Necip - Schuster - Mourinho

Trafikte kırmızı ışıkta geçiyorsunuz. Ceza puanınız 95, 100'ü geçerseniz ehliyetiniz bir süreliğine alacak, bu işlemlerle uğraştığınız sırada da araba kullanmaya ihtiyacınız var. Öte yandan trafik kuralları diyor ki işlediğiniz en büyük ihlal geçerli kabul edilir. Tutup da aracınızı yanlış bir yere park ederseniz bir para cezası ödersiniz ve ceza puanınız da 95'te kalır.

Durum buyken cezayı parktan alıp parayı tercih eden adama laf söylemekten ziyade bu kuralları akıl ve mantık çerçevesinde ortaya koyamayan kurumun işleyişine göz atmanın daha adil olduğunu düşünenlerdenim. Bugün X yapıyor diye X'i eleştirmek yarın Y'nin yapmasına olanak tanır. Hukuk kuralları da "Daha büyük ihlale, daha az ceza" gibi bir absürdlük ortaya koyuyorsa bir kişi ondan yararlanınca bir başkası da aynı yolu kullanır. Bunu 586.kez yapan adama da ahlak ve etik üzerinden yüklenmek bence aşırı kaçıyor.

Bu akşam Necip Uysal, ilk sarı kartı gördüğünde Trabzonspor lig maçı için cezalıydı. İkinci sarı kartı görerek cezasını Gaziantep Büyükşehir Belediyespor maçında çekme hakkına sahipti ve bunu teknik direktörünün isteğiyle değerlendirdi. Daha önce bu boşluğa istinaden Ayhan Akman'ın buna benzer bir kart gördüğünü hatırlıyorum.

Bu tartışmalardan çıkan ana talep, "Resmi bir turnuvada alınan tek maçlık ceza o turnuva içinde geçerli olur" maddesinin yürürlüğe konup bu garip durumun çözülmesini istemek olmalı. İkinci olarak oyunun ruhuna aykırı olup olmadığı ayrıca tartışılabilir. Jose Mourinho'nun Şampiyonlar Ligi'nde Alonso ile Ramos'a gösterttiği aleni kırmızılar beni rahatsız etmişti ama Necip'inkini oyuna bu kadar çirkince bir müdahele olarak yorumlamıyorum. Dediğim gibi bu, subjektif bir konu.

Beşiktaşlı birisi eğer bunu ahlaksızlık olarak yorumluyorsa tepki verebilir, veyahut Trabzonsporlu bir futbolsever mağdur olduğunu düşünebilir ama bu ne ilk ne de son ve dünyanın her yerinde bu boşluk değerlendiriliyorsa bunun 587.kez olmamasını sağlayacak tek kurum Türkiye nezdinde TFF'dir. Eğer bu aklı ortaya koyamıyorlarsa sorun futbolseverlerden çok bu ligin otoritesi olan kuruma aittir...

Ankara Gazisi: Uğur Demirkol

Önceki gün Serkan Balcı'nın Nordin Amrabat karşısında düştüğü durum malum. Daha iki-üç ay önce milli takıma seçilmemesi büyük şaşkınlık yaratan Serkan dahi eli ayağı düzgün bir hücumcu karşısında yerlerde sürünebiliyor. Gökhan Gönül'ü ayırdığımızda yerli namına hücumcu bir takımda sırıtmadan görev alabilecek beklerin yetersizliği bir kez daha karşımıza çıkıyor.

Bundan yaklaşık 1.5 yıl önce "Bek Pazarı: Yeni Nesil Kanat Savunucuları" yazıma şöyle bir göz attım. Orada bir isim dikkatimi çekti: Uğur Demirkol. Şimdilerde Fenerbahçe'nin başında en başarılı dönemini geçiren Aykut Kocaman'ın has adamlarındandı iki yıl önce, 18-19 yaşlarında Süper Lig'de düzenli oynayan, ayağı yere sağlam basan bir bekti. O günden bu yana çıkışla başlayan kariyerine neredeyse zorunlu bir ara verdi. Gökçek hengamesinde unutulanlardan oldu.

Ocak transfer döneminde Türkiye'den ümidi kesip Almanya'ya geri dönmüş Uğur. Şimdilerde Freiburg'un ikinci takımında görev yapıyor. Hessen Kassel maçında sonradan oyuna girip 18 dakika görev yapmış. Bek kısırı bir memleketin bu yaşta bir yeteneği bu coğrafyada tutamamasını anlamakta güçlük çekiyorum. Bir Bank Asya takımının dahi rahatlıkla koparabilmesi gerekiyordu 90 doğumlu bu adamı. Herhalde işin Ankaragücü/spor boyutunda bilmediğimiz bir detay, bir anlaşmazlık yaşandı.

Berlin doğumlu Uğur, Almanya'dan gelip Türkiye'de hayal kırıklığı yaşayan oyuncular arasında artık. Daha şanslı bir kariyer onu Özer Hurmacı'nın izinden götürüp şu anda Kocaman'ın Fenerbahçesine taşıyabilirdi. Şimdi 21 yaşındaki bir futbolcu olarak oyuna tekrar ısınmaya çabalıyor. Ankara gazisi Uğur gibi birçok isim var Türkiye'ye gelip hayal kırıklığı yaşayan. Böyle bir seri mi yapsak, ne!...

Trabzonspor 3-3 Kayserispor || Zirve Futbolu


Türkiye'de iyi futbol oynanmadığı şeklinde bir önyargı hakim ancak bu akşamki Trabzonspor-Kayserispor benzeri maçlar bu algının kırılmasına yardımcı oluyor. Her iki takım da hedefini üç puan olarak belirleyince oluyor işte. Bir Bundesliga maçından farksızdı ikinci yarı. Amrabat'ın, Jaja'nın, Glowacki'nin, Ziani'nin oynadığı futbola sempati duymamak elde değil.

Özellikle Amrabat... Transferini ilk duyduğumda heyecanlanmış ama bir soru işareti koymuştum. İsme aldandığımız çok transfer oluyor Türkiye'de çünkü, kolay çıkış yapılan bir futbol iklimimiz de yok. Buna rağmen Belediye maçındaki oyunu ve muazzam golünde notunu vermiştim, bugün ise başka bir seviyede oynadığı bizlere net olarak gösterdi. Şu ligde en iyi sağ bekleri yaz deseniz ya ikinci, ya üçüncü sıraya yazılacak Serkan'ın kaç kere belini kırdı, ben hatırlamıyorum. Hazırladığı iki golle maçın adamıdır nazarımda.

Trabzonspor'da Selçuk İnan yokken hakikaten bir şeyler eksik. Oyunu öne taşımayı bireyesl becerilerle değil doğru kararlar ve paslarla beceren bir takım Trabzon ve burada oluşturulan ortak aklın saha içindeki en büyük pay sahibi bence Selçuk. Adam yerli Xavi. Bugün bazen Jaja geriye gelip o işe yardımcı olmaya çalıştı ama kolay dolmadı tabii ki, özellikle 75 sonrası ipleri Kayseri'ye teslim eden o panik havasında onun yokluğunun büyük pay sahibi olduğunu düşünüyorum. Buna rağmen göbekten etkili toplarla sonuca gidebildiler, Burak ve Jaja birebirlerde iki gol çıkardı. Burak, son bölümde bir de serbest vuruş alıyordu benzer bir pozisyondan ama Yunus Yıldırım pozisyonu atladı. Gerçi o pozisyondan sonra gerilen ortam Trabzon'un sertleşmesine prim tanıdı ve kurulan baskı bence günün kahramanlarından Glowacki'nin maçı 3-3'e getirmesini sağladı.

Kayserispor sanki zirve yarışında olabilmek için son bir parçaya ihtiyaç duyan NBA takımı gibi. İyi bir takasla işi kotaracak gibiler. Onur Kıvrak ile Selçuk İnan, Kayseri'de olsa net olarak bir şampiyonluk adayından söz edebilirdik bugün ki Şota'nın öğrencileri boşu boşuna dördüncü değil. Bugün sahada bunu ispatladılar. Kayseri'nin bütçesi her daim yüksekti ama bunu kullanmayı da deneye, yanıla öğrenmiş olmaları önemli. İki sene sonra Bursa'nın izinden gitmeyi denerlerse kimse şaşırmasın.

Liderliği gol averajıyla da olsa Fenerbahçe'ye kaptıran Trabzonspor'un evindeki şu görüntüsüyle son 10 haftada nerede olacağı şüpheli. İki kez öne geçtikleri bu maçı kazansalar her şey daha farklı olabilir, üç maça çıkan seri onlara gerekli özgüveni sağlayabilirdi. Yazık oldu kendileri adına. Kayseri ise kazansa yarışı dört ayaklı hâle getirebilecekken son dakikalarda önemli bir dört puandan oldular. Fenerbahçe ile Trabzonspor maçlarında bıraktıkları puanlar, onların bu sene Bursa'nın da dahil olduğu "ileri üçlünün" bir adım gerisinde olduklarının bir ispatı...

Beş Senelik Bu Çile

2010'lar Galatasarayı

Hani şu gelinen noktada yeni bir şeyler söylemek hakikaten zor. Bu Galatasaray, taraftarlarını umutlandırmamaya, gelecek adına en ufak bir ümit taşımaması adına her şeyi yapmaya adeta and içmiş bir takım. 1-0 oluyor, içten içe hesaplara girip "Acaba Kayseri yenilirse 7 puanı kapatıp dördüncülüğü alabilir miyiz?" diyorsun ama bireysel hatalardan gelen üç gol size haddinizi bildiriyor. Futbolcular, "Siz hâlâ bizden ümitli misiniz? Allah kurtarsın" der gibi oynuyor. Sokağa çıkmayı iki kere düşündüren şu soğukta oraya giden insanları kahrediyor. 24 maçının 11'ini kaybetmiş bir Galatasaray. Mağlubiyeti galibiyetinden çok... Hani sözün bittiği yeri de geçeli çok oldu, biz hâlâ kendimizi kandırıyoruz ama dediğim gibi, artık ona da pek müsaade yok.

İsmi oynadığı oyunun çok önünde gidenlerin adresi haline gelmiş, ekonomik olarak büyüdükçe kalite olarak küçülmüş bir takım haline geldik ki en acısı da bence bu. Bütçe olarak Galatasaray'ın fersah fersah gerisindeki bir Eskişehirspor, bir Kardemir Karabükspor'dan daha potansiyelli değil şu takım. Uğur, sana soruyoruz, şu takımda kimler gitsin deseler sorunun yanlış olduğunu, kimlerin kalacağına karar verilmesi gerektiğini söylerim. Hani, 10 sorudan üçünü yapıp hangisinin doğru olduğuna bakan bir öğrenci gibi Galatasaray. Hedefinde 80 almak var ama şu çalışmayla, şu birikimle 30'ün üstünü görmesi mümkün değil.

İşin daha da kötüsü kendini UEFA Kupası alan takımın mirasçısı, o takımın bir parçası gibi addedip o içi bomboş özgüvenle hâlâ bu takımın gidişatında kendine pay çıkarmayan birçok burnu büyüğün Abdurrahman Çelebi muamelesi görmesi. Şu takımın en istikrarlı oyuna giren yedeği Aydın Yılmaz. Sabri Sarıoğlu'nu kesmeyi hayal bile edemeyecek duruma gelindi. Daha da kötüsü iki yıllık adamlar, kendilerini Galatasaray ismiyle eşdeğer görür haldeler. Şu ahval ve şeraitte ne Frank Rijkaard, ne Michael Skibbe, ne de Gheorghe Hagi iş yapar, yapamadı da.

Hagi'nin karşısında sesim titreyerek sorduğum soru netti: Bu takımı daha önce izlediniz mi, bu takım için bir plan çizdiniz mi? O, daha oyuncuları tanıyacağını, ona göre karar alacağını söylemişti. Aradan geçen aylar hâlâ bu takımdan çıkacak hiçbir kombinasyonun iş yapmayacağını anlayamamış olması üzüntü verici. Elindeki takım ne Song-Tomas, ileride Necati-Hakan gibi güçlü ikililere sahip, ne de rakipler artık vur ensesine al lokmayı modunda takılıyor. Parçaları işleyen bir Kasımpaşa dahi her takımın başına bela olabiliyor şu halde.

90'ların Fenerbahçesi, birçok açıdan Türk futbolunun bir dönemine damga vurmuş bir tanımdır ve altı doludur lakin kulübün ismine ve potansiyeline bu kadar zıt olan o takımın bile bir türlü toparlanamamasının nedeni karşıtı olan Galatasaray'ın, ondan önce Beşiktaş'ın zirve dönemlerini yaşamalarıydı. Onlara kısa yoldan yetişmek uğruna yapılan şuursuz transferler, olmayan bir ortak akıldan beslenen, kötü bir dönemdi. Gün geldi, döngü kırıldı ve o takım tarihe karıştı. 2010'ların Galatasarayı ise bu açıdan çok daha kötü bir durumda zira bu hâle düşmesinin sebebi tamamen kendisi ve Fenerbahçe ya da Beşiktaş'ın iyi olmasının bunda hiçbir etkisi yok. 2010'lar Galatasarayı öyle çöp, öyle kötü bir kadro biriktirdi ki elinde, toparlanması için hakkını vermek gerekirse bence çok iyi geçen devre arası transfer döneminden en az iki üç tanesine ihtiyacı var. Bu hamlelere rağmen tam olarak ayağa kalkılamamış her an bir sonraki düzeltme anını etkileyecek ve hep "sil baştan" yoluna gidilecek. Üstelik hâlâ hayaller aleminde yaşayan, "Ama bu takım bize Avrupa kupası kazandırmaz" diye böbürlenen bir kesim de var. Neyin kupası, neyin Avrupa'sı şu hâlde? Önce Avrupa kupalarına katılabilecek bir takım haline gelmesi gerekiyor bu takımın.

Galatasaray'ın 90'lar Fenerbahçesinin ötesine geçmeden önceki tek çıkışı gerçekten hiçbir sonuçtan çekinmeyecek, doğru bir futbol aklına yaslanan, akıllı ve cömert bir yönetim hamlesi olur ki bu kulüp ne zaman bu tip bir yönetime sahip oldu, hatırlamakta zorlanıyorum.

Üzülüyorum. Tek isteğim içindekilerin Galatasaray ismine layık bir şekilde oynayabilmesi, şampiyon olamasa da yüzümüzü aşağıya düşürmemesi. Galatasaraylının bir maçı seyrederken az biraz ümit taşıyabilmesi. İstanbul Belediye maçı 3-1 bitmiş, kimin umurunda...

A2 Ligi: Fenerbahçe 1-1 Galatasaray

Kadıköy'de ilk devreyi yenik kapayan bir Galatasaray'ın oradan puan çıkarması zordur. Fenerbahçe iyi bir kontratakla fişi çeker, hatta farka gider bu tip durumlarda lakin bu varsayım A2 Ligi'nde geçerli akçe değil. Lider Galatasaray, ikinci yarıda kazanması gerektiğini bilen bir oyunla baskısını kurup sonucunu da 88'de bulduğu golle beraberliği kurtararak aldı. Pazartesi günü Dereağzı'nda oynanan derbinin "üç dakikalık özeti" bu.

Dereağzı vs Florya

Şunu açıkça söyleyeyim. Üç büyüklerin antrenman tesislerinde maç izleyen birisi olarak "Florya ve diğerleri" diye özetlenebilecek bir gerçek var. Ümraniye'de tel örgülerin arasından, adeta bir halı saha maçını izler gibisiniz. Dereğzı'nda ise ciddi bir tribün sıkıntısı var. Kenara dizilip maç izlemek bile zor, seyirci tarafındaki kulübeler kanatları görmenizi zorlaştırıyor. Altyapıda tribün sorununu nispeten çözebilen tek takım Galatasaray. Eylül ayında çimlerin yer yer seçilebildiği sahayı yeşil vadiye çevirenler bu konuyla da ilgilenir umarım.
Maçın bir başka kaydadeğer notu İnönü'den 4-2'lik zaferle dönen Fenerbahçe'nin ağır toplarıyla mücadeleyi takip etmesiydi. Alex de Souza ve Emre Belözoğlu, U-21 Milli Takımı hocası Raşit Çetiner'le birlikte karşılaşmayı takip etti. Daha sonra kenarda Diego Lugano da belirince kadro tamamlandı.

Derbinin yıldızları
Tekrar yeşil sahaya dönersek mücadele dozu bu kadar yüksek her A2 Ligi maçında olduğu gibi oyunun sıkıştığını, futbolcuların bilinçli organizasyonlar kurmakta zorlandığını gördük. Daha topu kontrolüne alamadan baskı yedi iki taraf da. Fenerbahçe, 25'te İsmail Aslan'ın kullandığı kornerde ön direkte kafa vurup uzak köşeyi gören Berk Elitez'le öne geçince elde ettiği avantajı kullanmak istedi genelde. Galatasaray, A takım patentli Anıl'ı kenara alıp Cem-İbrahim ikilisini ileri atınca pozisyon sayısı arttı. Berkin Arslan'ın 55'te attığı başarılı bir şut sonrası sakatlanıp kenara gelmesi ise sarı-kırmızılıların talihsizliğiydi. 88'de İbrahim'in her hareketinden "Ben Volkan Demirel'e benziyorum" mesajı alabileceğiniz Ertuğrul'u bir aşırtmayla geçip kafayla topu tamamlaması ise golü getirdi. Geçen hafta Cem Sultan'ın Bursa'ya attığı golü andırdı.

Gökay İravul (Fenerbahçe): Sarı-lacivertlilerde öne çıkan isimdi. Aykut Kocaman'ın ligin ilk devresinde ilk 11'de dahi şans tanıdığı Gökay, henüz üst düzey bir 6 numaraya evrilemediğini gösterince A2 takımın 10 numarası olarak başladı ikinci yarıya. Her haliyle takımın lideri, buna şüphe yok. Paslarıyla, orta sahadaki mücadelesiyle değiştiğini gösteriyor ama çizgili formayı Emre-Topuz-Baroni üçlüsünden koparabilecek düzeyde değil.

Bilal Özhan (Galatasaray): Galatasaray'ın yükselen değeri. Musa ve Emre Yüksektepe'nin Konya'ya kiralanmasının ardından iyice öne çıktı. Toplayken soğukkanlığını koruması, iyi şutlar çıkarabilmesi, dripling yapabilmesi onu farklı kılan özellikler. 92 doğumlu Bilal'in Galatasaray A takımına çıkma ihtimali olan isimlerden biri olduğu da kulislerde dolaşıyor. Dikkat!

A2 Panorama
1.Grup (25.Hafta): Galatasaray 56, Turgutluspor 52, Kasımpaşa 49, Beşiktaş 49, Bursaspor 45.
Bursa-Altay: 4-0, İstanbul BB-Buca: 1-2, Eskişehir-Kasımpaşa: 0-3, Dardanel-Karşıyaka: 1-0, Tavşanlı-Turgutlu: 0-2, Kartal-Bolu: 1-2, Akhisar-Güngören: 1-1, Fenerbahçe-Galatasaray: 1-1, Denizli-Beşiktaş: 1-2, MP Antalya-Manisa: 0-0.
2.Grup (22.Hafta): Erciyesspor 43, Gençlerbirliği 40, Trabzonspor 40, Konyaspor 38, Rizespor 38.
Ordu-Karabük: 1-0, Erciyes-Diyarbakır: 3-0, Konya-Ankaragücü: 3-1, Mersin İY-Gaziantep: 0-0, Adana-Rize: 1-4, Giresun-Sivas: 1-0, Kayseri-Samsun: 3-2, Gençlerbirliği-Trabzon: 3-0.

Carmelo'nun Artçıları: Deron, Jazz & Nets


Carmelo Anthony'nin New York Knicks'e geçmesinin ligin dengelerini değiştireceği ortadaydı ama bu takasın Deron Willams'a küçük kardeş New Jersey Nets'e yol açacağını pek de düşünmemiştim. Nets, birkaç senedir elindeki genç, yetenekli parçaların merkezine yerleştireceği bir süperstar arıyordu bugüne kadar. LeBron olmayınca Carmelo dediler ama o iş gerçekleşmeyince hiç beklenmedik yerden vurdular. Jazz'ın yeni kontrat imzalaması beklenmeyen yıldız oyun kurucusu Deron Williams artık Nets'te forma giyecek.

Nets: Deron Williams
Jazz: Devin Harris, Derrick Favors, 2011 ile 2012 (Warriors'tan) 1.tur draft hakkı

Devin Harris (sol) ile Derrick Favors  (sağ) Nets hücumunda.
Deron Williams, aynı draftın mezunu Chris Paul ile birlikte ligin en iyi PG'si olarak gösteriliyordu, Rajon Rondo'yla birlikte elbette. Buna karşın Jazz'a yaptığı giderlerin ardından yaşlı kurt Jerry Sloan'ın görevinden ayrılması Deron'un popülaritesine büyük sekte vurmuştu ki Jazz yönetimi de onun üstünü çizmiş olacak, Nets'in teklifini değerlendirdiler. Devin Harris, yakın dönemde All-Star seviyesinde performans vermiş, ligin kalburüstü gardlarından. Baskı yüksek olmadığı sürece performansı da artacaktır. Derrick Favors da bu neslin en potansiyelli uzunlarından. Milsap, Jefferson ve Favors. Bir de Mehmet var. Hiç de fena olmayan bir uzun rotasyonu demek bu. İyi bir dış skor tehditiyle tekrar batının başaltı takımlarından birine dönüşebilirler. Bunun için de 2011 için biraz şansla sağlam bir draft yapabilirler.

Nets için ise 'net' olarak iyi bir hamle. Brook Lopez gibi beslendiğinde ligin en iyi uzunlarından biri olabileceğini gösteren bir potansiyel varken Deron, bu iş için düşünülebilecek en iyi oyunculardan birisi. Gerçi onu mutlu edecek kadro yapısına ve derinliğine sahip değiller henüz. Deron da takası "hüzünlü bir gün" olarak tanımlamış. Dimyat, pirinç, bulgur üçgenine sıkışmaz istemiyor ve Kidd sonrası takıma adımını atan en üst düzey oyun kurucuyu elde tutmak istiyorlarsa etrafını doldurmak zorundalar...

Metin Geliyor Metin


Aslına bakarsanız Metin Oktay'ın metalaştırılması sürecinden rahatsızlık duyan bir Galatasaraylıyım. Bir insanı ne kadar tanrılaştırıp şehir efsaneleri arasına sıkıştırırsak o insana duyulan sevginin bir o kadar yara aldığını düşünürüm. Metin Oktay da bu aşırı yaklaşımın Galatasaray'daki tezahürü. Son 10 yılda zirve yapan bu tavra hiç mi gerek olmadığı, Taçsız Kral'ın hakikaten Türk futbol tarihinin bence en büyük figürü olduğunu biraz araştırınca görmek mümkün.

Özellikle Galatasaray'ın bugünkü kimliğine kavuşmasında gerçek anlamda bir milat olan Metin Oktay sevgisinin o dönemin insanlarındaki karşılığı muazzam. Fanatik bir Fenerbahçeli olan rahmetli dedemin amcalarımdan birine Metin adını vermesi benim için canlı bir örnek. O kadar büyük bir etkisi varmış ki onun, adına yapılan şarkılar dahi var.

Yukarıdaki linkte 1966 yılında Şevket Uğurluel ve arkadaşlarının seslendirdiği "Metin Geliyor Metin" şarkısı var. Benim bildiğim kadarıyla adına yazılan bir başka parça daha var, onun tarihinin daha eski olması gerekiyor. Bu parçayı videoda dinlemekle kalmayıp arşivine katmak isteyenler için ise link aşağıda.

Süper Lig'e Polonya Damgası

Doğu Avrupa'nın ne kadar önemli bir pazar olduğunu, Bundesliga'nın bu bölgenin çekim merkezi haline gelerek nasıl ayağa kalktığını birçok kez yazıp çizdik ama Anadoluda beşinci sınıf Brezilyalı, dört büyüklerde de major lig fetişizminin dinmesine pek ihtimal vermiyordum ama Polonya'dan neredeyse her bölgeden sağlam bir adam adım attı lige. Yakında 11 kurar mıyız diye soruyoruz artık...

88 doğumlu Kamil Grosicki, 7 kez Polonya A
Milli Takımı'nın formasını giydi...
Arkadiusz Glowacki (Trabzonspor): Bu yıl patlayan Polonya-Türkiye hattının ilk yolcusu oydu. Kötü zemin yüzünden ağır bir sakatlık geçirene kadar Trabzonspor'un savunma hattını toparlayan, pozisyon bilgisi ve sade oyunuyla Türk tipi savunmanın eksiklerini kapatır görüntüdeydi. Yeni yeni kendini buluyor. Başarılı transfer hanesine yazılır.


Kamil Grosicki (Sivasspor): Sivas'ın ara transferde getirdiği üç yabancının en iyisi olduğu daha gelmeden belliydi de gelir gelmez takımın en önemli hücum silahlarından birine dönüşmesini öngörecek kadar tanımıyorduk. Şutör, hareketli ve top taşıyabilen bir hücumcu. Mehmet Yıldız'ın ardından bir başka sabit 9 numara olan Eneramo'yu (ki onun da hayranı çoktur) kullanan Sivas'a ilaç gibi geldi. Genç Kamil'in Polonya Milli Takımı havuzunda olduğunu da söyleyelim.

Mariusz Pawalek (Konyaspor): O da gelir gelmez dikkat çeken isimlerden. Gol atma konusunda sıkıntı yaşayan takımında iki kez kalesini gole kapadı. Eskişehir'den şanssız bir duran top golü yemese üç maç olacaktı. Kalede güven veren, çevik kaleci. Ligin en iyilerinden biri bile olabilir, uzun vadedeki performansını görmek lazım.

Marcin Robak'ın Konyaspor formasıyla 5 maçta 2 golü var.
Marcin Robak (Konyaspor): O da devre arası transfer döneminde Türkiye'ye adım atanlardan. Konyaspor'un merkez forvet sorununa çözmesi planlanıyordu ki şimdiden oraya oturdu gibi. İki maçını seyrettim, zaten harika geçen Bucaspor maçında da iki gol attı. Gerçi yabancılarla anlaşması pek de mantıklı kriterlere dayanmayan, motivasyon hocası Yılmaz Vural'ın gözüne girip giremeyeceğini merakla bekliyorum.

Pawel-Piotr Brozek (Trabzonspor): Pawel olanını birkaç sene önce adı Galatasaray'la anılırken biraz araştırmıştım ve referansları çoğunlukla olumluydu açıkçası. Çılgın transferler döneminde unutuldu, gitti sonra. Trabzonspor'a gelince izleriz diye düşünmüştük ama Şenol Güneş'in öğrencileri şampiyonluk yarışında ve Umut Bulut ile Burak Yılmaz'ın kredisinin üstüne çıkması hemen zor. Yine de dün oynadığı beş dakikalık oyunla beni etkilemeyi bildi, maç yazısı da aşağıda zaten. Piotr Brozek ise Wisla'daki son senesini epey formsuz geçirmiş. Formayı koparamaması bu yüzden normal denebilir. Yine de Pawel Brozek'ten epey ümitli olduğumu söylemeliyim.

Carmelo Sonrası Knicks & Nuggets


New York Knicks:Carmelo Anthony, Chaunsey Billups, Shelden Williams, Anthony Carter, Renaldo Balkman, Corey Brewer
Denver Nuggets: Danilo Gallinari, Wilson Chandler, Raymond Felton ve Timofey Mozgov
*2014 1.tur, 2012 ile 2013 2.tur draft hakkı ve 3 milyon dolar nakit
Minnesota Timberwolves: Anthony Randolph, Eddy Curry
*3 milyon dolar nakit

Türk spor basını klişesiyle "yılan hikayesine" dönen takasta Denver, New York'a diz çöktürüp Rus pivot Timofey Mozgov'u da koparınca iş resmiyete döküldü. Ligin en önemli dış skorerlerinden Carmelo, aynı işi potaaltında yapan Amare Stoudmaire ile buluştu. Yanlarında "kulübede otursun, takımla antrenmana çıksın" dedirtecek bir saygı uyandıran kurt Chaunsey Billups da var. Celtics'i dipten alıp zirveye çıkaran üç All-Star formülünün Heat'in ardından yeni bir uygulayıcısı olmaya niyetlenen Knicks, bu takas uğruna anahtar teslim bir takım sundu Denver'a. Buna karşın bu sene olmasa da gelecek sezon için doğuda zirve adayı olmaya niyetli olduklarını gösterdiler. Curry'den boşalan salary cap'i bu üçlünün yanını doldurabilmek için harcayacaklar.

Denver ise şu raddede yapılabilecek en temiz işi çıkarıp JR Smith, Nene, Kenyon Martin gibi gayet sağlam parçaların yanına iyi bir rotasyon ekledi. Belki yıldızları yok ama mevcut oyuncuların daha fazla şut kullanıp takımın skor gücünü üst düzeyde tutabileceği bir ortam mevcut. Özellikle JR Smith ve Chandler'ın bu işi kotarabileceğini düşünüyorum. George Karl da "Aman, gitti de kurtulduk" minvalinden bir açıklama yapıp bu dramadan kurtulduğuna sevindiğini söylemiş. Önümüzdeki iki sene FA piyasası için de pusuya yatacaklardır.

Takasın katalizörü Minnesota'ysa şutu ve pası istenilen seviyeye bir türlü gelmeyen Brewer'ı bir süredir takip ettikleri Randolph'la değiştirerek kendi işini gördü. Curry'nin feshedilmesi muhtemel kontratından da salary cap de kazanacaklar. Zaten takastaki para da bu fesihe istinaden verilmiş gibi duruyor.

Toplamda bakarsak Denver >= New York diyebileceğimiz bir takas. Yeni New York ile Denver ilgi çekici takımlar oldular. Ben özellikle Denver'ın ne yapacağını merak ediyorum. İzleyelim, görelim...

İsmail Güldüren: Bi' Messi Değil

Başlıktaki isimleri yanyana görünce absürd bir espri bekliyor olabilirsiniz ama değil. Son olarak Galatasaray maçında Necati Ateş'le güreşirken gördüğümüz İsmail Güldüren, geçen ay memleketim sayılan Bandırma ekibi Bandırmaspor'la anlaşmıştı ama bu iş daha sonra yattı. Bandırma başkanının gerekçe olarak "Ayrıcalık istiyor" demesi üzerine ise Güldüren sempatik bir dürüstlük içerse de 2x2=4 tadında bir cevap veriyor.

"Ben Messi değilim. Bugüne kadar hangi kulüpte bize ne imkan sunulduysa onunla yetindik" 

Hani İsmail Güldüren'i seversiniz, sevmezsiniz ama ben şu açıklamanın ona ait olduğunu 10 km'den tanırım. Yeteneğinin sınırlarını bildiğinin altını çizen bu demeçlerden aslında çok var ama bu da hakikaten tarihe not düşülesi cinsten. Ben ise İsmail'i Fenerbahçeli arkadaşımın isyanından hatırlarım.

"Adam bize geldi. İki senede bütün ameliyatlarını yaptırıp gitti"

İsmail Güldüren // 234 Süper Lig, 32 Türkiye U-21 maçı.

Manisaspor 1-2 Trabzonspor || Jaja'nın Dönüşü


Makukula'nın ve Hikmet Karaman'ın gelişiyle taşların yerine oturduğu Manisa'nın özgüvenini inşa ettiği maç Trabzon deplasmanıydı. Liderin de en beklenmedik puan kaybı olarak sezon kayıtlarına alınmıştı ilk yarıdaki maç. Bugün o maçta çılgın atan Makukula yedekteydi, takımın en formda oyuncusu Mehmet Güven ise kart cezalısıydı. Trabzon ise formunu toparlamaya çalışırken, dış kulvardan kopup gelen Fenerbahçe'nin de baskısıyla artık kazanmak zorunda olmanın verdiği baskıyla maça çıktı.

Ömer Aysan'ın uzun süre et mi, balık mı olduğunu anlayamamışımdır ama sadece sezon başına çıktığı maç sayısı bile istikrardan nasibini almayan, güvenilmesi zor bir adam olduğu gerçeğini önümüze koyar. Bugün spikerler istikrar abidesi diye satmaya çalıştıysa da yemedik ama allahı var, iyi bir duran top kullanıcısı ve başarılı bir kornerle Manisa'ya golü kazandırdılar. Ev sahibinde ise bunun ötesini yapacak güç yoktu. İlk yarıda kral adam Simpson'ın ıskaladığı net bir kontranın ardından kayıplara karıştılar ki bunda Güven'siz orta sahanın payı büyüktü.

Türkiye Ligi'nde bazı şeyler rakipten bağımsızdır. İsterse rakip lig sonuncusu olsun, ilk devreyi bir lig deplasmanında 1-0 geride kapadıysanız işler her zaman sarpa sarabilir. Geri dönüşü kolay olmayan bir ligdeyiz. Manisa golü attıktan sonra dörtlü çakılı savunmanın önüne üç oyuncuyu 10 metrede diziyordu bir ara. Böyle takımların kilidini çözmek zor.

Trabzonspor ise bu işi panik yapmadan, başarıyla hayata geçirdiyse bunda yerli Xavi Selçuk'un yanısıra ikinci yarı müthiş bir sorumluluk üstlenen Jaja'nın da payını unutmamak lazım. İlk yarıda ayağına gelen pasa dahi "n'oluyor lan" diye bakan forvet gitmiş, yerine tam bir maestro gelmiş ikinci yarıda. Uzun boyu, dengesi ve topla hızlanabilmesini bir kenara bıraktım, Selçuk İnan'la gösterdiği önlü, arkalı oyunlardı esas maç çözen. Yeri geldi, Selçuk'un öne çıkışlarında orta saha yayına geldi, yeri geldi ara paslarıyla Burak ile Umut'u besledi. Kaç kez faul aldığına gelmiyorum bile.

Selçuk ve Jaja dışında yüzü dönük oynayan bir diğer hücumcu olan Alanzinho, maçı alan enfes bir şutla işi bitirdi. Bu üçlü arasında en çok topla boğuşan ve top kaybı yapan isim. Oyun stili buna yatkın, yapacak bir şey yok ama o şutu da çıkarabilecek kadar yetenekli bir oyuncu. Orta sahada alıp yaptığı kesme tam bir kısa ve teknik oyuncu işi. Harikaydı. Bu takımda niye Yattara'nın önüne yazıldığını da bizlere gösterdi.

Son olarak, beş dakika oynayan bir oyuncu oyuna bu kadar mı etki edebilir? Pawel Brozek, akıllı paslarıyla, oyunu açışıyla harika bir beş dakika izletti bizlere. Gerçi tekmeyi yiyerek sedyeyle kenara geldi hemen. Bu adamın daha fazla süre almaya ihtiyacı var.

Bursa'nın kendi sahasında puan kaybettiği haftada Fenerbahçe ile Trabzonspor bir adım öne çıktılar ve güzel bir yarış bizleri bekliyor gibi. Şenol Güneş'in öğrencileri homojen kimliği ve artık hiç kasmadan birbirleriyle üçgenler kurabilecek kadar takımdaşlığı sağlamış kadrosuyla bu yarışı sanıldığı kadar kolay bırakmayacaktır. Manisaspor'da ise Hikmet Karaman, bu takımın sadece "İlk yarıda Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor'u yenmişlerdi" diye hatırlanmasını istemiyorsa rakip tribünlere mavi boncuk dağıtmak adına meslektaşlarına saygısızlık etmekten farklı işler yapmalı. Yoksa üç büyükleri Şekerspor da yenip küme düşmüştü 90'larda, hatırlatayım...

Kobe Bryant & Black Mamba

Fikir harika olduğu kadar uygulama da iyi. Kobe Bryant'ın başrolünde olduğu Kara Mamba kısa filmi, Kobe ile filmin yönetmeni Robert Rodriguez'in film fikri üzerine yaptığı beyin fırtınasını konu alıyor. Mickey Rourke ve George Clooney ile parada anlaşamayıp Danny Trejo ile Bruce Willis'i oynatma ayrıntısına bayıldım. Kobe'ye de başrol yakışmış hani.

Filmin geniş posterine fotoğrafa tıklayarak ulaşabilirsiniz. Aşağıda da Youtube linki ile 90 mb'lık kaliteli versiyonunu indirebileceğiniz download linki mevcut. Videonun izlenme sayısı da bir günde 600 bini bulmuş.

Black Mamba @ Youtube
Black Mamba @WeTransfer

Kayseri Emiri: Kujovic

Mevzubahis transfer olunca şöhretten gerisi teferruat oluyor, az çok herkes bu tuzağa düşüyor. Kayserispor'un devre arası transferleri denince Nordin Amrabat, Karim Ziani gibi tabiri caizse tartsa üç okka çekecek adamlar dururken kimse Emir Kujovic'ten bahsetmedi elbette ama Kujovic, çıktığı beş maçta üç golle en az bu ikili kadar katkı vereceğini şimdiden gösterdi.

Aslında Kayseri'nin çok ısrarcı olduğu bir transferdi Kujovic. Yaz dönemine yetişmemesine karşın eylül-ekim döneminde transferin resmi açıklaması gelince dikkatimi çekmişti ama bu tip transferlerde karavana da atabilen Kayseri'ye pek de güvenememiştim açıkçası. Bu kez doğru rol oyuncusunu bulmuşlar gibi. Makukula sonrası saf bir 9 numara bulmakta sıkıntı çekiyorlardı ki Emir bu açıdan Şota'nın elini rahatlatmış gözüküyor. Ayrıca ön bölgede merkez forvet kullanmamanın aslında Şota'nın bir tercihi olduğunu düşünenlerin yanıldığını gösterdi Emir. Şu halde çizgileri daha belli bir 4-2-3-1'e döndüler ki önemli eksikleri olmalarına karşın hiç de fena gitmiyorlar.

Antalyaspor karşısında son dakikalara iki gol sığdıran Kujovic, hem ilk goldeki kafa vuruşu hem de ikinci golde dar açıdan uzak köşeyi bulmasıyla 300 bin avroluk bonservis bedelini çoktan amorti etti. 22 yaşındaki İsveçli, daha değerli bir adam olup olmadığını ise önümüzdeki dönemde gösterecek.

Beşiktaş 2-4 Fenerbahçe || İşte STSL Bu!

Üzerime ne kadar vazife bilemem de ben her iki takıma da teşekkür ederim, bizlere harika bir maç izlettiler öncelikle. Fenerbahçe'nin oyuna müthiş girişi, gol sonrası o ana kadar maçın yıldızı olan Dia'nın direkten dönen pozisyonunun ardından gidişatın da değişmesi. Ekrem Dağ'ın golü. Beşiktaş maçı kopardı, koparacak derken Almeida'nın kaçırdığı birebirin ardından gelen kırmızı kart+penaltı. Alex'in bizlere ne kadar iyi bir forvet ve golcü olduğunu tekrar hatırlatıp işi bitirmesi. Baştan aşağıya harika bir hikayeydi, bu kesin.

Öncelikle Schuster ve Beşiktaş... Bobo'nun Portekiz tayfası, Sivok'un uzun stoper ihtiyacı sebebiyle Almeida ile Ferrari tarafından kadro dışına itilmesi çok tartışıldı ki bu iki kararın maç içinde de karşılık bulması biraz da Alman hocanın tercihlerini işaret ediyor bizlere. Özellikle ilk 25 dakikalık Fenerbahçe dominasyonu bir derbi deplasmanında görülmesi pek kolay olmayacak düzeydeydi. Bunda en önemli pay sahibi isim Dia'ydı ki defalarca çok beğendiğim bir adam olduğunu dile getirdim. Ekrem Dağ'ı da hallaç pamuğu gibi attı ki tarihe geçecek güzellikteki enfes şuta rağmen Ekrem bu akşam epey zayıf kaldı. Hoş, Erhan Güven'in olduğu yerde hâlâ Abdurrahman Çelebi olabilir, her maçta karşısında da Dia olacak değil.

Fenerbahçe'nin ilk bölümde çılgın atması ise iyi bir dönem ya da safi Dia resitalinden ziyade bir geleneğe işaret ediyor. Zico döneminden bu yana Fenerbahçe'nin yakaladığı derbi verilerine geçen ay içinde blogda yer vermiştim. Açık alanda oynama özgürlüğü olan bir Fenerbahçe rakiplerini parçalıyor ki Dia-Niang ikilisiyle eşleşen Ekrem-Toraman ikilisinin yetersizliği özellikle ilk bölümde çok sırıttı ve Kocaman'ın öğrencileri buradan iyi ekmek yedi. Lakin bu parlak performansı Guti'nin enfes bir asisti ve biraz da şansın yardımıyla iyi yere giden bir Simao serbest vuruşuna teslim ediyorlardı. İmdatlarına yetişen ise Beşiktaş'ın bir başka yabancısı Matteo Ferrari oldu.

Ferrari ile Lugano arasında yaşanan çekişme maçın başından beri sürüyordu aslında ancak işi bilen ve daha soğukkanlı olan Lugano, darbeyi aldı ve takımına maçı getirdi. Burada ona suç yükleyip futbolun temizliği üstüne de bir nutuk çekebiliriz lakin amatör kümelerden profesyonel futbola her yerde olan çekişmeler bunlar. İtalya'dan gelmiş bir savunmacının bu kadar çapsız bir işe imza atması inanılır gibi değil. Futbolda alınabilecek en ağır cezayı tek harekette almayı başardı. Top Beşiktaş'tayken penaltı ve kırmızı kart nedir yahu?

Necip'in golüne zemin hazırlayan ortanın da sahibi olan Alex ise penaltıyla beraber tekrar sahne alıp maçı götüren adam oldu. Bu adamın son vuruşları, topla münasebeti dünya çapında belki ama Türkiye Ligi'nde bu kadar fark yaratmasının en büyük sebebi topsuz oyunu ve rakip savunmayı okuyabilme becerisi. Attığı kafa golünde savunma arasına sızması dahi yeterlidir bunu söyleyebilmek için. Kral adam. Ligdeki gol sayısını şimdiden 16'ya dayandığını hatırlatayım ki hem bireysel olarak bence en iyi sezonunu geçiriyor, hem de maç fazlasıyla dahi olsa takımının liderliğe yükselmesini sağlayan isim oldu. Galatasaray ile Beşiktaş'a benzer bir kuyudan yukarı tırmandılar ve şampiyonluğa yürüyorlar artık. Bunun aslında İstanbul takımları adına önemli bir adım olduğuna ise farkı bir yazıda değinelim. Şimdilik bize kalan güzel bir maç izlemenin tatmini...

Galatasaray 1-0 Bucaspor

Golü atan Culio, asisti yapan Kazım, maçın adamı Stancu... Devre arası transfer döneminin verimli geçtiğine şüphe yok ama oyunun bütününe baktığında pek de mesafe kat edilemediği aşikâr. Hagi'nin elinde hâlâ pek fazla seçenek yok. 56'da Yekta oyuna girdiğinde önümde ısınmaya devam eden üç adam Aydın Yılmaz, Emre Çolak ve Mustafa Sarp'tı. Kulübesi bu olan takımdan zirveye oynamasını beklemek zaten haksızlık ama 48'de atılan ofsayt gol sonrası yakalanan iştahın 10 dakikayla sınırlı kalmasını kimse yeteneksizlikle açıklayamaz. Bu tempoyu 20-25 dakika yakalayacak bir Galatasaray, en azından iki haftada bir mağlup olmaz, her deplasmandan eli boş dönmez. Bu kesin.

Takımın temel sorunu zaten bütünsel bir bilincin olmaması ve bunun sonucunda pas trafiğinin rahatlıkla okunabilmesi. Futbolu az çok bilen her oyuncu Galatasaray'da bir sonraki pasın nereye ne zaman atılacağını biliyor ve daha top gelmeden rakibin tepesine biniyor. Topu rakip basarken alan adam takımın en eli yüzü düzgün adamları da olsa zorlanıyor ki çok normal.Golün de Buca'dan kapılan ani bir topta Kazım'ın sağda yalnız kalması sebebiyle geldiğini hatırlayalım. Yerleşik düzene hücum etmek Galatasaray için büyük bir sorun. Ne zaman ekstra bir pasla baskı yemeden top dolaştırmaya başlıyor, o zaman pozisyonlar geliyor. Bu kıvılcımı sağlayabilecek adamlar Stancu başta olmak üzere Culio ve Yekta gibi gözüküyor ama bu sayı bir elin parmaklarını geçmediği sürece sorun da sürecek. Bu açıdan fazla kilolu bir Arda Turan'ın dahi iş görebileceği düşüncesindeyim ama Hagi'nin o gelince nasl bir sistem kullanacağı da soru işaretine dönüşüyor

Anadolu takımları diye tabir edilen ve çoğu zaman oyunları hor görülen "diğer" takımlar artık rakiplerine karşı akıllı oynadıklarında pozisyon üretebileceklerini, allah ne verdiyse yaslanmamak gerektiğini kavradılar. Bucaspor da topu çok gevelemeden, dikine oynayarak Galatasaray'ı açık alanda yakalamayı düşündü ki buldukları net pozisyon sayısı çok daha fazlaydı. Biraz direkler, biraz son pasların yetersizliği maçı istedikleri yöne çevirecek golün gelmesini önledi. Mendy'nin enerjisi ve patlayıcılığı geniş alanda iyi iş yapıyor. Onun üzerinden çok pozisyon türetti Buca. Arena'dan ilk puan çıkaran takım olabilirlerdi. Yalnız Kuddusi Müftüoğlu'nun göz yumduğu bu sertlik onlara normal bir maçta bolca sarı, muhtemelen de kırmızı kart getirirdi. Oyunu okumaktan aciz bir hakemin işlerine geldiğini de söylemem gerek.

Maçtan Notlar
ASY Spor Kompleksi: Skorbord sorunu şimdilik tatlıya bağlanmış gibi. Ali Sami Yen Spor Kompleksi / Türk Telekom Arena yazıyordu bugün. Umarım bir gün oranın "kompleks" olduğu günleri de görürüz. Öbür türlüsü başka bir kompleks oluyor çünkü.
Kale Arkası bayrakları: Maç öncesi şovu için güzel de insan kornerde bile sallar mı şunları yahu? Hani tribün şovu, bilmemne de insan da attığı golü izlemek istiyor. Biraz düşünceli olmakta fayda var. Özellikle Güney Kale Arkası'nda "Biz tribüncüyüz, çekirdekçi dinlemeyiz" fikriyle hareket eden bir grup var ama ölçüyü kaçırmak orada sorun yaratıyor, dikkat.


B-U-C-A: Son zamanlarda duyduğum en ilginç tezahürat. Hep bir ağızdan "Uuu" diye bağırınca dikkat çekiyorlar zaten. Yaratıcı. Sayıca Eskişehirlilerden az olmalarına rağmen seyircinin azlığı sebebiyle ekoyu da yanlarına alıp iyi bağırdılar.
Kazım Kazım: Türk Telekom Arena'da en büyük alkışı her hafta çıkışında o alıyor. Bütün tribünler onda hemfikir olmuşsa bir farklılık var demek ki. İyi yolda.
Milan Baros: Pasları yerini bulmadı, kuvveti yerinde olmadığından mücadeleleri hep kaybetti ve faul yaptı. Görüdüğü sarı kart da cezalı olduğu anlamına geliyor. Bir an önce eski gücüne kavuşmalı...

Aydın Yılmaz, peki ya biz?

Yıl 2006'ydı ve birçok Galatasaray altyapı mezunu gibi onun da kaderi Konya'da çizildi. Son dakika şutuyla şampiyonluk yolunda mihenk taşı kabul edilen bir galibiyetin mimarıydı. Bu güzel kariyer başlangıcının ardını "Ve ondan bir daha haber alınamadı" diye getirsek yeri çünkü Aydın "Yerli Figo" Yılmaz, o yarattığı beklentin altında ezildi, gitti.

Hızlı ama savruk. Yetenekli ama kararsız. Fiziği iyi ama sakatlığa yatkın. Teknik ama top kaybı bol... Onu farklı kılan her özelliğinin karşıtını da kendinde barındıran, ilginç bir adam Aydın. İşin ilginci Arda Turan da dahil olmak üzere hiçbir altyapı mezununa nasip olmayan bir kredisi de vardı. Şimdilerde Manisaspor'la parmak ısırtan Mehmet Güven'in hiç tadamadığı o şefkat ona gösterildi fakat her daim genç yetenek muamelesi görse de beşinci profesyonel yılı dolmak üzere ve Galatasaraylılar ondan farklı bir şeyler görmek istiyorlar. Artık 24'ünden gün alan Aydın için "Acaba?" diyen insanların sayısı bile oldukça azalmış durumda.

Yakın tarihin en kötü Galatasaray'ı aslında birçok genç oyuncu için de bir anlamda fırsattı. Kendilerini ispatlayabilirler ve iki sene önce hayal etmeyecekleri adamları yerlerinden edip yeni takımın önemli bir parçası olabilirlerdi. Skibbe'nin Haessler'e benzettiği, Rijkaard'ın kimseye tanımadığı şansı verdiği Aydın bu son şansı da tepmiş gözüküyor. Galatasaray A2 takımının Bursaspor'u 3-1 mağlup ettiği maç bu tükenişin bir resmiydi sanki.

Kaptan Aydın'a
Florya çimlerine kaptanlık bandıyla çıkan Aydın, formsuz olabilir ya da fiziken hazır değildir. Bunlar futbolun içinde var ama A2 takımında kaptanken dahi sorumluluk almayan, topu bekleyen yapısı kendisini gösterdi. Sorun şu ki hiçbir yaratıcı süreçte yer almayan 23'lük sağ açık, toplu oyunda da hiçbir zaman üst düzey bir takımın hücum silahlarından biri olamayacağını ispatlıyor gibiydi. Tabii ofsayttan kaçabildiği anlarda. Maçı hafife aldı diyeceğim ama A takımdan gelip buraları süpüren çokça performans da izledik A2 Ligi'nde. Aydın'ın durumu sanki bundan biraz daha öte...

Emre'lerin Pehlivan olanı
Sahadaki iki Emre'den Çolak olanı penaltıdan bir gol kaydetse de gözüm bu seferliğine Bursa'nın 93'lü yıldız adayı Pehlivan'daydı. Solak hücumcunun meziyetleri dillere destan ancak topla arası çok iyi olan Emre'nin mücadeleye ağırlığını koyduğunu söyleyebilmek zor. 0-0'lık bölümde adı epey anıldı ama özellikle sağ bek Onur Arıkan karşısında bir fazlasını koyamadı. Kötü bir maç çıkarmış olabilir ancak takibe değer bir oyuncu olduğunu topa dokunuşuyla dahi hissettiren bir yetenek, o kesin.

Cem'in Sultanlığı
Maçın adamına ise ayrı bir paragraf açalım. Berkin'in bence karşılaşmanın en klas hareketi diyebileceğim enfes ara pasını kontrolü, kaleciyi geçişi ve son vuruşuyla Cem, iyi bir ceza sahası forveti olduğunu gösterdi ama onun sorunu daha çok son vuruş bölgesinin dışı. Doğru zamanda topu ayağından çıkaramıyor, hızlı al-verlere girmekte güçlük çekiyor. İyi bir dokuz numara olması için bunu aşması gerek. 91 doğumlu Cem'in sözleşmesi konusundaki belirsizliğin sürdüğünü de belirteyim.

Semih Kaya'nın dönüşü?
Arda Turan'dan sonra Galatasaray altyapısından çıkan en potansiyelli oyuncuların başında gelen ancak yaşadığı iki diz sakatlığının ardından serbest düşüşe geçen Semih Kaya, Kartalspor'da tekrar kendini buluyor. Kartal'ın son üç lig maçında forma giyen ve Samsunspor maçındaki performansıyla alkış alan Semih için olumlu bir soru işareti koyalım. Bergama doğumlu stoperin Galatasaray'la olan sözleşmesinin bitiş tarihi ise 31 Mayıs 2012.

A2 Panorama
1. Grup: Galatasaray 55, Turgutluspor 49, Kasımpaşa 46, Beşiktaş 46, Bursaspor 42.
Kasımpaşa-Denizli: 1-0, Buca-Eskişehir: 2-1, Altay-İstanbul BB: 1-0, Galatasaray-Bursa: 3-1, Bolu-Akhisar: 2-0, Karşıyaka-Tavşanlı: 1-4, Manisa-Dardanel: 1-1, Beşiktaş-MP Antalya: 1-0, Turgutlu-Kartal: 1-1, Güngören-Fenerbahçe: 1-1.
2. Grup: Trabzonspor 40, Erciyesspor 40, Gençlerbirliği 37, Kayserispor 35, Konyaspor 35.
Ankaragücü-Giresun: 1-1, Rize-Konya: 4-1, Gaziantep-Gaziantep BB: 0-3, Karabük-Erciyes: 1-2, Sivas-Ordu: 4-1, Trabzon-Mersin İY: 2-3, Samsun-Gençlerbirliği: 1-0, Diyarbakır-Kayseri: 0-1.

 ***
Taraf gazetesinin dahiyane fikri sayesinde köşe yazılarını internetten okuma şansı olmuyor kimsenin, ben dahi kullanıcı adı/şifre girip tekrar göz atmaya üşeniyorum. Aslında gazeteye yazdıklarımla blogu ayırmak daha doğru geliyor bana ama madem yazıyoruz, boşa da gitmese güzel olacak. Bundan böyle her cuma sabahı koyacağım köşeyi buraya.

Üsttelki de 17 şubat 2011 tarihli Taraf gazetesindeki Çaylak Raporu köşesi...

İbrahim Üzülmez & Beşiktaş

Ne yalan söyleyeyim, her daim hak ettiğinden fazla paye alan bir oyuncu olduğunu düşünmüşümdür İbrahim Üzülmez'in. Hep genelgeçer görüşün hoşuna giden "koşma, mücadele etme" gibi yetileriyle öne çıkar ama saha içinde becerdikleri, beceremediklerinin çok gerisindedir. Yetersizdir ve daha da kötüsü yetersizliğe kanaat ettiren oyuncugillerin en sağlam örneklerindendir. Bana göre en tehlikeli futbolcu gruplarından... Beşiktaşlı olsam eminim ki beni deli eden adamların başında gelirdi lakin gönderiliş biçiminin içeriği yine bir ahlaki temelden çok vazgeçilmezlik durumuna dayalı.

Üzülmez'in İbrahim Toraman'la yaşadığı ilk münakaşa bu değil biliyorsunuz, daha iki sene önce terlik vakası olarak tarihe geçen, daha şiddetli bir tartışma yaşandı. İkili sözde kadro dışı kalıp sezon başladığında kaptanlıkları alınarak affedilmişti. Daha sonra kaptanlıklar da geri verildi ve bugüne gelindiğinde aynı tartışma ve aynı isimler var. Bugün yaşanan daha tek taraflı bir olay gibi görünebilir ancak yaptırımın bu kadar ağır ve güç gösterisi şeklinde tezahür etmesinde onun iki sene önceye göre daha gözden çıkarılabilir olmasının payı olduğunu düşünüyorum ve bu yapılanın biraz popülizm koktuğuna işaret ediyor ediyor. Beni rahatsız eden nokta bu.

11 yıllık kaptan, efsane, büyük futbolcu sözleri onun için basında çok kullanılır ama Beşiktaş taraftarında bunun karşılığı bu kadar da büyük değil aslında. Sevenleri dahi onu bir şekilde kabullenebilmiş insanlardır, en azından benzer örneklerle empati kurduğum zaman öyle geliyor bana. Yine de Türkiye Ligi'ndeki mevcut oyuncular içinde en uzun süredir bir takımda görev yapan oyuncudur İbrahim Üzülmez. Yeri geldiğinde çılgın maçlar çıkarmışlığı da yok değildir. Sırf bunların hatrına bile "kulüpten kovulan oyuncu" damgasını ona vurmak yerine üç aylığına kadro dışı bırakılmayı hak etmiştir. İki futbolcu dünyada ilk kez kavga etmiyor, yumruklaşmıyor.

Şu Türk futbolu ne çektiyse şu popülizmden çekmiştir ve ben bu olayda da biraz "Doğrucu Davut" olmak adına abartılı bir aksiyon alındığına inanıyorum. Daha da kötüsü bu kararı alanların içlerinden, belki de dışlarından "Nasıl olsa İsmail var" dediklerini de duyar gibiyim...

*Fotoğraf Beşiktaş Dergisi'nin kasım sayısından. Dün BJK.com.tr'yi gezerken rastlamıştım. Şimdi onun için dolabı boşaltma zamanı...

Gaziantep-Galatasaray Serisi & Sonrası

Maç lig maçı değil NBA play-off serisi beşinci maçıymış hissiyatıyla oturmuştum ekran başına. Bir karşılaşmanın gidişatı çeşitli sapmalara meyledebilir. Bir kırmızı kart olabilir ya da hakem hatasıyla bir gol yenilebilir. Değerli bir oyuncu o maçta formsuz olabilir. Ancak Galatasaray bir buçuk ay içinde üçüncü Gaziantep deplasmanına çıkarken, anlık performanslara sığınacak durumda değildi ve Gaziantep'in 1-0'ı bulup oyunu istediği kıvamda, hiç zorlanmadan galibiyetle tamamlamasının hiçbir bahanesi yok.

Yekta Kurtuluş, Emmanuel Culio, Bogdan Stancu... Bu üç adam transfer olalı bir ayı geçti, geçmedi ama her maç takımın en iyi 4-5 oyuncusu içerisinde yer alıyorlar ve Galatasaray buna rağmen deplasmanlarda puan dahi alamıyor. Bu sebeple Hagi'nin maç sonunda yaptığı, "Bugün günümüzde değildik" açıklamasının yüzeysel bir geçiştirmeden öte olduğuna inanmıyorum. Muhtemelen takımı medya önünde yermek istemediği için böyle bir açıklama yaptı ama şu mantığın tutulur tarafı yok. Hele ki rakip Gaziantepken...

Gaziantep maçları hem belli bir dönemi kapsadığı, hem de sağlama imkanı verdiği için önemli. Tolunay Kafkas'ın takımı istisnasız her maç Galatasaray'ın defansıyla orta sahası arasına Popov, Wagner gibi teknik ve topla kat eden oyuncuları sokmayı bildi ve bir dönem yoğun bir şekilde Galatasaray'ı yarı sahasına kilitledi. İkincisi Cenk ile Sosa, göbek ikilisinin zaaflarını ortaya koydu ve oradaki kopukluktan pozisyonlar üretildi. Daha da önemlisi Galatasaray'a yüzü dönük ve hızlı çıkma imkanı verilmedi ki bu Türk Telekom Arena'da daha farklı maçlar seyredebilmemizin temel nedeniydi.

Sorunları herkes görüyor, çözümün ne derseniz inanın şu an kadro içinde yapılacak hiçbir icraatın Galatasaray'ı bugünden çok farklılaştırabileceğine kendimi ikna edemiyorum. Zor, hatta imkansız. O yüzden hatasıyla, sevabıyla bu takımı -şimdilik- kabullenip önümüzdeki seneye hangi parçaların kalacağına karar verilme sürecinde olduğumuzu düşünmek en doğrusu ama en büyük soru işareti de bu.

1- Oyunculara yakın olduğu için her türlü yetersizliği ve çapsızlığı görebilen Gheorghe Hagi, doğru bir ayıklama ve ayrım yapabilecek mi?
2- Hagi'nin doğru tespitleri ve kararlarını mevcut kadronun iyi olabileceği yanılsamasına sahip olduğu her halinden belli olan, daha da acısı yolunu kaybetmiş gibi görünen bu yönetim ne kadar uygulayabilecek?

Galatasaray'ı 90'ların ortasından beri sıkı bir şekilde takip ederim, benim hatırladığım en büyük ve net krizin içindeyiz ve bu soruların cevabı aslında hepimizin biraz ideallerinde yaşattığı Galatasaray'ın gerçek hayatta ne kadar karşılığı olduğunu da göstermiş olacak. Galatasaraylılar şu saatten sonra galibiyet değil ortak akıldan üretilmiş, belli bir tutarlılığı olan icraatlar bekliyor...

Gaziantepspor 1-0 Galatasaray

Karabük'te Emenike Etkisi

Bu kadar büyük bir silahınız varsa oyun planını o oyuncuya göre kurabilirsiniz ancak onun olmadığı her maç takım için büyük bir sınavdır. Fenerbahçe'de çok tartışılır Alex'in varlığı ya da yokluğu, Emenike deyince benim aklıma ise Ribery geliyor daha çok. Ekstra yetenekleri olan takımlar, bu tip sınavlarda ikinci bir işler plana ihtiyaç duyuyor ve Karabük'ün de bu planı henüz olgunlaştıramadığını gördük.

Öncelikle İlhan Parlak, Emenike'nin birincil partneri. Beraber oynamaya başladıklarından bu yana büyük çıkışa geçen, Nijeryalının süpürdüğü savunma hattını yarıp gerektiğinde gol atacak, gerektiğinde araya top bırakacak demarke forvet rolünü üstlenebildiğini ispatladı ama Emenike'siz, yani fiziksel temasın daha fazla olduğu bir oyun için hâlâ cılız kalıyor. Emil Angelov bence iyi bir son vuruşçu olsa da Emenike'nin yarattığı ve yaratma sürecinin önünü açtığı topsuz oyunu sergileyecek tipte bir adam değil. Bu sebeple Angelov ile İlhan'ın ideal bir ikili olduğunu söylemek zor.

Bu tip durumlarda yaslanılabilecek bölge orta sahadan gelecek ekstra katkıdır ki şutör kimliğinin yanı sıra iyi bir duran top kullanıcısı olan 29 yaşındaki oyuncunun etkisiz kalması bu noktada önemli. Karabük resmi sitesinden öğrendiğime göre gripmiş bir haftadır. Güce dayalı bir şut tekniği olduğundan etkisiz kalması normal diye düşünüyorum lakin yeni transfer Hocine Ragued'in de o çıktıktan sonra sergilediği futbol içler acısıydı. Pozisyon ve top kayıplarını sayamadım bile. Hâl böyleyken uzun süreli sakatlıktan dönmüş Florin Cernat'nın ayağına ve onun kazanacağı duran toplara yaslandılar. Haliyle olmadı.

Tüm bunlara karşın Kasımpaşa karşısında maçı kıran adam Armand Deumi'ydi net olarak. Tolga'nın kontrpye'de kaldığı pozisyonda şuursuzca attığı depar yüzünden boş kaleye tipleyemediği gibi aynı dakika Ersen Martin'in Halil'e lokum gibi bir top indirmesine engel olamadı. 2-1'den 1-2'ye giden bir maç da Süper Lig'de kolay çıkarılmaz.

Her şeye rağmen çaylak bir takıma göre sıkı iş çıkarıyorlar ve mağlup olmaları da çok mühim değil. Aslında bir şeyler karalamak için kötü günlerini de kollamıyor değildim hani. Öbür türlü şuursuz bir güzelleme yapıyormuşum gibi geliyor. Yücel İldiz'in öğrencileri her yönüyle takip edilecek, güzel bir takım. Aynen devam...

Kardemir Karabükspor 1-3 Kasımpaşa

Eski Açık & Lig Radyo

Ali Sami Yen Stadı'nda en çok maç izlediğim tribün birçok öğrenci gibi Eski Açık'tır. Kapalı'ya terfi etmem biraz geçtir, son birkaç yılda adımımı atabildim. Türk Telekom Arena'da "Eski Açık" diye çağrılan Güney Tribünü'nde maç seyreden birisi olarak Galatasaray denince akla gelen markalardan birisi olduğunu düşünmüşümdür hep.

Eski Açık, Lig Radyo'da her çarşamba saat 13-14.00 arası yapacağım programın adı. Galatasaray'la ilgili her türlü konunun irdeleneceği programda haftanın maçından, altyapı raporuna, basketboldan diğer branşlara kadar her konuyu süre el verdiğince toparlamaya çalışacağız. Yarınki ilk programda başta Eskişehirspor maçı olmak üzere birçok konu mevcut.

Programda hem blogdan hem Twitter'dan gelen sorulara da yer vermek niyetindeyim. Ne kadar interaktif olursak o kadar iyi. Hayırlı olur inşallah....

Programın Twitter hesabı: Twitter.com/eskiacikradyo
Kişisel Twitter hesabım: Twitter.com/ukarakullukcu

Galatasaray 4-2 Eskişehirspor || Arena

Sivasspor maçında statta olamamış birisi olarak TT Arena havasını ilk kez (gerçek anlamda) soludum ve yeni statın Galatasaray'a bir hareket alanı kazandırdığı açık ve net olarak görülüyor. İyi bir zemin ve sahadaki oyunu takip eden ve müdahil olmak isteyen taraftarlar burayı gerçekten bir arena haline getirme yolunda ilerliyorlar. Bu açıdan stadyumun maddiden de öte manevi de bir kazanım olduğunu düşünüyorum. Ali Sami Yen'in hatırası başımızın üzerine ama burada yeni hatıralar oluşturmak için 'zemin müsait'.

Öte yandan Bursaspor maçına bence fazla defansif ve iyimser bir planla çıkıp Kazım'ı en öne atan Hagi, iç saha özgüveni ve Kewell'ın dönüşüyle çok daha başarılı bir hücum hattı inşa etmiş. Stancu, Kewell ve Kazım. Yüzü dönük top taşıyabilen, uzun boylu ve sinirlerine hakim bir Kazım'ın epey iş göreceği şimdiden belli gibi. Aydın'dan medet umarken, Kazım'ı almanın bir terfi olduğu açıkça görülüyor. Transferin yapılış şeklindeki yanlışlık bir yana, adam futbol oynamaya gelmiş gibi.

Sabri Sarıoğlu'nun hakeme isyanı...
Esas farklılık yaratan isim ise Bogdan Stancu olacak. Mersin İdman Yurdu saçmalıklarını bir kenara koyup adamın oynadığı topa bakıyorum da Stancu hakikaten futbolcu! Adam topa vurmasını biliyor, şut çıkarıyor ve oyun bilgisinin hiç de yabana atılır olmadığını ispatlayacak birçok hareketi maç boyu bize izletiyor. Bonservis hanesinde yazan o sayıyı amorti edeceğini şimdiden gösterdi bence. Uyruğunda Rumen yazması sebebiyle çakalların iştahını kabartmış bir futbolcunun saçma ve yer yer kasıtlı önyargıları parçalamak için harika bir başlangıç. Özgür kızı kovalayan abiye nasihat eden amca gibi, "Devam et, devaam" diyebiliriz ancak.

Eskişehir'in yaptığı en temel hatanın Galatasaray'a yüzünü döndürmesi ve net paslarla kale yakınlarına indirmesi diye düşünüyorum. Bu takımın 10. olma sebebi kolay bozulabilmesi. Yoksa müsade ederseniz pozisyon üretecek ayaklar var ileride. Kazım ve Stancu'nun hakkını verdik ama Culio'nun müthiş futbolu da gözden kaçmamalı. Orta sahadaki verimli ve net oyununun yanı sıra şutları ve etkili duran toplarıyla tribünlerin sevgilisi olmaya aday. En azından öyle olması gerekir! Araştırmalarım da boşuna "Romanya'da bölgesinin en iyisi" demiyorlarmış adama. Hakikaten sağlam adam.

Es-Es diyorduk. Pele'ye fazla yaslandılar gibi hücumda. Bir kişi üzerinden pozisyon üretmek zor iş, üstelik Galatasaray'ın takım savunmasındaki zaaflardan da top kapmadaki yetersizlikleri sebebiyle pek de faydalanamadılar. Ters topla bir gol bulup Ümit Karan da bir sihir yaratınca hanelerine iki gol yazıldı ama Galatasaray'ı tehdit etmekten uzak kaldılar. Tabii geride oynuyor olmalarının bunda payı büyüktü ama aşama kaydetmeleri gerektiği kesin. Şimdilik ilk 7 takımı olmadıklarını gösterdiler.

Maçtan Notlar
*Skorbord: Açılış maçında skorbordda "Ali Sami Yen Spor Kompleksi" yazıyordu. Stadın isim hakkını (forma sponsorluğuyla birlikte) yıllık 10 milyon avroya satmışken, bunun bir şark kurnazlığı olduğu izlenimi vardı bence. Böyle bir hassasiyet varsa en başından böyle bir anlaşmaya gitmemek gerekir. Türk Telekom'un da enayi yerine konmaya niyeti olmadığı tabeladan görülüyor. En azından bence de doğrusu bu. İsmin satılmamasına herkes razı olurdu ama satıldıktan sonra arka kapıdan dolaşmak hoş değil, bence...

*Mustafa Sarp: Oyuna girdiğinde 3-0'dı ama tribünlerden ıslıklar yükseliyordu. Boşa olmasa gerek. İlk senesinde takdir edilesi performansları olmuştu ama özgüveni oyunuyla ters yönde ilerlemeye devam ediyor. Kendisini bu takımın vazgeçilmezi, abisi, büyüğü görmeye devam ederse oyuna daha çok kenardan girer ve ıslığı yer. Hoş, takımda barınamaz diyemiyorum. O adaleti ortaya koyacak bir güç yok Galatasaray'da uzun süredir.

*Ümit Karan: Adam enfes bir frikik golü attı. Yanımdaki arkadaş Ümit Karan attııı! diye sevindiği için onu sakinleştirmeye çalışırken eski günlere de gitmedi değil aklım. Topa vurmasını bilirdi vesselam. Yine de frikik golü aklıma gelmedi yahu, bizde atmışlığı var mı?

*Otobüs: Metro önündeki kuyruk fizana ulaşırken biz maçtan çıktıktan 4-5 dakika sonra otobüsle Mecidiyeköy yönüne hareket ettik. Çabuk kalkıyor ve bedava, kulübün hizmeti. Metro eziyetinden kurtulmak için de birebir. Bir dahaki sefere aklınızda olsun.

Ahmet Arı, Jose Altidore & Bursaspor


Son dakika hamleleri birer birer dökülürken yurt içinde ecnebilerin 'contender' dediği yarışmacı ekiplerden en öne çıkanı Bursaspor oldu. Önce usta, son vuruşu, oyunu okumayı, nerede durması gerektiğini bilen bir dokuz numara, ardından bir pırpır forvet ve yerli rotasyonunda yer bulabilecek bir forvet arkası. Bu üç transfer bize birkaç şeyi aynı anda söylüyor aslında.

İlki Ertuğrul Sağlam'ın elindeki adamlardan artık istediği verimi alamaması. Şampiyonluk yolunda itici gücü sağlayacak hücum elemanlarına güvenmekte güçlük çektiğini düşünüyorum Sağlam'ın. Özellikle Sercan ile Volkan ikilisi Bursa'da olduğu sürece geri dönemeyecek gibi duruyor.

Altidore, ABD-Türkiye maçında buranın yolunu yapmıştı aslında ama ezelden beri beğendiğim bir adamdır zaten. Fulelidir, çeviktir ve güçlüdür. Makukula'sını bulmuş Isaac Promise'nin birkaç gömlek üstüdür, hem tecrübesi, hem becerisiyle. Miller'ı ikiliyen adam rolünü üstlenecektir. Muhtemelen sağdan içeri kat ederken bol bol izleyeceğiz onu.

Ahmet Arı ise Gaziantepspor'da hep bir gözümün üstünde olduğu adamdı ancak o üst seviyeye bir türlü geçemedi. Top ayağına yakışır ve epey hızlıdır ancak oyun içinde acemiliğini hissettirir oynadığı maçlarda. Bunu atmaya başladığı an zaten seviye atlayacak ki karşılığında zaten Gaziantep'e imza atması an meselesi olan Muhammet'in verilmesi makul bir takas gibi duruyor. Tabii tartışmam bile, Muhammet çok daha sağlam bir oyuncudur bana kalırsa. İşin Antep yönüne sonra bakarız.

Yalnız işin bir de mevcut elemanlar yönü var ki transferin bitimine bir gün kala kafaları kurcalıyor. Bursa, Miller'la olmasa da kısmen Altidore'la, özellikle de Ahmet Arı'yla rotasyonu genişletip artık kamburlaşan Sercan ile Volkan ikilisinin en az birinden para kazanmak niyetinde. Bunun şu anda daha arızalı gözüken, psikolojisi çökmüş olan Volkan Şen olması daha akla yatkın olan olasılık. Aslına bakarsanız şu haldeki oyuncunun talibinin dahi çıkmaması lazım ama burası Türkiye. Derinliği dar şu piyasada her türlü talibi çıkar ve en az 5 milyon avrodan okutulur diyorum. Muhtemelen ilk taliplilerinden biri iyi transfer yapmak zorunda olan, kredisini arttırmak isteyen Galatasaray yönetimi olur. Yarın bir bomba patlarsa şaşırmayalım. Bombanın kimde patladığını iş gerçekleşirse konuşuruz.

En azından Bursaspor'un bence iyi bir iş çıkardığını söyleyebilirim, tabii sezon başında "mevcut olanı koruma" stratejisinin de çürüdüğü not düşerek. Sivasspor gibi çılgınca yenilemenin sonuçlarını hep beraber yaşamışken makul gelen bu planın yapılması gereken bazı yenilemeleri de o gün için engellediğini görmek lazım. Belki de bir daha hiçbir zaman gelmeyecek Şampiyonlar Ligi treni ise çoktan gitti. Amaç bir sonraki trene kalan son bileti alabilmek...