İngiltere Günlüğü: 21 Ocak

Elstree'deki otel odama adım attıktan sonra çook yorgun olmama karşın hemen yatacak halim yoktu tabii, ilk işim odada minibar var mı diye kontrol etmek oldu, yokmuş. Onun yerine ufak bir kettle ile çeşit çeşit çaylar konmuş. Düzeneği çözüp bir sütlü çay hazırladım kendime. Yarı nescafe, yarı çay tadında, ilginç bir şeyi içtikten sonra televizyonu açıp Sky Sports'tan havadisleri almaya niyetlendim ama adamlar bildiğin pankreası realiti şov yapmışlar. Acun, Hülya Avşar, Ali bilmemne tipli adamlarla takılıyorlar orada. Yarın sabah bir Premier Lig keyfi sürerip deyip yattım.

Türkiye'deyken telefonda konuştuğum Zeynep, ikinci gün için toplanma saati olarak 9 demişti. Zeynep, Nike Türkiye'nin basınla ilgilenen organizatörü. Acaba Türkiye saatiyle mi söyledi, İngiltere mi derken hiç adetim olmadığı üzere yusuflayarak 8.45'te aşağı indim. Henüz aksanı oturtamadığım İngilizcemle resepsiyona Zeynep'in burada olup olmadığını soruyorum. Anlaşıyoruz ama Uğur Karakullukçu demenin bir İngiliz için işkence olduğunu fark ediyorum o sırada.

Neyse efendim, Zeynep'le ekibin diğer elemanlarını beklerken, Goal Dergisi'nden Yakup abiyle ile NTV Spor ekibinden Bülent abinin iPhone 4 almak için erkenden kuyruğa girdiğini öğreniyoruz. Irmak Kazuk ise bize daha sonra katılacağını söylüyor. Otobüs Nike Akademisi'ne doğru hareket ettiğinde aslında şehir merkezine uzak bir yerde olduğumuzu fark ediyorum. Bir nevi Riva'dayız yani. Dönüş yolunda ağaçsız bir tek yer yok ve daha ilginç olanı ağaç boyunu geçen herhangi bir ev de yok. İki katlı, dış cephesinde genelde ahşap malzeme kullanılmış evler var. Trafiğin soldan akmasına hâlâ 'vay anasına arkadaş' modunda bakarken, Akademi'ye adım attık.

Yeri gelmişken henüz tam açıklamadığımı fark ettim, anlatayım. İngiltere'ye gitme sebebim esasen Nike'ın The Chance adlı, 40 ülkeyi kapsayan projesine blog yazarı olarak davet almam. 40 ülkede yapılan seçmelerde 100 amatör genç belirlendi ve Londra'daki daimi seçmelere getirildi. Türkiye'den ise önce Orkun Dervişler ile Kerem Tulgar seçilirken, kontenjan artınca Doğukan Meşekoparan da ekibe dahil oldu. Bu 100 gençten sekizine İngiltere'de bir yıl boyunca prestijli bir üniversiteyle ortak bir programla futbol eğitimi verilecek. Bir yıl sonra da Arsenal'in büyük hocası Arsene Wenger bu çocuklardan birine profesyonel sözleşme önerecek. Konsept bu.

Akademi'ye geldiğimizde her Türk gibi önce çimlere göz atıp, "Adamlar yapmışlar!" triplerine girdikten sonra basın odasına geçtik. Çocuklar o sırada ısınıyordu. Orada bir günün ardından internete girdikten sonra ilk iş telefonun niye çekmediğini sormak oldu. Sağolsun, Twitter'da beni takip eden bir arkadaş Vodafone TR'de çalışıyormuş, işlemlerimi halletti. Fulham'da antrenörlük yapan, çocuklara eğitim veren ekibin önemli isimlerinden biriyle söyleşi yaptıktan sonra maçları izlemeye geçtik. Bizim çocukların yer aldığı 7'e 7 maçı izlemeye gidip Orkun ile Kerem'in takımının iyi iş yaptığını görünce rakip takımın stoperi Doğukan'ın şansının azaldığını düşündüm. Daha sonra çocuklarla biraz sohbet ettikten sonra otele döndük.

Bir saat dinlenmeye çıktığımda sütlü çayımı yapıp Sky Sports'u açtım ama bu kez de kriket maçı vardı. Sevenleri vardır illa ki de o kadar dar alanda oynanan bir spor için dev stadyumlar yapılması, daha da garibi o statların dolması bana garip gelmiştir. Neyse, biraz izledikten sonra bu kez son 32'ye kalan gençlerin açıklanacağı Wembley'e doğru yola çıktık. Türk Telekom Arena'nın açılışından yeni çıkmış biri olarak stadyumdan etkilenme kotamı doldurmuş durumdaydım ama Wembley de bambaşka bir stat hakikaten. Soyunma odalarına kadar gezme fırsatı bulduk, fotoğraflarımızı çekip içeri geçtik. Akşam yapılacak tören öncesi yemeği beklerken, Wembley internetiyle Sopcast'ten Beşiktaş-Bucaspor maçını seyrederek de tarihe geçtik sanırım.

Yemek öncesi bir de Figo'nun basın toplantısı vardı tabii. NTV Spor muhabirlerinden Irmak Kazuk, kıstırmışken Beşiktaş'ın Portekizlilerini sordu. Türk futbol hakkında hiçbir fikri olmadığını söyleyen Figo'nun tavrı gücümüze gitmişti ki, bir gün Türkiye'de teknik bir göreve gelme ihtimaliyle ilgili kontra soruya "işim olmaz" tribi atınca hakikaten kızdık Figo'ya. Snobluk da bir dereceye kadar kabul edilebilir ama olumsuz yanıt vermenin de bir adabı vardır. Hoş, bizim değerli basınımız bu haberi "Figo Kartal'a hayran" olarak sunmayı becermiş, sorun yok yani. Soruyu soran, cevabı alan biz değilmişiz gibi...

Toplantı sonrası yemeğe geçip, bizim çocukların son 32'ye girip girmediğini merakla beklemeye başladık. Bu arada Avusturya'yı temsilen katılan Atakan Yiğit de oldukça düzgün Türkçe konuşan bir arkadaşımız. İlk onun seçildiğini izledikten sonra Orkun ile Kerem'in de siyah takımda yer aldığını gördük. Doğukan tahmin ettiğim gibi seçilememişti ancak tören sonrası en neşeli olan oydu. Çocukları tebrik ettikten sonra bu kez günü kapatmanın huzuruyla kendimi odaya attım. Yarın sabah 7.30'da kalkıp aralıksız bir maratona girecektim. Üstelik programda Emirates Arena'da Arsenal-Wigan maçını izlemek de vardı...

Fenerbahçe'nin Büyük Maçları

Bugün oynanan Fenerbahçe-Trabzonspor maçının ilk 20 dakikasını izlendiğinde klasik bir Kadıköy maçı olduğunu çözmek zor olmasa gerek. Yüksek oranda top kazanan ve rakibin bozulan akınlarından teknik ve hızlı oyuncularla sonuca giden ve bunu işletecek güven ile beceriye sahip olan bir Fenerbahçe. Trabzonspor'un düzenini işleten bazı parçaların ikinci devreye formsuz girmesinin bu yenilgide payı olduğunu düşünmekle beraber sarı-lacivertlilerin bu kimliğini sahaya yansıtabilmesinin payının büyük olduğuna inanıyorum.

Karşılaşma üzerine çok detay üzerinde durabiliriz ama Fenerbahçe'nin son dört buçuk yılını incelediğimizde baskın olarak ortaya çıkan bu geleneği irdelemek bence daha ilgi çekici. Zico'nun iki yıl boyunca oynattığı pasör, topu ayağında tutmayı seven takımdan, Daum'un orta saha direncini temel alan kondisyon oyununa meyilli 2009/10 takımına kadar hepsi asgari bir geleneğe bağlı ve kendine denk olarak düşündüğümüz her takım karşısında farklı bir iş ortaya koyabiliyordu. Aykut Kocaman'ın Fenerbahçesi ise işte bu noktada diğer takımlardan ayrılıyor ve bozduktan sonra rakip zaaflarından üretime giden bu geleneği uygulamak yerine sıfırdan üretmek istiyordu ancak bunun Galatasaray ile Beşiktaş derbilerinde işlemediğini görmüştük. Kadıköy'de bugün izlediğimiz maç, bence Trabzonspor'un oyun kimliğinin de topa sahip olarak pas yapma üzerine kurulu olmasının da etkisiyle Fenerbahçe'nin genlerini hatırlamasını işaret ediyor.

Konuyla ilgili hazırladığım iki grafikten ilki (yukarıda) Zico'nun göreve geldiği 2006/07 sezonundan itibaren derbilerde (Galatasaray, Beşiktaş), büyük maçlarda (Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor) ve diğer lig maçlarında alınan puanların ortalamalarını içeriyor.
İlk bakışta da görebileceğiniz gibi Kocaman dönemine kadar derbi ve büyük maçlarda yakalanan başarı takdir edilmeyecek gibi değil. Kabaca bir hesapla kendi çapınızdaki bir rakipten 3 ya da 4 puan almanız bir sezon içinde yeterli görülür ki bu da 1.5-2.0 puan ortalamasına tekabül eder. Fenerbahçe'nin Kocaman'a kadar 2.25, büyük maçlarda ise 2.17 ortalamanın altına düşmemesi tarihi bir performans aslında. Bu başarının Kadıköy'de keskinleşmesi ise az önce bahsettiğim tuzağın uygulanabilirliğinin Kadıköy'de artmasına işaret.

Fenerbahçe büyük maçlarda oyunu ikinci bölgede kabul eder, Fenerbahçe bütün halinde kapanır ve Fenerbahçe rakip savunmayı dengesiz yakalar. Bir de yüzdeli bir şekilde bitirir ki Nobre'den bu yana gelen forvetlerin tamamı bu maçlarda sezon içi performansının üstüne çıkmıştır. Bu akşamki Trabzonspor karşılaşmasını da bu çerçevede yorumlamak gerektiğine inanıyorum. Mamadou Niang'ın bitirdiği pozisyonun benzerlerinin başka kadrolarla seneler önce farklı rakiplere karşı uygulanmış birçok versiyonu da bulunabilir.

Öte yandan diğer lig maçlarında Christoph Daum'un takımından sonraki en başarılı ekibe sahip olan Aykut Kocaman'ın şampiyonluk yarışında sonuna kadar var olacak bir ekibi olup olmadığına ise bu maçta karar vermemek gerektiğini de muhalefet şerhi olarak düşüyorum...

Bursaspor 2-0 Galatasaray || Yeni Bursa'nın Laneti


Son iki yıldır izlediğim Bursaspor-Galatasaray maçları daha bir denk, daha bir tempolu geçiyor. Sonuçları bir kenara bırakıyorum, oyun gidişatı ve temposu olarak Süper Lig'de beni en tatmin eden rekabetlerden birisidir bu eşleşme. Galatasaray'ın düzensiz yapısı sebebiyle motivasyon temelli oyununa karşı Bursaspor'un zaten başarı yolunu bilen kadrosu keyifli eşleşmler üretti lakin kantarın topuzuna iki takımı ve oyunu koyduğunuzda ibrenin net olarak bir tarafı göstermediği bu tip eşleşmelerde iki temel nokta geçerlidir. Bir, ilk golü atan dengeleri tayin eder; iki, ev sahibi olanın dengeyi değiştirme şansı daha kuvvetlidir.

Bugün de farklı bir maç izlemedik. İskoç golcü Miller bir adım ofsayt pozisyonda elle karışık düzelttiği topta golü yapınca Galatasaray'ın yenilme ihtimalinin beraberlik ya da galibiyet senaryolarının çoktan önüne geçtiğini herkes biliyordu. Manisaspor döneminden ümitli olduğumuz ancak Galatasaray'da kaleye geçtiğinden beri Aykut Erçetin'den ve Leo Franco'dan bir fazlası olmadığını, elimizde tutamadığımız Morgan De Sanctis'in de pasaportu haricinde yanından geçemeyeceğini bize ispatlamıştı. Vederson 40 metreden vurduğu, sadece vücudunu koysa kaleye girmeyecek topu temel bir kalecilik hatasıyla içeriye alarak kalan son kredisini de tüketmiş oldu. Ankaragücü maçıyla bunu üst üste koymamız Ufuk Ceylan'ın Galatasaray'ın birinci kalecisi olamayacağının bir ispatıdır. İki kere iki dört.
  

Onun dışında. Golsüzlüğü koruyup son bölümde artan kontratak şanslarından faydalanmak kağıt üstünde güzel gözükebilir ama Gheorghe Hagi'nin bu akılcı stratejinin Galatasaray'ın bütünsel savunmadaki arızalarının toplamına bakıp gol yemeden bu tip bir maçı tamamlamasının mucize olduğunu, alınabilecek en muazzam sonucun da Kadıköy'de alındığını görmesi gerekli. Tamam, takım savunmasına önem vermek, orta sahayı kalabalık tutmak iyi bir şey ama Emre Çolak'ı teoride orta saha oyuncusu diye yazıp, Kazım'ın sırtı dönük dokuz numarayı başarıyla icra edebileceğini düşünüp bunun üstüne oyun planı kurmak bence olsa olsa naifliktir. Emre'nin Galatasaray'ın hücumlarını yönlendirecek oyun zekasına, becerisine ve yeteneğine sahip olmadığına inananlardanım. Bunu da her geçen gün daha fazla ispat etmekte. En ufak bir umut ışığı görsem dahi Galatasaray'ın altyapı temelli her oyuncuya fırsat vermesinden yana olurum ancak Emre Çolak'ta bir Ferhat Öztorun potansiyeli dahi yok. Olsa olsa yeni nesil bir Aydın Yılmaz çıkar ondan. Aslı varken de taklidine ihtiyacı yok.

Stancu hem topu alışı, hem de pas tekniğiyle farklı bir adam olduğunu belli ediyor, Culio'nun topla kat edip pası verdikten sonra hareketine devam etmesi, Yekta'nın enerjik ve akıllı oyunu da takdir edilmesi gereken noktalar ancak puzzle'ın bu parçalarını birbirine bağlayacak düzen ortada yok ve resimde olması gerektiğini hissettiğimiz ancak anlamlandıramadığımız bu parçalardan henüz net bir resim çıkmış değil. Belki puzzle'ın ortasına yapılacak bir hamle daha işleri kolaylaştırabilir ancak bugün ya da yarın için fazla ümitvar olmadan, yılların çöküntüsünü zamanla üstümüzden atacağımızın bilinciyle hareket etmemiz gerekiyor.

Bu sebeple Bursaspor yenilgisi Galatasaray adına bir hayal kırıklığı yaratmamalıdır. Henüz yeni bir takım yaratılmadı ve 10 gün önce gelen iki-üç oyuncu kadro yapısının arızalarını anında gideremez. Zaten o durumda olsak Arda ve Baros'un takımda olduğu her maç muazzam geçerdi. Geçmedi, şu gün de geçmez. Epey sağlam bir yaz operasyonuna ihtiyaç var ki ben bu operasyonu esasen 2010'da yapılacağına inanıyordum. Mayıs-haziran'daki düşüncelerimi şekillendiren de bu operasyon ihtiyacının görülüyor olduğunu düşünmemdi. Çapsızlığın, idare etmenin verdiği dayanılmaz hafifliğin artık sökmediğini bilmek dahi bir başlangıçtır şimdilik.

Bursaspor'un bugün yapmak istediği en önemli şey Galatasaray orta sahasına üstünlük kurup oyunu kendi yarı sahasında kabul etmemekti. Arka tarafta İbrahim Öztürk ile Serdar Aziz'in yokluğu göbeğin oldukça yavaş kalması, yani Galatasaray'a pozisyon üretme şansı olarak geri dönme ihtimali verebilirdi ama Sağlam'ın öğrencileri olayı önde çözdü ve kazandı. İlk golün de lehlerine işlediğini söylemem gerekir yine de. Bursaspor, geçen yılın son döneminde kusursuz işleyen formunda değil belki ama hâlâ belli bir yapıları, düzenleri var. Durum bu oldukça da iş yapacaklar. Safkan bir 9 numaraya kavuşmaları takıma girdiklerinde Volkan Şen ile Sercan Yıldırım'ı rahatlatacaktır. Ozan-Sercan-Volkan üçlüsü formundan uzakken hâlâ ligin en iddialı ekiplerinden biri olmaları onların ne kadar sağlam bir ekip olduğunu gösteriyor. Sonuna kadar da bu yarışta olurlar, en kötü ihtimalle üçüncülüğe tutunurlar diyorum.

Haftasonu Spor Ekranı: 29-31 Ocak

Futbol

29 Ocak Cumartesi
13:30 Karabükspor-Kayserispor / Lig TV
14:00 Karşıyaka-Ç.Rizespor / TRT 1
14:30 Everton-Chelsea / NTV Spor
16:00 Sivasspor-Antalyaspor / Digi Kanal
16:30 W.Bremen-Bayern Munih / TRT 3-HD
17:00 Avustralya-Japonya / Eurosport
17:00 Bucaspor-Kasımpaşa / Digi Kanal
18:30 Kaiserlaustern-Mainz 05 / TRT -HD
19:00 Lazio-Fiorentina / Spormax
19:00 Bursaspor-Galatasaray / Lig TV
19:15 Southampton-Manchester United / NTV Spor
21:00 Hercules-Barcelona / NTV Spor
21:45 Catania-Milan / Spormax & TV8
21:45 PSV-Willem II / Beyaz TV
22:00 Lille-Lens / Kanal A

30 Ocak Pazar
13:30 Brescia-Chievo / TV8
13:30 Tavşanlı Linyitspor-Mersin İdman Yurdu / TRT 1
14:00 Ankaragücü-Manisaspor / Digi Kanal
14:00 Arsenal-Huddersfield / NTV Spor
15:00 İBB-Beşiktaş / Lig TV
15:30 NAC Breda-Ajax / Beyaz TV
16:00 Inter-Palermo / Spormax & TV8
16:00 Notts County-Manchester City / NTV Spor
16:30 Stuttgart-Freiburg / TRT 3 & TRT HD
17:00 Gaziantepspor-Gençlerbirligi / Digi Kanal
18:00 Bordeaux-Nice / Kanal A
18:30 E.Frankfurt-M'Gladbach / TRT 3 & TRT HD
19:00 Fenerbahçe-Trabzonspor / Lig TV
19:00 Samsunspor-Altay / TRT 1
20:00 Osasuna-Real Madrid / NTV Spor
21:45 Juventus-Udinese / Spormax & TV8
22:00 Monaco-Marseille / Kanal A

31 Ocak Pazartesi
20:00 Adanaspor-Kartalspor / TRT 6
20:00 Eskişehirspor-Konyaspor / Lig TV
22:00 Racing-Valencia / NTV Spor


Basketbol

29 Ocak Cumartesi
03:00 Chicago Bulls-Orlando Magic / Ntv
13:00 (Kadınlar) Galatasaray Medical Park-Beşiktaş Cola Turka / Gs TV
15:00 Galatasaray Cafe Crown-Karşıyaka / Spormax
15:00 (Kadınlar) İstanbul Üniversitesi-Fenerbahçe / Fb TV
17:00 Banvit-Beşiktaş Cola Turka / Spormax

30 Ocak Pazar
13:00 Aliağa Petkim-Fenerbahçe Ülker / Spormax

31 Ocak Pazartesi
01:00 Oklahoma City-Miami Heat / Ntv Spor


Voleybol

29 Ocak Cumartesi
17:30 (Kadınlar) Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom-Eczacıbaşı Vitra / Sports TV

30 Ocak Pazar
15:00 (Kadınlar) Fenerbahçe Acıbadem-IBa Kimya Ted Kolejliler / Fb TV
17:30 İstanbul Büyük Şehir Belediyespor-Arkas Spor / Sports TV

Kaynak: Simas Jasaitis Blog

İngiltere Günlüğü: 20 Ocak

Aslında gideceğim uzun süredir belli olmasına karşın duyurmak için işlerin kesinleşmesini beklemiştim ancak ayın 19'u geldiğinde halen çıkmamış bir vize ve elimde yanmak üzere olan biletlerle kalınca adam gibi duyurusunu yapmak da fırsat olmadı. Elimde Wenger'e hazırladığım Gökhan Zan ile İbrahim Akın sorusu, yanmış biletler ve ağzımda İngiltere Konsolosluğu'na edilen küfürlerle birlikte ertesi gün işin yolunu tuttum. Ne var ki bu kez de vize çıkmış, bu vizeyle ne yapacağımı şaşırmış bir biçimde etrafımdakilere bakar oldum.

Apar topar fırlayıp Kadıköy'den Mecidiyeköy'e pasaport almak için yol alırken, yolda en kral sekreterin beceremeyeceği bir telefon trafiğiyle rezervasyonların hâlâ durup durmadığını, uçak bileti için nasıl bir yol izlememiz gerektiği, kaçta gidebileceğimi, uçak fiyatlarını ayarlamaya çalıştım. Bunun yanı sıra seyahatle ilgilenen Buket de o yaban İngiliz ellerinde havaalanından otele nasıl gideceğimi ayarlamakla meşguldü. Sınava son dakikada çalışan öğrenci psikolojisiyle geçen saatlerin ardından eve kapağı atıp hazır bavulu dağıtmamanın verdiği huzurla son hazırlıklıkları tamamladım ve maç, pardon uçuş saatini beklemeye başladım.

İşin ilginci bırakın yurtdışını, Marmara Bölgesi dışına dahi sayılı kez çıkmış bir insan olarak uçaklarla da ilk kez muhattap olacaktım, keza pasaport işlemleriyle de. Otobüsle Şirinevler'e, oradan metroyla kısa sürede havaalanına geçtikten sonra pek de zor olmayan işleri halledip sıkışınca internet bağlantısı bulmak için bir numaralı adres olan kahve dükkanına kapağı attım. Burada son dakika tavsiyeleri almaya çalışırken, en önemlilerini atlayacağımızı daha sonra fark edecektim.

Beni uğurlamaya gelen arkadaşlarımla vedalaşıp çeşitli hediye taahhütleri verdikten sonra üstünde TK 1987 yazılı bilete bakıp doğum tarihimle bir ilgisi olup olmadığını düşünmüştüm. Değilmiş. 1987 sefer sayılı uçağa kapağı atıp kalkmayı beklemeye başladım. Kalkış için hızlanırken, kendimi lunaparkta gibi hissetsem de annemle babamın bu ani hareket ve hızlanmadan haz etmeyeceğini de düşündüm bir yandan.

Neyse efendim, öyle ya da böyle İngiltere'ye indik ama esas hikaye hakikaten burada başladı. Sözde uluslararası aramalara açtırdığım telefonum Heathrow'a indiğimde bir türlü çekmiyordu. Pasaport kontrolünde beni yakalayıp İngilizce çıkış formlarını bana doldurtan teyze yüzünden kuyruğun en sonuna da kalınca kısa süreli bir kabus başladı. Çıkış yaptığım yerde kimseyi bulamayınca orada Türkçe konuşmakla meşgul abilere yanaşıp telefon edip edemeyeceğimi sordum. İlk telefon hakkımı şöförle, olmayınca İngiltere'deki organizatörle kullanıp ikisine de ulaşamayınca olay hakikaten vahim bir hâl aldı. Artık dinleme konusunda epey antrenmanlı olduğum İngilizcemi test etme zamanı gelmişti ki, "Excuse me" ile başlayan ilk cümlemin ardından Kenan abi ufukta gözüktü. Kurtulmuştum.

İngiltere'ye ilk kez ayak basan herkes gibi ben de bir direksiyon şakasına maruz kaldım tabii. İngiltere'nin aksilikler ülkesi olduğunun bir fotoğrafı gibiydi sanki. İngiltere denince neden herkesin "Karşıdan karşıya geçerken dört kere etrafına bak" dediğini çözüyordum yavaş yavaş. Dönüş yolunda Kenan abinin Karacabey'de kiralık oynadığı dönemde ümit milli takıma davet alıp dönem futbolundaki ayağı eline verme kültüründen nasibini alıp gidemeyişinin hikayesini dinledim. Şimdi oğlu Tottenham'da futbol oynuyormuş. Genç futbolcuları takip ettiğimi duyunca sohbet daha da koyulaştı.

Peki nedir üstteki fotoğraf kardeşim diyebilirsiniz. Açıklayayım. Otele girmeden önce ise benzinliğin ufak bir marketine uğradık. Hayatımın en yoğun ve ilginç günlerinden birini olmasına karşın tutup da çektiğim tek fotoğraf daha önce görmediğim içecekler oldu. Hoş, benim abur cubura merakımı bilenler pek de şaşırmamıştır bu duruma ama koskoca İngiltere'de fotoğrafı çekilebilecek ilk şey olarak içecek reyonunu bulmam benim için bile fazla olabilir.

Otele adım atıp oda numaramı söylediğimde "Nereden biliyorsun arkadaşım" şeklinde başlayan diyalog herhalde adam akıllı ilk İngilizce muhabbetimdir, turistlere yol tarif edememek dışında. Bana hiç Türk'e benzemediğimi, daha çok İtalyan gibi durduğumu söyleyen siyahi, taş ablaya saygılarımı sunduktan sonra odama çıkıp bu yazıyı gününde yazmayı planlamıştım ancak İngilizlerin son sürprizi fena olmuştu. Adamların prizleri de farklıydı ve bana telefondan ulaşamayan herkes yaşayıp yaşamadığımı öğrenmek için ertesi günü beklemek zorundaydı...

Beşiktaş'ta Ersan Gülüm & Sonrası

Portekizli çılgınlığının artıları, eksileri muhakkak vardır ama bir futbolsever olarak bu adamları seyretmenin ayrı bir keyif olduğuna eminim herkes katılır. Bucaspor maçını göz ucuyla takip edebildikten sonra Trabzonspor maçında benim hissettiğim budur en azından. Lakin bu kadar yabancıya yaslanan her Süper Lig takımı yerli sıkıntısını muhakkak tadacaktır fikri aklımın bir köşesindeydi ki Beşiktaş adına bence olabileceklerin en kötüsü oldu ve bu kadronun X faktörü, ekstra adamı, denge unsuru Ersan Gülüm'ün sezonu kapattığı haberi geldi.

Yerlileri beşe tamamlama sıkıntısı bir yana, direkt olarak stoper rotasyonu çatlamış durumda. Sakatlıktan yeni çıkmış Tomas Sivok, elden çıkarılamaması sebebiyle kadroda tutulamayan Matteo Ferrari ve stoperde oynadığı her an takımın kucağına bombayı bırakabilecek pozisyonda olan İbrahim Toraman. Kısacası kadro içi çözümü kolay bulunamayacak bir durum söz konusu. Beşiktaş, efsane bir şampiyonluk kovalamak için gerekli motivasyona kavuşmuşken bu kritik sakatlığı kadro içinden çözmeye de çalışmayacak gibi. O yüzden piyasadaki elle tutulur stoper alternatiflerine bir göz atalım.

1-Gurbetçi Pazarı
Devre arasında yurt içinden acil transfer yapmak zaten şişmiş durumdaki piyasada epey tuzluya mâl olacağından yurtdışından alternatif bakmak en mantıklısı gibi gözüküyor.

Bonservisi bu yaz Mainz'a geçen Malik,
Mainz'da düzenli şans bulamıyor.
Malik Fathi: Daha çok sol bek kimliğiyle tanınsa da stoper-bek olarak bir nevi Hakan Balta'sı olabilir Beşiktaş'ın. Bonservisi 2009/10 yılının ikinci devresinde kiralık olarak 18 maçta forma giydiği Mainz'a geçti ancak transferinin ardından pek şans bulamıyor. İlk devrede altı lig maçına çıkabilmiş. Eski piyasası yok, maliyeti de çok yüksek olmayacaktır. Ersan da dönünce de Üzülmez sonrası, ki ne zaman olacağı soru işareti, sol bek rotasyonunu genişletecektir. Mainz onu devre arası kamp çalışmasında defansif orta sahada da denemiş, bu bölgede de derinlik yaratabilir. Bence en akla yatkın transfer o.


Ömer Toprak: Gurbetçi ve stoper taglerini verdiğinizde bu blogdan Ömer Toprak cevabını almamanıza imkan yok, fırsat gelmişken ismini bir kez daha analım. Milli takıma seçilmesi gündemde olan, 21 yaşında ve geçen yıl geçirdiği ağır sakatlık sebebiyle piyasası çok uçmayan bir stoper. Fiziğine ve çalışkanlığına diyecek yok. Eksikleri olabilir ama Beşiktaş'ın mevcut stoperleri arasında ilk 11'de kendine yer bulacaktır. Pasaportu da cabası. Paraya kıyılır, 3-4 milyon avro gözden çıkarılırsa alınabilir.


Serdar Taşçı: Geçen yıl adı Juventus, Milan gibi ekiplerle geçiyordu ama Stuttgart'ın yaşadığı keskin düşüşün yanı sıra hocasıyla da ters düşüp kulübede sık sık oturur olunca eski piyasasını kaybetti. Khedira'yı beğenirim ama Dünya Kupası öncesi Ballack yerine bir stoper sakatlansaydı Serdar şu anda daha iyi bir takımda oynuyor olabilirdi. Kaderin bu oyununu Beşiktaş değerlendirebilirse büyük iş yapar ama zor diyorum.

2-Yurtiçi Çözümler
İbrahim Öztürk: Bursaspor'un en istikrarlı stoperlerinden. Ne yalan söyleyeyim, çok ısınamadığım adamlardandır ama işini iyi yapıyor, sağlam da duruyor. Bursaspor şampiyonluk yarışına bu kadar önem veriyorken onu gözden çıkarır mı, zor ama iyi bir teklife hayır da demeyebilirler.

Barış Başdaş, bu sezon 11 lig, 3 kupa, 3 de U21 maçına çıktı.
Barış Başdaş: Yekta'yı iyi bir paraya okutarak devre arasında transfere açık olduğunu belli eden Kasımpaşa, Barış'a da cömert bir teklif gelirse hayır demeyecektir. Bence hâlâ eksikleri olan bir stoper, üst düzeyde bir-iki sezona daha ihtiyacı var ama eldeki alternatifler kısıtlı ve parayı verince düdüğü çalınabilecek yeteneklerden biri. Düşünülebilir.

Serdar Kesimal: Açık ara en sağlam alternatif ancak sayılan adamlar içinde gurbetçi adaşı da dahil en pahalısı olacaktır. Kayserispor'un peak yapmış adamları bırakmama konusundaki inadı da tecrübeyle sabitken 7 milyondan aşağısına pazarlık dahi yapmayacaklardır. Zor transfer.

3-Altyapıdan Çözümler
Bana en uzak alternatif gelse de merak edenler için onları da yazalım.

Furkan Şeker: Beşiktaş'ın A2 takımının kaptanı. Aynı zamanda son dönemin en başarılı genç milli takım jenerasyonu olan 92'lilerin de as elemanlarından biri. Nijerya'da çeyrek final gören U-17 takımında görev yaptı. A2 Ligi'nde de başarılı performanslar çıkarıyor ve kendi yaş grubunun en tecrübeli oyuncularından. Fundementalı epey sağlamdır ama boydan kaybediyor biraz. Yine de şu stoper rotasyonunun dördüncü-beşinci alternatifi olabilir, sırıtacağını da hiç sanmıyorum.
1993 doğumlu Atınç, A2 takımın düzenli oyuncularından...



Atınç Nukan: Futbolcu fiziği nedir diye sorsalar fotoğrafını çekip koyacağım adamlardan Nukan ama Denizli döneminde bu fiziği hatrına A takımla maça çıksa da Furkan kadar üst düzey maça çıkmışlığı yok. Yeterince olgunlaşmadığını düşünüyorum. Daha zamanı var.


Sezer Özmen: A2 takımdan değil ama A2'den kiralanan bir stoper Sezer. Collina stiliyle bir kez görenlerin dahi aklında yer eder. Nijerya'da Furkan'ın ekürisiydi, ona göre daha uzun ve hava toplarında etkili olanı. Çaykur Rizespor döneminde şans bulamadı bildiğim kadarıyla, Ersan'ın yerine net çözüm olarak düşünülmez sanırım. Yine de eldeki makul alternatiflerden birisi.

Yekta, Stancu, Zapata & Galatasaray

Bir kere şunun ayırdında olmak gerekiyor. Mevcut yönetimin temelleri artık sarsılmış durumda ve büyük bir sürpriz olmazsa Adnan Polat'ın ekibinin mart ayındaki mali kongrenin ötesini görmesi zor. Galatasaray Kongresi'nin affedemeyeceği açıklamalar ve aymazlıklar yaşandı son iki haftada, birçok açıdan kriterlerini sorgulasam da bu kez doğruyu yapıp yönetime 2012'ye kadar süre vermeden yol vereceklerine eminim. Bu transferleri bu yönetim çerçevesinde değil, kadro çerçevesinde yorumlamak gerekiyor o yüzden.

Bence bu üçlü arasındaki en iyi transfer net olarak Yekta Kurtuluş'tur. Ne olursa olsun, elindeki Türk pasaportu ve Galatasaray 11'inde oynayacak yeterliliği fazlasıyla sağlaması Yekta'yı başlı başına özel kılıyor. Beş kişilik kontenjana tereddüt etmeden yazabileceğimiz bir oyuncu katıldı takıma. Bunun da ötesinde son 1.5-2 yılda gelişimine kısmen şahit olabildiğim bir gelişim geçirdi ve oynadığı her bölgenin hakkını verebilen, pozisyon bilgisi üstün ve çok yönlü bir orta sahaya dönüştü Yekta. Takımın hücum liderliğini üstlediği de oldu, sağ açıktan pozisyon ürettiği de, orta ikilide görev yaptığı da.

Bunların hepsinde vasatın çok üstünde maçlar çıkardığı gibi gole yakınlığı ve sezgisiyle de fark yarattı. Mustafa Sarp'ın ender özelliklerinden biri olan gol kokusunu alma becerisinin bir başka türü Yekta'da da var. Bu adam doğru yerde, doğru zamanda olup ekstra goller atabiliyor. Orta sahadan gol katkısı alamayan, kısır bir takım için harika bir haber.

Teknik açının yanı sıra zaten bir İstanbul takımında uzun süredir oynuyor, bu şehrin havasını biliyor oluşu dahi önemlidir ve bu risksiz transfere harcanan 3.75 milyon avroyu makul kılmasa da kıyılabilir kılar. Devre arası transfer döneminde, bu düzeyde bir yerliyi istiyorsanız normal ederinin üzerine çıkmanız kaçınılmaz. Bir başka çarpıcı tarafı ise 2001 yılında Bülent Akın tarafından çarpıldığından bu yana yerli oyuncular için 1.5 milyon avro üzeri bonservis bedelini görmeyen Galatasaray'ın bu stratejimsi hakim görüşünü terk ediyor oluşunun da bir göstergesi. Nuri Şahin'e 3 milyon avroyu çok görenlerden bu tip bir hamle görmek göz yaşartıcı. Ben her yönüyle başarılı bir transfer olduğuna inanıyorum.

Keza Stancu. Romanya Ligi'ni takip ettiğimi söylemem zor ama Steaua Bükreş'in Avrupa maçlarında net olarak öne çıkan bir adamdı. Henüz 23 yaşında, teknik ve son vuruş becerisi yüksek bir forvet. Takip ettiğim kadarıyla son dönemi de oldukça formda geçirdiği gibi geçen sezon da liginin en değerli oyuncusu seçilmiş. Aslında Cluj'dan Traore'yi gözüme kestirmiştim ben ama daha formda ve oturaklı bir oyuncu olarak Stancu tercihine de hayır diyecek değilim. Yalnız tam bir 9 numaradan ziyade 9.5 numarayı anımsatır ki Baros'la beraber oynayabilmesi açısından bunu da olumlu yorumlayabiliriz bir açıdan. 5 milyon avro çok gözükebilir ama daha aşağısına da olmazdı bence, Stancu da bu parayı yakmayacak, bir nevi depozitoya dönüştürebilecek bir adam. Bu transfere de şimdilik artı yazılır.

Son olarak kaleye Zapata geldi ki bu transferin iki ayağı var. Birincisi Zapata'nın tartışmalı bir kaleci oluşu. Özellikle "Steaua'dan kovulmuş" etiketi oldukça sıkıntılı gibi gözükmekle beraber, Romanya'yı daha yakından takip edenler Zapata'nın esas ayrılık nedeninin başkan Becali'nin ilginç kaprisleri olduğunu sık sık dile getiriyor. Canlı izlediğim maçlarda herhangi bir saçmalığını görmemiştim, Fenerbahçe maçında da olumlu izler bırakmıştı bende ama bunun aksini ispat edecek birkaç hareket de video sitelerinde dolanmakta. Benim Romanya denince referans alacağım adamlardan Baicu da Zapata'yı öven ve savunan bir yazı kaleme almış. Bu benim adıma en azından "Görelim" demek için yeterlidir. 1.5 yıllık sözleşmesi de gayet makul. Henüz kaleyi doldurmayı başaramayan Ufuk Ceylan ile Aykut Erçetin'i de zorlayacak bir oyuncuya ihtiyaç duyuluyordu sanki. Yabancı kontenjanında daimi doluluk yaratmayacak, uygun bütçeli bir alternatif. Hayır demem.

Toplamda başarılı bir harekat olduğuna inanıyorum ve bence zamanlama olarak akıl almaz derecede hatalı Kazım transferini de dahil ederek devre arasında, şu bütçeyle daha iyisinin zor olduğunu düşünüyorum. Buna karşın yönetimin oyuncu alarak taraftarı ya da kulüp seçicilerini kandırabileceği eşiği çoktan geçtiğinin altını çizmekte fayda görüyorum. Şu panikle saçmalamamaları dahi yeterli benim adıma. Tutup da Djibril Cisse'ye bir çuval para dökeceklerine şu üç oyuncuyu getirmeleri en azından sorunları belirlenen yol haritasına göre çözmek adına iyi bir irade ortaya konduğunu bence gösteriyor...

Protesto Sınavı'nda Galatasaray & Türkiye

Türkiye'de yaşayan ya da bilen herkes az, çok bilir ki devlet görevindeki bir adamın yapacağı her konuşma az çok bellidir. Üstlerine övgüler yağdıracak, yaptığı işi parlatacak, aslan payını kendine alacak vs vs. bunlara aşina olabiliriz ancak bunu Erdoğan Bayraktar gibi yapanı ben hayatımda görmedim. Tarihin en kötü konuşma girişi konusunda oscar verilse bu yılın favorisi Bayraktar olur:

"Ali Sami Yen'de kiracılık hükümlülüklerini yerine getiremeyen Galatasaray yönetimi, ve aynı şekilde bu arazide de aynı şekilde yerine getiremedi. Bu stad olmayacakken, başbakanımız bu stadı yaptırdı"



50 bin kişinin karşısına çıkıp bunları söyleyebilmek için ne kafada olmak gerekir bilmiyorum ama orada binlerce kişiyi bir anda dehşete düşürdü ve tabiri caizse tepkiyi arandı. Hoş, başbakana yönelen tepkinin tek sebebi bu konuşma mıydı? Hayır, tepki ilk ismin anıldığı andan itibaren kısmen vardı ama anonsçu abimizin "yüksek himayesiyle" vurgusu ile Bayraktar'ın bu akıl ve mantık süzgecinden geçmemiş ilkel propagandası protestonun fitili yakmıştır. Bunu büyük ölçüde öyle olsa da tamamen AKP ya da hükümet karşıtlığı olarak okumamak, Galatasaray'ı alenen aşağılayan bu konuşmaya karşı konulan bir duruş olarak görmek lazım.

Tribünde olup da olayları gözlemleyen herkes bunların farkında aslında ama Galatasaray başkanı dahi çıkıp şirin görünmek uğruna protestoda yer alanlara "Galatasaray taraftarı dahi diyemeyeceğim insanlar" diyebiliyorsa bunu kimse anlamayacak, olayları medya nasıl sunuyorsa öyle alanlar tarafından da merak edilmeyecektir. Zaten Galatasaray taraftarı tanımını değiştirip "ultrAslan ve diğer taraftarlar" yapan sayın Adnan Polat'ın bu tip sert çıkışları bilinir ancak can havliyle yaptığı bu açıklama bence tarihe kazınacak türden bir aczi içinde barındırıyor. Üstüne daha fazla konuşmayayım.

Bence başka bir fiyasko açıklama daha Polat'la paralel bir biçimde ultrAslan'dan geldi ama onlara hakikaten kızmıyorum. Muhtemelen yukarıdan büyük baskı gördüler ve protestoyu ötekileştirerek etkisinin azaltılmasında yer almaları gerekmekteydi, onlar da kendilerine biçilen rolün dışına çıkacaklarına dair bir ipucu vermiyorlar uzun süredir. Epey uzun bir süre daha vereceklerini ben sanmıyorum. Stat içinde de ellerinden geldiğince alkışlarla, tezahüratlarla protestoları bastırmaya çalıştılar zaten.

Kişisel kanaatimi soracak olursanız abartılacak bir durum olmamakla birlikte protestonun önce temelleri, sonra gerekliliği hakkında şüphelerim var ancak böylesine tepkileri sorgulamaktan ziyade anlama ve çıkarım yapma gerekliliğine inanırım daha çok. Recep Tayyip Erdoğan, Galatasaray tribünlerince daha önce protesto edilmiş bir siyaset adamıdır, Hamburg maçında da buna benzer bir tepki konmuştu hatırladığım kadarıyla. İktidarın antipatisi kadar Fenerbahçe tribünlerince tutulmasının ve 2001'de Galatasaray'a karşı bayrak siyasetçi ilan edilmesinin de payı vardır bana göre.

Sebepleri ne olursa olsun bir protesto yapıldı ve bitti. Bu protestoya karşı bir lincin apartta beklediğini, özellikle hükümete yakınlığıyla bilinen görevlilerden ve bu işten zarar görmek istemeyenler tarafından olayların bu yöne itileceği kesin. Tarihe not düşmek adına orada yer alan biri olarak bunlar unutulmasın isterim.

Sonuncusu ve bence en önemlisi... Sırf ıslıkladığı ya da tezahürat yaptığı gerekçesiyle insanların adli işlem görmesi, fişlenmesi hatta cezalandırılmasının ise Dünya Basketbol Şampiyonası'nda olduğu gibi faşizanlıktan başka bir açıklaması olamayacak. Gücü elinde bulunduranların damarlarına basıldığında gösterebildiği hoşgörü her daim turnusol kağıdı görevi görmüştür. Daha önce epey düşük bir notla çakılan bu sınavdan en azından geçer not alınması gerekiyor. Hem Galatasaray'ın, hem de hükümete yakın isimlerin açıklamaları ise hiç de bu yönde gözükmüyor. Ne olacağını merakla bekliyorum.

Benim Ali Sami Yen'im

Hani herkes "Şu kadar yıldır tribündeyim, şu yaşımdan beri maçlara geliyorum" der ya, ben maalesef çocukluğundan beri Ali Sami Yen'den çıkmayan, maç kaçırmayan o şanslı arkadaşlarımdan birisi değilim. Okul harçlıklarımın maçlara yetmeye başladığı lise döneminden sonra Sami Yen'e adam akıllı adım atabildim. O yüzden çok da doyabildiğimi, her köşesinden maç izleyebildiğimi söyleyemem. Mesela sırf Ali Sami Yen Numaralısı'nda maç izledim diyebilmek için arkadaşımla Formula 1 şölenine gitmişliğimiz vardır birkaç sene önce. O yüzden benim için veda acı, tatlı anıların bir tezahürü kadar doyamamışlıktır aynı zamanda.

Beypazarı maçında birkaç aksiliğin üst üste gelmesi sonucu o toplu vedayı Ali Sami Yen Sokak'tan hüzünlü bir şekilde izlemek durumunda kalmamı da o günlere yordum biraz. Aslında Gençlerbirliği maçında buruk bir şekilde vedamı etmiş, o maça gitmek istemediğimi söylemiştim ama kapıya kadar geldikten sonra girememek de ayrı bir hüzün. 11 ocakın acısını çıkarma fırsatı ise 13 ocakta geldi ve Türk Telekom'un "ASY'deki son maç" organizasyonuna gidip son kez baktım şöyle Ali Sami Yen'e. Paketlenip götürülmüş koltuklar yoktu belki ama çim yerli yerindeydi, tribünler de öyle. Sahada da Galatasaraylı futbolcular olmasa da Ali Sami Yen'de futbol oynamaktan heyecan duyan Galatasaray formalı insanlar vardı. Kopardığımız çimleri dosya kağıdına koyduk, bir gün açıp ASY'yi anmak üzere çektirdiğimiz fotoğraflarla arkamızı dönüp gittik.

Çocukluğumuz maketlerle ve proje çizimleriyle geçtiğinden yeni stada bir gün gidileceğini biliyordum ama bana o gün hiçbir zaman gelmeyecek gibi geliyordu, inanın hâlâ da öyle geliyor. Okula, işe giderken her gün yanından geçtiğim o stat inşaatının heybeti bile beni ikna edebilmiş değil. Birazdan Türk Telekom Arena'ya doğru yola çıkıyorum. Ali Sami Yen'de top koştururken izlediğim Frank De Boer'un basın toplantısına gideceğim. Bu da ayrı bir hayal gibi olsa gerek. Keşke gitmeseydik diyebilecek birisi olmadım ben hiçbir zaman, romantik bir serseri olmayı isterdim ama değilim. Yeni stadyumun neleri getireceğini hep beraber göreceğiz. Fakat bir şey kesin ki Ali Sami Yen'i özleyeceğiz. Herkes kendi Ali Sami Yen'i özleyecek, ben de benimkini...

Cem Sultan'ın Kontratı

"Cem Sultan (Galatasaray): Sarı-kırmızılıların adı Eren'le alınırken bir başka 91'li yetenek olan Cem Sultan'ın Galatasaray'la arasındaki sözleşmesi sezon sonunda sona eriyor. Henüz 15 yaşında, kulüp tarihinin en genç profesyonel futbolcusu unvanını alan, Metin Oktay-Tanju Çolak-Hakan Şükür geleneğini devam ettirmesi beklenen Cem, bu beklentileri karşılamaktan uzak olsa da hâlâ önemli bir yetenek. Kulübüyle anlaşamadığı takdirde boşta kalmayacağına garanti verebilirim."

26 kasım tarihli Taraf gazetesine sözleşmesi biten genç yetenekleri yazarken Cem'i de es geçmemiştim ama yazarken çok da ihtimal vermemiştim böyle bir ayrılığa. Geçen yıllara göre sakatlık problemine çözüm bulup istikrar sağlayan, performansıyla da A2 takımın en yetenekli isimlerinden biri olduğunu herkese gösteren Cem'in kampa giden 8 kişiden biri olmaması yeterince garipti. Bir türlü imzalanmayan sözleşmenin bu tercihte etken olduğunun ortaya çıkması çok sürmedi.

Galatasaray geçen hafta Colin Kazım'ı alırken Anıl Dilaver'in sözleşmesinin uzatılmasının haberini de duyurmuştu. Orada cüzi bir maç başı ücretinin yanı sıra 50 bin TL'den başlayıp 250 bin TL'ye kadar çıkan bir garanti para söz konusu. Açıkçası bir altyapı oyuncusu için ortalama bir sözleşme lakin cömert demek için epey zor. Cem'in piyasadaki ederi bundan fazla olabilir, anladığım kadarıyla menajeri de boş sözleşme imzalamasına göz yumacak türden birisi değil. Özellikle Fenerbahçe tarafından gelme ihtimali olan, daha cömert bir teklifi kovalamak istiyor olabilir ancak benim fikrimi soracak olursanız Cem Sultan bir şekilde kulüpte kalacaktır.

Yukarıda da dediğim gibi beklentileri çok yükselttiği için yaşıtları Batuhan, Tunay, Sercan gibi oyuncuların ardında kalışı hayal kırıklığı yaratan, ancak saf yeteneğiyle ve ortalama üstü performansıyla TT Arena çimlerine birkaç kez ayak basmayı hak eden Cem'e bir şans daha verilir. Cafercan Aksu-Galatasaray-Fenerbahçe üçgenini hatırlayın. 2005'te olması gerek, benzer bir senaryo dönmüş ve sonunda Cafercan imzayı Galatasaray'a atmıştı. Sonları benzemesin ama Cem'de de farklı bir durum olacağını öngörmüyorum.

Daha net bir bilgi almak için uğraştım ama Cem cephesinden gelen herhangi bir açıklama yok, konuşmama adına kulaklar çekilmiş anlaşılan. Gelişme olursa sizlere iletirim daha sonra...

En iyisi Messi ama...

Şunu peşinen söylemekten çekinmiyorum. Bu dünya üzerinde izleme fırsatı bulduğumuz en yetenekli oyuncu Lionel Messi'dir, performansıyla da bu yılın en değerli adamlarından biridir. Buna karşın 2010 FIFA Ballon d'Or Yılın Oyuncusu ödülünü alması ödülün veriliş biçimini ve kriterlerini bana net bir şekilde sorgulatmıştır ve bir ödülü verirken baz alınması gereken kriterlerin dışına çıkıldığını düşündürmüştür.

2010 yılının en önemli futbol turnuvası hangisidir dersek birçoğumuz Güney Afrika'daki Dünya Kupası, bir kısmımız da Şampiyonlar Ligi diyecektir tahminen. Bu iki turnuva dışında kalan Avrupa ligleri hemen hemen denk kategoride sayılıp öncelik olarak bence baba turnuvaların arkasında kalması gerekli. FIFA'nın dağıttığı ödüllerde ve adaylıklarda bu dengeden eser olmadığı gibi futbolculara "İspanya Ligi ve diğerleri" hissiyatını da aşılayan, dengeyi zedeleyen bir yaklaşım mevcut.

Barcelona bence tarihin en sağlam takımlarının başını da çekse bu yıla damga vuran takım ve olaylar incelenirse Inter'i, İspanya'yı ve Hollanda'yı tamamen silecek, bu takımların en iyilerini yok saydıracak bir performans ortaya koyamamıştır. Taktik açıdan mağlup edilebilirliği ispatlanmıştır ve kulüp bazındaki en önemli turnuvadan elenmişlerdir. Mourinho'ya karşı bir tez geliştirmiş ve başarıyla teslim etmiş olsalar da (5-0) bu Inter'in tarihinin en büyük başarısını gösterip alınabilecek her kupayı müzesine götürdüğü gerçeğini değiştirmiyor. Interli herhangi bir oyuncunun yılın en iyi üçlüsünden biri kabul edilmemiş olması bence başka bir fiyasko.

Öte yandan bir de Lionel Messi'nin yapabileceklerinin maksimumunu yapıp yapamadığı meselesi var. Dünya Kupası'nda çeyrek final görememiş, Şampiyonlar Ligi'nde Inter'e elenmeye çare bulamamış olan Messi (ki büyü yapması zaten gerekmiyor) dünyanın en iyisi dahi olsa bu yılın en iyisi etiketini hak etmiyor demektir bana göre. La Liga'da muazzam bir iş çıkarmış olabilir ancak kriterimiz buysa Dünya Kupası'nda benzer bir derece alan ve Real Madrid'e 96 puan aldıran bir Cristiano Ronaldo da adayların arasında anılabilirdi. Ronaldo'yu kimse sallamazken, Messi'nin Dünya Kupası görmüş takım arkadaşları Xavi ile Iniesta'nın önüne yazılmış olmasını akıllarda bıraktığı imaja yoruyorum. Messi, en azından bu yıllığına takım arkadaşlarını alkışlayan isim olarak kalmalıydı, Xavi dururken sahneye çıkmamalıydı. Yoksa ne Messi'nin ne yeteneğine, ne de performansına lafım var. Sadece o yıl bu yıl değildi.

Başarı denen olgu hele Dünya Kupası senesinde Şampiyonlar Ligi ya da Dünya Kupası değilse o zaman son 15 yılda ödüllerin beşini Zidane'a, dördünü Ronaldo'ya, ikisini Ronaldinho'ya diye dağıtıverip o dönemin en yeteneklisine teslim etseydik. Böyle olursa Pavel Nedved'in, Michael Owen'ın, Davor Suker'in niye ödül aldığını birisinin bana açıklaması gerekecek...

Premier Lig Ateşi


Premier Lig'in maç sonu müziği. Etkileyici bulmayanını daha görmedim...

Youtube'a erişemeyen ya da videoyu görüntülemeyenler için: Kasabian - Fire

Juan Emmanuel Culio & Galatasaray

Ara transfer döneminin ilk yabancısı geldi ve görünen o ki dört gözle beklenen Lucas Biglia ve Mauro Formica gibi transferlerin önüne de bir set çekerek geldi: Juan Emmanuel Culio. 27 yaşındaki Arjantinlinin adına aşinalığım Şampiyonlar Ligi'nde Cluj'u takip ederken olmuştu fakat daha çok forvetleri Traore'ye alıcı gözle bakmıştım. Culio takımın etkin isimlerinden biridir ama birkaç maçlık Şampiyonlar Ligi performansıyla kimse hakkında bir kanıya varmak mümkün değil. Zaten açıp rakamlarına bakarsanız 3.5 sezonda ligde attığı gol sayısı üçken bu dönemde çıktığı 12'si Şampiyonlar Ligi olmak üzere 18 maçta attığı gol sayısı dört. Yine de top ayağına yakışan, özellikle kornerleri etkili kullanabilen, bence vasat üstü bir yabancı aldık ve açık konuşmak gerekirse bir transferde hayal kırıklığı yaşamamak bile beni yeterince tatmin etti şu durumda.

Özellikle Haldun Üstünel'in yetkilendirmesiyle birlikte Adnan Polat dönemi Galatasaray adına isme, kariyere önem veren, bu uğurda zaman zaman ihtiyaçlardan ziyade takıma gelmek isteyen en kariyerli isimlere yönelen bir strateji belirliyordu geçen sezonun ortasına kadar. Her daim günlük yaşamamak ve bakmamak gerektiğini söylerim burada ama mevzu transfer olunca insanın gönlü kayıyor. Elano, Giovani, Jo gibi isimlere hayır demek zorlaşıyor. Ancak görüyoruz ki dört yıllık bu süreç Galatasaray'a sandığı kadar prestij katmadığı gibi maaş bütçesini de oldukça şişiriyor. Sadece gelen yabancının aldığı paradan bahsetmiyorum. Elano gelip 3 milyon avro alması Arda Turan'ın 2.5 istemesi, hatta Servet Çetin'le 1.7 milyon avroya imza atması için pazarlık yapılması da demek. Sene başındaki operasyon denemesi bu yüzden önemliydi ama rotadan epey sapıldı, yönetim kendine güvenini tamamen kaybedip benim gördüğüm en şuursuz yönetim hamlelerinin temelini attı. Adnan Polat yönetiminin akla, mantığa dayanan bir planlaması ya da bilinci olduğunu ben zannetmiyorum ama bu süreçten kendimce çıkardığım bir sonuç var: Herhangi bir Türk takımı bütün yabancılarını kendinden daha üst düzey liglerden Türkiye'ye gelmeye razı olacak oyunculardan kurmamalıdır. Bu transferlerin yan etkilerini yönetebilecek ortak akıl mevcut değil çünkü...

Culio, bu sebeple benim açımdan ilginç bir transfer ve en azından benim nezdimde "isimsiz bir adam"dan ziyade Hagi referanslı, değişik bir deneme olacak ve başarılı olması bence mühim. Romanya'daki bazı isimleri takip ettiğim yerlere bir göz gezdirdim, kötü referans verene de pek rastlamadım açıkçası. Bizim aklımızdaki referans doğal olarak önümüzdeki en efektif örnek olan Alex de Souza olduğundan gol rakamları şüpheyi beraberinde getiriyor, buna aldanmamak lazım. Culio'yu daha çok Arda'nın bir tamamlayıcısı olarak göreceğiz ve muhtemelen forvet arkası üçlünün en çok koşanı, mücadele edeni ve gerektiğinde joker olarak eksik bölgede kullanılabileni olacaktır.

Unutmayalım ki bence Galatasaray'ın son dönemdeki en güzel yabancılarından Sasa Ilic de Galatasaray'a geldiğinde en başarılı dönemini Partizan'da geçirmişti ve yaşı da Culio'dan az değildi. Cluj'dan, Partizan'dan, Rosenborg'dan, Basel'den oyuncu almak Galatasaray adına bir ayıp ya da yanlış değil. Bu transfer denen uyuşturucunun etkisiyle beklentiler artık transfer şampiyonlukları alınması yönünde ilerliyor fakat Culio ya da bir başkası bu etkiyi kırabilir. Ivan Ergic'in bu ülkede yaptıklarına bakıp aklımızdaki transfer yollarını biz kez daha gözden geçirmemiz gerektiğine inanıyorum ve Culio'yu bu açıdan bir fırsat olarak görüyorum...

Galatasaray'da Transfer Önceliği?

Colin Kazım Richards'ın gelişinin arkası olacağı belli ve birçok isim ortada dolanıyor. Ara transfer döneminde 3-4 transferden fazlasının yapılmayacağını varsayarsak (ki yönetimin sözlerine güvenmekte güçlük çektiğimiz bir dönemdeyiz) sağ açık dışında hangi iki bölgeye takviye yapılmasını tercih edersiniz?

Ben öncelik olarak orta saha, kaleci, forvet ve stoper alternatiflerini belirledim ve kombinasyonları buna göre hazırladım. Her türlü fikrinizi yorum bölümüne alalım, orada konuyu açarız...


İlkay Gündoğan Rüyası

Mesut Özil'den sonra Almanya'dan yetişen en önemli gurbetçi yetenek olan İlkay Gündoğan'la ilgili birbiriyle çelişen iki haber düştü. İlki Galatasaray dedikodu kazanında "bitmiş" diye tabir edilen transferler arasında adının geçiyor olmasıydı, ikincisi ise bugün netleşti. Twitter'da Almanya futbolu şubemiz olan Fatih Demireli'nin dün gece geçtiği habere göre İlkay Gündoğan, zaten U21 takımında oynadığı Almanya A Milli Takımı'nı tercih etti ki beklenen de buydu aslında.

Almanya'nın gurbetçi oyunculara bakışı daha çok elit yeteneklere yoğunlaşıp onlara bir vizyon sunmak üzerine. İhtiyaçları olmayan bazı oyuncuları Türkiye'nin istemesi halinde daha ılımlı bir tavır takınabiliyorlar ancak bu sezon iki vites yukarı atan İlkay gibi bir yeteneği bize yedirme niyetinde değillerdi. Frankfurtlu Cenk Tosun'la beraber geçen ay İngiltere karşısında Almanya U21 takımına da çağırdılar. O maçta Cenk bir de penaltıdan gol atmıştı.

İşin Galatasaray ayağının ise hayallerin ötesinde olduğunu söylemek için bu tercihi dahi beklemeye gerek yoktu. Nürnberg onun için sezon başında Hoffenheim'dan gelen 8 milyon avroluk teklifi elinin tersiyle itti. Rotası olsa olsa ya Bayern, ya da İngiltere olur bu saatten sonra. İlkay bir rüya olabilir ama Cenk Tosun'la epey ciddi ilgilenildiğini biliyorum. Yerli, genç bir forvet alternatifi düşünülüyor sanırım o bölgeye. Anıl ve zaman zaman Kazım'la birlikte Baros'un arkasını doldurabilecek bir isim bence Cenk. Batdal bildiğim kadarıyla gidici ve büyük ihtimalle Buca'ya kiralanacak.

Kısacası İlkay belki bir rüya ama Taner Yalçın'la birlikte Galatasaray'ın radarında olan isimlerden birisi Cenk Tosun...

İsmail Berk Ünsal & Galatasaray Altyapısı

İki gündür beklediğim transferlerden birisi Berk İsmail Ünal'ın gelişiydi aslında ama CKR fırtınasında çoğu kişi farketmedi bile onu. Hoş, Galatasaray.org bu hataya düşmeyip transfer haberini birinci sıradan vermiş (!), eminim adının A milli bir futbolcudan daha önce anılmasına o da epey şaşırmıştır.

Son birkaç senedir sözünü ettiğim üzere özellikle 91 jenerasyonunun arkası Galatasaray'da epey sıkıntılı. Genç milli futbolcu gittikçe azaldı. özellikle U-17 kategorisi Galatasaray adına kalelerden birisi olmuştur uzun süre ancak son U-17 takımına Galatasaray'dan giden oyuncu sayısı sıfırdı! Milli takım hocaları adına en göz önündeki vitrin olan Florya'dan dahi genç milli takıma giremeyen bir jenerasyondan Galatasaray'a oyuncu kazandırmak mucize beklemekten öteydi ki aslında Adana Demirsporlu İbrahim Selen transferiyle yeni bir sürece girildiğini belliydi.

94 doğumlu Berk İsmail Ünsal aslında genç milli takım havuzuna yeni girmiş bir isim. Son dönemde Ersun Yanal önderliğinde genç milli takımlarda bir yenilenmeye gidildi ve Berk İsmail de o yenilenme esnasında keşfedilen yeteneklerden. Sıkı takip ettiğim U-17 Milli Takımı'na yeni dahil oldu ve ABD'de düzenlenen Nike Friendlies'te görev aldı. Maalesef kendisini daha önce izlemişliğim yok. O turnuvaya davet edilen diğer iki forvet olan Beykan ile İbrahim'in arkasında rotasyona girmesi dahi jenerasyonunun iyilerinden olduğunu gösterir ki bu jenerasyondaki kısırlıktan az önce söz ettim.

Kendim izlemediğim için çok fazla şey söyleyemeyeceğim ama araştırmalarıma göre fiziki yetileriyle öne çıkan, gol vuruşları da düzgün bir oyuncu. Zaten 1.90'lık boyuyla kendini belli ediyor hemen. Eğer o boyla temel yeterlilikleri sağlayan bir forvetse A takıma yükselişi sandığımız kadar uzun sürmeyebilir. Hangi takımda oynayacağına bağlı olarak ikinci yarıda dikkat kesileceğim oyunculardan birisi olacak. Hatta mümkün olursa bir röportaj da yapmak isterim, bakalım...

Not: Unutmadan, bu güzel fotoğrafı bulan blog okuyucularından Arda Ekim'e selam ederim...

Sabır Testi: Colin Kazım Richards

Galatasaraylılarla alenen dalga geçiliyor demek bile hafif kalıyor artık. Hani komedyenler "Absürd espri yapacağız ama zaten siyasetçiler en absürd şeyleri söylüyor" diyor ya, o hesap. O kadar absürd bir transfer ki, "Bu adamlar X'i de getirir" diye bir şey söyleyemiyorum. Bahsi geçen X, CKR'nin kendisidir. Emre Belözoğlu ya da Volkan Demirel desem onlar dahi bu takıma fazla 'iyi' kalırlar futbolcu olarak, o sebeple kriterlere uymuyor. Serdar Özkan'da dahi elle tutulacak bir şeyler vardı bana göre ancak bu transferi yapan insanların Galatasaray'la uzaktan yakından ilgisi olamaz.

Futboluyla senede iki-üç maç takımını memnun eden işler yapan, geri kalanında vurdumduymazlığıyla ve saha dışı tavırlarıyla insanları delirten, ilginç bir adam CKR. Hakikaten bazı meziyetleri var saha içinde ama... İşte o AMA'sı en büyük oyunculardan birisi ve zaten taraftarı insanlıktan çıkarmışken yapılması gereken belki de son transferdi.

Bunları da geçtim. Tarih Galatasaray'ın ilgilendiği bir oyuncuyla Fenerbahçe'nin sözleşmeyi feshedip ezeli rakibine yol verdiği kaç transfer görmüştür.? Sırf Galatasaray istiyor diye affedilen onlarca oyuncu hatırlıyorken? Hadi futboldan anlamıyorsunuz, bari bundan anlayın bir şeyler olduğunu.

Tarihin en sefil günlerini yaşarken sadece futbol şubesinin başarısını değil, kendini Galatasaraylı hisseden herkesin duygularıyla, hatta onuruyla oynamayı kırk sekizinci plana atan, elinde tutunulacak tek dal olarak kalan Türk Telekom Arena'ya bol bol turlar düzenlemekten başka bir halta yaramayan bu yönetime diyecek başka sözüm yok benim.

Bundan sonra söz bende değil, Galatasaray kongre üyelerindedir. Bunun ötesi yok çünkü...

Antalya Kampı & A2 Mezunları

Galatasaray'ın devre arası kamp döneminde hangi kadroyla yer alacağı açıklandı. Kadroda bulunan Musa Çağıran beklendiği gibi Konyaspor'a kiralık verildi. Ali Turan'ın kadroda yer almaması ise yolcu olduğuna bir işaret. Anladığım kadarıyla Serdar Özkan'a da onunla birlikte yol verilecek. 'Gönderilecekler' ayağı tamam da bu oyuncuların yerini kimlerin dolduracağı esas soru işareti. Gündeme gelen akıllara ziyan isimleri bir kenara koyarsak alternatiflerden birisi de A2 takımdan kampa katılacak oyuncuların kendini göstermesi olacaktır ki Hagi'den beklentilerimin başında da bu geliyor açıkçası.

Emirhan Ergün, Eray İşcan, Ahmet Kesim, Semih Oğuz, Bilal Özhan, Mert Çetin, Cumhur Yılmaztürk, Anıl Dilaver

Benim kafamda kamp kelimesinin karşılığı olan Ahmet Kesim her zamanki gibi yerini almış, ondan zaten emindik de geri kalanlara bakınca hayal kırıklığına uğramamak elde değil açıkçası. Takımın en iyi savunmacısı Sinan Osmanoğlu yok, en iyi beki Berk Neziroğulları yok, en yetenekli kanat oyuncusu Berkin Arslan yok, en potansiyelli ismi Cem Sultan yok. Berk'in yedeği Mert'in geliş sebebi için Beşiktaş maçında yaptığı güzel ortadan başka bir sebep bulamıyorum. Keza Semih Oğuz ile Bilal Özhan'ın A takım kampında ne işi var? Hayır, 96lı Berk Yıldız bile gitse A takımın havasını alsın, alışsın denmiştir derim ama dışarıda kalan oyunculara bakınca alınanlar hakikaten garip duruyor.

Geçenlerde Twitter'da A takıma yükselme potansiyeli gördüğüm oyuncuları yazmıştım. Bunların arasında Anıl dışındaki tek isim Cumhur Yılmaztürk. Buradaki isimleri gördükten sonra konuşmak yersiz. Kamp sonunda neyin ne olacağını göreceğiz ama "Genç olsun, takılsınlar" mantığıyla kamp kadrosu belirleme geleneği sanki devre arasında da devam ediyor gibi.

Bu arada Ahmet Kesim'e "kampların fatihi" diye boşuna demiyoruz. Altyapı konusunda biraz daha sivri olduğum 2008 yazında benzer bir kamp yazısında yine Ahmet Kesim'in neden A takımdayken, diğerlerinin dışarıda olduğunu sorgulamıştım. Gerçi Sinan'ı da arada kaynatmışız o dönem.

Yaz transfer dönemi kampına katılan gençleri için ise; Galatasaray'ın Yeni Çocukları

2010/11 ST Süper Lig Haritası

Bill Turianski'nin harita görselleri zaten yeterince popüler ancak bırakın yurtdışında, Türkiye'de dahi futbol hakkında görsel bulmak zorken bizim ligimizle ilgili zaman ve emek sarfedip böyle bir iş ortaya koymasına ben ayrıca saygı duyuyorum.

Bu sefer kendisine pek yardımcı olamadım ancak o zaten yeterince sağlam bir iş çıkarmış. Üstteki görselde Süper Lig'de bulunan 18 takımın verileri, forma, logo ve stat fotoğrafları ve Türkiye haritasına işlenmiş bir dağılım var. (Alttaki yazıyla benzeşmesi adına da önemli ayrıca)

Yandaki grafikte ise anladığım kadarıyla merkez müfusları ihmal edildiğinde Süper Lig'de yer alan şehirler gözüküyor. Nüfusa göre dizilse Trabzon'un küme düşüyor olması da ayrı bir gariplik tabii.

Bill'in gönderdiği yazıda Bursaspor ile Trabzonspor hakkında da iki derleme var ama onları fotoğraf kalabalığı olmasın diye almadım. Görsellere şuradan ulaşabilirsiniz...

Türkiye 2016, Rusya 2018 & Katar 2022

Fransa'ya tek oyla kaybettiğimiz EURO 2016 ev sahipliği için adaylık dönemindeki tartışmaları hatırlarsınız.* Türkiye'nin bildirdiği şehirlerin Batı ağırlıklı olmasının faturası TFF'ye kesilmiş, hatta ülkeyi bölmekle dahi suçlanmıştı. Aslında tek kelimeyle 'ulaşım' olarak özetlenebilecek akılcı ve makul bir cevap mevcutken, 87 yıllık ülke tarihinin sorumluluğunu bir futbol turnuvasına başvuran yetkililere yüklemek bence kolaycılıktan başka bir şey değildi. Trabzonspor kongresinde dahi otellerinde yer bulunmayan Trabzon'un bir futbol şehri olması, hızlı trenle ulaşılamayacağı, ulaştırma sağlanması için gereken bütçenin tüm turnuva giderinden fazla olacağı gibi detaylar bizi ilgilendirmiyordu hiç. Ne olacaktı ki, Urfa da Diyarbakır da şıp diye geliştiriliverilsindi. Her şey bir parmak şıklatması kadar basitti. Böyle olacaksa hiçbir organizasyon Edirne'den içeri girmese de olurdu.

Sanki bu ülkenin en üst düzey liglerinde her yer homojen temsil ediliyor, stadyumlar pırıl pırıl parlıyor da işin içine bilinçli bir ayrımcılık yapılıyormuş havası verilen, hatta "Adaylığın adı Batı Türkiye olsun" denecek bir noktaya gelinmişti.

Çok değil, henüz bir ay önce 2018 ile 2022 Dünya Kupalarının ev sahipleri belli oldu: Rusya ve Katar. Peki bu adaylıkların haritaları nasıldı derseniz yandaki tablolara bakabilirsiniz. Acaba Rusya 2018 yerine Batı Rusya mı desek, ya da Katar yerine Doğu Katar mı? Yorumlarına katılmadığım olsa da her daim belirli bir mantık çerçevesinde konuştuğunu, kendi birikimi üzerinden bir fikir ürettiğini belli eden Mehmet Demirkol'un beni hayal kırıklığına uğrattığı belki de tek yorumu buydu. "Eyy Demirkol" diye girişecek değiliz elbette ama Rusya'da "Böyle alacağımıza hiç almasaydık" diyen bir Mehmet Demirkov var mıdır acaba? Sormadan edemedim.

Not: Diğer adaylıkların  büyük bir çoğunluğu da herhangi bir homojenlik içermediği gibi Türkiye'ye oranla daha da orantısız adaylıklar bulunduğunu not düşelim...

*Saraçoğu Bildirisi & Euro 2016 Şehirleri
*Euro 2016 Logosu & Adaylığımız

Galatasaray'ın Ara Transferi

Lucas Biglia harika olur, Mauro Formica oyun stili olarak takımın ihtiyacı olan birisi, Achille Emana zaten herkesin hayali vs vs vs... Bence Galatasaray'ın hepsinin bölgesinde takviyeye ihtiyacı var fakat Galatasaray'da son yıllarda ıskalanan altı yabancıya ihtiyaç duyulduğu kadar en az beş tane ilk 11'de oynayacak kalitede yerli oyuncuya da ihtiyaç duyuluyor olması. Transfer bütçeleri büyümüşken, yerli transferinde bu kadar tutucu, hatta cimri olmanın takımın başına açtığı belanın ne kadar iyi tespit edildiği, benim için ara transfer döneminin notunu belirler.
  • 2007/08: Barış Özbek, Servet Çetin, Hakan Balta
  • 2008/09: Serkan Kurtuluş
  • 2009/10: Gökhan Zan, Mustafa Sarp, Ufuk Ceylan 
  •  2010/11: Çağlar Birinci, Musa Çağıran, Mehmet Batdal, Serdar Özkan, Ali Turan
 Son dört sezonda yapılan yerli transferlerinden takıma tutunmayı başaranlar bunlar. Henüz sezon başında gelenler arasında şubat ayını görmesi kesin olan tek ismin sadece iki resmi maça çıkan Çağlar iken bu sezonu yoksayabiliriz. Bir önceki sezondan kalanlardan hiçbirisi ilk 11 güveni veren isimler değil. Buna kaleci Ufuk Ceylan da dahil. Serkan Kurtuluş bu sezona iyi bir giriş yapsa da sakatlık kurbanı oldu, 2007/08 ise adam gibi bir yerli operasyonunun yapıldığı son sezondu.

Durum buyken hâlâ ve hâlâ gündemin yabancıları elbise değiştir gibi değiştirmenin belli bir noktadan sonra anlamsız olduğuna inanıyorum. Elbette ihtiyaç çok ama bu ihtiyaçların en acili Arda ve Sabri'nin (ki onlar da istikrarlı oyuncular değiller) yanına yazılabilecek kalitede yerli oyuncuların olmaması. Devre arası transfer dönemi de en az iki transfer dönemi alacak bir operasyonun başlangıcı olmalıdır bana göre. Bu operasyonun da üç ayağı bence önem sırasına göre şöyle:

  • Transfere Uygun Gurbetçiler
  • Sözleşmesi Biten Yerli Oyuncular
  • Altyapıdan Rotasyona Girebilecek Gençler
Türkiye'deki havuzun üç İstanbul ekibini besleyebilecek çapta olmadığı, daha doğrusu üç büyüklerin talep ettiği form, yetenek ve yaş baremine uyan oyuncuların kısıtlı olmasının bence yegane çözümü gurbetçi pazarı. Kayserispor haricinde uyananı bugüne kadar görmedim ama milli takımda görev yapabilecek çapta birçok ismi doğru bir araştırma ve ikna kabiliyetiyle Türkiye'deki şişen piyasanın çok daha altında fiyatlara transfer edebilirsiniz. Üstelik İstanbul takımlarının reputasyonu bu pazardaki daha kaliteli isimlere sulanmak için daha ideal. Yapılacak bir Tunay Torun, Taner Yalçın transferi beni Lucas Biglia'nın gelişi kadar heyecanlandırır.

Öte yandan şişen yerli pazarını aşmanın bir diğer yolu Bosman transferlerini doğru bir vizyonla takip etmek. Sözleşmesi bitiyor diye Mustafa Sarp, Ali Turan tarzı isimleri kadroya katmanın astar-yüz ya da et-yahni grafiğinde nereye yerleştiğini biliyoruz. Zaten yerli piyasada bu düzeyde banko oynayacak oyuncuların serbest kaldığına şahit olmadığımızdan Orhan Gülle, Muhammet Demir gibi daha orta vadeli hedeflere yönelmek gerektiğine inanıyorum. Bu takip her sene yapılmalı ve devre arası transfer dönemi bu oyuncuları bağlamak için en önemli fırsat.

Son olarak transfere bağımlı bir yapılanmanın zorluğunun da farkında olmak lazım. Havuz çok daha dar ve maliyetler yüksek. Parasını verseniz dahi alabileceğiniz oyuncular sezon sonunu görmek isteyebiliyor. Bu sebeple ligden pratikte kopmuş olan Galatasaray için bu kamp döneminde Anıl Dilaver'in açtığı yoldan devam etmek doğru tercihlerden biri olacak. Duyduğum kadarıyla Sinan Osmanoğlu, Cumhur Yılmaztürk, Berkin Arslan ve Cem Sultan kampa katılacakmış. Bu oyunculardan ikisi A takım rotasyonuna katılsa yeterlidir. Benim için başarılı bir transfer döneminin anahtarları bunlar...

STSL'nin En 'Golcü' Takımı

Spor Toto Süper Lig'de ilk devreyi bölgelerinde en çok gol atan oyuncu olarak tamamlayan isimlerden oluşan 11. Bursaspor kalecisi Ivankov, golü olmamasına karşın geçen yılların hatrına 'wild card' aldı. Bekler hafiften geriye çekilmiş oyunculardan. Özgür Çek, bu yıl önde daha fazla kullanıldı, keza Serdar Kurtuluş da orta sahada görev alabilen bir isim. Gerisi ofansif tercihler olsa da bölge gerekliliklerini yerine getiriyor.

Diğer oyuncuların gol sayılarını merak edenler için onları da not düşelim:
Serdar Kurtuluş: 3
Diego Lugano: 3
Orhan Ak: 3
Özgür Çek: 3
Ivan Ergic: 4
Kerem Şeras: 4
Joshua Simpson: 8
Burak Yılmaz: 9
Alex de Souza: 12
Emmanuel Emenike: 12

Yılan Arena

Bursa, uzun süredir yeni bir stadyum yapılması planlanan şehirlerden birisi. 45 bin kişilik, İstanbul'a yakın bir stadyum olarak EURO 2016'da olduğu gibi, yeni tekliflerde de önemli yer tutacak. Çalışmaları yaklaşık üç yıldır süren bu stat için artık ihalenin yapılması bekleniyor. En kötü ihtimalle 2011 seçimleri öncesinde kazmanın vurulması mevcut hükümet politikası dahilinde beklenebilir.

Bence lig açısından önemli projelerden birisi olan Timsah Arena'yı buraya taşımam ise yaklaşık 15 gün önce nete düşen proje fotoğrafı. EURO 2016 sürecinde Ulu Cami'ye benzer bir tasarımın TFF tarafından yayınlanması olay olmuştu, Bursa BB Başkanı Recep Altepe ise Timsah Arena'da ısrarcı olduklarını söylemişti ancak güzel bir proje olmasına karşın stadyum için çizilen kafanın bir timsahtan çok yılana benziyor olması problem. Bursa'da da çok tepki çekmiş bu kafa hikayesi. Bu şekliyle yapılırsa hakikaten üstünden çok geyik dönecek gibi duruyor.

"Yılan Arena" fotolarından tatmin olmayan varsa şurada ufak bir videosu mevcut...