalıp oynayacak yerli oyunculara yaslanmak. Fenerbahçe planını Lugano'ya, Santos'a, Niang'a ya da Cristian'a göre yapamaz. Plan Serdar Kesimal'ın, Alper Potuk'un, Caner Erkin'in Bank Asya'da da düzenli oynayıp Süper Lig'e dönüldüğünde hazır bir iskeletin korunabileceği düşünülerek yapılır. Fenerbahçe'nin 3 Temmuz sonrası bütün parayı yerli oyunculara dökmesinin en temel sebebi bu. Sanılanın aksine ligde kalınacağının garantisinin alınması değil, tam tersi alınamaması sebebiyle bu böyle bana göre.

2- Emre Belözoğlu... Aykut Kocaman'la yaşadığı son sürtüşme onun da gelecek sezon planları içinde olmadığını işaret ediyor olabilir. Zaten Atletico, Benfica gibi takımların da onu devre arasında alabileceği yazıldı, çizildi. Alper Potuk transferi de bu söylentilerle beraber okunursa daha büyük anlam kazanıyor. Eğer 32'sini doldurma yolunda ilerleyen Emre'den de ortalama bir bonservis bedeli çıkarılırsa Bank Asya tehlikeli Fenerbahçe'nin Alper-Emre değişimini yapmasının makul durduğunu söyleyebiliriz.

Sonuç olarak; Alper Potuk ucuz bir transfer olmamakla birlikte mantıklıdır ve bir plan dahilinde gerçekleştirilmiş bir hamle gibi durmaktadır. Oyunculuğu tartışılabilir ama Süper Lig'de ve ümit milli takımda canlı olarak izlediğim orta sahadaki çocuk yatırım yapılmaya değer. Kestirip atmamakta, önce izlemekte fayda var.

Burak Yılmaz ve Diğerleri

Süper Lig'de 17 maç haftası tamamlandı ve gol krallığı sıralaması bu... Burak Yılmaz ve diğerleri. 16 gol atan Burak'ın en yakın takipçisinin 7 gollü Pierre Webo olması hem ligin ilk yarısının durumu, hem de Burak'ın ne kadar büyük bir iş yaptığının en net göstergesi. Bu iki konuya da Hayatım Futbol'da ve blogda derinlemesine değineceğiz. Şimdilik malumu ilan edelim.

Xherdan Shaqiri Nereye?


Bizim basın adı az çok duyulmaya başlayan yıldız adaylarını muhakkak bir Türk kulübüne yakıştırır. Bugün uğruna 40 milyon avroluk tekliflerin reddedildiği Eden Hazard için onlarca Fenerbahçe haberi bulabilirsiniz arşivden. Basel'in genç yıldızı Xherdan Shaqiri de biraz o hesap...

Shaqiri'nin dünya vitrinine çıkması aslında yeni değil, 2.5 sene önce Nijerya'da düzenlenen U-17 Dünya Kupası'na dayanıyor. Türkiye'nin de bugün Gaziantepspor'un başındaki Abdullah Ercan yönetiminde çeyrek final gördüğü turnuvanın şampiyonu İsviçre'ydi ve o takımın en önemli oyuncusu tartışmasız Xherdan Shaqiri'ydi. Wolfsburg'a transfer olan Ben Khalifa gibi isimler de vardı elbette ama Shaqiri takımın yaratıcı gücüydü, hücum lideriydi.

O günden bu yana takımı Basel'de düzenli olarak forma giyen Shaqiri son altı ayda kendini Avrupa piyasasına iyiden iyiye ispatladı. Yaz döneminde oynanan U-21 Avrupa Şampiyonası'nda takımını finale kadar taşıyan isim yine Shaqiri'ydi. De Gea, Thiago Alcantara, Iker Muniain ve Juan Mata'nın oynadığı, efsane bir İspanya takımına boyun eğdiler ama Shaqiri turnuvanın açık ara en iyilerinden biri oldu. Turnuvanın arkasından "Su içinde 10 milyon avro" muhabbeti yapıyorduk ki artık İsviçre Milli Takımı'nın da düzenli bir oyuncusu. Şimdi 10 milyon avroya alana da şapka çıkarmak gerek çünkü bu 19 yaşındaki adam takımı Basel'i Manchester United'ın önünde Şampiyonlar Ligi'nde son 16'ya taşıdı. 15 milyon avrodan aşağı bir teklife Basel'in masaya oturacağını hiç sanmıyorum açıkçası.

Tavsiyem "Amrabat'tan vazgeçen Galatasaray, Shaqiri'ye yöneldi" gibi absürt haberlere kulak asılmaması. Shaqiri'ye yönelmek için de vazgeçilecek oyuncu Amrabat değildir zaten, mantık hatası oradan başlıyor. Galatasaray'ın eli eskisinden rahat ve beklenmedik transferler görebiliriz, eyvallah da bu kadarını da değil. Xherdan Shaqiri gitse gitse epey sağlam bir paraya İngiltere'ye ya da İtalya'nın kalburüstü bir ekibine gider. Onun da devre arası gerçekleşmesi pek mantıklı gözükmüyor.

2007 Erciyes, 2009 Galatasaray, 2012 Karabük

Kalede Orkun Usak, orta sahada Mustafa Sarp ve kulübede tabii ki Bülent Korkmaz... Ayrılmasına ve ayrılış şekline her Galatasaraylının üzüldüğü "Büyük Kaptan"ın 2007 Erciyesspor'unda yaptıklarına saygı duyuyoruz elbette ama kötü organize edilmiş bir kadroyu daha doğru düzenlemek ve gelen sonuçlarla kazanılan özgüvenin getirileriyle yaptıklarının arkası hiçbir zaman gelmedi, bu gidişle de gelmeyecek. Bursaspor, Gençlerbirliği, sonra Galatasaray derken dönüp dolaştığı nokta yine aynı. Beş sene önce de küme düşme hattındaki bir takımın başına devre arası gelmişti, bugün de öyle ama Bülent Korkmaz aradan geçen beş yılda yaptıklarıyla yüzleşmek yerine hâlâ ve hâlâ çözümü geçmişinde arıyor.

İkinci yarısının kısa bir bölümü hariç Beşiktaş kalesine gitmekte dahi zorlanan, orta sahayı dahi geçemeyen Karabükspor'da devre arası transfer çalışmaları başlamış, ilk hedef de Bülent Korkmaz referansıyla Mustafa Sarp... Türk futbolunda linç kültürünün temel öğelerinden biri haline geldiği için çok da laf etmek istemiyorum Mustafa'ya aslında ama Bülent Korkmaz referansıyla Galatasaray'a geldiği günden bugüne çizdiği profil hocasınınkinden farksız. O da 2007'de Erciyesspor'daydı, beş yıl sonra Karabükspor'da aynı role oynayacak ama aradan geçen zamana iki UEFA, üç de şampiyonluk sığdırmışçasına yaptığı özgüven dolu açıklamalara diyecek yok. Galatasaray, Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin tekliflerini reddedip Karabük'ü seçmesinde bu yüksek özgüvenin de payı büyük olsa gerek!

2007 Erciyes, 2009 Galatasaray ve 2012 Karabük... Atanına, tutanına, kulübesine kadar her şey aynı.* Eğer Orkun Usak'ı Galatasaray, Bülent Korkmaz'ın başında olduğu Bursaspor'un elinden almasaydı bu listeye bir de 2008 Bursa eklenecekti. Başta Galatasaray'ın olmak üzere Türk futbolunun bu tablodan çıkarması gereken bazı dersler var gibi...

*Mustafa Sarp, Bülent Korkmaz aracılığıyla gelse de Galatasaray'da beraber çalışma şansı bulamamışlardı.

Melo ve Çetesi || Galatasaray 1-0 Manisaspor


Bu sene ligde en sıradışı işi yapan ekip kim derseniz adaylarımdan birisi kesinlikle Manisaspor olurdu. Eti budu belli, daha önce başardıkları sınırlı bu kadroya maddi sıkıntı nedeniyle bonservissiz alınan Akaminko ve Klukowski dışında adam akıllı takviye yapamayan Manisa'nın Kemal Özdeş yönetiminde geldiği nokta hakikaten takdir edilesi. Sahadaki her oyuncu doğru rolde ve birbirini iyi tamamlıyorken özellikle savunmada geçit vermemeyi biliyorlar ki bugün de maçın kilitlenmesinde ve beraberliğe doğru yol alınmasında bunun payı çok büyüktü. Savunmanın göbeğindeki Hüseyin ve Dixon ile eski Ordulu Akaminko harika bir oyun çıkarttı ama golsüzlüğü bozan sihri yapan bir isim vardı: Selçuk İnan.

Sezon başında hangi takıma giderse lig dengelerini o takım lehine bozacak bir anomali görüntüsündeki Selçuk, Trabzon'da ortaya koyduğu ligin en iyi ve istikrarlı oyun kurucusu etiketinin ağırlığını Galatasaray'da henüz tam anlamıyla koyamadı belki, kabul. Fakat Galatasaraylıların yıllardır görmediği orta sahadan gol desteği alma, serbest vuruştan gol bulma gibi yaklaşık bir 10 yıl önce mazi olmuş özel katkıları sağlaması bile bugün onu apayrı bir değer olarak ortaya koyuyor. Beşiktaş maçında denemişti ama falsosu fazla gelmişti, Trabzonspor maçında ağları buldu, Manisaspor maçında topun başına geçtiğinde yanımdakilere "Selçuk barajın üstünden aşıracak ve gool" dedirtecek düzeye geldi. Öyle de oldu. Hakikaten büyük oyuncu, büyük bir futbol talihsizliği yaşamazsa daha da iyi olacağını söylemek güç değil ama bugünkü Galatasaray'ı geçen seneden ayıran isim kim derseniz bu Selçuk İnan değil Felipe Melo olur. Bugünkü takıma da Q7 fenomenine gönderme yapacak olursak olsa olsa "Melo ve çetesi" diyebiliriz.

Bugün Manisaspor maçı tartışılırken Ege ekibinin mükemmel uyumu ve öne çıkan takım kimliğinden ziyade Galatasaray'ın bulduğu pozisyon sayısının diğer maçlara göre az kaldığı, oyunu domine edemediği yönünde yorumlamalar gelebilir ama esas ıskalanan bence Galatasaray'ın kalesinde neredeyse hiçbir tehlike yaşamamış olması. Bunda en büyük pay sahibi ise savunma dörtlüsünün önünde tek başına bir hat, bir duvar gibi duran Felipe Melo'dur. Onu maç içinde sağ ya da sol çizgiden kontraya çıkmak zorunda kalan adamın ayağından topu aldığını, olmadı taca attığını defalarca görebilirsiniz. Birebirde zaten üstün fiziğiyle geçilmesi çok zor oyuncu ki bugüne kadar kariyerinde en büyük eleştiri noktası olarak öne çıkan konsantrasyon problemini de Türkiye'nin ve Galatasaray'ın değişik havasıyla atmış görünüyor. Melo ait olduğu yeri buldu gibi ve bunu saha içine yansıttığı enerjiyle de görebilmek mümkün. Onun yanında çok daha rahat oynayan Selçuk, yetenek tamamlayıcısı Engin, Fatih Terim etkisiyle daha özverili oynamaya gayret eden Emre... Bunları bu sene fark yaratanlar olarak görebilirsiniz ama bu oyuncuları bir arada tutan arkalarında Melo gibi bir bodydguard'ın duruyor olmasıdır.

Manisaspor maçında Muslera'nın tek kurtarışını yaptığını saymazsak kalesinde tehlike dahi yaşamayan Galatasaray'ın galibiyet serisini 6 maça çıkarmasında hücumunun yanı sıra bu savunma performansının da payı büyük ve genelde bu atlanıyor. Devre arasında derinleştirilecek bu kadronun özlenen günlere yelken açabileceğini artık görmek mümkün. Kemal Özdeş'in öğrencileri de büyük bir takdiri hak ettiği gibi ligi ilk 8'de bitirecek oyun düzeni ve kalitesine sahip olduğu gerçeğini kabullenmek gerekiyor. Satabilecekleri oyuncular da belliyken onların alternatiflerini hazırda tutup maddi zorluklara rağmen bir seviye üste çıkma ihtimalleri de var. Güzel takım, güzel ekip. Yolları açık olsun...

İdam Sehpasındaki Milan Baros: Ordu 0-2 Galatasaray

Çok değil, sadece 2.5 ay önceydi. Başkan Ünal Aysal'ın da kitleleri sokağa dökecek açıklamalarının da körüklediği transfer arzularıyla fellik fellik forvet aranıyordu. Bugün methiyeler düzülen Johan Elmander zaten adamdan sayılmıyordu da üç sezonda ligde 40'ın üzerinde gol atmış, oynadığı neredeyse her maçta skora etki etmiş, eti budu belli bir Milan Baros'un adamdan dahi sayılmaması şaşırtıcıydı, çokça da üzücüydü. Öyle bir ortam vardı ki "Yahu bu adam Baros, yapmayın etmeyin" demek bile güçtü. Bugünkü Orduspor maçında ortaya koyduğu oyun, Elmander'le gösterdiği uyum, 10 milyonlarca avro harcamak yerine bazen eldekileri doğru değerlendirmenin önemini de gösteriyor. Oyunun gidişatı itibariyle sıkıntılı geçebilecek maçı bir gol, bir asist, bir de asist kadar değerli pasın haricinde harika bir performansla tamamlayan Baros bugün kral ama aynı zamanda transfer tanrılarına bu kadar da kolay kurban adamamak gerektiğinin de bir kanıtı. Hoş, çok mu ekstra, çok mu beklenmedik oynadı, hayır ama gelen tepkiler bu oyunun ne kadar günlük olduğunu bizlere gösterir cinsten. Bir değerlendirme yaparken derin bir nefes almak ve ona göre düşünmek şart. İdam sehpasına çıkan Baros'a vurulmayan tekme bugün Galatasaray'ın kazanmasını getiren en önemli unsurlardan birisi...

İlk 20 dakikasında neredeyse atak geliştiremeyen, topla oynadığı kısıtlı sürenin çoğunda kendi yarı sahasında baskı yiyen ve çıkamayan Galatasaray'ın Elmander'in muhteşem top kontrolü ve takımı öne yıkışı Fevzi Elmas'ın da hediyesiyle Galatasaray hanesine bir gol olarak yazıldı. Galatasaray'ın görünürdeki en önemli sorunu olan kanatlarda düzenli oynamasına karşın gün geçtikçe formdan düşen Kazım'ın pek de alışkın olmadığımız topsuz koşularla iki net pozisyon bulup birini atması da maçı çözdü. İki pasta da Baros imzası olduğunu not düşelim.

Orduspor ise Fenerbahçe maçındaki dominasyonu ve ön alan presiyle göz dolduran Galatasaray'ı yarı sahadan çıkarmayacak kadar oyuna hakimken pozisyon üretemeyişi ve savunma güvenliğini kuramayışıyla puan şansını sıfırladı. Juan Culio, maçın en başarılı isimlerindendi ki aslında Arena'da yaptıklarından farklı bir şey yapmadı. Bugün eksikliğini çektiğimiz sol kanatta top taşıyabilecek, aynı anda orta sahaya katkı verecek, faul alacak, dengeleyici adam rolünü Ordu'da gayet iyi yapıyor. Zaten başkan da her seferinde "Bonservisini alacağız, o artık bizim oyuncumuz" diyor ki boşuna değil. Yönetime güvenemeyip istediği transfere mecbur bırakma hamlesi olarak onu gözden çıkaran Fatih Terim'in Arda Turan'ın gidişi sonrası yaptığı ilk açıklamanın "Bilsek Culio'yu göndermezdik" olması tesadüf olmasa gerek. Mor-beyazlılar skor üstünlüğünü vermeleri sebebiyle hiçbir zaman inisiyatifi alamadı ve artık iyiden iyiye oturan Galatasaray savunmasını aşamadı. Ön alanda bu kadar çok topla oynayıp neredeyse gol pozisyonuna girememenin sebepleri üzerine düşünmeleri gerek. Yine de dağılmak üzere olan Ankaragücü, Samsunspor, Karabükspor gibi ekiplerden bir gömlek üstün oldukları belli, eksikleri olsa da rakiplerinin üzerinde ligi tamamlayacak gibiler ki Süper Lig'de ilk sezonunu geçiren bir takım olarak bu yeterli bir hedef.

Galatasaray belki oyunu istediği etkinliği özellikle ilk yarıda sağlayamadı, çekip çeviremedi ama kazanmak için buna ihtiyaç duymamayı öğrenmeye başladı ki şampiyonluk hedefindeki bir ekip için bu maçlar hayati derecede önemlidir. Ordu'daki maç bu açıdan hatırlanacak mücadelelerden biri olacak.

Son olarak maç başına bir sarı kart düsturu edinen genç stoper Semih Kaya'nın Manisaspor karşısında olmayacağını da söyleyelim. Kaydedeceği bir sonraki aşama bu sarı kartlarını azalmak olmalı, yoksa korkarım ki 20 küsür 16 sarı kart görüp dört kez cezalı duruma düşecek!

Trabzonspor 0-3 Galatasaray || Geliyor...

Trabzon, Galatasaray'ın uzun süredir zorlandığı bir deplasmandı ve psikolojik bir barajdı. Üstelik Şenol Güneş geldiğinden bu yana Trabzon, kendi ayarındaki ekipler karşısında daha rahat oynayan, istediği sonucu alabilen bir ekip. Şampiyonlar Ligi'nde dahi altı maçta tek mağlubiyet gördüler, onda da oynadıkları oyun belliydi. Böyle bir ekibe karşı Galatasaray'ın 3-0'dan da öte, net olarak üstün götürerek aldığı bir galibiyet olması çok önemli. En başta bu...

Fatih hoca maç sonu toplantısında da söylediği gibi Fenerbahçe maçındaki 11'i bir mesaj vermek için koydu ki Engin Baytar dönmüşken Emre Çolak'ın takımda yer bulması çok kolay değildir normalde. Buna karşın elbette Fenerbahçe maçındaki gibi Hun akıncılarıymışçasına akan hücumlar göremedik ilk yarıda ama rakibin ilk hatasında cezayı kesmek, serbest vuruştan doğrudan gol bulmak belki de oyun dominasyonu kadar önemli. Sezon başında Johan Elmander'in yedek bile olamayacağı sanrısı hakimdi çoğu kişiye ama başta Fatih hoca olmak üzere herkese kendini ispatladı ve övgüyü hak ediyor. Her zaman doğru yerde, her zaman doğru işi yapmaya çalışıyor. Milan Baros'a göre ayağı daha düzgün ve arkasındaki oyuncularla daha kolay top alıp verebiliyor. Elbette Baros'un enerjisi de önemli ki iki maçtır gol atmasa da kötü oynamıyor ama şu düzende İsveçli birinci adam.

Hatırlarsınız, sezon başında Selçuk İnan bu takıma ne kadar hakim olursa bu takım o kadar iyi oynayacak demiştim ki ne zaman tempoyu ayarlayabilecek kadar top alıp verdi, o zaman dişliler daha iyi işlemeye başladı. Bunun için belki de ayağı düzgün son bir parça gerekli takıma. Pas yapmaya elverişli ve pozisyon üretmeye katkı verecek bir açık oyuncusu bu takımı iki seviye üste çıkaracak. Felipe Melo'ya da nazar değmesin, büyük bir deliği tek başına tıkadı, kariyerinin en istikrarlı performanslarından birini sergiliyor burada. Yeteneklerinin karşılığını veriyor, umarım kalıcı olur.

Öte yandan işin bir de işin Trabzon tarafı var ki başta takımdan önce taraftarın analizini yapmak gerekiyor belki de... Hocası Şenol Güneş olan, sahadaki oyuncularının tamamı oyuna konsantre olmuş, ellerinden gelen her şeyi yapan bir takıma bu kadar köstek olmak için hakikaten çaba harcamak gerekir. Selçuk İnan'ın, Engin Baytar'ın ıslıklanmasında değilim kesinlikle ki katılmasam da olabileceğini düşünürüm ama kaptanının olduğu bölgeye su yağdırmak nasıl bir ruh halidir? Tolga Zengin, Trabzonspor'un sahadaki en önemli temsilcisi, kimliği. Kadın taraftarların "Böyle taraftar istemiyoruz" tezahüratı belki de söylenebilecek tek şey...

Son olarak Semih Kaya... Bakın, böyle böyle bir çocuk var, oynatılsa gayet de oynar dedikçe "İyi olsa hocası niye oynatmasın" argümanıyla karşılaşıp durduk. Sonra Fatih Terim geldi ve oynattı, demek ki mesela oynatılmakta değil, oynatmakta. Kim çıkıp "Semih Kaya 18 yaşında böyle değildi, iki senede kendini çok geliştirmiş" diyebilir? Aradan geçen sezonlarda oynadığı maç, geçirdiği sakatlık sayısı da ortadayken. İyi olsa oynatırlardı değil, iyi olsa oynatırdı demek gerekiyormuş demek ki...

İkisi deplasman üç derbi, 7 puan. Farklı bir Galatasaray'ın yolda olduğu biraz da buradan belli gibi. Son birkaç parça daha...

Galatasaray 2-1 Sivasspor || Kırmızı Kart, Sarı Alarm

Terim'in öğrencileri bugün sahaya çıktığında son altı lig maçından sadece ikisini kazanabilmiş haldeydi ve zorlu fikstür öncesi evinde kazanarak lider Fenerbahçe'nin kaybını değerlendirmek istiyordu. Öte yandan sezon başından bu yana sırıtan üretkenlik problemi, Riera ile Kazım'ın form durumu sebebiyle iyiden iyiye gün yüzüne çıkmıştı ve bazı değişiklikler gerekiyordu. Felipe Melo'nun da olmadığı maçta Fatih hoca cesur bir hamleyle savunma ile orta saha arasına başka oyuncu koymayıp 11.oyuncu olarak Milan Baros'u tercih etti. Bu da sezon başında bir kesim taraftarın görmeyi umduğu 4-4-2'yi ilk kez gerçek anlamda sahada görmek demekti.

Baros ile Elmander'in önde olduğu, Riera ile Kazım'ın saf kanat oyuncuları olarak görev aldığı bu düzen, güçlü orta sahanın ve formda savunma oyuncularının da becerisiyle defansta geçit vermedi ama neredeyse 45'teki gole kadar net pozisyon üretemedi. Kazım'a hiçbir zaman uzun maraton oyuncusu gözüyle bakmamak gerek belki ama hakikaten şu formsuzluğu çekilir gibi değil. Sağ kanat şu haliyle tamamen felç gibi duruyor. Yekta'nın yokluğu çok büyük kayıp oldu bu açıdan. Soldaki Riera, ortalamanın üzerinde işler yaptı bugün ama birebirde Uğur Kavuk'a üstünlük kursa da ortaları ve pasları bir türlü Baros ile Elmander'i bulmadı. Göbekten destek sınırlı kalsa da Engin Baytar'ın ekstra koşularından biri biraz da şansın yardımıyla ilk yarıdaki tek pozisyonu üretti ve oradan gol geldi. Görevini eksiksiz yerine getiren Engin'in fark yaratmasına da takım büyük ihtiyaç duyuyordu.

İkinci yarı ise kırmızılarla ve penaltı tartışmalarıyla geçti. Milan Baros'u savunmanın arkasına kaçıran Galatasaray, buradan iki pozisyon çıkardı. Buradan gelen penaltı da aslında oyunu Fatih Terim'in istediği noktaya getirmişti. Ne var ki ayağa daha doğru oynamaya başlayan Sivas, normale göre zaten bir kişi eksik orta sahayı düşürmeye başladı ve rakip yarı sahada daha aktif olmaya başladı. İlk yarıda sadece Pedriel'e top şişirerek iş görmeye çalışan Sivas, Rasmussen'in yerine giren Cerny'nin de etkisiyle pozisyonlar üretti, bunlardan birisinde de üç maçtır mükemmele yakın oynayan Semih'in birebirde Erman'a geçilmesi sonucunda golü buldu.

Ortalığı karıştıran ise Engin Baytar'ın kırmızısı oldu. Kendi sahasında, önde olan bir takımın en başarılı oyuncusu gidip rakip kaleciye kafa atar mı, atıyor işte. Engin, artık değiştiğini dosta, düşmana ilan etmişken tutup da şu yaptığı hareketle birçok kişinin kendisine olan güvenini sarstı. Takımın X-faktörü konumundayken şu yaptığının affedilir tarafı yok. Facia. Ligin en kritik maçlarından Fenerbahçe mücadelesinde de olmayacak böylece. Bu da yetmezmiş gibi Elmander'in en az onun kadar gereksiz müdahelesiyle takımı dokuz kişi bırakması tuz biber ekti.

Sivasspor'un durumu eşitleyecek çok şans bulduğunu söylemek güç ama bu kırmızıların Gençlerbirliği deplasmanında ve Fenerbahçe karşılaşmasında ceremesinin çekileceğini öngörmek zor değil. Hadi ileri uçta Baros var fakat bir türlü Engin dışında bir alternatifin hakkıyla dolduramadığı "Selçuk'un yanı" pozisyonu epey sıkıntı çektirecek gibi. Elbette her şeye rağmen şu hafta kazanmak Galatasaray adına mühimdi, buna şüphe yok fakat iki maç için şimdiden sarı alarm yanıyor bile.

Sivaspor ise 3-1 yenilmesine karşın Beşiktaş maçında ve rahat kazandığı Fenerbahçe maçlarında oynadığı oyunu ortaya koyamadı. Bunda elbette daha dirençli bir orta saha ve savunma bloğu olan Galatasaray'ın da etkisi var ama daha çok birebirde Eboue karşısında varlık gösteremeyen Kamil Grosicki ile bugün takımda yer almayan Eneramo'nun eksikliğinin hissedilmesinin payı büyük. Pedriel de özellikle ilk yarıdaki uzun toplarda duvar olmayı başaramadı ve zaten topla oynama becerisi kısıtlı Kıvanç-Kadir göbeği ekstra pozisyon üretemedi. Hal buyken dokuz kişi de olsa Galatasaray'a gol atmaları güçtü. Yine de derli toplu bir takım oldukları, şu kadroyla -en azından normal yollarla- ligde tutunacakları şimdiden kesin.

2012 Model Spor İletişim

Blogu takip edenler bilirler, Kadir Has Üniversitesi’nin 2010 Spor İletişim Sertifika Programı’na katılmışlığım var. Fotoğraf da mezuniyetten :) Yazı yazmayı sevenler, bu sektörde yer edinmek isteyenler için olabileceklerin en iyisi. Birçok değerli ismin tecrübelerinden faydalanma, iletişime geçme, belki de daha önemlisi medyayı gerçek anlamda tanıma fırsatınız oluyor. Teorik dersleri de cabası.

İki gün sonra, 26 Kasım Cumartesi günü Kadir Has Üniversitesi, Cibali Kampüsü’nde yapılacak burs sınavı var. Dersler ise 10 Aralık günü başlıyor. Burs sınavında ilk 20’ye girenlere de burs imkanı var. Programın ücreti üniversite öğrencisi olanlara 1750 TL, olmayanlara ise 2750 TL.

Hocaları merak edenler için ise kabaca liste aşağıda:
Levent Bıçakcı, Şenes Erzik, Atilla Gökçe, Ercan Taner, Tanıl Bora, Fuat Akdağ, Yiğiter Uluğ, Caner Eler, Mehmet Demirkol, Okay Karacan, İbrahim Altınsay, Ali Murat Hamarat, Mert Aydın.

Spor İletişimi Sertifika Programı;
http://shaum.khas.edu.tr/spor-iletisimi-sertifika-programi.html

Başka sorusu olan varsa da buradan cevaplayabilirim.

Beşiktaş 0-0 Galatasaray || Atamayana Atamayanlar

Beraberliğin çok da kötü sonuç olmadığı maçların çilingiri ilk goldür, o gelmeyince de belli sınırların dışına çıkmayan bir derbi izledik. Pozisyon yok denemez, iki tarafın da kendince doğruları vardı ve oyun oynandı fakat topu ağlara gönderip dengeyi bozabilen olmadı. Atamayana da atamadılar, sonuç 0-0.

Galatasaray'da Fatih hoca dizilimi bozmasa da sol dışa Engin'i, göbekte Selçuk'un partnerliğini ise Ayhan'a vererek tamamen orta sahayı tutma üzerine bir oyun kurduğunu gösterdi. Burada amaç son haftalarda Aurelio-Ernst ikilisiyle oynayan Beşiktaş'a içeri giren Engin'le beraber üstünlük kurmak ve oyunda inisiyatifi elinde tutan taraf olmaktı. Aslında topla oynama açısından bakıldığında istenilen oldu fakat esas sorun bu topla ne yapılacağı. Kazım topla çıkamadığı gibi kendisini savunma arkasına kaçıran ender topları da çok verimsiz kullanıyor ve kaybediyor. Formsuz bir Kazım bir takımın tek hücum geliştirme opsiyonuysa o takımdan oyun içi gol beklememek lazım. Öbür tarafta Engin de bir kanat oyuncusu gibi kullanılamadı, beklerden Eboue ile Hakan da bu bölgelere destek veremedi.

Özellikle 20.dakikadan sonra değişen ise Beşiktaş'ın Galatasaray orta sahasını tek ayak üstünde yakalayabilmesi oldu. Galatasaray savunmasının uzun topla ya da garanti pasla çıkamadığı anlarda topa Engin-Ayhan-Selçuk üçlüsünden önce müdahele ederek bu bölgeyi pasifize eden siyah-beyazlılar, doğrudan beş oyuncuya yüz yüze hücum etme fırsatını birçok kez buldu ve buralardan pozisyon çıkardı. Quaresma ile İsmail de Eboue'nin bölgesini iyi değerlendirdi, duran toplar kazanıldı ancak Semih'in boş kaleye giden topa müdahele etmesi, Muslera'nın başarılı kurtarışları golü engelledi.

Burada Semih'e bir parantez açmak gerek. Soğukkanlı bir karakteri olduğunu zaten biliyoruz, heyecanla pek işi olan bir oyuncu olmadı hiçbir zaman fakat henüz maçın başında sarı kartı almışken bu kadar sakin olabilmesini ayrıca takdir etmek gerekiyor. Arada topa sert müdaheleleri ve dengesiz kafa topu çıkışları oluyor fakat oyun genelinde savunma gereklerini mükemmele yakın yerine getiriyor ve topla takımdaki tüm savunma oyuncularından çok daha yumuşak olmasıyla da fark yaratıyor. Allah nazardan saklasın demek her futbolseverin borcu bana göre, çok sağlam gidiyor. Servetlerin, Zanların boyunduruğundan kurtulma zamanı...

İkinci yarı öncesi iki hoca da aksayan orta saha düzenleriyle ilgili müdaheleler yaptı. Fatih hoca göbeği daha enerjik bir Sabri'yle hareketlendirmek isterken, Carvalhal, önceki haftalara göre oldukça pasif gözüken ve etkinliği çok sınırlı kalan Veli'yi alıp Necip'le göbeği üçledi. Fakat sakatlık bu iki hamleyi de boşa çıkardı, belki de maçın kaderini çizen anlar bunlardı. Sabri'nin yan bağlarında, Necip'in kaval kemiğinde önemli sorunlar var ve bu iki oyuncu da 1.5 aya yakın sahalardan uzak kalacak gibi görünüyor. İkisine de büyük geçmiş olsun, inşallah daha ağır bir durumları yoktur.

Son 10 dakika ise maçın genelinden daha hareketli geçti denebilir, özellikle Eboue'ye gelen yabancı madde ve sonrası... Eboue, biraz da kendine gelen maddeyi de hakeme göstermek adına abartılı hareketlerde bulundu. Eyvallah, gelen geldi fakat onu alıp hakeme vermek ve kenara çekilmek ile sakatlanmış gibi yapmak arasında fark var. Bu noktada bir uyarıyı hak ettiğini söylemek gerekiyor lakin taraftarın da pek masum olduğunu söyleyemeyeceğim. İşi inada bindirmeleri Beşiktaş'ın da çok işine gelmedi. Son bölümde top hakimiyetinin Galatasaray'a geçmesinde verilen aranın da payı vardı bana göre.

Galatasaray'da ise sorun şu: o pası atacak oyuncu kim? Belki bugün Q7 ya da muadili tipi bir oyuncu sarı-kırmızılılarda olsa 1-0'a gidebilecek birçok pozisyon üretilebilirdi ama o ekstra işi yapacak adam olmayınca ceza yayının orada pas yapan Riera, Selçuk ve Engin, takımın iki forveti Elmander ve Baros oyundayken bir türlü bu adamları doğru yerde topla buluşturamadı ki bu önemli bir sorun. Baros oyuna girince biraz daha kendini arkaya atan Elmander'in birkaç dripling girişimi ise kenara not edilesi bir detay.

Beşiktaş özellikle hücum tarafında daha çok doğruları yapan, iki dörtlü arasına girip özellikle savunmadan ve kaleciden gelen ribaundları toplayarak fırsat yaratan taraftı fakat Muslera'ya ve Semih'e takıldılar. Duran toplardan da iki taraf adına bir şeyler çıkmayınca 0-0 sona erdi ve iki tarafın da çok üzüntülü olduğunu söylemek zor...

Türkiye 0-3 Hırvatistan || Murphy Kanunları


Evet, belki temmuz ayından bu yana yapboz muamelesi gören ligdeki belirsizliğin, elemelerin son virajında büyük etkisi var. Evet, çok sağlam bir jenerasyona sahip değiliz ve özellikle hücumda alternatiflerimiz yetersiz ama bugünkü ağır yenilgide bu etkenler kadar berbat bir maç başlangıcı ve kırılma anlarının Hırvatlardan yana olmasının da payı büyük. Bir işin yanlış gitme olasılığı varsa yanlış gider, Murphy kanunları bugün Türk Telekom Arena'da da geçerliydi.

Sahaya tamamen oyunu dengede tutmak ve kontrollü olmak adına sürülmüş 11 oyuncu, pasla çıkılan bir duran topta yediği beceriksizce bir golle adeta darmadağın oldu. Gökhan Gönül'ü bugün tanımak mümkün değildi, kariyerinin belki de en önemli maçlarından birinde kariyerinin en kötü oyununu oynadı. Corluka resmen içinden geçip golü yarattı, Olic'e ise dokunmak kalmadı. Zaten milli takımı çözmüş, düşük tempoyla alan bulmakta zorlanan Türkiye'ye karşı Hırvatlar, skor üstünlüğünü aldıktan sonra sıkı bir 4-4-2'yle topla oynanılan her alanı çok doğru savundu, bir an dahi skor üstünlüğünü verecek fırsatı bize vermedi. İkinci golde kalemize inip sağlı sollu yokladılar. Top çıkaramayan savunmanın hatalarıyla tek ayak üstünde yakaladıkları pozisyonlardan birinde de sağdan indiler. Bir vurdular, olmadı ikincide arka direkte kafa golleriyle nam salmış Mandzukic'le fişi çektiler.

İkinci yarıdan uzun uzadıya bahsetmeye gerek yok. Aslında ilk yarıya göre en doğru tercihi yapıp sıkışan oyuna birebir becerisi olan bir kanat oyuncusu olan Gökhan Töre'yi sağa atarak başladı Hiddink, Gönül'ün yerine de Sabri geçti lakin bir başka duran top bir mucizenin de önüne geçti. Ondan sonrası ise alabildiğine protesto, ıslık. Televizyondan çok algılanamadı belki ama Kuzey tribünüyle sorun yaşayan Volkan'a gösterilen tepkiyle, top Sabri'nin ayağına her geldiğinde yükselen alkışlar, bağrınmalar paralel şeyler değiller. Tribünün çok büyük bir bölümü tamamen Sabri'yle alay etme amaçlı, aptalca bir tepki şekil geliştirdi, Galatasaraylıların yoğun olduğu Kuzey 1.katta yer alan azınlıktaki grup da buna kanıp ara ara destek verdi fakat kazın ayağı öyle değildi. En az Volkan'a edilen küfürler kadar kınanması gereken bir tavırdı.

Zayıf bir jenerasyonuz ve bu hücum hattıyla elde edebileceklerimiz sınırlı. Ne Almanya'dan, ne Hırvatistan'dan iyiysek Euro 2012'ye gitme şansımız zaten yoktu, doğal olan bu. Hiddink'in "Onlar bizden iyi takım" açıklaması tepki görmüş ama adam bu noktada haklı. Kaybetti, başaramadı, belki gönderilecek ama bu gerçekle yüzleşmemiz gerek. Yoksa Hiddink gider, Sağlam gelir, o gider Capello gelir, onu da gönderir Avcı'yı getiririz. Kaçırdığımız turnuvalarla kalırız. Önce "Modric kimmiş, 2008'den beri ne yapmış", "Corluka da iyi sol bekmiş ha", "Avrupa'nın en iyilerindeniz" diyen gerçeklikle yakından, uzaktan ilgili olmayan, hastalıklı fikirleri eleyeceğiz ki önümüze bakalım. Yoksa zor dostum, zor...

Ne Böyle Senle, Ne De Sensiz: Gio Dos Santos

Henüz 18 yaşındayken Barcelona'da düzenli şans bulan, milli takım kariyeriyle geleceğin yıldızlarından olacağına kesin gözüyle bakılan bir adamdı Giovani Dos Santos... Barça etkisiyle bazı eksikleri o dönem göz ardı edildiyse de yetenekli olduğu kesindi ve Katalan devinde istediği şansı bulamayacağını düşünerek Tottenham'a transfer oldu. Hikayenin kalanı ise tam yılan hikayesi.

Premier Lig'e geldiğinden beri Gio'nun kulüple ilişkisi tam bir yılan hikayesi. Geldiğin andan itibaren hiçbir dönemde as takımın düzenli bir parçası olarak görülmedi ama bir şekilde kulüple bağları hâlâ yerli yerinde duruyor. 2008/09'dan bu yana Spurs formasıyla çıkabildiği lig maçı sayısı sadece 12, bu sezon sadece üç maçta şans bulabildi. Bu kiralık olarak forma giydiği Santander (16) ve Galatasaray (14) dönemlerindekinden bile az. Ayrıca Gio, 2008'den bu yana milli takımında tam 47 kez forma şansı buldu ve bu üç yıllık periyotta iyi bir Dünya Kupası performansı ortaya koydu ve ülkesini daha bu yaz Gold Cup zaferine taşıdı. Her seferinde "Bu kez olacak mı" dendi ama Tottenham'ı her dönüşünün sonu hep acı, hüsran oldu!

Dördüncü sezonunu geçirdiği kulübünde artık canına tak etmiş olsa gerek, ocak ayında kulüpten ayrılmak istediğini kulüp yöneticilerine iletmiş. Fakat sorun şu ki Tottenham, oyuncusuna çok şans vermese de milli kariyeri ortadayken onu ucuza bırakmak istemiyor lakin epey uçtuklarını da söylemek gerek. Sevilla'nın istediği Gio için daha geçen ay çektikleri fiyat 11 milyon avroydu! Galatasaray'a da bonservis opsiyonu olarak 8 milyon avro gibi bir bedel koymuşlardı ki anlaşıldığı kadarıyla daha aşağısı pek düşünülmüyor. Hal böyleyken Sezen Aksu, Gio için söylüyor: Ne böyle senle, ne de sensiz...

Bülent Korkmaz & Semih Kaya

Gün olur, devran döner diye bir söz var ya, işte o gün oldu ve devran döndü. Yakın Galatasaray tarihinin dönüm noktalarından olan o lanetli Hamburg maçında sadece elenilmemişti, birçok açıdan Galatasaray'ın senelerine mal olan o kısa Bülent Korkmaz döneminin de simgesiydi de. Bülent Korkmaz'ın o maçta stoperlerin, stoper devşirmelerinin tamamının oynayamayacak durumda olduğu halde "Yüzü bembeyazdı hacı" diyerek yoksaydığı 17 yaşındaki ümit milli takım görmüş Semih Kaya şimdi Fatih Terim'in elinde sadece iki hafta içinde milli takım potansiyelini ortaya koydu. O gün eksik olan tek şey biraz cesaretti ama Avrupalıların dahi "Cesur Yürek" diye andığı Bülent Korkmaz, gencecik mevkidaşı yerine gidip stopere Kewell'ı yazarak teknik direktörlük notunu da kendi kendine vermişti.

Aslına bakılırsa teknik direktörlük kariyeri fazlasıyla parlak başlamıştı. Kayseri Erciyespor günlerinde hakikaten kısa sürede takımı toparlamıştı ve başarılı bir kadro yönetimiyle düştüğüne gözüyle bakılan Erciyes'in ümidini son haftalara kadar taşımıştı. Kaptan için o dönemde "Kaptan'ın Seyir Defteri" diye konu bile açmıştım forum günlerinde. Arkasını ise getiremedi, Galatasaray'da geçirdiği iki ayda gerekli yetilere sahip olmadığını da belli etmişti zaten.

Bugün yine Erciyes gibi zor durumda olan Karabükspor'u bu kez daha erken devralıyor. Takımı Bank Asya'dan alıp bugünlere getiren Yücel İldiz'e yol verilmesi ayrı bir tartışma konusu lakin Bülent Korkmaz için uzun süre sonra önemli bir fırsat olduğu kesin. Çok yıprandı, yorumculuk döneminde yaptığı yerli kafatasçılığı da imajına pek hizmet etmedi. Umarım egosunu biraz törpüler ve futbolculuk günlerinde taptığımız adamın bir yanılsama olmadığına bizleri ikna eder.

Galatasaray 0-0 Mersin İdman Yurdu || Maç Bozuk!

Gaziantep'e karşı alınan yenilgiden sonra eksiklere karşın Kayseri deplasmanında oynanılan oyun takımdaki temel parçaların formda olduğunu gösteriyordu fakat bugün anlaşıldı ki kazın ayağı öyle değil. Kayseri gibi dengesiz bir savunma hattı yerine alanını iyi savunan ve kolay kolay gedik vermeyen bir Nurullah Sağlam takımına karşı oynayınca hücum aksiyonlarında zorlanıldı, alternatif üretilemedi. Galatasaray adına oyun iştahı en düşük maçlardan biri çıkarıldı ve karşılıklı mucizevi gol kaçırmaları sağolsun, maç da 0-0 sona erdi.
Eboue Galatasaray adına günün iyilerindendi.

Galatasaray'ın en kırılgan bölgesi Melo'nun önünde oynayan ikili ve bu bölgenin istikrarı çok mühim. Sezon başında yapılan Sabri Sarıoğlu ile Emmanuel Eboue denemelerinin düşünülen verimi vermemesi üzerine Engin Baytar orada fark yaratıp takımın en başarılı performanslarında pay sahibi olmuştu ama maalesef sağlıklı kalmakta zorlanıyor. Yerine geçen hafta zorunluluktan forma giyen Ayhan Akman haricinde gerekli pas görüsü ve hızına sahip oyuncu yok. Oraya Sabri ya da Eboue konulunca o oyun başka bir şey oluyor. İşin bir de Selçuk tarafı var. Selçuk, bu ligin en dengeli ve istikrarlı oyun kurucusu, bu kesin ancak yanındaki oyuncunun yeteneklerinden de beslenen bir adam. Yanında pas yapabilen bir adam olduğunda onu da parlatıyor fakat bugünkü gibi Sabri-Eboue ikilisinin yanı sıra Kayseri maçını mumla aratan Riera'yla muhattap olunca tehlikeli derin top atması da mümkün olmuyor.. İlk yarının tek pozisyonu Eboue'nin bireysel çabası ve becerisiyle geldi.

Orta saha doğal şartlar gereği düşünce iş Riera'yla Kazım'ın top taşıma becerisine kaldı fakat ikisi de bireysel olarak çok kötü bir maç çıkardılar. Hele Riera... Kayseri maçındaki özverili, akıllı adam gitmiş, ayağındaki topu yanına veremeyen bir adam gelmiş. Hücumda varlık gösteremediği gibi savunmaya yaklaşıp pas almaya kalkıp bir de batırınca Mersin'e bir penaltı hediye etti. Muslera'ya dua etmeli. Tabii bu pozisyonun kalede istediği başlangıcı yapamayan Uruguaylı için de önemli olduğunu söylemeye gerek yok. 
Kazım da Riera'dan aşağı kalmıyor açıkçası. Yekta'nın sakatlığı şu tabloda daha bir can acıtıyor. Çok yazık oldu, hem takım, hem de onun adına...

Velhasıl, Mersin'in hakkını yemek de olmaz. Gerçekten 10'lu bir blok halinde oynadılar ve arkalarına hemen hemen hiç oyuncu kaçırmadılar. Öne çıktıkları dönemlerde hiç top kaybı yapmayıp klasik bir Nurullah Sağlam takımı olarak ayağa garanti pas yaptılar, sakin oynadılar. Pozisyon çıkmasa da bu dönemler onlara aktif dinlenme fırsatı sağladı. Topu kaptırdıklarındaysa Galatasaray'ın çabuk çıkacak organizasyona sahip olmamasından da faydalanıp usturuplu faullerle rahatça tekrar yarı sahalarına geçtiler. Aslında iki kez maç ayaklarına geldi, birinde Muslera, diğerinde direk başarılıydı. Bir puan için gayet iyi oynadılar diyebiliriz.
Taraftarın maç içinde en çok tezahürat yaptığı isim
olan Semih Kaya, formayı verecek gibi görünmüyor.

Galatasaray'da fark azaltma fırsatının tepilmesinin yanı sıra ön bölgedeki arızalar sıkıntı yaratıyor ve görülüyor ki alternatifler bu krizi çözecek gibi değil. Yekta ve Baros sakat, Sercan'ın da formda olduğunu söylemek güç. Emre Çolak zaten 'garbage time' adamından öte bir role sahip değil şimdilik, Aydın Yılmaz ise allaha emanet. Sevindirici tek gelişme savunmanın göbeğinde Semih Kaya'nın yıllardır beklenen çıkışı yapması ve takımı Servet-Zan ikilisine mahkum olma kısırlığından kurtarması. Her övgüde maşallah diye ekliyorum çünkü gerçekten sakatlıktan, talihsizlikten çok çekmiş bir oyuncu Semih. Allah nazardan saklasın, oynamaya devam ederse Ömer Toprak, Serdar Aziz ve Serdar Kesimal ile birlikte Türkiye'nin stoper sorununu uzun vadede çözecek gibi gözüküyor. Fatih Terim'in övgüsünü, daha da önemli formasını almak kolay değildir. Umarım artık formayı kimselere vermez.

Galatasaray'a hiç gol şansı gelmedi dersek de bir yandan haksızlık. Eve gelince özeti izledim, Elmander'in gol yapabileceği iki net, iki de ortalama gol pozisyonu var. Hepsini kaçırması şanssızlık, hele ki kaleciyi geçtikten sonra atamadığı onun klasındaki bir adam için şaşırtıcı. Maç sonunda tribünlerden özür dilemiş ki Türk futbolseverler olarak hiç alışkın değilizdir böyle sorumluluk duyan oyuncuya. Senin canın sağolsun demek geldi içimden.

Maç başlığı ise karşılaşma hakkındaki en güzel yorum olan şu twitten geliyor. NTV Spor muhabiri/editörü dostum Onur Erdem, Elmander'in kaçan golü sonrası özeti geçmiş: "Maç bozuk!" Öbür tarafta gün boyu izlediğim iki maçta da gol görememiş olmama da ne diyeyim, bilemiyorum.

Foto: Ajansspor

Orduspor 0-0 Gaziantepspor || Uyku İlacı


Şöyle ağız tadıyla iki iyi takımın maçını izleyelim diye ekran başına geçtik ama bir Türkiye Ligi gerçeği olarak maçın karşısına kafadan birer puan yazmış iki hoca ve öğrencileriyle karşılaştık. Birbirini fazla kollayan iki ekip tehlikelidir, 0-0'a razı olmak da... Sanki bu bir grup maçı ve bu sonuçla iki takım da üst tura yükseliyor gibi bir ilk yarı vardı. İki takım da alanını kapatıyor, bütün mücadelesini kontratak yememek için veriyor gibiydi. Doğal sonuç golsüzlük...

Kamerunlu Binya, Abdullah Ercan'ın
orta sahada düzenli oynattığı isimlerden.
Gaziantepspor'da Abdullah Ercan'ın savunma güvenliğini ön plana alma niyetini geldiği andan itibaren söylüyorum. U-17 maçlarından sonra bile çıkıp mücadele, koşma temellli açıklamaları dün gibi aklımda. Ercan, dörtlü savunmanın önünde sabit bir ikili kullanıyor ve bu şekilde orta sahayı tutmak istiyor genelde. Bu maçta kullandığı Binya-Yasin ikilisi geldiğinden bu yana kullandığı en defansif ikili. Avusturya'dan bu sezon gelen Yasin Pehlivan'ın fiziği harika, iyi de bir kondisyonu var ama pasları Antep hücum düzeninde çok yetersiz kaldı. Biraz da Türkiye Ligi'nde oynamanın güçlüğünü yaşıyor. Avusturya'da çok daha rahat hücumlar, geniş alanlarla oynanırken bu kadar sırıtmıyordu belki ama burada daha bir inceci olmak gerekiyor. Zamanla aşama kaydedecektir lakin Orhan Gülle kulübeyken benim tercihim ondan yana olabilirdi.

Maçın özellikle ilk yarısına damga vuran oyuncu Orduspor'un zorunluluktan oynattığı Alman stoperi Tobias Nickenig'di. Türkiye'de boş, klişe istatistikler çok göze sokulur ama ikili mücadele kazanma oranı, sayısı gibi savunma becerisini doğrudan ortaya koyan istatistikler tutulmuyor. Tutulsaydı Nickenig'in ne kadar üstün bir maç çıkardığını daha net görebilirdik. Birebirde hiçbir Antepliye geçit vermedi desek yeri, maç boyunca görebildiğim tek hatası vardı. Elbette Ordu'nun yabancı kontenjanı gibi bir sorunu olabilir, Yalçın Ayhan-Sedat Bayrak ikilisi ligin en az gol yiyen tandemini oluşturuyor olabilir lakin bugün izlediğim Nickenig'i oynatmama gibi bir lüksü yok gibi Ordu'nun. Fazlasıyla iyi stoper.

Maçta hücum adına bir şeyler yapmaya çalışan oyuncular belliydi. Antep, Olcan'ın tekniğine ve yaratıcılığına bakıyordu ama onun da tek başına yapabilecekleri belli. Muhammet ve Popov'la yapabildiği kadar pas yapıp kaleye inmeye çalıştı ama bu denemeler sınırlı kaldı. Ordu genelde Culio ile soldan inmeye çalıştı ama Serdar epey faullü oynasa da sertlikle bir şekilde orayı tıkamayı bildi. Stancu ile Dany'nin birebirlerini izlemek de iyiydi fakat Dany oradan ekmek yedirmedi Rumen golcüye. Culio'nun kestiği bir ortada kafa vurdu ama o da cılız kaldı.

Son olarak bir detay daha... Son haftalarda rüştünü ispat eden Muhammet Demir, onu stil olarak en çok benzettiğim isim olan Fatih Tekke'yle aynı sahadaydı bugün. Oyun stilleri birbirine epey yakın, topu kullanış biçimleri, standart merkez forvet boyunda olmamalarına karşın iyi fizikleri vs. Tabii Fatih artık o niteliklerini kullanacak fiziksel yeterliliğe sahip değil, sakatlıklar ve zaman onu hırpaladı. Muhammet'in ise önünde uzun yıllar var.

Uyku ilacı tadındaki bu maç için fazla bile yazdım herhalde. Yeter...

Foto: Ajansspor

Matias Suarez & Anderlecht

Belçika futbolu ve ligi bizim topraklarda pek kaale alınmasa da bütçesine göre çok iyi oyuncular barındıran, İngiltere, Fransa ve Almanya'ya oyuncu ihraç eden çok değerli bir kültüre sahip. Sahaları buradakiler kadar büyük değil belki ama zeminleri iyi, belli bir standardı var ve her şeyden önemlisi futbolun temel prensiplerine uygun hareket ediyorlar ve uygun bütçelerle başarılı olabilmek için isme değil, yeteneğe yatırım yapmaktan çekinmiyorlar. Bu ekolün en güçlü temsilcisi ise ismine epey aşina olduğumuz Anderlecht.

Geçmiş nesilleri başarılarıyla etkilemiş bir kulüp olan Anderlecht, kaderin de bir cilvesiyle son 10 yılda Türk takımlarıyla sıklıkla eşleşti ve haşır neşir oldu. 2007/08 Fenerbahçe, 2009/10 Sivasspor ve bu sezon başında Bursaspor... Bu sene başında görüldü ki kadroları eskisinden daha güçlü ve Bursa'yı Bursa'da geriden gelip mağlup edecek kadar kuvvetliler. Bu seviye atlamış Anderlecht'i farklılaştıran birkaç isim var.

Elbette transfer döneminde Belçika çapında çok büyük bir transfer olan Jovanovic'i kadrolarına katmalarının yükselmelerinde payı büyük. Pek istediği gibi geçmeyen İngiltere deneyiminin ardından Belçika'ya dönüş yapan Sırp yıldızın yanı sıra bir oyuncunun daha performansı Bursa'yı elemelerinde pay sahibi oldu: Matias Suarez.





Anderlecht'e 20 yaşında Belgrano'dan gelen 88 doğumlu Suarez, takımda ilk sezon ara ara forma şansı buldu, daha çok kulübede oturuyordu. İlginçtir, şans bulduğu maçlardan birisi de sezon başında Sivasspor'u içeride beşledikleri maçtı ve Suarez de fişi çeken ikinci golünün asistini yapan oyuncuydu.

Arjantinli, düzenli oynadığı üçüncü sezonunda beklenen aşamayı kaydetti. Topla kat edebilen, hızı yerinde ve aynı zamanda ayaklarına oldukça hakim bir forvet görüntüsü çizdiği gibi aynı zamanda iyi de bir bitirici. Bencil değil, arkadaşlarına oyuna sokuyor ve pasları da gayet başarılı. Bursaspor karşısında ağları sarsmasa da hazırladığı pozisyonlarla büyük fark yaratan Suarez, dünkü Sturm Graz maçı da dahil olmak üzere Belçika ekibinin grup aşamasında oynadığı dört maçta da ağları buldu ve altı kez gol sevinci yaşadı. Şu anda Avrupa Ligi'nin en skorer oyuncusu konumunda. Ligde de 10 maçta 5 golü var ve kariyer rekorunu bu sezon kıracak gibi görünüyor.

Bursaspor maçından bu yana Anderlecht'i düzenli takip etmeye çalışıyorum. Klasik 4-2-3-1 oynuyorlar ve en uçta Suarez'i kullanıyorlar. Onun yaratıcılığı ve hareketliliği hücum planlarının temeli. Üçlünün solunda yer alan Jovanovic'in güvenilir ayakları ve tecrübesi takıma büyük katkı yaptı. Sağda oynayan Gillet'in golcülüğü ve formayı yeni yeni giymeye başlayan 92 doğumlu Canesin'le birlikte birbirini tamamlayan bir hücum dörtlüsüne sahipler. Arkalarında takımın kaptanı, Türk takımlarının uzatmalı sevgilisi Lucas Biglia'yı saymıyorum bile.

Anlaşılan o ki hem ligde, hem de Avrupa'da bu sezon sonunda daha başarılı bir Anderlecht göreceğiz ve bunda aslan payına sahip oyunculardan biri 23 yaşındaki Arjantinli forvetleri olacak. Bu form grafiği ona yeni kapılar açabilir. Belçika ekibi onun yerine yeni bir forvet bakmaya başlasa iyi eder. Biz futbolseverler ise onun ismini bu gidişle daha çok duymaya başlayacağız, haberiniz olsun.

Tekme Üçgeni: Rooney, Love & Dzudovic


Biliyorsunuz, İngiltere'de son bir ayın vazgeçilmez gündem maddesi Wayne Rooney'nin 2-2'lik Karadağ maçında Miodrag Dzudovic'e attığı tekme ve bu tekmenin ardından UEFA'dan gelen üç maçlık ceza. Arada herhangi bir resmi maç olmadığından Rooney'nin Euro 2012 grup maçlarında oynayamaması söz konusu ve İngilizler onu bu cezadan kurtarmak adına seferber olmuş durumda.

Öte yandan olayın kahramanlarından Karadağlı Dzudovic de Rooney'nin niyetinin kötü olmadığını savunanlardan. Hatta öyle ki Rusya'da bir gazeteciden bir yardım alarak imzalı bir mektup hazırlayıp göndermesi oldu. "UEFA'nın Fair Play ilkelerine bağlılığını biliyoruz. Rooney'nin saha içinde hatasını anlayıp özür dilemesi de bu ilkelerin en iyi örneklerinden. Bizim görüşümüze göre Rooney bir maç bile ceza almamalı" diyen Dzukovic'in isteği henüz yerine gelmedi lakin Karadağlı savunmacın adını tekmelerle anılmaktan hâlâ kurtulabilmiş değil.

Dzudovic, kulüp düzeyinde Rusya Premier Ligi takımlarından Spartak Nalchik forması giyiyor ve geçen hafta rakipleri CSKA Moskova'ydı. Türk futbolseverlerin de iki kez izleme fırsatı bulduğu Vagner Love da bu karşılaşmada bu kez hakikaten acımasız bir tekmeyi oyuna sonradan giren Karadağlı'nın dizine yerleştirdi ve oyundan atıldı. Hatta Love'sız CSKA'da sazı eline alan Doumbia'nın bu maçta hat-trick yaptığını detaylıca işlemiştik. Tabii Dzudovic bu tekmeyi Rooney'ninki kadar masum görmedi ki Brezilyalı kırmızıyı görürken ona büyük bir  tepki gösterdi. Love'ı affetmeyen sadece o da değil, CSKA da 100 bin avro cezayı oyuncusuna yapıştırmış.

Durumu epey kötü görünen, hatta ilk gördüğümde bacağının kırılmış olmasından şüphelendiğim Dzudovic'in durumunu bir süredir araştırıyordum ki Karadağ Teknik Direktörü Branko Boskovic, oyuncusunu kadroya alarak sakatıkları bulunan oyuncular hakkında bir açıklama yaptı.  Takımın bir başka savunmacısı Marko Basa, ki ilginçtir o da Trabzon'un grubundaki bir diğer ekip olan Lille'de forma giyiyor, ve Miodrag Dzudovic'in oynamasının şüpheli olduğunu belirten Boskovic, "Basa'dan hâlâ endişeliyiz çünkü sakatlığının ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Dzudovic ise dizindeki problemi maça kadar atlatacak" demiş. Karadağ da tıpkı Türkiye gibi seribaşı olarak girmediği kura çekiminde Çek Cumhuriyeti ile eşleşti ve bu ay içerisinde iki zorlu maça çıkıp Euro 2012 bileti kovalayacak. Son olarak Karadağ'ın açıkladığı kadroyu da vereyim elim değmişken...

Kaleciler: Mladen Bozovic (Videoton Fehervar), Srdjan Blazic (Panetolikos).


Savunmacılar: Savo Pavicevic (Maccabi Tel Aviv), Milan Jovanovic (Spartak Nalchik), Luka Pejovic (Jagiellonia), Marko Basa (Lille), Stefan Savic (Manchester City), Miodrag Dzudovic (Spartak Nalchik), Radoslav Batak (Mogredn Budva).


Orta Sahalar: Vladimir Bozovic (Rapid Bucharest), Nikola Drincic (Krasnodar), Milorad Pekovic (Greuter Furth), Mitar Novakovic (Amkar Perm), Mladen Kascelan (LKS Lodz), Simon Vukcevic (Blackburn Rovers), Marko Cetkovic (Jageillonia), Branko Boskovic (DC United), Elsad Zverotic (Young Boys Berne).


Forvetler: Stevan Jovetic (Fiorentina), Dejan Damjanovic (Seoul), Mirko Vucinic (Juventus), Andrija Delibasic (Rayo Vallecano), Fatos Beqiraj (Dinamo Zagreb), Radomir Djalovic (Amkar Perm).

Bilmemne Süper Lig

Spor Toto Süper Lig üzerine tartışmalar yürütüyoruz, ediyoruz lakin esas ilginç olan belki de ligin adı. Neden Süper? Niye Süper? Türkçe kökenli, muhafazakar bir isim desek değil, kendimize has bir isimle anılma arzusu desem hiç değil. Premier Lig deyince İngiltere, La Liga deyince İspanya, Bundesliga deyince Almanya, Serie A deyince İtalya... Peki Süper Lig deyince?

Biz kendimize Avrupa Yakası'ndaki Gaffur misali "Süperim!" diyelim lakin kazın öyle değil. Metrekare başına birden fazla Süper Lig düşüyor desek yeri. Benim üstünkörü araştırmayla bulabildiğim Süper Lig'ler şöyle:

Danimarka Süper Ligi
İsviçre Süper Ligi
Yunanistan Süper Ligi
Arnavutluk Süper Ligi
Kazakistan Süper Ligi
Sırbistan Süper Ligi
Slovakya Süper Ligi
Çin Süper Ligi
Güney Timur Süper Ligi
Malezya Süper Ligi
Yukarı Demerara Süper Ligi (Guyana)
Kosova Süper Ligi
Telsim Süper Ligi (Kuzey Kıbrıs)

Gazetecilikte aynı manşetle çıkmak iki gazete için de prestij kaybıdır çünkü herkesin aklına gelebilecek bir başlık kullanılmıştır. Benim şu tabloya baktığımda gördüğüm şey kendi ligini ucuzca pazarlamak kadar bu yaratıcılık yoksunluğudur. Marka değeri, Bilmemne Süper Lig'lerden birisi olmanın neresinde?

Kuzguna yavrusu Süper Lig görünürmüş, belki de o misal...

Beşiktaş 1-0 Dinamo Kiev || Karambole Değil!


Dexter'ın dördüncü sezon finali, Game of Thrones'un dokuzuncu bölümü ve Beşiktaş-Dinamo Kiev maçındaki karambol... Son dönemde beni böyle heyecan ve hayret karışımı bir ruh haline sokabilen sahneler bunlar. Öylesine acayip bir karambol izledik ki maçın önüne geçti, muhtemelen de seneler sonra bu maç hakkında hatırlanacak tek şey olacak. Öte yandan bu maçı Beşiktaş'ın "karambole kazandığını" söylemek de haksızlık olur.


Veli, isabetsiz şutlarına rağmen temposu ve başarılı paslarıyla
Beşiktaş orta sahasındaki toparlanmanın mimarlarından...
Sadece iki hafta önce Dinamo Kiev'e karşı sürklase olan, buna karşın uzatmalarda yediği golle 1-0 mağlup olan ilk 11'den 9 oyuncu bugün de sahadaydı. Yeni giren iki oyuncudan Veli Kavlak'ın özellikle oyunu hızlandırma ve kanatları topa sokma konusunda etkisini yadsıyamayız fakat bugün oynanan oyunda her bireyin kapasitesince ayrı ayrı katkısı mevcut ve bu sahada bir takım kimliğinin ortaya konmasını sağladı. Quaresma'nın göstermelik mücadele koşuları yerine savunmaya gerçekten katkı veren doğru müdaheleler yapabilmesi, Hilbert'in müthiş enerjisi ve bindirmeleri, savunmada başta Egemen'in hatasız oyunu takımın en tecrübeli isimleri Aurelio ile Ernst'in takımı öne yıkmasını sağladı. Gol bu baskıyla, organize bir atak üzerinden gelmemiş olabilir ama en iyi savunmayı rakip yarı sahaya yerleşip Kiev'e işlevi olan bir hücum yaratma olanağı vermeyerek aynı derecede önemli bir iş yapmış oldular.

Dinamo Kiev yabancımız değil, Avrupa kupası deplasmanlarına bakışları belli. Evlerinde kazanmaya, deplasmanlarda ise topu rakibe verip rakiplerine şans vermemeye oynuyorlar. Fakat Beşiktaş gibi öne yığılmada problem yaşayan ve Sivasspor gibi niteliği sorgulanabilir, vasat bir Süper Lig takımına dahi hapsolabilen bir ekip karşısında bu yaptıklarının pek bir mantığı yok. Semin'in yaklaşımı teoride doğru ama pratikte oldukça yanlış. Skorun 0-0 devam etmesine de güvenerek hücum tarafındaki arızayı çözme adına hamle yapmadı ve yedikleri golü fazlasıyla hak ettiler demekte sakınca yok.

Egemen kariyerindeki ikinci Avrupa kupası golünü attı...
Egemen Korkmaz'a ayrı bir parantez açalım. Bursaspor günlerinde de mücadeleci kimliğiyle bilirdik, takdir ederdik ama Trabzonspor'da yaptıkları, ardından Beşiktaş gibi zemini sağlam olmayan bir kadroda sorumluluk alıp savunmayı toparlayışı onu başka bir seviyeye taşıdı. Büyük bir futbolcu ve futbola bakışıyla tüm yerli oyunculara örnek olacak bir profesyonel. Beşiktaş adına epey kritik olan bu golün altında imza atması da ayrıca güzel oldu, hoş oldu.

Stoke City, Maccabi deplasmanından  da 2-1'le döndü, puanını 10'a yükseltti. Artık turu garantilemek için Kiev'den ya da Beşiktaş'tan alacakları tek puana bakıyorlar. Bu Beşiktaş'ın epey işine geldi zira Kiev'le ikili averajı eşit olsa da Stoke City ile ilk oynayacak takım Dinamo ve Semin'in öğrencilerinin hedefini son maça taşıması için İngiltere deplasmanında kazanması gerek. Yağmurlu bir perşembe akşamı Stoke deplasmanından galibiyetle çıkacak gibi de pek görünmüyorlar. Beşiktaş'ın fişi çekmesi adına önünde iki fırsat var ve Egemen'in hediyesi siyah-beyazlılara büyük bir avantaj sağladı. Acaba ilk iki dışında mı kalınacak derken şimdi iddiası pamuk ipliğine bağlı Maccabi'yi yenerek turu garantileme, belki de İnönü'de liderliğe oynama şansları var. Zaten Avrupa'daki temsilci sayımız ikiyken hiç de fena değil...

Beşiktaş: Cenk, İsmail, Sivok, Egemen, Quaresma, Veli, Hilbert, Aurelio (63 Necip), Simao (90 Holosko), Ernst, Almeida (87 Edu).

Dinamo Kiev: Shovkovskiy, Danilo, Betao, Khacheridi, Vukojevic, Aliyev, Garmash (46 Ninkovic), Yussuf, Correa (75 Ideye), Yarmolenko, Milevskiy.