Tolgay Arslan Neden Türkiye'yi Seçemez?

Malum, Tolgay Ali Arslan Hamburg’da düzenli oynamaya başlayınca onun tekrar Türkiye’yi seçip seçemeyeceği tartışma konusu oldu, hatta televizyonlarda bu konuyla ilgili çalışma başlatıldığı haberleri döndü. Fakat konuyu araştırdığımda FIFA kurallarına göre daha önce Türkiye’yi tercih edip ardından federasyon değiştirme talebinde bulunarak Almanya U-20 adına resmi maça çıkan Tolgay Ali Arslan’ın tercihini bir kez daha Türkiye’den yana kullanma hakkının olmadığını görmüş, bunu da Eurosport Türkiye’ye haber yapmıştım.

Sevgili Hünkar Mutlu TRT Spor’da Bundesliga’ya dair değerli bir program yapıyor, sağolsun iki hafta önce orada da bu haberimi dile getirmiş ve konuyu gündeme taşımıştı. Bu hafta da Tolgay Ali Arslan ve Erdal Keser konuyla ilgili olarak Tolgay’ın A milli olmadığı sürece istediği kadar milli takım değiştirebileceğini ifade etti. Fakat FIFA statüsü* bu konuda gayet açık ve federasyon değiştirme hakkı sadece bir kereye mahsus olarak kullanılabiliyor. Şöyle ki;

15 Principle
1. Any person holding a permanent nationality that is not dependent on
residence in a certain country is eligible to play for the representative teams of
the Association of that country.

2. With the exception of the conditions specified in article 18 below, any Player
who has already participated in a match (either in full or in part) in an official
competition of any category or any type of football for one Association may not
play an international match for a representative team of another Association.

18 Change of Association
1. If a Player has more than one nationality, or if a Player acquires a new
nationality, or if a Player is eligible to play for several representative teams
due to nationality, he may, only once, request to change the Association for
which he is eligible to play international matches to the Association of another
country of which he holds nationality, subject to the following conditions:

(a) He has not played a match (either in full or in part) in an official
competition at “A” international level for his current Association, and at
the time of his fi rst full or partial appearance in an international match
in an offi cial competition for his current Association, he already had the
nationality of the representative team for which he wishes to play.

(b) He is not permitted to play for his new Association in any competition
in which he has already played for his previous Association.

FIFA statüsünün ilgili maddelerinde görülüyor ki Tolgay Ali Arslan gibi iki ülke federasyonu için de oynayabilme hakkına sahip oyuncular, bir kereye mahsus olmak üzere federasyon değiştirebilirler. Tolgay Ali Arslan, resmi olarak formasını giydiği Türkiye'yi bırakıp Almanya'yı temsil etmek istediğini FIFA'ya bildirerek bu değişikliği yaptıktan sonra artık Türkiye A Milli Takımı da dahil olmak üzere hiçbir şekilde tekrar federasyon değiştiremez.

Basında "A milli olmamışsa değiştirebilir" maddesi üzerine atıf yapılıyor ancak o madde yukarıda verdiğim article 18'in a bendinde geçen bir ifade. Yani A milli olmamak zaten o bir kez değişikliği yapabilmek için bir zorunluluk ancak bu "A milli olmadıkça istediği kadar değiştirebilir" şeklinde yorumlanamaz çünkü article 18'deki ifade gayet açık bir şekilde bir kez değişikliği öngörüyor.

Tüm bunların dışında Tolgay Ali Arslan’ın zaten milli takımlardan sorunlu bir şekilde ayrıldığını, davet edilmesine karşın kampa katılmayıp bundan böyle Almanya için oynayacağını deklare ettiği hafızalarımızda. Statüye uygun olsa dahi milli takıma tekrar çağrılması zor bir oyuncu olduğunu tekrar edeyim, ki zaten şu yönetmelikle böyle şansı yok.

Kendi görüşüme gelirsek, Almanya’da doğup büyümüş özellikle 3.kuşak mensubu Türklerin son ana kadar Almanya için oynama fırsatını elinde tutmak istemesi, bunun için beklemesini çok ama çok normal karşılıyorum. Hem kariyer olarak çok önemli bir fırsat, hem de artık o kültürle kurdukları bağ bir misafirlikten öte, belki de kökenlerinden daha güçlü şekilde Almanya’ya bağlılar.

Durum buyken açıkçası Mesut Özil başta olmak üzere tercihini bu yönde ortaya koyan oyunculara çok fazla eleştiri yapılmasına karşıyım ancak Tolgay’ın durumu diğerlerinden biraz farklı. Tolgay, bilerek ya da bilmeyerek işi et pazarı kıvamına getirerek zaten bir hata yaptı ve bu yaptığı Türkiye kadar Almanya için de haksızlık. Bu şu an Ömer Toprak’ın RTL’e çıkıp “Türkiye’yi seçtim ama tekrar Almanya’yı seçme şansım olsa tabii ki oynamak isterim” demesi gibi bir şey, ne eksik ne fazla… Ben çocukken Kubilay Uygun diye bir milletvekili vardı, adamı her gün başka bir partiyle rozet töreninde görüyorduk. Bu da açıkçası etik açıdan bana onu hatırlattı.

O yüzden şu günden sonra Tolgay Ali Arslan’ın bir milli kariyeri olacaksa bunun Almanya’dan başka yerde olma ihtimali yok. Umarım kulüp kariyeri de milli takım tercihinin yanlışlığına paralel seyreden Uğur Yıldırım gibi olmaz.

*FIFA statüsünün tamamını okumak isteyenler article 15/16/17/18'e göz atabilirler. www.fifa.com/mm/document/affederation/generic/01/29/85/71/fifastatuten2010_e.pdf

Galatasaray 2-0 Gençlerbirliği || 8 Numara

Kaleyi cepheden gören bir noktadan serbest vuruş kazanılır. 8 numaralı oyuncu topun başına geçer. Tribünde onlarca fotoğraf makinesi gol anına tanıklık etmek için flaşlarını açar ve top barajın üstünden geçip ağları bulur. İlk başlarda sadece yürekleri ağızlara getiren bu denemeler zamanla keskinleşti ve artık Galatasaray taraftarı, Selçuk İnan topun başına geçtiği zaman sadece o anın keyfini çıkarıyor. Gheorghe Hagi’den bu yana bu istikrarda bir serbest vuruşçuya tanıklık etmeyen bir taraftar topluluğu için Selçuk’un bu vuruşlarının büyük bir anlam ifade ettiği kesin. Belki de geçen seneyle bu sene arasındaki farkı açıklamak için 8 numarayı giyen oyunculara bir göz atmak dahi yeterli.

Gençlerbirliği'nin dikkat çeken isimlerindenYasin Öztekin,
forvete daha yakın oynadığı maçta beklenen etkiyi yapamadı.
Gençlerbirliği, Fenerbahçe karşısında erken yediği goller sebebiyle gardını yukarıda tutamayıp 6 gollü bir hezimete uğramıştı. Bu kez dersini daha iyi çalışan Fuat Çapa, defansı orta saha çizgisine 10-15 metre mesafeye kurmaya gayret ederek oyunu toplamda 30-35 metrelik bir alana sıkıştırmayı amaçladı ve Galatasaray’ın ne savunma arkasına havadan top atma, ne de bunları değerlendirecek hıza dayalı bir forvet oyuncu bulundurma şansının olmaması bu hamleyi işler kıldı. Eboue’nin sağdan bindirmeleri ve U-21 milli takımının da kalecisi olan Özkan Karabulut’un çıkardığı Selçuk’un serbest vuruşu akıllarda kalan hücum anlarıydı fakat tabelayı değiştirecek bir üstünlük yoktu.

Bu kısırlığın bir diğer sebebi de Galatasaray’ın dar alana sıkışan oyunda daha hareketli ve hızlı top çevirmekte güçlük çekmesi, oyuncuların topa sahip arkadaşlarına alternatif yaratmak adına topsuz koşuları kısıtlı tutması oldu. Son haftalardaki başarılı performansıyla ilk 11’de forma şansı bulan ve Emre Çolak’ı kesen Albert Riera’nın 45’te kenara gelmesinde bu statik oyunun etkisi büyüktü.
Melo bu sezon 9.golünü atarak kariyer rekorunu geliştirdi.

48’de kilidi açan gol de Gençlerbirliği hatlarını koşu halinde yakalamanın getirisiydi. Orta sahada hızlı paslaşmalarla göbekte Elmander’e inen top, onu karşılamak için öne çıkan Kulusic’i pasla ekarte edip Engin’in boşalan savunma göbeğini değerlendirip Melo’yu görmesi ve son vuruş… Tabelanın cilasının Selçuk İnan tarafından yapıldığını hatırlatmaya gerek yok. Derbi öncesi sarı kart krizinin ötelenmesi de bir başka önemli anekdot.

Gençlerbirliği, Fuat Çapa’nın daha önce Hayatım Futbol’da işaret ettiği 4-4-2 düzenine daha çok yaklaşmak adına Yasin Öztekin’i Herve Tum’a daha da yaklaştırıp oradan pozisyon üretme gayretindeydi ama Galatasaray presinin yavan kaldığı belli bir bölüm haricinde gerçekleştirdikleri hiçbir atak “bu nasıl kaçar” dedirtmedi. Formsuz bir dönemden geçtikleri aşikar ancak yenilgiye rağmen büyükler virajındaki en başarılı savunma oyununu ortaya koyduklarını söylemek mümkün. Yenilgi serisine rağmen Gençlerbirliği halen izlenmesi gereken bir ekip.

Gözler artık derbide...

8 Mart, 8 Kadın

Malumunuz, Hayatım Futbol 23.sayısını haftanın anlamına uygun bir konuya ayırdı ve kadınların futboldaki yerini irdeledi. Banu Yelkovan'ın da aralarında yer aldığı sekiz değerli kadın yazar farklı başlıklarda kadına bakışı ve kadın futbolunu değerlendirdi. Hayatım Futbol'u kurmaktaki temel gayelerimizden birisi arkamızda futbol külliyatına ve kültürüne katkı sağlayacak yazılar bırakabilmekti, bu sayıdaki birçok yazı da bu kalitede ve özgünlükte bence.

Sekiz yazarımızın dışında İsmail Şayan'ın Dick Kerr Ladies FC yazısı da ayrıca bahsedilmesi gereken bir yazı, harika bir araştırma. Ayrıca bundan böyle dergiye düzenli yazacak isimlerden birisi olan Güney Amerika fatihi Aslı Pelit'le de hem 10'ların Kıtası programı hem de Güney Amerika üzerinden kadın-futbol ilişkisi üstüne bir sohbet gerçekleştirdik. Buyurun.

Hayatım Futbol 23. Sayı Web
Hayatım Futbol 23. Sayı iPad
Hayatım Futbol 23. Sayı Android
Hayatım Futbol 23. Sayı R2D2

Benfica 2-3 Porto || Güzel Maç Be!

Portekiz’de sıradan bir lig maçı Türkiye’deki bir voleybol maçından hallice seyirci çekebilme potansiyeline sahip olsa da “üç büyükler” arasındaki rekabet ve mücadele Avrupa’daki muadillerini aratmıyor. Bir de son 10 yılda iyiden iyiye “yıldız yetiştiricisi” rolüne uyduran ve sıçrama yapmak, Avrupa kupalarında düzenli oynayıp kendilerini göstermek isteyen oyuncuların cazibe merkezi haline gelen Portekiz’de bu yetenekleri izleme keyfi doğal olarak başka oluyor. Bu beklentilerle Benfica-Porto maçını izleyenlerin tamamı pastanın üstünde kiraz olarak bol pozisyon ve aksiyonlu, gel-giti ve hikâyesi bol bir karşılaşmaya tanıklık etti, bu kesin.

Maç başlarken, Benfica ile Porto 49’ar puandaydı ve sadece iki hafta önce beş puana kadar yükselen fark ev sahibi Benfica’nın tökezlemesiyle kapanmıştı. 55 maçlık Portekiz Ligi yenilmezlik serisini Gil Vicente’ye evinde teslim ettikten sonra toparlanan Porto, yıldızı Hulk’la bulduğu inanılması güç golle maçın nasıl bir boyuta taşınacağının haberini en baştan verdi. Kanattan bu patlayıcılıkta, bu güçte bir füze çıkarmak ancak bu fizik ve yeteneği bir araya getirebilen iki, en fazla üç oyuncu tarafından gerçekleştirilebilir. Onlardan biri olan Hulk, hem topu çekişi, hem de tabiri caizse o topa asılışıyla takımını öne geçirmeyi bildi.
Oscar Cardozo iki gol atsa da takımını kurtaramadı.

Bu dakikadan devre sonuna kadar hücumda ipler ise ev sahibinin elindeydi. Özellikle göbekteki Alvaro ve Lucho ikilisi Gaitan ve Aimar’ın driplingleriyle orta sahayı ve kanatları deşmesine engel olamayınca oyun rakiple yüz yüze kalan Porto savunmasının kaderine kaldı ve ilk büyük hatada Cardozo bomboş kalsa da topu Helton’a nişanladı. Fakat büyük golcüler bir kere kaçırıyor, ikincisinde affetmiyor. Birkaç serbest vuruş denemesini de hiç eden Cardozo, 40’ta biraz da şans eseri önünde kalan topa Hulk’a nazire yaparmışçasına 100 km/s’lık bir hız kazandırınca Helton topu bile göremedi, devreye 1-1 girildi. Porto belli bölümlerde atak bile geliştirme şansı bulamasa da Artur’un çifte kurtarış yaptığı bir pozisyonda 2-0’la burun buruna geldiğini de eklemek lazım elbette.

Maçın kahramanı James Rodriguez
İkinci devre başlangıcı ise tam Benfica’nın istediği gibiydi. Tıpkı ilk yarıda olduğu gibi driplingleri birçok kez faulle kesilen Gaitan’ın kazandırdığı serbest vuruş bu kez tabelayı Benfica lehine değiştirdi. Aimar pişirdi, Cardozo kafayı koyup sağ köşeyi buldu ve durum 2-1’e geldi. Açıkçası silinmiş bir Hulk, ev sahibi avantajı ve düzenli ataklarıyla iş yapan Benfica maçın net favorisiydi ama bir dakikada işler değişti. Vitor Pereira, 54’te oyuna James Rodriguez’i sürdü ve Kolombiyalı maçı aldı. Witsel’e yapılan faulün dönüşünde orta sahada topu kapıp başladığı driplingle birkaç saniye içinde 50 metreyi kat eden Rodriguez, Fernando ile verkaçını yaptı ve bir düzeltme sonrası topu sol köşeye astı. Bir başka kırılma anı ise 77’de gol sonrası uzun bir süre yokları oynayan Hulk’un hızıyla Emerson’u ekarte edişi ve ardından sarı kartlı Emerson’un şuursuz hamlesi sonrası atılışı oldu.

Kırmızı kart sonrası o dönemde sağda oynayan Djalma’yla kanadı nakış gibi işleyen Porto, golü oradan çıkarmak istedi ve istediğini dolaylı yoldan aldı. Savunmasına yardımcı olmak için maç boyu kanat bekiymişçesine mücadele eden Gaitan tehlikeli bölgede James Rodriguez’e bir faul yaptı. James de sağdan Aimar’ın kopyası bir kavisli topla maçın kötülerinden Maicon’u buldu ve maç 3-2’ye geldi. “Yeni Pepe” demekte bir beis görmediğim bu arkadaşımızın galibiyet golü atması ise bir ironi olarak hafızalara kazındı.

Liga SAGRES’te Benfica şampiyonluğa mı koşuyor derken üç hafta işler değişti, 8 puan kaybeden eski lider tahtını Porto’ya devredip üç puan geriye düştü. Jorge Jesus, ikinci yarının başında avuçlarına kadar gelen üç, görece altı puanı Porto’ya teslim ettiği için hayıflanacak elbette. Bizleri artık daha keyifli bir rekabet bekliyor, özellikle bu ikilinin Sporting ile Braga karşısında alacakları skorlar şampiyonluk için belirleyici olacak gibi görünüyor. Güzel maçtı be!

Berk İsmail Ünsal Röportajı

Açıkçası uzun süredir yapmak istediğim bir röportaj serisi vardı ve bu röportajların ilki de Galatasaray A2'nin 94'lü forveti Berk İsmail Ünsal'la oldu. Türkiye'de genç oyuncular hakkında yazılanların yüzde 90'u hurafe olduğundan bu isimleri efsaneleştirmeden, doğrudan tanımak bir elzem. Oyun stilinin Hakan Şükür'le alakası olmadığı halde köşelerinde Berk'in adını Godot'yu bulmuş gibi Hakan diye geçirenleri gördükçe en doğru cevabı Berk'in vereceğini düşündüm, o bana daha fazlasını verdi.

Bir kere inanılmaz saygılı, hatta bir nebze çekingen birisi. Buna karşın oyununa, yeteneklerine ne kadar güvendiğini konuşmasından anlayabiliyorsunuz. Kendine idol olarak dayatılanlardan ziyade Fernando Llorente'yi söylemesi bile başlı başına takdir edilesi bir yaklaşım, 18 yaşındaki bir çocuk için. Eksiklerini sorduğumda da tereddüt etmeden cevapladı. Bizim dışarıdan gözlemlediğimiz Fatih Terim etkisini de açık açık dile getirmesi önemli, Fatih hocanın bu altyapıya kattıkları bir beş yıl sonra çok daha somut bir şekilde gözlemlenecek, buna eminim.

Hayatım Futbol Sayı 22
Röportajın hoşuma giden kısımlarını buraya alıyorum, tamamını merak edenleri ise dergimiz Hayatım Futbol'un sayfasına yönlendirelim.

Beni Adnan Polat keşfetti!
*Geçen yıl Gaziosmanpaşa'dan Galatasaray'a transfer oldun ama zaten U-17 Milli Takımı'na çağrılıyordun. Transferin nasıl gelişti?

Altyapıda Galatasaray’la bir hazırlık maçı yapmıştım, o maçı izlerken Adnan Polat ile Adnan Sezgin çok beğenmişler. O günden sonra ilgilenmeye başladılar, sonra bastırıp aldılar. Ocak ayında da Galatasaray’a geldim.

Hakan Şükür değil, Burak Yılmaz!
*Merkez forvet oynadığını biliyoruz ama uzun boyuna rağmen düzgün bileklerin var. Oyun stilini bize biraz anlatır mısın?

Herkes beni Hakan Şükür’e benzetiyor ama bence Burak Yılmaz bana daha yakın bir stile sahip. Benim önüme ya da araya atılsın, ben birebirde çalımlayıp bitireyim şeklinde düşünürüm, hareketli oynamayı severim. Kafa toplarım belki Hakan Şükür’e benzetilebilir ama sadece o kadar. Çift forvet oynamaktansa tek oynamayı tercih ediyorum. 5-6 yıl hep tek oynadım, artık ona alıştım. Dediğim gibi, Burak Yılmaz tipi bir oyuncuyum.

En büyük eksiğim fiziğim
Kendinde eksik gördüğün ve geliştirmek istediğin yönlerin neler? Kendini geliştirmek için özel idman yapıyor musun, ya da hocaların sana özel bir program hazırladılar mı?

Fiziğimi geliştirmeye gayret ediyorum, forvet olarak biraz zayıfım. Stoperler de kuvvetli oluyorlar, bu konuya eğiliyorum. Hocalarımın bana hazırlıkladıkları programlar da var, kendim de gayret ediyorum. Ağırlık çalışmaya burada başladım, Gaziosmanpaşa’da bu imkanlarımız yoktu. Yeri geliyordu beş topla, yer geliyordu topsuz çalışıyorduk. Galatasaray’a gelmem bu açıdan bir şans oldu.

Elmander tavsiyeler verdi
*Tekrar Galatasaray'a dönelim. A takımla idmanlara çıktığın oldu, oranın havasını solumak nasıldı?

A takımda dört hazırlık maçı oynadık, orada iki de gol attım. Çok da iyi oldu, Fatih hocanın gözüne girmeme yardımcı oldu. Baros’la çok iletişim kuramadım ama Elmander bana çok yardımcı oldu, gerçekten çok sıcakkanlı bir insan. Biraz stilimiz de benziyor. Çok çalışmamı tavsiye etti.